ANA SAYFA Blog Sayfa 2

Budva Gezi Rehberi – Montenegro’nun Miamisi

Budva, Balkan ülkesi Karadağ/Montenegro’nın Adriyatik Denizi kıyısında bir tatil şehri. Montenegro’nun en çok turist çeken şehri olan Budva hareketli gece hayatı ve plajları ile Montenegro’nun Miami’si olarak tanınıyor.

Budva ve Kotor Adriyatik Denizi kıyısında ve Karadağ’ın en popüler tarihi ve turistik iki şehri. Budva hareket ve eğlence arayanlar ve çok sayıdaki plajları ile deniz tatili keyfi yaşamak isteyenler için ideal. Kotor ise daha büyük olan eski şehrinde barındırdığı tarihi, kültürü ve doğası ile sakinliği tercih eden gezginlere hitap eden bir şehir. Adriyatik kıyıları tatilinde elbette çoğu gezgin her iki şehri de görülecek yerler listesine alacaktır. Ancak tatil anlayışındaki önceliklere göre iki şehre ayrılan süre değişecektir. Bu kararı almak için okumanızı önereceğim Kotor yazısı linkini de ekliyorum.

Kotor Gezi Rehberi: Montenegro’da Bir Ortaçağ Kasabası

Budva yaz döneminde gece klübleri, barlar, festivaller, tiyatro ve müzik gösterileri ile canlı bir ortam sunmakta. Renkli gece hayatı ve eğlence ile tanınsa da Budva, tatilcilere başka alternatifler de sunuyor; Adriyatik kıyısında 35 plaj, geçmişi 2500 yıl öncesine ulaşan tarihi şehir, değişik kafeler, restoranlar, müzeler, sanat galerileri, renkli dükkanlar.

Niçin Budva

  • Karadağ Türkler için hala vizesiz bir Balkan ülkesi.
  • Berrak, lacivert denizi, çok sayıda plajları, doğası ve hareketli gece hayatı ile tam bir tatil şehri. Deniz tatilinin yanı sıra tarihi ve iyi korunmuş eski şehri ile tarih ve kültür arayışındaki gezginlere Kotor benzeri bir atmosfer sağlıyor.
  • Balkan gezileri içinde mutlaka uğranması gereken Budva’da deniz tatili yapmak için daha uzun süre kalınabilir, öte yandan daha geniş bir coğrafyada gezmek isterseniz, Budva yanında Kotor ve Dubrovnik’i es geçmeyerek deniz tatilinizin ardına bu iki şehrin tarih ve doğasını da ekleyebilirsiniz. Budva’dan Kotor ve Dubrovnik’e karayolu ile geçebileceğiniz gibi bu geçişleri keyifli bir tekne gezisine dönüştürebilirsiniz.
  • Budva’ya direk uçuş olmamakla beraber, Karadağ’ın başkenti  Podgorica’dan ulaşılabilir.       
  • Budva (daha önceki yıllarda çok daha ucuz bir şehir iken son yıllarda konaklama ve yeme içme ücretleri biraz artmasına rağmen) bir Avrupa şehri olarak hala uygun fiyat ile tatil yapılabilen şehirlerden. Ülke henüz Avrupa Birliği üyesi olmamasına rağmen para birimi olarak Euro kullanılıyor.

Ulaşım

Karadağ ve Budva’nın haritadaki yerine bakmak ulaşım seçeneklerini daha iyi anlamamıza yarayacaktır. Balkanların güney doğusundaki Karadağ, Arnavutluk, Kosova,  Sırbistan, Bosna Hersek ve Hırvatistan ile komşu.

Budva’da havaalanı olmadığından havayolu ilk seçenek ülkenin başkenti Podgorica’ya İstanbul’dan direk uçmak. Podgorica Budva arası yaklaşık 65 km. İkinci havayolu seçeneği İstanbul’dan aktarmalı uçuşlar ile ulaşabileceğiniz Tivat Budva’ya daha yakın mesafededir. Diğer bir seçenek aradaki uzaklık daha fazla olsa da Türkiye’den en uygun fiyatlı uçuşların olduğu Arnavutluk başkenti Tiran’a olabilir.  

Budva’ya Podgorica ve Tivat’tan sık otobüs seferleri bulunuyor. Ayrıca Karadağ’ın diğer şehirlerinden ve sınır komşusu ülkelerden de direk otobüs seferleri bulunmakta. Mesafelerin kısalığını görünce her birine uğramayı istemeniz işten bile değil. Tivat – Budva 25 km, Podgorica – Budva – 65 km, Kotor – Budva – 23 km, Dubrovnik (Hırvatistan) – Budva – 115 km uzaklıkta. 

Biz Adriyatik kıyılarını kapsayan Balkanlar gezimize İstanbul’dan kendi arabamız ile başladık. Yunanistan, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk sonrası Karadağ’da ilk durağımız Budva idi. Adriyatik kıyısında Budva, Kotor ve Dubrovnik’te olmak üzere üç şehirde de geceledik.

Budva birçok yeri yürüyerek dolaşabileceğiniz, en uzak yerlerine de  otobüsle veya taksi kısa sürede ulaşabileceğiniz gezmesi çok kolay bir şehir. Örneğin en uzak mesafedeki Stevi Stevan’a ise eski şehirden geçen otobüslerle  2.5 Euro’ya gidebilirsiniz.

Konaklama

Budva son yıllarda artan ilgi nedeni ile çok sayıda otel yatırımına girişmiş. Bu nedenle yeni, temiz otel bulma şansı yüksek. Ancak fotoraflarda göründüğü gibi maalesef plansız ve yüksek katlı otel inşaatları yüzünden şehirde çarpık yapılaşma oluşmuş durumda. Burada Türk müteahhitlerinin de payı olduğunu belirtelim.

Konaklama için tarihi yerleri sevenler; dar sokakları, tarihi binaları ile korunmuş bir Orta Çağ kasabası olan eski şehirdeki hostel, pansiyon ve  otellerden bütçesine uygun seçim yapabilir. Yeni yerleşim yerlerini tercih edenler ise eski şehrin dışındaki bölgede de her fiyattan otel veya apart bulabilir. Biz booking.com’dan yeni bölgede fakat eski şehre yakın bir daire kiraladık. ‘Apartments Aqua‘ daki dairemiz yeni, temiz, eski şehre yürüme mesafesinde olmasının yanı sıra, tüm şehre hakim manzarası oldukça keyifli idi. sahip idi. Fiyat kalite düzeyi oldukça yüksek olan dairemizin manzarasının ilave maliyeti biraz yokuş tırmanmak olsa da buna kesinlikle değdiğini söylemeliyim. En güzel Budva manzaralarını dairemiz balkonundan çektiğimi söyleyince siz de bana hak vereceksiniz.

Kısa Tarih

Budva Adriyatik kıyısındaki şehirler arasında yerleşimin en tarihlere, ta 2500 yıl öncesine kadar uzanan bir şehir. M.Ö 5. yy’da İliryalı/İlirler yaşamış bu topraklarda. Sonrasında Romalılar, Bizans, Venedikler hükümranlığında kalmış. Venedikliler döneminde Osmanlı şehri kuşatarak, 1572 yılında almış ancak 1573 yılında imzalanan bir anlaşma ile Venediklilere geri verilmiş. Budva 1807 yılında Fransız, 1813 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından  işgal edilmiş. 1918 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmış. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında 1941-1944 yılları altında Nazi İtalya’sının kontrolünde kalmış. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Yugoslavya Federe Cumhuriyeti’nde yer alan Karadağ’a bağlanmış.

Gezelim Görelim

Renkli gece hayatı ve plajlarda uzanıp deniz tatili geçirmek önceliğiniz olsa bile gezilecek yerleri sıralayalım. Budva küçük bir şehir olduğundan, plaj keyfinizden çok çalmadan buraları gezmeniz mümkün olacaktır. Bir veya iki gün içinde Budva’nın görülecek tüm yerlerini görebilirsiniz.

Stadi Grad / Old Town Sokaklarında Dolaşalım.

İlk durak şüphesiz Old Town/Eski Şehir, UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan iyi korunmuş tarihi bir bölge. Şehir 15. yy’da yapılan tarihi surlar ile çevrilmiş. Budva tarihinde 1667 ve 1979 yıllarında yaşanan iki büyük deprem ile şehir büyük hasar görse de bazıları yeniden yapılarak ve restore edilerek şehrin dokusu korunmuş. Tarihi binalar, daracık taş sokaklarının arasında kaybolarak, kiliseler, restoranlar, kafeler, sevimli dükkanlar, müzeler, sanat galerileri arasında dolaşıyoruz.

Adriyatik kıyısındaki Kotor ve Dubrovnik’te deniz kenarlarında yüksek duvarlarla çevrilmiş eski şehirler ilk duraklarımız oluyor. Biz Adriyatik kıyıları gezimize Budva ile başladık. Diğer iki şehre göre buranın Old Town’ı daha küçük ve 1-2 saat içerisinde tüm şehri dolaşabilirsiniz. Eski şehrin en büyük güzelliği, yazın daha uzakta bir yer aramadan hemen şehrin kapısından çıkar çıkmaz sizi karşılayan plajda yüzme lüksü sunması.

Şehrin dört kapısı limana açılıyor, marinanın şık restoranlarda dünya mutfaklarından yemek seçenekleri bulunmakta. Biz ilk gecemizde marinada Uzak Doğu mutfağından yemekler tercih ettik ve çok memnun kaldık.

Citadel / Kale’de Dolaşalım

Old Town içindeki kale ile, surlarla çevrili şehri denizden gelecek saldırılara karşı savunmayı sağlamak için daha güçlü savunma sağlayacak bir alan yaratılmış. Giriş ücreti 2 Euro olan kale bölümünde bir kütüphane, küçük bir müze ve seyir alanı bulunuyor. Bu seyir terasından Adriyatik Denizi ve şehrin panoramik manzarasını görmeye değer.

Kalenin giriş duvarındaki iki balık figürü de Budva’nın simgesi. Bu figür bir efsaneye dayanıyor;  birbirine aşık iki gencin kavuşmasına aileleri izin vermeyince, birlikte  denize atlayan iki genç balık olmuşlar. Budva’da bu taşa dokunup dilek dileyebilirsiniz.

Kalenin yanından 3 Euro ödeyerek şehir surlarının üzerine çıkıp yürüyebilirsiniz. Ancak surlar kesintisiz devam etmediğinden bazı yerlerde aşağıya inmeniz gerekiyor. Biz kaleye girdik ancak surlarda dolaşmadık. Surlar üzerindeki gezintimizi çok daha uzun surları olan Dubrovnik’e sakladık.

Arkeoloji Müzesi’ni Gezelim

Eski Şehir içinde Budva tarihine ilgi duyanlar için bir arkeoloji müzesi bulunuyor. Tarihi antik döneme kadar giden arkeolojik eserler ve etnografik objeler sergilenmekte. Üç katlı olsa da küçük müzeyi, 30 dakikada rahatlıkla dolaşabilirsiniz. Müze yaz dönemi saat 8- 21 arası açıktır.

Dans Eden Kız Heykeli ile Fotoğraf Çektirelim

Budva’nın simgelerinden ve Karadağ’da en çok fotoğrafı çekilen yerlerden biri Dans Eden Kız Heykeli. Heykele ilişkin anlatılan birkaç efsaneden ben en bilinen ve hüzünlü olanını seçtim. Budva’da zamanın birinde, birbirlerine deli gibi aşık bir dansçı kız ile denizci erkek yaşarmış. Genç denizci denize açıldığında sevgilisi kıyıda dans ederek onu beklermiş. Denizci uzun süren bir yolculuğundan geri dönememiş. Dansçı aşığı günlerce kıyıda sevgilisinin döneceği umudu ile dans ederek onu beklemiş. Onların hikayesi Budva’da gerçek aşkın ve bağlılığın sembolü olmuş. Bu bronz dans eden kız heykeli Sırp sanatçı Gradimir Alksic tarafından yapılmış.

Eski Şehir gezimizde bu heykel hemen karşımıza çıkmadığından, kaçırmamak için biraz dikkat gerekiyor. Eski Şehrin plaja açılan kapısından çıkınca plajın sağına, kayalıklara doğru deniz kenarında yürünerek dansçı kıza ulaşılıyor. 

Tarihi Kiliseleri Gezelim

Tarihi şehirde birçok kilise görebilirsiniz. Burada en önemli üçünden söz edelim.

Stevi Marija Kilisesi;  şehrin en eski kilisesi, tarihi 840 yılına kadar uzanmakta.

St. Ivan Kilisesi; Budva’daki en büyük Katolik kilisesi. Eski Bishop Sarayı’nın yanında.

Stevi Trojica Kilisesi; Kalenin yakınında bir Ortodoks kilisesi. Bu kiliseler küçük olan şehir gezintinizde karşınıza çıkacaktır. Açık olanları ziyaret edebilirsiniz.

Budva Plajlarında Deniz Keyfi Yapalım

Budva’da yarım günde belki daha kısa sürede Eski Şehri gezdikten sonra Adriyatik Denizi sularında serinlemek çok keyifli. Budva’da 30 dan fazla plaj sizleri bekliyor. Yine de çok talep gören bu tatil beldesinde haziran-ağustos ayları arasında plajların oldukça kalabalık olduğunu hatırlatalım.

Dar bir alanda yer alan Budva’nın her yeri plaj denebilir. Öncelikle hemen Old Town’un kuzey çıkışında küçük plaja giriş ücreti ödemeden havlunuzu serip ya da yandaki kafelerde bir şeyler atıştırıp yüzebilirsiniz.

Daha farklı plajları denemek isterseniz, yine yürüyerek bir çok geniş plajlara ulaşabilirsiniz. Hemen şehrin içindeki, eski şehre sadece 10 dakika yürüme mesafesindeki Mogren Plajı’nda, sezlong ve şemsiye kiralayabileceğiniz gibi kendi havlunuzla da uzanıp ücret ödemeden plajdan yararlanabilirsin. Budva’nın 6 km uzağında ve 1,2 km uzunlukta sahili olan Jaz Plajı‘nın sağ köşesi de çıplaklar için ayrılmış. Diğer popüler plajlara arasında yer alan Becici ve Rafailovici Plajları, daha sakin ve kum plaj tercih edenler için cazip plajlar olarak sayabiliriz.

Biz Budva’da plaj tercihimizi  ev sahibimizin önerisi üzerine Stevi  Stefan  Adası’nın önündeki halka açık plajından yana kullandık. Stefan Adası Budva fotolarında en çok görülen manzaralı yer. Aslında kara ile bağlantısı olan bir ada. 15.yy’da balıkçı köyü olan ada bugün özel sektör tarafından işletilen, sadece otel müşterilerinin girebildiği tatil köyüne dönüşmüş. Dünya çapında ünlülerin ziyaret ettiği, gecelik oda ücretlerinin çok yüksek olduğu otele, sadece karşıdan baksak da yanı başında yüzme şansına sahip olabildik. Stefan Adası Old Town’a 10 km uzaklıkta, arabası olmayanlar şehir içi otobüsler ile plaja ulaşabilirler.

Havai Adası‘nda yüzmek mümkün Budva’da. Şaşırtıcı değil mi? Karadağ’ın en büyük adası ve sadece kıyıdan bir km uzaklıktaki Saint Nicola Adası lacivert suları ve kumsalları ile Havai havası yaşattığı için Havai Adası olarak biliniyor. Adaya kıyıdan 3 Euro ücret ile teknelerle ulaşıp deniz keyfi yapabilirsiniz.

Budva Gece Hayatı ve Festivallerin Tadını Çıkartalım

Adriyatik kıyısının en hareketli, canlı ve eğlenceli kenti Budva. Çok sayıda gece klüplerinin, sokak eğlenceleri, müzik etkinliklerinin yanı sıra yaz festivalleri de popüler. Genellikle ağustos ayında düzenlenen Sea Dance Festivali Avrupa’nın en iyi 10 festivali arasında değerlendiriliyor.

Yeme İçme

Son yıllardaki popülerliği ile dünyanın her yerinden turist çeken Budva mutfağı da zenginleşerek klasik Balkan ve İtalyan mutfağının ötesine geçmiş. Öylesine ki, Türk  işletmesi Smyrna’da klasik kahvaltınız ile güne başlayabilirsiniz. Öğlen ve akşam yemeklerinde, Uzak Doğu’nun Tayvan mutfağından çorbalar, tavuklar, Balkan mutfağından cevabiler, İtalyan mutfağından pizzalar, risottolar, Rus mutfağından borç çorbaları ve daha fazlası bol çeşitlerle sunumlarda. Yukarıda bahsettiğim gibi biz ilk gecemizde marinada bir restoranda Uzak Doğu yemeklerini tatmıştık. Balkanlar gezimiz 15 günlük uzun bir gezi olduğundan cevabi köfteleri, kebapları başka ülkelerde, deniz ürünlerini de Kotor’da yemiştik. İkinci gecemizde ise evimizin balkonunun gece manzarasını birçok restoranda bulamayacağımızı düşündüğümüzden balkonumuzda yerel şarap ve pizza partisi yaptık.

Son Söz

Budva Karadağ ve Balkanlar turunda mutlaka görülmesi gereken bir şehir. Öncelikle Adriyatik kıyısında en çok plajı olan, deniz güneş ve eğlence sevenler için tercih edilecek bir şehir. Karadağ’da Budva ve Kotor aralarında sadece 30 km bulunduğundan birinde geceleyip, diğerine günübirlik gitmek de mümkün tabi. Biz iki şehirden de vazgeçemedik, Budva’ya 2 gece Kotor’a 1 gece ayırdık. Daha çok güneş, deniz ve gece hayatı tercih ederseniz Budva’ya daha çok zaman ayırabilirsin. Budva’da eğlence ve denize doyduktan sonra, daha yeşil, sessiz ve sakin bir şehir olan Kotor’a geçebilirsiniz. Kotor Old Town daha büyük ancak o da yarım günde gezilecek bir yer. Bizim ayırdığımız süre iki yer için de ideal oldu.

Budva’da  iki gece kalmamıza rağmen Saint Nicola/Havai Adası’nı tek eksiğimiz olabilir. Bir gün daha ayırabilse idik adada tepelere tırmanıp, berrak sularında yüzebilirdik.

Önceliğimizin daha çok tarih, kültür ve doğa olmasına, deniz tatili ve gece hayatı ikinci sırada yer alsa da, Adriyatik kıyısında ilk kez yüzdüğümüz Budva’yı çok sevdik. Görmeye, gezmeye, en az bir gün geçirmeye değer Budva’yı gezi planınıza aracı olduğumu ümit ederim.

Gönlünüzce gezmelere…

Visits: 9

Sharm El Sheikh (Şarm El Şeyh) Gezi Rehberi: Kızıldeniz’de Sualtı Cenneti

Sharm El Sheikh, Mısır’da Asya ve Afrika’yı birleştiren Sina Yarımadası’nın en önemli turistik merkezi ve dünyanın en gözde dalış merkezlerinden biri. Şehir rengarenk mercan resifleri, zengin su altı habitatı,  incecik kumlu sahilleri, berrak, temiz denizi ile güneş, deniz ve Sina Çölü’nü keşfetme aktiviteleri ile renkli bir yer.

Sharm El Sheikh, Arapça anlamı ile Şeyhin Körfezi yarım yüzyıl önce küçük bir bedevi köyü imiş. Bugün her mevsim, her yaştan, her milletten turist çeken bir tatil beldesi. 

Niçin Sharm El Shekh

  • Dünyanın en güzel dalış merkezlerinden biri. Scuba diving yanında, çok çeşitli deniz sporları yapılabilmekte.
  • Her mevsim deniz, güneş tatili yapabileceğiniz bir yer. Yıl boyunca deniz suyu sıcaklığı 20 derecenin altına düşmemekte.
  • Restoranları, barları, kafeleri ve gece klüpleri ile hareketli bir gece hayatı sunmakta.
  • Sina Çölü’nde çöl safarisi ve çölde konaklama yapabilirsiniz.
  • Ulaşım kolay, İstanbul’dan sadece iki buçuk saatlik uçuş ile bu tatil beldesine ulaşılıyor. 
  • Mısır Mayıs/2023’te Türk vatandaşlarına sınırda bir ay oturmalı vize alma uygulamasına başladı. Sharm El Sheikh için ise kapıda 15 günlük ücretsiz vize veriliyor.
  • Uygun fiyatlı ve kaliteli oteller seçeneğinin de çok olduğunu söyleyebiliriz.

Bu arada Sharm El Sheikh’den ulaşabileceğiniz, Kızıldeniz’in diğer turistik tatil beldesi Hurghada’yı okumak ve Sharm El Sheikh ile karşılaştırmak istersiniz link aşağıda.

Mısır Hurghada Gezi Rehberi: Kızıldeniz’in İncisi

Kısa Tarihi

20.yy’a kadar küçük bir köy olan Sharm El Sheikh’in Kızıldeniz’de doğuda Akabe Körfezi, batıda Süveyş Körfezi’ne yakınlığı ile uluslararası deniz yolu ulaşımındaki konumu bölgenin önemini arttırdı. Stratejik önemi nedeniyle Sharm El Seikh askeri işgallere uğradı. 1956 yılında Sina Yarımadası İsrail tarafından işgal edildi. 1957 yılında Mısır’ın kontrolü ele geçirmesine rağmen 1967 yılında İsrail tekrar sınırlarına dahil etti Sharm El Sheikh’i. İsrail hüküm sürdüğü 15 yıl boyunca bu bölgeyi bir turizm merkezine çevirdi. 1980’lerde barış görüşmeleri ile Mısır’a devredilen şehir o tarihten beri popüler turizm merkezi olarak Mısır’ın da yatırım yaptığı bir yer oldu. 2005 ile 2015 yılları arasında bölgede görülen terör saldırıları, bir dönem turistleri uzaklaştırdı. Yine de son yıllarda Mısır’ın popüler yerleri arasında yer almaktadır. Bu kadar tarihi bilgiden sonra gezmeye başlayalım Sharm El Sheikh’i.

Ulaşım

Sharm El Seikh Uluslararası Havaalanı’na İstanbul’dan THY ve Pegasus’un direk uçuşları bulunmakta. İstanbul’dan 2 saat 45 dakikalık sürede bu tatil beldesine kolaylıkla uçuluyor. 

Mısır’da önce Kahire’yi gezip sonra deniz tatili yapmak isterseniz Kahire’den uçakla veya otobüs ile ulaşılabilir. Kahire’ye 500 km uzaklıkta. Biz önce Sharm El Sheikh’e uçtuk, üç günlük deniz tatilinden sonra Kahire’ye otobüs ile geçtik. İstanbul-Kahire uçak fiyatlarına göre İstanbul-Sharm El Shekh uçuş daha ucuz.

Havaalanı şehir merkezine sadece 18 km uzaklıkta. Otelinizin transfer hizmeti yoksa 1. terminalden doldukça kalkan minibüsler bir seçenek. Taksi ile ulaşım da 10 dolar civarında tutabilir. Taksici fiyatı 30 dolardan bile açabilir, pazarlık yapmayı unutmayın. Ayrıca havalimanında araç kiralayabilirsiniz. 

Şehir içinde ulaşımda Eski Market bölgesinden kalkan dolmuşların yanı sıra taksi kullanabilirsiniz.

Konaklama

Tam bir tatil beldesi olarak yatırım yapılan şehirde otel konaklama için çok seçenek bulunmakta. Özellikle Mısır’da hizmet kalitesi açısından dört ve beş yıldızlı otelleri tercih etmenizi öneriyorum. Daha düşük yıldızlı oteller hijyen ve hizmet kalitesinin düşüklüğü ile hayal kırıklığı yaratabilir. Kendi plajı olan otellerde kalmak Kızıldeniz keyfini daha rahat yaşamanızı sağlayabilir. Her gün tekne ile dalışa gitmeden otellerin plajlarında da mercanlar, balıklar arasında yüzebilirsiniz.

Biz dört yıldızlı Oriental Rivoli Otel’de kaldık. Otel temizliği, açık büfe ve sıcak yemekleri ile beklentilerimizi karşıladı. Sahil kenarında olmadığı için özel plajı bulunmaması sadece 3 gece kaldığımız ve gün içinde dışarıda olduğumuz için sorun olmadı Daha uzun süreli deniz tatilinde sahil kenarında bir oteli tercih ederdik.

Hangi Mevsim Gidilir

Sharm El Sheikh’de her mevsim gezilebilir, tüm yıl boyunca deniz suyu sıcaklığı 20 derecenin altına düşmemekte. Yine de en güzel mevsim ilkbahar ve sonbahar. Her mevsim güneşli şehirde yazın nem olmadığı için hava bunaltmasa da, sıcaklığın 50 derecelere de çıktığını hatırlatalım. Çöl sıcaklarından kaçınmak için mart, nisan, mayıs, ekim, kasım ayları tercih edilmeli.

Gezelim Görelim

Sharm El Sheikh tam bir tatil kasabası. Son yıllarda yapılaşma artmış, çok sayıda oteller açılmış. Geniş caddeler, kumsallar, restoranlar, kafeler ile Sina Çölü’nde bir cennet yaratılmış. Tabi ki cennetliği yerleştiği alandaki yeşilliklerden çok su altındaki renklerin cazibesinden geliyor.

Sharm El Sheikh’in asıl ününün Kızıldeniz’de dalış olduğunu söylediğimize göre öncelikle Kızıldeniz turundan başlayalım.

Ras Muhammed Milli Parkı

Ras Muhammed Milli Parkı, Süveyş Körfezi ile Akabe Körfezi’nin buluştuğu yerde. Dünyanın ikinci en büyük su parkı, doğal olarak şehrin  en popüler dalış yeri. Milli parkta 250’den fazla mercan türü ve çok sayıda endemik balık bulunuyor. Dalış yapanları su altındaki rengarenk görüntüler büyülüyor.

Milli Park ve diğer dalış noktaları için tekneler Shark Bay’dan kalkıyor. Tekne ve dalış turları son derece iyi organize edilmiş. Çok renkli denizaltını görmek için tüplü dalış deneyiminiz olması gerekmiyor. Eğitmenler eşliğinde yarım saat tüplü dalış yapabilirsiniz. Tüplü dalış bana göre değil derseniz resiflerin yoğun olduğu bölgelerde şnorkel ile dalabilirsiniz. Benim de tercihim şnorkel ile yüzme idi. İnanın bu şekilde bile mercan kayalıkları arasında rengarenk balıklar ile yüzebilmek çok heyecanlı bir deneyim.

Tekneler sabah limandan hareket ediyor. Hava durumuna göre üç veya dört yerde yüzme molası veriliyor. Milli Parkı korumak amacı ile olsa gerek tekneler aynı yerlerde birbirlerine yakın şekilde duruyor, yüzmek, dalmak isteyenler aynı bölgelerde gözetimli yüzüyorlar. Teknelerde öğlen yemek ve içecek servisi de yapılıyor. Kısaca Kızıldeniz’in en zengin, en güzel kıyısında tüm günü denizde geçirerek, güneş batarken limana dönüyoruz.

Şüphesiz Sharm El Seikh’de çok sayıda dalış noktaları, batıklar bulunmakta. Tüplü dalış yapacaklar yine limandan kalkan tekneler ile değişik bölgelerde dalışlara katılabilirler. Bizim katıldığımız tekne ile profesyonel olmayan, günübirlik bir tur deneyimi yaşanabilir.

Öncelikle Ras Muhammed Milli Parkı dalışı yaptıktan sonra zamanı olanlar yine tekne ile Akabe Körfezi’nin güneyinde Tiran Adası’nda da renkli dalışlar yapabilir.

Bu arada Sharm’a tüplü dalış için gidenlere konaklamalı dalış tekneleri hizmeti da sunulmakta. Çok sayıda dalış okulları ile tüplü dalış tutkunları veya dalmaya yeni başlayanlar için burası tam bir su altı cenneti.

Camlı Tekne ile Gezinti

Deniz altına dalamam, şnorkel ile yüzmek de bana göre değil, ayaklarım yerde Kızıldeniz balıklarını göreyim derseniz camlı tekne seçeneğiniz bulunmakta.

Camlı tekneye yine limandan biniliyor. Basit teknenin ortasındaki alan cam ile kaplanmış, kıyıdan uzaklaşan teknenin altında yüzen balıklar ve resifleri izleyerek bir saatlik bir yolculuk yapıyorsunuz. Mutlaka gezilmeli mi bu tekne ile derseniz bana göre çok özellikli değil. Kızıldeniz balıklarını yakından görmek için tekne gezisi Ras Muhammed Parkı’nda olmalı. Bu gezintiyi yapmasanız da kaybınız olmaz.

Old Market

Eski şehir bölgesi eski balıkçı kasabasının kurulduğu alan. Tabi bu bölge de yenilenmiş sayılır. Çok geniş olmayan alanda yer alan dükkanlardan yerel ürünler, hediyelik alışverişlerinizi yapabilirsiniz ayrıca cami ve kiliseyi de gezebilirsiniz. 

Al-Sahaba Cami

Eski şehir bölgesinde çok gösterişli, değişik mimarili ve büyük bir cami dikkat çekiyor. Sina Yarımadası’nın en yeni camisi, 2011 yılında yapımına başlanmış ve 2017 yılında tamamlanmış. Cami 3000 metrekare alanda, iki minaresi 76 metre yükseklikte ve 3000 kişinin aynı anda ibadet edebilmekte. Bu haşmetli camiyi dolaşabilirsiniz.

Heavenly Katedrali

Heavenly Katedrali şehirdeki en yeni ve en büyük Kıptı Ortodoks Katedrali. 2010 yılında yapılan katedral dünyanın en güzel kiliseleri arasında yer almış. Dışarıdan mimarisi ile dikkat çeken kilise içinde İncil’den öyküleri anlatan freskolar, duvar resimleri ile görmeye değer.

Naama Bay

Kızıldeniz’in en güzel kıyısında konumlanan şehir, dalgıçlara çeşitli ve rengârenk resifler sunuyor. En uzun ve popüler plajların başında Naama Bay plajı geliyor. Bu bölgede birçok restoran, kafe ve mağazalar da yer alıyor. Tatilciler işin gece eğlence mekanları arasında dünyaca ünlü Hard Rock Kafe, Budha Bar da burada. Bazı klüblerde Mısır’ın ünlü, erkeklerin ışıklı elbiseler ile dans ettiği tennure dansını da izleyebilirsiniz. Biz bu dansı Kahire’de izlediğimiz için burada böyle bir dans izlemeye gitmedik. Bu dansı bir kez izlemek yeterli diye düşündük.

Soho Bölgesi

Şehirde Soho bölgesi ışıl ışıl renklendirilmiş. Yine dükkanlar, kafeler, restoranlar ile Naama Bay’a alternatif eğlence alanı yaratılmaya çalışılmış. Bir akşam gezmeye değer. Biz kasım ayı sonuna doğru gittiğimizden, bir Arap ülkesinde yılbaşı öncesi bu kadar renkli bir bölgeyi gezmek keyifli geldi. 

Sina Dağı ve St. Catherina Manastırı

Sharm El Sheikh’de kutsal Sina Dağı ve Catherina Manastırı için rehberli tur alabilirsiniz. Sina Dağı Musevilik inancında Tanrının Hz.Musa’ya 10 emri gönderdiği dağ olarak biliniyor. Dağın zirvesindeki Azize Katherina Manastırı da MS.550 yılında yapılmış ve dünyanın halen faaliyet gösteren en eski manastırı. Hristiyanlık aleminde özel önemi olan manastır UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta. Üç semavi dinde de özel bir öneme sahip bu yeri gezebilirsiniz. Biz zamanımız yeterli olmadığı için bu bölgeyi ziyaret edemedik. Fotoğraflar da internetten alınmıştır.

*World History Encyclopedia        *Wikipedia

Çöl Safarisi ve Renkli Kanyonlar

Sina Çölü’nde ATV ile çöl safarisi ve çölde konaklama yapıp bir bedevi köyünü de ziyaret edebilirsiniz.

Ayrıca zamanınız varsa şehre iki saat uzaklıkta renkli kanyonu görebilirsiniz. Bir zamanlar su altında olan  800 metre uzunluğundaki kanyon Kızıldeniz adı ile uyumlu kızıl kahve renkli. Rehberli ve off-road araçlı bir tur alabilirsiniz. 

Yeme İçme

Mısır mutfağında damak zevkimize uygun çok çeşitli yemekler bulabiliriz. Kebap, köfte, nohuttan, pirinçten yapılma değişik menüler, humus, falafel ve çeşitli tatlılar yanında uluslararası mutfaklardan çeşitler de otellerin menülerinde bulunuyor. Ayrıca Kızıldeniz’den tutulan deniz ürünleri de bol miktarda sofranıza gelecek. Tropikal meyve çeşitleri özellikle mango bol miktarda. Özet olarak Mısır’da aç kalmak mümkün değil. Bizim iki Mısır gezimizde de dışarıda herhangi bir restoranda yemek yerine otelde çeşitleri denemek daha güvenli geldi.

Alışveriş

Mısır’da alışveriş yapmak da ayrı bir keyif, ürünlerin orijinalliği ve fiyatlarının uygunluğu nedeniyle. Ancak pazarlık kısmı çok keyifsiz. Tüm alışverişlerinizde çok sıkı pazarlık yapmak zorundasınız. Biz de sıkı pazarlıklarla piramitler, sfenkler, papirüsler, özgün elbiseler aldık. Gümüş bileklik ve kolyeler şanslı iseniz gümüş çıkabilir, bol miktarda esans satılıyor, ancak koklayarak aldığınız esansın eve geldiğinizde hiç kokusu olmadığını görebilirsiniz. Dikkatli alışveriş yapmak gerekiyor.

Son Söz

Sharm El Seikh dünyanın en güzel dalış merkezlerinden biri olarak ün kazanmış, dünyanın her yerinden turist çeken bir cazibe merkezi. Bizler için de ulaşımı kolay, uygun fiyatlı, birçok bölgede deniz mevsiminin henüz canlanmadığı ilkbahar ve sona erdiği sonbaharda deniz tatili yapabileceğimiz bir belde. Üstelik ülkemizdeki birçok tatil yerindeki beş yıldızlı otellere göre daha uygun fiyatla tatil yapabileceğimiz bir şehir. Özellikle bu şehir vizesiz gidebileceğimiz bir destinasyon. Sonuç olarak uçak biletini erken veya kampanya döneminde alıp, oteli de erken rezervasyon ile ayırtarak kendi tatilinizi rahatlıkla planlayabileceğiniz bir yer. Son yıllarda turizm şirketleri tarafından çok sayıda tur düzenlenmekte. Turla veya tursuz gidebileceğiniz bir yer. Ancak Mısır tarihi yerleri ile de önemli bir ülke olduğu için sadece bu şehre ziyaret daha çok deniz tatili beklentilerinizi karşılayabilir. Sharm El Sheikh’ten otobüsle ve uçakla Kahire, Hurghada ve Luksor’a geçerseniz Mısır’ı daha yakından tanımanın tadını daha çok çıkartabilirsiniz.

Kahire’de Kahire müzesinin, piramitlerin gezginlerin mutlaka görmeleri gereken yerler olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca Hurghada da özel bir yer. Hurghada yine Kızıldeniz’de dalış yapabileceğiniz renkli su altının yanı sıra Mısır’da en önemli tarihi tapınakların yer aldığı Luksor antik kentini de ziyaret edebileceğiniz bir şehir.

 

Visits: 2

Fas Gezi Rehberi: Renklerin Dans Ettiği Ülke

Fas;  egzotik, modern, şahane mimarili, çok farklı iklimlerin yaşanabildiği, güzel insanların yaşadığı bir coğrafya. Avrupa, Arap, Berberi kültürleri harmanı. Hayallerimin ötesinde, tam bir sürpriz.

Fas bir Mağrip ülkesi; 458 bin kilometre karelik, 37 milyonluk nüfusu ile.

Meraklısına; Bu bölümde Fas coğrafyası ve tarihine ilişkin genel bilgiler yer alıyor. İsteyenler bir sonraki bölüme atlayabilir.

Mağrip ülkeleri Afrika’nın geri kalanından Atlas Dağları ve Sahra Çölü ile ayrılırlar. Coğrafi ve kültürel olarak Akdeniz Havzası’nın bir parçası sayılabilirler. Günümüzde Mağrip dar anlamda Tunus, Cezayir, Fas ve Batı Sahra’yı içerir. Geniş anlamda Libya ve Moritanya da bu ülkelere dâhildir

Fas’ı gezmek demek dağlar, ovalar, çöller, vadiler, vahalar arasında gidip gelmek demek. Ilıman Akdeniz iklimi yanında güneyde çöl iklimi de var.  Fas’ın komşu ülkeleri Cezayir ve Tunus, kuzey ve batısında Akdeniz ve Atlas Okyanusu var. Güneyindeki Batı Sahra, Moritanya ile olan tartışmalı topraklar.

Etnik yapı yerli halk berberiler ve 7. yy da buraya gelen Araplardan oluşuyor.  Resmi dil Arapça. Başkent Rabat. En büyük şehri Casablanca. Buralara ilk yerleşenler M.Ö 1000 yıllarında Liksos kolonisini kuran Fenikeliler. Daha sonra aynı soydan gelen Kartacalılar burada şehirler kurmuş. Yunanlı tüccarlar bu toprakların iç kısımlarında yaşayan vahşi yerlilere  “bizden olmayan” anlamına gelen barbaroi /berberiler, (barbar da aynı kökenden gelir) adını vermişler. Berberilerin kökeni tam olarak bilinmemektedir. Keltler, Basklar, hatta kuzey Lübnan’daki Kenanlılarla ilişkilendirilmektedir. M.Ö 5. ve 6. yy’da Kuzey Afrika’da yayılan Capsein (M.Ö 8000-2700 yılları arasında Mağrip merkezli Mezolitik ve Neolitik bir kültür) kültüründen olma ihtimali yüksektir. Berberiler kendi dil ve geleneklerini günümüze dek korumuşlar. Kartacalılardan sonra Roma, daha sonra İslam hakimiyetine giren topraklar, Osmanlı izlerinin görülmediği bir coğrafya. İdrisiler, Murabıtlar, Muvahhidler, Meriniler, Sadiler, Filaliler sırasıyla yönetimi ele geçiren aile/kabileler. Şu anda yönetimde bulunan Kral VI. Muhammed Filalilerden.

Ülkede resmi dil Arapça olmasına karşın, İspanyolca, Fransızca, Berberice de konuşuluyor. Para birimi Fas Dirhemi. Krallıkla yönetilmesine rağmen seçilmiş bir başbakan bulunuyor. 2011 Reformu ile başbakanın yetkileri genişletilmiş. Demokrasi endeksinde, melez rejim diye değerlendiriliyor. ABD’yi dünyada ilk tanıyan ülke olan Fas, NATO dışı başlıca müttefik statüsünde. Batı Sahra’daki topraklarının bir kısmı Moritanya ve bazı ulusal gruplar ile ihtilaflı. Batı Sahra; Birleşmiş Milletler Raporuna göre Afrika kıtasında kendini yönetemeyen topraklar listesindeki tek yer. Fas 50 yıldır Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti ve buradaki Polisario Cephesi ile sorununu çözememiş. Afrika’nın kuzeybatısında, Sahra Çölü’nün en batısındaki 266 bin kilometrekarelik çölü Fas kendi toprağı olarak kabul ediyor. Bu bölgede zengin fosfat ve petrol yatakları var. Burada yaşayan halka çölde yaşayan anlamına gelen Sahravi adı verilmiş. Yaklaşık 150 bin kişiler. Kendi kaderlerini tayin etme hakları uluslararası aktivist ve sanatçılar tarafından destekleniyor. Şu anda 3. nesli Batı Sahra ve Cezayir’de mülteci kamplarında dünyaya gelen Sahraviler, zor koşullar altında yaşıyor). Fas Afrika’nın en güvenli iki ülkesinden biri, diğeri Namibya. GSYİH 3000 Amerikan doları civarında. Liberal ekonomiyi benimsemişler. Turizm, madencilik (fosfat), tarım başlıca geçim kaynakları. İşsizlik % 15’e yaklaşıyor. Her yıl 70 bin kişi ülkeden göç ediyor. Yurt dışında yaşayan 3 milyona yakın Faslı var. Fas için önerilen seyahat mevsimi kasım-mart  arası. Bizim seyahatimizde ocak sonu, şubat başı.

Gezelim Görelim

Fas’a THY ile uçtuk, yaklaşık 4,5 saat sonra Casablanca’da VI.Muhammed Havalimanı’nda idik.

Fas haritası ve geniş bir coğrafyayı kapsayan gezimiz aşağıda yer alıyor.

Casablanca ilk durağımız. 1515’te Portekizlilerin Atlantik kıyısında kurdukları kent Casa Branca’ya (Beyaz Ev, Arapça ’da Darü’l Beyza), 18′ yy’da İspanyollar Casablanca demiş. 1907 Fransız işgali sonrası hızla büyüyerek, bugün Fas’ın en büyük limanı, en kalabalık şehri haline gelmiş. Ülke endüstriyel üretiminin yarısından fazlası burada. Krallığın ekonomi ve endüstri başkenti.

Casablanca’da önce Habous’a (Yeni Medina) gidiyoruz. Burası Fas’ın her yerinden gelen tüccarları barındırmak için, 1920-1930 arası Fransa himayesinde inşa edilmiş bir yer. Fransız mimarlar geleneksel alışkanlık ve stillere saygı duyarak,  modern şehircilik kurallarına uygun bir medina inşa etmişler. Bugün Sultan Muhammed Bin Yusuf Cami, Hispano-Mağribi tasarımıyla ünlü bir yönetim binası olan Mahakma al-Pasha gibi binaları, ev sahipliği yaptığı esnaf, zanaatkâr, kitapçı, sebze-meyve satıcıları ile turistik bir cazibe merkezi.

Daha sonra V. Muhammed Bulvarı ve Birleşmiş Milletler Meydanı’na gidiyoruz. Meydanı ve Mağribi tarzında yapılmış Belediye Binası, Adliye ve diğer yapıları fotoğraflıyoruz.

Casablanca ’nın sahili Corniche Caddesi‘ne geliyoruz.  Corniche Caddesi, Casablanca’nın gezi yeri, oldukça yoğun. Corniche’in devamı plajlar ve beyaz evleri ile Ayn Diab.

Morocco Mall’ın önünden dönerek II. Hasan Camisi‘ne gidiyoruz.

Dünyanın en büyük camilerinden, iç mekân 25 bin, avlusu 80 bin kapasiteli. Bir milyar dolardan fazlaya mal olmuş. İç mekan Fas el sanatları ve mimarisinin güzel bir örneği. Atlas Okyanusu kenarında görkemli ve muhteşem bir yapı.

Sırada Sidi Abderrahman Adası var. Burası kemerli bir köprü ile kıyıya bağlanmış küçük bir ada. Hakkında çeşitli efsaneler var. Bağdatlı bir münzevi olan Sidi Abderrahman 18.yy’da buraya yerleşir. Fakirdir, kuran okuyamıyordur. Lavtasını çalarak lanet bozma, hastalık iyileştirme işleriyle uğraşır. Sidi Abderrahman’ın bir şifa gücü olduğuna inanılıyor. Ölümünden sonra da evliya olarak kabul edilir. Gelgitlerle suyun çekildiği zaman yürüyerek ulaşılabilen adaya bir köprü yapılır. Bugün Sidi Abderrahman Türbesi etrafında kendini şifacı kabul eden 40-50 evlik bir topluluk var. Faslılar burayı dilek dilemek, şifa bulmak için ziyaret ediyorlar.

1943 Oscar ödüllü unutulmaz Casablanca filminin, Casablanca’da değil stüdyoda çekildiğini unutmuyoruz. Casablanca’da “Rick’s Cafe“ var ama tamamen turistik amaçlı, 1942 yapımı filmde kullanılan bir mekan değil. Kalacağımız 4 yıldızlı New Hotel’e gidiyoruz. Tertemiz bir otel. Casablanca Fas geleneksel kültürünü deneyimleyebileceğiniz yerlerin az olduğu şehir odaklı bir yer.

Bugün 28 Ocak, kahvaltı sonrası Rabat’a hareket ediyoruz. Casablanca, Rabat arası 85 km. Şehir Bou Regreg Irmağı’nın ağzında kurulmuş, aynı ırmakla Sala/Sale kentinden ayrılmış. Ortaçağın önemli ticaret merkezi Sale, bugün Rabat’ın banliyösü. 1912 de Fransız himayesinin başlaması ile başkent Fez‘den buraya taşınmış. 1956 yılında bağımsızlık yeniden kazanıldığında başkent değiştirilmemiş. Nehrin sağında Sale, solunda Rabat var. Rabat, Fas’ın 2. büyük şehri. (Rabat/Sale diye bahsediliyor)

Rabat’ta ilk durağımız Dar al-Makhzen (El Mechouar Essaid-Mutluluk Mekanı). Saray IV. Muhammed tarafından 1864’de inşa edilmiş, kralın 12 sarayından biri. Önünde kocaman bir tören alanı, geniş bakımlı bahçeleri var. Kral ve ailesi Dar es –Salaam Sarayı’nda yaşıyor, burada elçi kabulü yapıyormuş. Kraliyet muhafızlarının bir kısmı da burada oturuyor. Sarayın sadece bahçesi halka açık, gezilebiliyor.

Rabat surlarının hemen dışında kalan bir alanda Shella Nekropolü var. Burası 1154 yılında terkedilerek bugünkü Sale oluşturulmuş. 14. yüzyılda Meriniler burayı mezarlık olarak kullanmaya başlamışlar. Bölgenin çevresini surlarla örmüşler. Surları dışarıdan fotoğraflıyoruz.

Şimdi V.Muhammed’in Anıt Mezarı ve  II.Hasan Kulesi‘ni görmeye gidiyoruz. V. Muhammed  1956 yılında Fas’a bağımsızlığını kazandıran kral. Anıt Mezar 1960’larda yapılmış, geleneksel Fas sanatlarına adanmış bir yapı. Kralın iki oğlu da buraya gömülü. Girişin iki yanında muhafızlar bekliyor.

Anıt Mezar, 12.yy sonunda Muvahhid Hükümdarı Yakub el-Mansur tarafından yaptırılan Hasan Cami kalıntılarına bakıyor. Yakub el-Mansur yapıyı tamamlayamadan ölmüş. 1755 Lizbon depremi Fas’taki pek çok yapı gibi burayı da etkilemiş. Bugün projeden kalanlar, yıkılmış tuğla duvar kalıntılarıyla çevrili birbirine paralel kısa sütunlar ve Hasan Kulesi olarak bilinen minare.

Bir sonraki durağımız, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Casbah Oudaias. 12.yy dan kalma, daha sonra eklemeler yapılmış pitoresk bir Casbah. Beyaz, çivit mavisi renkli binalar, demirli pencereler arasındaki  labirent sokaklardan yürüyüp Platform Semaphore geliyor, Regreg Irmağı’nın Atlas Okyanusu’na kavuşmasını, plajları, Rabat’ı fotoğraflıyoruz.  Surlarla çevrili Casbahın yanında çok güzel, oldukça bakımlı bir Endülüs Bahçesi var.

Fas Parlamentosu önünden geçiyoruz. Parlamento  milletvekillerinden oluşan Temsilciler Meclisi ve yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşlarının-meslek odaları, sendikalar, işveren temsilcilerinden oluşan Danışmanlar Meclisi olmak üzere iki kanatlı bir yapıya sahiptir.

Uzaktan yapılmakta olan, Afrika’nın en yüksek ikinci kulesi VI. Muhammed Kulesi‘ni fotoğraflıyor, öğle yemeği için teknelerin olduğu bir yat limanına geçiyoruz.

Fas  ziyaretçileri Rabat’ı pek programlarına almıyor, bence görülmeye değer bir şehir.

Tanca’ya yola çıkıyoruz. 250 km.lik yol 3 saat civarında sürüyor. Tanca, Afrika ve Avrupa’nın Cebelitarık Boğazı’nın  iki yakasının birbirine baktığı bir noktada. Cebelitarık 6.7 kilometrekarelik alanda Britanya’nın denizaşırı toprağıdır. Tanca Fenikeliler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulmuş. Roma,  Bizans, Arap, İspanyol, Portekiz egemenliklerinde kalmış. 1912 yılında uluslararası bölge ilan edilmesi ile Avrupa ve Amerikalı maceraperest ve entellektüellerin ilgi odağı olmuş. Ressam ve heykeltraş Henry Matisse  bir süre  Tanca’da yaşamış. Eserlerinde bu dönemin büyük etkisi olduğu söyleniyor. Fas’ın en önemli ikinci sanayi merkezi.  PSA Grup-Peugeot- ve Renault grubunun Fas’da bulunan fabrikalarının bir kısmı Tanca’da. 2022 verilerine göre yıllık araba üretimi 700 bin. Deniz kenarında yabancılar, özellikle Avrupalılar için kurulan pek çok tatil sitesi var.  Avrupa’ya yakınlığı ve fiyatların ucuz olması nedeniyle cazip bir yer. Turizm ve tarım, özellikle narenciye diğer geçim kaynakları. Tanca Rabat arası hızlı tren var, ücreti 26 Euro.

Tanca’da önce Spartel Burnu‘na gidiyoruz. Cebelitarık girişinde, bir tarafı Atlas Okyanusu, bir tarafı Akdeniz olan güzel bir deniz fenerinin bulunduğu turistik bir alan. Etraf koruluk ve pek çok domuz var. Güneşi burada batırıyoruz.

Spartel Burnu’nda 14 km uzunluğunda bir ucu denize, bir ucu karaya açılan muhtemelen Fenikelilerin taş oyarak oluşturdukları bir mağara var. Hakkında çeşitli efsaneler üretilen, bu mağaranın adı Herkül Mağarası

Medina (Kuzey Afrika ülkelerinde eski şehir merkezine verilen ad) çarşılar, riadlar (geleneksel Fas evi), müzeler, kafeler, çeşitli pazarlar  ile kaplı. Zaman zaman dar labirent sokaklardan geçiliyor. Petit Soco (küçük çarşı) medinanın odak noktalarından. Amerika’nın, Amerika dışında ilk mülkü ve elçiliği olan bina da burada. Tabii şimdi elçilik değil. Casbah, Medina’nın kuzey ucundaki bir parçası. Çağdaş Sanat Müzeleri, İbn Batutta Müzesi gibi müzeler var. Medina, yeni Tanca’dan Grand Socco denilen yarı dairesel bir kavşakla ayrılıyor. Palmiyelerle kaplı Grand Socco’nu bir tarafında da Mendoubia Bahçeleri yer alıyor.

Medina ve Casbah’da ondan fazla kapı var. En etkileyicilerinden biri Bab Al Bahr.

Tanca’da 4 yıldız Kenzi Solazur Otel’de konakladık.        Afrika’nın, Avrupa’ya bakan pırıltılı şehri, Tanca  Fas’ta ziyaret edilmesi gereken bir yer.                                                                       

Tanca’dan Chefchaouen/ Şafşavan’a doğru yola çıkıyoruz. Şafşavan Rif Dağları‘nın batı kısmının eteklerinde denizden 600 metre yükseklikte, biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir bölge. Bölgedeki Talassemtane ve Bouhachem Milli Parkları UNESCO Biyosfer Rezervine dahil edilmiş. Dağların arasından Şafşavan’a giderken bu dağlardan sağlanan su kapasitesinin yıllık 29 milyar metreküp olduğunu öğreniyoruz. Yollarda arka arkaya bend gölleri var.

Zeytin, incir, tahıl, keçi yetiştiriciliği nedeniyle UNESCO Akdeniz diyeti için bölgeyi tanır ve Şafşavan’ı 2020’de UNESCO küresel öğrenen şehirler ağına ekler.  Şehir iki tane tepenin yamacında yer alıyor. Şafsavan ismini de Berberice iki boynuz anlamına gelen bu konumundan alıyor. Tarihi 12. yy’a dayanan bir kent. İspanya’dan Yahudilerin kovulmasından sonra sonra pek çok Yahudi buraya yerleşmiş. Şu anda Fas’da yaşayan Yahudi sayısı azalmış olsa da  Fas yahudi dostu bir Arap ülkesi olarak kabul ediliyor. Fas’ta 3000’i Casablanca’da olmak üzere 5000 civarı yahudi yaşadığı söyleniyor. Casablanca’da Arap ülkelerindeki tek yahudi müzesi bulunuyor.

Şafşavan’ın nüfusu 40 bin civarında (2000’i Medina’da yaşıyor). Gürültüsüz, sakin, huzurlu  Şafşavan  3-4 yıldır dünyanın dikkatini çekmeye başlamış. Mavi şehirde Hammam Meydanı’ndan gezmeye başlıyoruz.

Öğlen Restoran Casa Hassan’ da  tavuk tajin yiyoruz, çok beğeniyorum. Fas mutfağı, Berberi, Orta Asya,  Endülüs, Fransız esintileri taşıyan egzotik bir mutfak. Harira-koyun etli,  nohutlu çorba, Tajin, et, tavuk balıkla toprak kapta yapılan güveç,kuskus, kefta dedikleri sulu köfteleri, şahane çörek, tatlı hamur işleri ile çok etkileyici bir mutfak.

Ras El Ma’da yürüyüşü bitiriyor, geri Hammam Meydan’ına dönüyor, kahve içip, dolaşıp akşam otelimize geliyoruz. Şafsavan’da Jibal Chaouen Hotel’de kalıyoruz. Hava oldukça soğuk. Otel de soğuk.  Dünyanın çok farklı noktalarında çok daha kötü şartları gördüğüm için rahatsız değilim. Gerçek bir gezgin değilseniz, değişik bir deneyim yaşamak istemiyor, konfor arıyorsanız Şafşavan’da konaklama önermiyorum. Doğaya meraklı gerçek bir gezginseniz burada 2 -3 gece konaklayıp Rif Dağları’nda yürüyüş yapıp doğa ile bütünleşebilirsiniz. Şafşavan görülmeden Fas gezisi yarım kalır.

Sabah, dünyanın en büyük ve en iyi korunmuş Orta Çağ İslam kentlerinden biri olan Fez’e gitmek üzere yoldayız. VIII. yy da 2. Moulay İdris tarafından kurulan şehrin adının nereden geldiği bilinmiyor. Orta Atlas Dağları’nın Berberice adı olan Fazaz’dan geldiğine inanan da var, Fez Nehri’ni ikiye ayıran bir balta hikayesinden geldiğine inanan da (Arapçada Fez balta anlamında). 1070 yılına dek karışıklığın hakim olduğu şehir Almoravid yönetimi altında şekillenerek, 200 bin nüfusu ile dünyanın en büyük şehri haline gelir. 1250 yılında yönetimi ele geçiren Merenidler Fez’i başkent yaparlar. Fez kültürel ve entelektüel bir merkez haline gelir. Endülüs ve Almohad geleneklerinin karışımı olan Fassi tarzı doğar. Bugün Fez manevi başkent olarak Afrika’nın Atina’sı, batının Mekkesi olarak biliniyor Fez, Orta Atlas Dağları’nın kuzey batısında, denizden 414 metre yükseklikte. 200 km.lik yolu 4 saate yakın bir sürede alıyoruz. Karasal bir iklim var. 19.yy sonuna dek fes üreten tek yer olan Fez’in ekonomisi el sanatları, dericilik, turizm, tarım, hayvancılığa dayanıyor. Fas’ta otobüs ile seyahat ederken tarıma verdikleri önemi görmemek mümkün değil. Etraf zeytinliklerle dolu. 2019 verilerine göre zeytin üretiminde dünya altıncısı. Ama o kadar çok yeni dikilmiş zeytinlik gördük ki bu sıra yükselecektir. 1 Milyon palmiye/hurma ağacı var. Her ay 500 fidan dikiyorlar. Dünya hurma üretiminde ilk ikiye girmek istiyorlarmış. Hayvancılığın gelişmiş olduğu, etin kilosunun 1 dolar altında olmasından belli, petrolde dışarıya bağımlı. 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Fez Medina‘sına 1913 de inşaa edilen mavi mozaik karolu heybetli Bab Boujeloud Kapısı‘ndan giriyoruz.

İçeri de araç yok, yerel rehberiniz olsa bile bu labirente girerken 2 medina rehberi de bize eşlik ediyor. Yoksa burada yolunuzu  bulup çıkamazsınız, 9454 sokak, 300 cami ve 1200 yıllık surlarla çevrili bir yer burası. Gözüme ilk çarpanlar canlı hayvanlar, kasaplar.

Önce Bou Inania (Ebu İnaniye) Medresesi’ne gidiyoruz. Marinidlerin 13 yy.da yarattığı en büyük ve en önemli medrese. Lizbon depreminden sonra pek çok  onarım görmüş.  Zamanında cami  özelliği taşıyan tek medrese.Onun için minaresi var. Minareler Fas’ta dikdörtgen. Mermer döşemeli avlu, Mukarnas tavanlar, geometrik yıldız desenli ve Arapça kaligrafik yazı bantları olan duvarlar, geometrik yıldız desenli yüksek sedir kapıları ile görülmeye değer bir yer)

Başka bir 13. yy Marinid Medresesi olan Al Attarin Medresesi‘ne, bu yılların en güzel örneğini gördüğümüz içine girmiyoruz.                                                           

Al-Karaouine Medresesi’ni ziyaret ediyoruz. 857-859 yıllarında küçük bir cami olarak kurulmuş, şehrin en simgesel yapılarından biri ve Fas mimarisinin en iyi temsilcilerinden. Pek çok kez restore edilmiş, genişletilmiş, sağlamlaştırılmış. Fez’in kültürel ve dini kimliğinin merkezinde  yer  alan yapı, zamanla önemli bir öğrenme merkezi haline gelmiş. Din bilginlerini, felsefecileri, coğrafyacıları ağırlamış. 1940 yılında kadınların kabul edilmeye başladığı medrese  1963 yılında üniversite statüsüne alınmış. İslam din ve hukuk bilimlerine odaklanan kurumda İslam dışı dersler de veriliyor. UNESCO ve Guinness Dünya Rekorları kaynaklarına göre dünyanın sürekli faaliyet gösteren en eski multidisipliner yüksek öğrenim kurumu olarak kabul ediliyor.   

Labirent sokaklarda yürümeye devam ederek Nejjarine Meydanı‘na geliyoruz. Meydan Fez’in en atmosferik küçük meydanlarından biri. Meydanın 1244 yılından beri var olduğu söyleniyor. Burada bulunan Funduk al-Nejjarine yıllar boyunca kervansaray, ticari depo, Fransız Karakolu olarak kullanılmış (Nejjarin Marangoz, Funduk: kervansaray demek) Bugün Ahşap Sanatlar ve El Sanatları Müzesi olarak kullanılan bina Fas Riad mimarisinin en önemli örneklerinden. Meydanda iki sütun arasına, ahşap bir gölgelik yerleştirilmiş Nejjarine  Çeşmesi var.

Öğlen yemeğini Medinada atmosferi çok güzel bir yer olan Palais Mnebbi’de yiyoruz.  Erikli, etli tajin  yiyorum.

Medinada pek çok tabakhane var, biz Chouara Tabakhanesi’ne gidiyoruz. İşçiler sarı, pembe, kahverengi, beyaz, kırmızı ve diğer renklerin oluşturduğu bir renk cümbüşü içinde, küçük havuzlarda derileri boyuyorlar. Chouara’nın satış bölümü ve seyir terası var. Seyir terasından medina çok etkileyici görünüyor.

Medinayı fotoğraflayarak, bu labirent benzeri rüya mekandan ayrılıyoruz.

Marinid Mezarlarına gidiyoruz. Fez üç bölümlü bir şehir. Medinanın içinde olduğu Fez el-Bali, Fez el-Jdidve Ville Novelle denilen Fransızlar tarafından inşa edilen yeni bölge. Mezarlar Fez el-Bali’nin yukarısında bir tepede. 13-15 yy. da Fas’ı yöneten Marinid Hanedanının kraliyet Nekropolü. Bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik kazı yapılmadığı gibi, harap edilmiş, anıt mezarların içinde hayvanlar dolaşıyor. Tepeden Fez el-Bali için çok güzel bir gözetleme noktası.

Bundan sonraki ziyaretimiz  Fez el-Jdid‘de  bulunan Dar al-Makzen’e. Sarayın çoğu 17-20’yy da yapılsa da ilk temelleri 1276 da Marinidlerin kraliyet kalesi olan Fez el Jdid’e dek uzanıyor. En büyük kraliyet sarayı, hala kullanılıyor. Sarayın bazı bölümleri kralın olmadığı zamanlar ziyarete açık. Yedi kapılı, kapılardan bir tanesi sadece kraliyet üyelerine ait.

Fas’ın  pek çok şehrinde mellah (yahudi mahallesi) var. Fas’da ki  mellahların en eskisi Fez’de ama bugün burada çok az yahudi yaşıyor. Çoğu Casablanca, Fransa, israil’e taşınmış. Yahudiler  kral korumasında oldukları için saraya yakın yerleşmeyi tercih etmişler.  Pencereleri iç avluya bakan Fas evlerinin aksine, dış cephesi ferforjeli balkonlu Yahudilerin evleri. 

Otelimiz 5 yıldızlı Palais Medina Hotel. Fez, Fas’ı  en güzel tanımlayanşehir.                                                    

Sabah Erfoud’ya gitmek üzere yola çıkıyoruz. Atlas Dağları’nı aşacağız. Yol sık sık karla kapandığı için yol değişikliği yapabiliriz. Kar durumuna göre yapacağımız değişiklik sonucu yolumuz 410, 475 veya 525 km aralıklarında bir şey olabilir. Bu nedenle erkenden yoldayız. Atlas Dağları, Kuzey Afrika’da, Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’i, Sahra Çölü’nden ayıran sıradağlardır. Zirvesi 4167 metre ile Fas’ta bulunur. Demir, bakır, gümüş, kurşun, civa, mermer, kaya tuzu, kömür, doğal gaz, fosfat  gibi doğal kaynaklar açısından zengindir. Atlas Dağları dört bölgeye ayrılıyor; 1. Anti Atlas, Orta Atlas, Yüksek Atlas-Fas’ta- 2.Tell Atlas-bir kısmı Fas’ta- 3. Aures Dağları 4. Sahra Atlası. Biz en kuzeyde olan Bir çeşit kireçtaşı platosundan oluşan Orta Atlasları geçiyoruz. Yamaçları ormanlık. Dar kanyonlardan geçerek bir Orta Atlas kasabası olan İfrane’ de kahve ve fotoğraf molası veriyoruz. Buradaki Alp  iklimi nedeniyle yazın serin olduğu için 1928 de Fransızlar burada Alp tarzı dağ evleri yapmışlar. İfrane denizden  1665 metre yükseklikte. Yerli dilinde mağaralar demek. Muhtemelen buranın ilk sakinleri mağaralarda barınmışlar. İkinci Dünya Savaşı’nda esir kampı olarak da kullanılmış. Bugün burada açılan üniversite iç turizmi de canlandırmış, Şehir Fas’ın tatil beldesi ve kayak merkezi olmuş.

Orta Atlaslarda dar vadilerde yolumuza devam ediyor, Midelt yakınlarında öğle yemeği ve fotoğraf molası veriyoruz. Midelt Orta Atlas ve Yüksek Atlas Sıradağları arasında bir düzlükte, denizden 1508 metre yükseklikte bir kasaba. Atlas Dağları ile çevrili bu kasaba  çevredeki Berberi köylerini ziyaret ve trekking için öneriliyor.

Erfoud’a ulaşınca otele öncelikle eşyalarımızı bırakıp, sonra  4×4  araçlara atlayıp, Merzuğa’ya   güneşi batırmaya gidiyoruz.  Merzuga, Fas’ın Cezayir sınırına yakın çölde küçük bir köy. Eskiden Timbuktu’ya giden tüccarların  geçiş noktası iken, bugün turistlere çöl deneyimi yaşatan bir yer.  

Çölde güneş batısı sonrası 4 yıldızlı şık ve güzel Palais de Desert Hotel’e dönüyoruz.

Erfoud bir vaha şehri. Çevredeki çöl film yapımcıları için film platosu. Mumya, Pers Prensi filmleri için burada ki çöl kullanılmış. Fas’ın bu bölgesi, görünüş ve jeolojik olarak Mars’ın belli bölgelerine benzediği için, Mars analog saha araştırması için ilgi görüyormuş. 2013 yılında Avusturya uzay formu burada bir ay geçirmiş. Ayrıca etrafta 3000 yıl önce kumullara gömüldüğü  düşünülen bir şehir için arkeolojik kazı çalışmaları başlamış.   

Sabah ilk ziyaret yerimiz  bir fosil atölyesi. Erfoud 500 milyon yıl önce sular altındaydı. Balık, dinazor, timsah kalıntılarının olduğu söyleniyor. Pek çok fosil atölyesi var. Bir atölyede de ammonitleri, nautiloidleri, krinoidleri, trilobitleri görüyoruz.

Şimdi Todgha Kanyonu‘dayız. Yüksek Atlas Dağları’nda kireçtaşından oluşmuş bir nehir kanyonu. Kanyon duvarları bazı yerlerde 400 metreye dek yükselebiliyor. Kuru mevsimde ziyaret edilmesi öneriliyor. Kuru mevsimde tabandan akan cılız su, yağmurlarla sele dönüşebiliyor. Kilometrelerce süren kanyonun kısa bir bölümünde yürüyüş yapıyoruz. Kaya tırmanışı yapanları fotoğraflıyoruz. Sonra, Fas halılarının olduğu  bir üreticiye yöneliyoruz.

Tinghir’e gidiyoruz. Yüksek Atlaslar ve Küçük Atlaslar arasında 30 km uzunluğunda, 4 km genişliğinde  vaha. Todgha Kanyonu ile komşu. Palmiye/hurma ağaçları yoğun. 

Quarzazate gideceğiz, yolumuz uzun 175 km civarı, molalarla birlikte 3 saate yakın sürüyor. 4 yıldız Al Baraka Des Loisirs Hotele yerleşiyoruz.

Quarzazate, Fas’ın  orta güneyinde, denizden 1160 metre yükseklikte bir platoda kurulmuş. Draa Vadisi ve çöldeki gezintiler için başlangıç noktası. Draa Vadisi Quarzazate ve Zagora şehirleri arasında 100 km.lik, onlarca Casbahın olduğu, Qued Draa Nehri’nin Atlas Dağları’ndan indikçe kaybolduğu, binlerce palmiye ağacı ile kaplı toplam 6 vahanın olduğu bir vadi. Yamaçlardaki mağaraların, kaya oymalarının güzelliği maceraperestlerin ilgisini çekiyormuş. Biz Tinghir üzerinden geldiğimiz için bu vadiden geçmedik. Quarzazate bulunmamızın nedeni, dünyaca ünlü filmlerin çekildiği  stüdyoları ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Aıt Benhaddou’yu görmek.

Sabah 1983 yılında kurulan  Atlas Film Stüdyolarındayız. 322 bin metrekareden fazla bir alanı kaplıyor. Nil’in Mücevheri, Babil, Alaaddin, Cennet Krallığı, Gladyatör, Astriks ve Oburiks, Atlantis, Vikingler, Mumya, Game of Thrones, Büyük Tur, Hapishaneden Kaçış, İnanılmaz Yarış Atlas Stüdyosu’nu kullanan bazı dizi ve filmler.

Sırada Aid Ben Haddou var. Burası Sahra ve Marekeş arasında eski bir kervan yolu üzerinde bir köy. Unesco Dünya Mirası Listesi’nde. Fas toprak mimarisinin harika bir örneği. Köyün tarihi 11.yy’a kadar uzanmakta. Bugün  stratejik önemini kaybettiğinden köyde çok az aile yaşıyor. UNESCO korumasında olması ve 20 den fazla Hollywood Film çekiminde kullanılması nedeniyle büyük kısmi restore edilmiş. Ounila Nehri’nin yanındaki bir tepenin yamacına kurulmuş. Mütevazi küçük evler yanında, kuleli gösterişli evlerde mevcut. Cami, kervansaray, kamu binaları, Müslüman ve Yahudi mezarlıkları, tahıl ambarları.

Buradan Marekeş’e doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 200 km yolumuz var. Marakeş ve Quarzazate’ı bağlayan Yüksek Atlas Dağları üzerindeki Tiz n’Tichka Geçidi‘nden geçiyor, fotoğraf çekiyoruz. En yüksek yeri 2207 metre. Kuzey Afrikanın en yüksek ana dağ geçidi. Bu yol kışın kapalı olabiliyor. Ama seyahat kitapları gezginlere öneriyor.

Yolda, bir argan yağı üretim tesisinde  mola veriyoruz. Burası kadınların üretim yaptığı bir kooperatif. Argan ağacı, Fas’ın güneybatısı ve Cezayir de kireçli, yarı çöl topraklarda yetişen, fundagillerden endemik bir ağaç. Birleşmiş Milletler 10 Mayıs Uluslararası Arganya Günü ilan etmiş. Fas’ta UNESCO Biyosfer Rezervi olarak kabul edilen yaklaşık 8300 kilometrekarelik bir Argan ağacı Ormanı var. Keçiler bu ağacı çok seviyor ve tahrip ediyor. Bir ağaca insan yardımsız bir keçinin tırmanması mümkün değil. Fas’ta gördüğünüz Argan ağacına tırmanmış Keçiler tamamen insan eliyle gerçekleştirilmiş, turistik bir gösteri. Argan yağı yiyecek olarak kullanıldığı gibi, kozmetik alanda da kullanılıyor.

Yol molalarla bir 5 saati aşıyor. Fas Hükümeti, Marakeş ve Quarzazate  arasını 1,5 saate indirmek için 10 km.lik bir tünel yapmayı planlıyormuş. Son üç gündür Atlas Dağları, geçitler, çöller arasındayız. İfrane,  Midelt,Erfoud,Merzuga, Todgha Geçidi, Quarzazate Atlas Film Stüdyoları, Aid Ben Haddou’yu görmeden Fas’ı anlamak mümkün değil.

Marekeş’teyiz. Tensift Nehri vadisinde, Atlas Dağı eteklerinde yer alan şehir, Afrika’nın en işlek şehirlerinden biri. Bir ekonomi ve turizm merkezi. ”Kızıl Şehir”” Çölün Kızı” gibi adlarla anılıyor. Neolitik Dönemden beri berberi çiftçilerin yaşadığı bir yer. 180 binden fazla palmiye ağacı, portakal, incir, nar, zeytin ağaçları ile tarımın yapıldığı bir vaha. Fas’ın eski imparatorluk şehirlerinden birisi. FIA Formula II Şampiyonası, Dünya Binek Araçları Şampiyonasına ev sahipliği yapmışlığı da var. Orta Çağ’dan, 20.yy başına dek krallığın başkenti. 2000’li yıllarla birlikte gerek kültürü, gerek mülklerin ucuzluğu nedeniyle Avrupa jeti için  revaçta bir yer haline geliyor. Onlarca şık otel yapılıyor. Marekeş’e iner inmez ilk gözümüze çarpan, Kutubiyya Camisi‘nin Minaresi oluyor. 1147 yılında inşaa edilen cami, yeniden 1158 yapılmış. Almohad ve Fas mimarisinin klasik ve önemli bir örneği. Minare 77 metre yüksekliğinde, çeşitli geometrik kemer motifleriyle süslü, tepesinde sivri bir uç ve metal küreler var. Rabat’taki II.Hasan Kulesi, Sevilla Giralda ile aynı döneme ait. Minare Jemaa el-Fnaa Meydanı’na çok yakın.   

                                                                                    Jemaa el-Fnaa Meydanı ve Medina UNESCO Dünya Mirası listesinde ve 11.yy dan beri şehrin simgelerinden. Medinanın girişinde yer alan etrafı lokantalar, standlar, binalar ile çevrili bu meydan günlük ticari faaliyetlerin yürütüldüğü, çeşitli eğlencelerin yaşandığı bir alan. Geleneksel Tıp, kına, vaaz, falcılık gibi hizmetler sunulup, yiyecekler satılıyor. Hikaye anlatıcıları, şairler, dansçılar, yılan oynatıcıları, berberi müzisyenler, doğaçlama yapan performans sanatçıları ile meydan Fas kültürünün bir konsantrasyonunu yaşatıyor. Önemli bir kültür alışveriş yeri. Yaygın turizm nedeniyle olumsuz etkilenmesinden korkuluyor. Meydanın etrafında ki sokaklarda geleneksel pazarlar var. Kumaşçılar, deri ve hasır çantalar, fener, sandalet,  kayısı v.b yiyecekler, ahşap işleri satılıyor.  Burayı görünce Fas’ın karmaşık ruhu diyorsunuz. Burada yankesicilere karşı dikkatli olmanız, alışveriş yaparken sıkı bir pazarlık yapmanız öneriliyor. Biz hava kararırken ve aydınlıkta iki kez meydanı, etrafındaki sokakları gezme şansı bulduk. 5 yıldızlı Da Palm Plaza Hotel’e geliyoruz. Otelin mutfağı oldukça iyi, akşam otelin kulübünde çok hoş müzikler dinliyoruz, sanki İzmir veya İstanbul’dayız.

Ertesi sabah Bahia Sarayı‘na gidiyoruz. Sarayın geçmişi 19.yy ortalarına dayanıyor. 2 hektarlık bir alanı kaplayan saray, etrafı odalarla çevrili avlulardan oluşuyor. Bu tip geleneksel Fas evleri Riad diye adlandırılıyor. Sarayın özelliği dekorasyonu. Duvarlarındaki Arapça yazılar, geometrik desenler, tavan detayları dikkat çekici.

Majorelle Bahçeleri‘ne gidiyoruz. Jacques Majrelle Fransız oryantalist bir ressam. 1917 de buranın yöneticisi Fransız general tarafından buraya davet edilir. Marekeş’e hayran olur. 1923 de burada yaşamaya karar verir. Bir hurma korusu alır. 1931 de Art Deco tarzında bir sanatçı inşaat için görevlendirilir .Duvarlar Majjorelle mavisine boyanır. Bir canlı sanat eseri olarak bahçe tasarlanır. 1947 de bahçeyi halka açar. 1962 de ölünce bahçe terk edilir. 1980 de Pierre Berge ve Yves Saint Laurent, burayı satın alır, pek çok bitki eklenir, restore edilir. Ressamın atölyesine de Berberi kültürüne adanmış bir müze açılır. 2008 yılında YSL’nin ölümü sonrası, Pierre Berge burayı YSL Vakfına bağışlar.

İsteyen Jemaa el-Fnaa Meydanı’na alışverişe yönleniyor, isteyen sokaklarda yürüyerek otele dönüyor. Markete gitme alışkanlığım Fas’ta da devam ediyor. Avokado, peynir, şarap, ekmek, balık…    Her şey Türkiye’den ucuz. AVM lerde ki markalarda uygun fiyatlı. Bu arada Fas’ta çok Türk giyim mağazası var.

Akşam yemekten sonra Chez  Ali ye gidiyoruz. Turistik gösterilerin yapıldığı bir eğlence mekanı. Gösteriler sıradan, ortam çok görkemli, görülmeye değer.

Sabah Marakeş Casabalanca Havalimanı’ndan Türkiye’ye uçuyoruz.

Fas çok renkli coğrafyası, zengin kültürü, tarihi ve lezzetli mutfağı ile görülmeye değer bir ülke. 

  • Fotolarımızın çoğunluğu ve en güzelleri Cem Uşakligil’in çekimleridir. Fotoğraflarını kullanma izni verdiği için çok teşekkürler Cem Uşaklığil’e…

Visits: 3

‘Hanbok’-Geleneksel Kore Giysisi ile Turistlere Unutulmaz Anlar

‘Hanbok’ ile Kore devletinin uyguladığı Kore’nin somut olmayan kültürel mirasını koruma politikası turistlere unutulmaz anlar yaşatıyor. 

Hanbok geleneksel Kore giysisine verilen isim. M.Ö 50’lerde kullanılmaya başlanan ve 100 yıl öncesine kadar halkın günlük giysileri olan hanbokların yerini 20.yy’da batı tarzı kıyafetler almış. Geleneksel kıyafetler de sadece düğün, ölüm, doğum günü gibi özel kutlamalarda kullanılır hale gelmiş.

Ülkenin geleneksel değerlerine sahip çıkan Kore devleti geleneksel kıyafetleri günümüzde de kullanılır hale getirmek için etkin bir politika uygulamaya başlamış. Öncelikle ‘Hanbok’ ulusal somut olmayan kültürel miraslar arasına alınmış, her yıl 21 Ekim tarihi ‘Hanbok Günü’ olarak kutlanmaya başlamış. Ülkenin modern giyim tasarımcıları ile işbirliği içinde çalışmalar yapılmış. Son yıllarda dünya çapında ünü artan Kore müzik grupları (K’Pop)  ve Kore dizileri (K-drama) aracılığı ile uluslararası arenada da bu kıyafetler tanıtılmaya başlanmış.

Devletin çalışmaları bu kadarla sınırlı kalmamış. Günlük yaşamda da hanbok kullanımını yaygınlaştırmak için çok ilginç bir strateji uygulanmış. Hanbok ile dolaşan kişilerin saraylara bilet ücreti ödemeden girebilmeleri düzenlenmiş. Bu düzenlemenin yansımalarını Seul sokaklarında görüyoruz.

Hanbok ile Seul’u gezmek ister miyiz? Linkimiz aşağıda.

Seul Gezi Rehberi: Teknoloji ve Tarihin Harmonisi 

Bu yöntem sayesinde biz de hankok giyerek ülkenin kültür mirasının korunmasına katkı sağladık. Nasıl derseniz; başkent Seul’daki ilk günümüzde Changdeokgung Sarayı’nın önünde dolaşırken uzun, renkli geleneksel kıyafetli kişilerin saraya girdiklerini gördük. Önce anlayamadık ne olduğunu, herhalde bugün özel bir gün veya özel gösteriler var sarayın içinde diye düşündük. Merakla incelerken şık kıyafetli  kişileri, bazı ayrıntılar dikkatimizi çekti. Kıyafetler içindeki kişiler Koreli değil daha çok turistlere benziyordu, üstelik kadınların uzun elbiselerinin altında spor ayakkabıları vardı. Bir anlam veremeden şaşkın şaşkın bakakaldık. Sonunda dayanamayıp bu kıyafetler içindeki bir çiftin yanına yaklaştık. Çok güzel kıyafetleriniz var, çok yakışmış size, bugün özel bir gün mü diye sorduk. Çift kendilerinin Avusturalyalı turistler olduğunu ve kıyafetleri de birkaç saatliğine kiralayıp, sarayları onunla dolaştıklarını ve saraylara giriş ücreti ödemediklerini söylediler.

Evet durum anlaşılmış idi, biz de hemen harekete geçmeliydik. Seul programımızda öncelikle Changdeokgung ve Gyeongbokgung saraylarını gezmek vardı. Changdeokgung  Sarayı’nın çevresine bakındık,  karşı sokakta birden fazla dükkanın önünde ‘rental hanbok’ yazısını gördük. Bir anda kendimizi bir dükkanın içinde bulduk.  Çalışanlar hemen çevremizi sardılar, askılardaki rengarenk kıyafetler içinden beğendiklerimizi seçtik. Bizi giydirdiler, saçlarımıza süslü tokalar taktılar, 19.yy Koreli kadınlara dönmüştü aynadaki görüntümüz. Tek farklılık ayaklarımızdaki spor ayakkabılardı. O kadarcık kusur da olsun varsın, zaten uzun elbiselerimiz ayakkabılarımızı gizliyordu. 

Renkli hanboklar üzerimizde keyifle sarayın kapısına geldik. Kapıda uzun bir bilet kuyruğu vardı. Tabi biz kuyruğa girmeden kapıya yöneldik, kapıdaki görevli hafifçe öne eğilerek yol verdi. Biz sırt çantaları sırtında, uzun kuyruklarda beklemeye alışkın turistler kişilik değiştirmiş idik. Saygı ile eğilerek kapılar açılıyordu şık kıyafetli turistlere. Tabi bu arada sürekli taşıdığımız ağır seyahat çantaları da dükkanda bırakılmış, ellerimizde kıyafetimize uygun zarif çantalar ile dolaşmaya başlamıştık.

Sarayın kapısından heyecanla girdikten sonra yapacağımız tek şey, sakura çiçekleri ile bezenmiş sarayın her bir köşesinde poz vermek olmuştu. Bu kadar yıldır çok farklı ülkede gezmiş, çok farklı kültürler, düzenlemeler ile karşılaşmıştım. Buna benzer bir uygulamayı hiçbir ülkede görmemiştim. Devlet saray giriş ücretinden fedakarlık etmiş gibi görünüyor. Ancak ne çok hedefe kolaylıkla ulaşıyor. Geleneksel kıyafetleri turistlere bile giydiriyor, unutulmaz anılar yaşatıyor, geleneksel kıyafetlerin korunması, kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlıyor. Kıyafetleri üretenler, kiralayanlar aracılığı ile çalışana gelir yaratıyor, tekstil sektörünü canlandırıyor.

Kıyafetler saatlik kiralanabiliyor, birçok ülkede bu kıyafetler sadece fotoğraf çekimi için kısa süreli giydiriliyor idi. Burada ise isterseniz bir saat ya da daha uzun saatler kiralayabiliyorsunuz. Biz dört saatlik kiraladık, rahat rahat dolaşalım bol bol fotoğraf çekebilelim diye. Dört saat için 15.000 Kore Won ödedik. Sarayların her birinin giriş ücreti 3000 Won idi. Biz iki saray için 6000 Won ödemek yerine biraz daha fazla ödeme yapsak da kıyafetler içinde sarayda dolaşmak ve renkli pozlar vermek ödenen her bir Wona değdi gibi. Aslında saray giriş ücretlerini düşünce sadece 9000 Won fazla ödedik kıyafetler için. Bu rakam da Türk Lirası olarak 150 TL’nin altında bir rakam. Kore hükümetinin uygulamasının kıyafet kiralamasından yüksek bir gelir sağlamak olmadığı, kültürel mirası korumak amacı olduğu ne kadar açık görünüyor.

Bizler de turist olarak Kore’nin kültürüne, ruhuna, tarihine çok daha fazla sıcaklık ve merak duyarak dolaştık.

Visits: 4

Kars Gezi Rehberi: Karlar İçinde Kars’a Yolculuk

Kars, Doğu Anadolu’nun tarihi, serhat şehri  son yılların popüler destinasyonları arasında yer almakta. Şehir özellikle kış aylarında çok sayıda yerli ve yabancı turist çekiyor. Kars’a son yıllarda artan ilgide Doğu Ekspresi seferlerinin önemli rolü olduğu söylenebilir. Ankara’da başlayıp Kars’a kadar giden Doğu Ekspresi treninin yanında, 2019 yılında seferlerine başlayan yataklı ve yemekli Turistik Doğu Ekspresi Kars’ı özellikle kış aylarında bir cazibe merkezi haline getirmiştir. 

Niçin Kars

  • Kars zengin tarihi ve kültürü ile Kafkaslar’dan Anadolu’ya açılan kapı,
  • Unesco Dünya Mirasları arasında yer alan 1000 yıldan fazla geçmişe sahip Tarihi Ani Kenti mutlaka görülmeli,
  • Rusların 40 yıllık hakimiyeti döneminde Baltık mimari tarzlı taş binaları, geniş caddeleri, kalesi, kiliseleri, camileri, köprüleri ile farklı bir Doğu Anadolu şehri,
  • Kışın buz tutan Çıldır Gölü’nde yürümek, atlı kızaklarla gezmek ve göl de tutulan aynalı sazan balıklarını tatmak bambaşka bir deneyim,
  • Sarıkamış Kayak Merkezi, dünyada sadece Alpler’de bulunan kristal kara sahip ve yılın altı ayı kış sporları yapılan kayak merkezi,
  • Sarıkamış Şehitleri anısına yapılan şehitlik ve Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi – Kanlı Tabya 19.yy’da bu toprakları korumak için canlarını kaybeden şehitlerimizin hüzünlü anılarını yaşatıyor,
  • Çok kültürlü topraklar zengin bir mutfak yaratmış bu coğrafyada. Kars’ın yüksek yaylalarında beslenen hayvanların lezzetli etleri ile yapılan yemekler ve illaki kaz eti. Erzurum Kars Platosu’nda doğal koşullarda beslenen hayvanların sütlerinden yapılan Kars kaşarı ve Kars gravyeri farklı lezzetler sunuyor,  
  • Kars edebiyat, müzik ve dans şehri. Ünlü Rus şairi Puşkin, Orhan Pamuk, Namık Kemal gibi yerli yabancı sanatçılarının  izlerini görebilirsiniz. Kars’ın yerel oyunlarının yanı sıra Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa ve Şeyh Şamil dansları ile şehrin farklı kültürünü hissettiriyor. Ayrıca Anadolu’nun geleneksel Aşık Atışmaları da şehirde yaşanacak deneyimler arasında…

Kısa Kars Tarihi

Kars’ta yerleşim 5000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Şehir en görkemli dönemini M.Ö 9 ve 6.yıllar arasında Urartu Krallığı döneminde yaşamış.

Bölgede 885-1045 yılları arasında Ermeni Bagratuni Hanedanlığı hüküm sürmüş ve 961 yılında Ani hanedanlığın başkenti olmuş. Kars ayrıca 1918-1919 yıllarında Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti’nin de başkenti olmuş.

Kars tarihi İpek Yolu üzerinde ve Anadolu’ya açılan kapı olarak tüm tarih boyunca hükümranlıkların hakimiyet kurmak istedikleri topraklar olmuş. Doğal olarak çok savaş gören şehrin bir adı da serhat şehri.

Urartular, Ermeniler, Moğollar, Persler, Selçuklular, Osmanlı ve Rusların hakimiyetinde kalmış şehir. 20.yy’ın başında da Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmış.

Kars topraklarında yerleşen uygarlıklar, tarihi zenginlik ve kültürel çeşitlilik yaratmış. Eski şehirde Selçuklular, Osmanlıdan kalan kale, camiler, hamamlar, köprüler, evler korunmaya çalışılmış, bazıları restore edilmiş. Ruslar hakim oldukları 40 yıllık dönemde şehri mimari olarak yeniden yapılandırmışlar. Geniş, ızgara planlı caddelerde, Baltık mimari özelliklerinde, yöresel bazalt taştan üretilen büyük binalar, konaklar yapmışlar. 

Ulaşım

Kars Havaalanı’na İstanbul, Ankara, İzmir gibi üç büyük kentten ve toplam 12 şehirden direk uçuş bulunmaktadır. Kars Harakani Havalimanı şehir merkezine sadece 6 km uzaklıkta.

Ankara’dan başlayan ve Anadolu topraklarında uzun ve keyifli bir  yolculuk sunan Turistik Doğu Ekspresi ve Doğu Ekspresi trenleri  güzel bir alternatif. Özellikle turistik trenin yataklı vagonlarında yer bulmak zor olsa da, diğer trenin yataklı vagonlarını da deneyebilirsiniz. Yine de 24 saatlik yolculuk uzun derseniz, tren yolculuğunuzu Erzurum Kars, Erzurum Sarıkamış veya sadece Kars Sarıkamış arasında yapabilirsiniz. Biz İzmir-Kars gidiş dönüş uçak ile yapmamıza rağmen, karlar içinde tren keyfini eksik bırakmamak için Kars Sarıkamış arası tren yolculuğu yolculuğu yapmayı tercih ettik. 

Kars şehir içini yürüyerek dolaşmak kolay. Ancak çevreyi gezmeden Kars gezisi eksik kalacaktır. Tarihi Ani Kenti’ne İl Özel İdare Binası önünden ücretsiz servisler kalkıyor. Ancak bizim gibi Çıldır Gölü ve Sarıkamış gezinizin kapsamında olursa -ki olmalı- araba kiralamak veya taksilerle anlaşma seçeneğiniz kalıyor. 

Gezelim Görelim

Kars Kafkasya’yı Anadolu’ya bağlayan sınır şehrimiz. Şehir merkezinin yanı sıra çevresindeki tarihi değerler ve doğanın sunduğu güzellikler ile zengin bir şehir bizi karşılıyor. Kars küçük bir şehir gibi görünmekle birlikte çevresi ile birlikte en az üç gün ayırıp detaylı gezmeyi hak ediyor. 

Kars gezimize önce Kars eski şehir bölgesinden başlayalım.

Tarihi şehir merkezi rahatlıkla yürüyerek dolaşılabiliyor. Kale, camiler, kiliseler, hamamlar, bazı konaklar birbirine yakın. Ayrıca Rus döneminde yapılan  gösterişli taş binalar da yine o dönemde yapılan geniş caddeler üzerinde sıralanmış.

Kars Kalesi

Önce Kars Kalesi ile başlayalım. Tarihi Kars kalesi şehre hakim yüksek bir konumda hemen dikkat çekiyor. İç kale M.S 1153 yılında Selçuklulara bağlı Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin zamanında, dış surların yapımına da ise 12.yy’da başlanmış. Anadolu’ya adım atan Timur 1386 yılında kaleyi yerle bir etmiş. Osmanlı Sultanı III. Murat 1579 yılında iç ve dış kaleyi yeniden yaptırmış. Rus işgali döneminde kale tahribata uğramış.

Kalenin içinde 12.yy’dan kalma bir türbe, askeri koğuşlar, tarlalar, koğuşlar ve mescit yer almaktadır. Kalenin üç kapısı bulunmakta, kuzeydeki kapısından hafif bir tırmanış ile kaleye yürüyerek ulaşıp Kars manzarası seyretmek mümkün.

On İki Havariler Kilisesi

Eski Kars’ta görülecek en önemli tarihi yapı olarak On İki Havariler Kilisesi’ni sayabiliriz. Kars kalesinin güney eteğinde konumlanmış kilise, 10. yy’da Gürcü Krallığı Bağratlı Hanedanı tarafından yapılan Ermeni-Gürcü Kilisesi. Rus İşgali döneminde Rus Ortodoks Başpiskoposluğu olmuş bu kilise. Kilise doğunun Ayasofya’sı olarak değerlendiriliyor.

Kilise 932-937 yıllarında yapılmış, 1064 yılında Türk hakimiyetine geçince camiye çevrilmiş, Rusların döneminde katedral, sonrasında tekrar cami, 1964 yılında müze ancak 1993 yılından bu yana Kümbet Cami olarak kullanılmaktadır. 1000 yıldan fazla geçmişi olan bu kilise mutlaka ziyaret edilmeli.

Ebul Hasan Harakani ve Evliya Cami

Ebul Hasan Harakani, İran Horasan bölgesinde Harakan köyünde doğmuş bir evliya. Anadolu’ya MS.11.yy’da Selçuklu akınları sırasında gelmiş ve 1033 yılında Bizans akınlarına karşı savaşırken Kars’ta ölmüş.  1579 yılında III.Murad döneminde Kars kale içinde Evliya Cami ve yanına Anadolu’nun ilk evliyalarından olan Harakani için türbe yaptırılmıştır.

Katerina Sarayı

Rus Çarı II.Nikola’nın eşi Katerina için yaptırdığı saray Kars Çayı’nın kenarında konumlanmış. Baltık mimarili tarihi taş yapı hastane, konak ve askeri birlik olarak kullanılmış. 1980 sonrası da tamamen terk edilmiş. 2015 yılında restore edilmiş ve Karslı bir işadamı tarafından otel olarak hizmet vermeye başlamış. Otel misafirleri için böyle bir otelde kalmak keyifli olsa gerek. Burada geceleme şansı olmayanlar, saray bahçesinde düzenlenen akşam partilerine katılabilirler. Biz kış akşamı, karlar içerisinde bahçede ateş karşısında, Karslı müzisyenlerin akordiyonları ile yerel müzikleri dinleyip,  sıcak şaraplarımızı yudumlayarak sarayın tarihi dokusunu yaşamak istedik.

Taş Köprü

Katerina Sarayı’nın hemen önünde, Kars Çayı üzerinde 1579 yılında II.Mahmut zamanında yapılmış taş köprü halen ayakta. Köprü yörenin bazalt taşlarından yapılmış.

Mazlumoğlu Hamamı – Puşkin Hamamı

Taşköprü yanında Osmanlı mimarisi ile yapılmış üç hamam yer alıyor.  Mazlumoğlu Hamamı son yıllarda restore edilip turizme kazandırılmış. 18. yüzyılda Osmanlı Sultanı III. Murat’ın yaptırdığı hamamlar uzun yıllar hizmet vermiş, Kars’ın  Rusların hakimiyetinde olduğu dönemde ünlü Rus şair Puskin de bu hamamda yıkanmış. Onun kullandığı oda ‘Puşkin’in Şeref Yeri’ olarak düzenlenmiş içine Puşkin’in büstler, kitapları el yazmaları konmuş.

Kars Fethiye Cami

*tr.wikipedia.org

Kars Merkezde bir parkın içinde 19.yy’da Ruslar tarafından Baltık mimari tarzında yapılmış Ortodoks kilise yürüyerek dolaşırken karşımıza çıkıyor. 1985 yılında kilisenin kuleleri yıkılmış, iki minare eklenerek  camiye çevrilmiş. Orijinal yapısı bozulmuş olsa da gösterişli mimarisi dikkat çekiyor. 

Kars Baltık Tarzı Binaları

Kars’ın 1879 yılında Rusların yönetimine geçmesi ile şehir planlı yapılaşmaya geçmiş. Baltık tarzı ızgara planlı sokaklar üzerine taş binalar, konaklar, kiliseler inşa edilmiş. Günümüze kalan taş binaların bazıları kamu binaları olarak kullanılmaktadır.

1883 yılında bir Rus tüccar tarafından konut olarak yapılan bina bir dönem vilayet binası, sonra vali konağı olmuş, bugün valinin çalışma ofisi olarak kullanılmakta  Binanın solunda Atatürk Parkı var. 6 Ekim 1924 te Atatürk Kars’a gelir. Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa şiiri o dönem yazılır ve bestelenir. Atatürk Parkı’nın karşısındaki göz alıcı bina da halen Defterdarlık olarak hizmet vermektedir. Rus döneminde yapılan caddeler ve binalar arasında uzun uzun gezinebilirsiniz.

Bu binalarda yer alan şık kafeler ve restoranlar da şehrin dokusuna uymuş. Bu caddede Puşkin Cafe ve Kaz Evi’ni özellikle görmek istedik.

Tarihi Ani  Kenti

Kars gezisinde 1000 yıllık ören yeri Ani Kenti ilk ziyaret edilecek yerler arasında. Ani kenti Ortaçağ’ın en büyük, gelişmiş, İpek Yolu üzerinde yer alan ticaret ve din merkezi idi. Bu kent 2016 yılında Unesco Dünya Mirasları Listesi’ne alınmıştır.

Ani, Kars’ın güneydoğusunda, merkeze 42 km uzaklıkta, Ermenistan Türkiye sınırında, Arpaçay ve Alacasu Vadilerine hakim yüksek bir alana kurulmuş. Kafkaslardan Anadolu’ya ilk giriş noktasında kurulan bir şehir. Ani çok kültürlü, şehircilik, mimari ve ekonomik olarak güçlü, gelişmiş bir metropol. Zamanında 1001 Kiliseli şehir olarak anılan Ani’de 20 kilise, şapel ve anıt mezarlar bugüne ulaşabilmiş.

Surlarla çevrili, geniş şehir alanından 1000 yıl sonrasına kalanlar bile şehrin haşmetini gözlerimizin önüne sunuyor. Surların içinde en büyük katedral 1001 yılında haç planlı kırmızı taşlarla yapılmış. Bu katedral 1064 yılında camiye çevrilmiş.

Şehir içinde çok sayıda kilisenin yanı sıra Anadolu’da ilk Zerdüşt, Ateşgede Tapınağı da buradadır. Türklerin Anadolu’da yaptıkları ilk cami Ebul Manucehr Cami de Ani’de.

Ani’de Bronz ve Demir çağlarında ve Urartular döneminde yaşam olduğuna dair eserlere ulaşılmış. 6. yy’da da Ermeni beylerinin yerleşim alanı olmuş. Asıl parlak zamanları Ermeni Bagratlı hükümranlığı döneminde olmuş. 961-1045 yılları arasında bu krallığın başkenti olmuş. 100.000 nüfusa ulaşan metropol 1045 yılında Bizanslılar, 1064 yılında da Selçuklu sultanı Alpaslan tarafından alınmıştır. Ancak Selçuklular burada yönetimi üstlenmemiş, Ani, Şeddadi Beyliği’nin başkenti olmuş. Her dönemde değişik hükümranlıklar tarafından ele geçirilmek istenen kent, Gürcü Krallığı, Moğollar, Celayirli, Karakoyunlu, Timur tarafından işgal edilmiştir. Osmanlı Rus Savaşı sonunda Rusların eline geçen Ani, 1920 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil olmuştur.

Çıldır Gölü

Kars ve Ardahan il sınırlarında olan Çıldır Gölü, Türkiye’nin en büyük tatlı su ve ikinci en büyük gölü de Kars gezisinin başka bir sürprizi. Baharda da güzel olan göl özellikle kış aylarında üzerinde gezme keyfi yaşatıyor. Tamamen buz tutan göl üzerinde yürüyerek veya faytonlu kızaklarla gezebilirsiniz. Ülkemiz ikliminde pek yaşayamadığımız bu deneyimi en soğuk ilimiz Kars’ta yaşayabilirsiniz. Tamamen buz tutmuş gölde gezip, aynı anda taze tutulmuş gölde yaşayan aynalı sazan balığını da tadabilmek ne eşsiz bir duygu. Yaz kış balık tutulabilen gölde kışın buzlar kırılarak balık avlanabilmekte. Turistler kırılan buzlarda kendi yiyecekleri balıkları tutabileceği gibi balıkçıların balık tutmasını da izleyebilirler. Keyifle göl üzerinde dolaştıktan sonra kıyıdaki tek restoranda balıklarınızı yiyip, yöresel aşık atışmalarını dinleyebilirsiniz.

Sarıkamış Kayak Merkezi

Çok kültürlü, tarihi kent Kars’a doğanın bir hediyesi de Sarıkamış Dağları. Türkiye’nin en yüksek rakımlı ve en soğuk şehri Kars’a yağan kar da özel. Dünyada sadece Alplerde yağan kristal kar Kars’a da ayrıcalıklı davranmış. Sarıçamlar arasında, kristal karlar üzerinde kayma şansı yanında, yılın 6 ayında karlı alanda hava çoğunlukla açık ve buzlanma olmuyor. Ülkemizdeki popüler kayak merkezleri kadar kalabalık olmayan ve yeterli yatak kapasitesine sahip merkez kayak severleri bekliyor. Sarıkamış kış sporları yapmak için uzun süreli kalınacak bir merkez. Ancak Kars gezinizde birkaç saat içinde, çam ağaçları arasında bembeyaz kristal karlar arasında dolaşıp, teleferik ile dağın zirvesine çıkabilirsiniz.  

Katerina Av Köşkü

Sarıkamış’ta Kayak Merkezi’nin yanı sıra tarihi köşk Katherina Av Köşkü ilçeye 1 km uzaklıkta. 19.yy’da Rus Çarı II. Nikolay’ın hasta oğluna rehabilitasyon amacı ile yaptırdığı köşk şu anda terkedilmiş durumda. Baltık mimarisi, taş yapıyı karşıdan görüp geçiyoruz. Şu anda bakımsız binanın da şehirdeki Katherina Köşkü gibi otel olarak restore edilme çalışmaları olduğu bilgisini aldık.

Sarıkamış Şehitliği

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1914 yılında Osmanlı ile Rusya arasındaki savaşta Osmanlı ağır yenilgi yaşamış. Kış koşulları altında iyi planlanamayan savaşta Sarıkamış’ta Kars’ı savunmaya çalışan 60.000 den fazla askerimiz donarak ölmüş ve toplu olarak gömülmüşlerdir. Onların anısına yapılan şehitlik Sarıkamış’a 6 km uzaklıkta. Hüzünlü bir ziyaret oluyor.

Kars Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi

Osmanlı İmparatorluğu 1734 yılından sonra doğu sınırlarını Rusya ve İran’dan korumak amacı ile tabyalar oluşturmuş. Tabyalar askeri birliklerin yerleştirildiği kapalı alanlardır. Kanlı tabya da o dönemde inşa edilen 46 tabyadan biri. Sultan III.Selim döneminde, 1803 yılında Yeni Tabya adı ile yapılan tabyaya, 1828 yılında Ruslar saldırmış vebir gecede tüm tabya askerleri şehit edilmiş. Bu tabya binasında Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi açılmış. Müzede savaş şartlarında askerlerin yaşamları silikon heykellerle canlandırılmış, tarihi belgeler ve asker mektupları yer almakta. Sarıkamış şehitlerinin anısına da şehitlerin çarıklarından oluşan şehitler yolu yapılmış. Müzenin bahçesinde Kars Anlaşması sonrası Ruslar tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya hediye edilen beyaz vagon yer almakta. Şehir merkezine sadece 2,5 km olan bu müzeyi ziyaret ile bu kıymetli şehrin savunması için verdiğimiz şehitlerin yanında ülkemizin her karış toprağı için akıttığımız kanları tekrar hatırlıyoruz.

Kars Müzik ve Dans

Kars Üniversite öğrencileri ile genç nüfusun olduğu bir şehir. Belirli sayıda kafe, restoran açılmış. Ancak turistler için şehre özel gösteriler dikkat çekiyor. Kafkas müzikleri ve dansları ile öne çıkan Kars son yıllarda belirli restoranlarda Kars gecelerinde gösteriler sunmakta. Belirli özel restoranlarda örneğin Kars Kaz Evi, Puşkin Kafe Restoranda önceden rezervasyon yaparak yemeğiniz ile birlikte bu dansları izleyebilirsiniz. Biz oteldeki yemeğimiz sonrası Kars Sahne Gösteri Merkezi’nin geniş salonunda izledik dans gösterisini. Sabit bir ücret içinde çay kahve ve kuruyemiş servisi yapılmakta, alkollü içkiler giriş ücretinin dışında. İlk bakışta fazla turistik mi acaba diye biraz tereddüt etsek de, Kars’ta bu dansları izlemek son derece keyifli geldi.

Aşıklar Atışması

Anadolu’nun Aşıklar Atışması geleneği de Kars için turistik gösteriler arasına eklenmiş. Değişik, güzel bir deneyim oluyor yaşatılmaya çalışılan bu gelenek.

Yeme İçme

Kars çok zengin mutfağı ile farklı lezzetler sunuyor ziyaretçilerine. Kars 2000 metre yüksek rakımda, yaylalarda beslenen hayvanların lezzetli etlerinden yapılan yemekler sofranızda yer alacaktır. Yine Kars yaylalarında beslenen Kars kazı tatmadan ayrılmadık bu şehirden. Özel tarifi ile pişirilen kaz eti için en çok önerilen restoran tarihi binasında Kaz Evi, ancak rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Bir akşam hem kaz eti yemek hem de Kars dansları izleyebilirsiniz. Biz Kaz Evi dışında başka bir restoranda tattık.

Kars et yemeklerinin dışında hamur işleri ve bakliyat ürünleri ile yapılan yerel yemekler zengin Kars mutfağında yer almakta.

Alışveriş

Kars gezimiz yerel, özgün ve doğal ürünlerin alışverişi ile sonlanıyor. Kars kaşarı ve gravyerinin yanı sıra kaymağı, pekmezi, pestili, tereyağı, eriştesi, sucuğu, gibi çok çeşitli kahvaltılık ve süt ürünleri alabilirsiniz.

!878 yılı sonrası Ruslar tarafından Kars’a yerleştirilen Rus Malakanlar Boğatepe Köyüne yerleştirilmiş. Bölgede tarım ve hayvancılık ile uğraşan bu grup peynir üretimini de  tanıtmış yöre halkına. Bugün dünya çapında ünlü Kars gravyeri ve Kars kaşarı yanında özel Malakan peynir çeşitlerini de alabilirsiniz. Bugün Kars merkeze 1 saat uzaklıktaki Boğatepe Köyü’nde peynir üretimi devam ederken Türkiye’nin ilk peynir müzesi de burada kurulmuş. Bizim zamanımız olmadı ve bu köye gidemedik ancak şehirde çok sayıda peynir dükkanından peynir çeşitleriniz seçebilirsiniz. Bu arada Kafkas arı ırkının ürettiği Kars yayla balını ve arı ürünlerini de alışveriş listenize ekleyebilirsiniz.

Son Söz

Tarihi şehrimiz Kars turistik açıdan son yıllarda keşfedilmiş her anlamda zengin bir bölge. Yıllarca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, çok renkliliğini günümüze yansıtmış. Sadece şehir merkezi ile değil çevresi ile gezilecek görülecek bir şehir. Uzaklığına rağmen uçak ve tren ile ulaşım kolay ve keyifli. Zengin mutfağı daha önce tatmadığımız lezzetler sunuyor. Halkı turizm açısından bilinçlenmiş, hem sunulan ürünler hem de gezginlere yardımcı oluyorlar. İzmirli olarak kışın karlar içerisinde dolaşmak ayrı güzel geldi ancak bu yüksek plato ve yaylalar baharda da keyifle gezilebilir.

Visits: 2

Mısır Hurghada Gezi Rehberi: Kızıldeniz’in İncisi

Hurghada, Kızıldeniz’in inci kolyesi, 36 km uzunluğundaki sahili, harika plajları, çok uygun fiyatlı lüks otelleri, su sporları merkezleri ile her mevsim tatil yapılabilecek özel bir belde… Bu özellikleri 1990’lara kadar küçük bir balıkçı kasabası olan Hurghada’yı  Mısır’ın çok turist çeken bir tatil bölgesine dönüştürmüş.

Hurghada Mısır’da, Afrika kıtasında, Orta Doğu’da, dünyanın en eski ve önemli medeniyetlerinin beşiğinde yer alıyor. Kızıldeniz kıyısında sadece deniz-güneş tatilinin ötesinde farklı özelliklere sahip. Bizim için de Afrika kıtasında bir Arap ülkesi olarak farklı bir kültürel ve coğrafi yere sahipliği cazibesini arttırıyordu.

Hurghada’ya, yedi yıl önce kasım ayında arkadaşlarım ile sadece deniz güneş tatili planlayarak gitmiştik. 2022 yılı kasım ayında ise daha geniş kapsamlı Mısır gezisinin içinde bir destinasyon olarak tekrar gittik. Her iki gezimizde de sonbaharda ılık havada Hurghada gözümüze, ruhumuza, zihnimize güzel geldi.

Hurghada küçük bir yer olmasına rağmen çok fazla aktivite yapılabilecek bir şehir. İlk gezimizde Hurghada’da gördüklerimiz ve yaşadıklarımız beklentilerimizin çok üzerinde oldu. Sekiz gün dolu dolu gezmemize rağmen daha çok zamanımız olmasını diledik. İkinci gezimizde Hurghada’ya ayırdığımız süre 3 gece idi. Bazı yerleri ikinci kez gezdikten sonra tüm şehri tekrar dolaştık. Yeni Hurghada çok büyümüş, yeni oteller açılmış, bina sayısı çok artmış, Marina yeniden düzenlenmiş, çok şık kafeler, restoranlar açılmış. Caddeler, dükkanlar turistlerin ilgisini çekecek şekilde düzenlenmiş. 

Hurghada’yı programlarına alacak gezginlere önerimiz, burayı 2-3 günlük deniz-güneş tatili geçirilecek küçük bir sahil kasabası olarak düşünmek yerine, diğer aktiveleri de gerçekleştirebilecekleri bir yer olarak ele almaları ve zaman planlamasını buna göre yapmalarıdır.

Niçin Hurghada

*Öncelikle 15 Nisan 2023 tarihinden itibaren eski sıkı önceden vize alma zorunluluğu kalktı. Umumi pasaport sahibi Türk Vatandaşları 15 dolar ile kapı vizesi alabilmekte.

*Çoğunluğu Kızıldeniz kıyısında yer alan 100’den fazla sayıda otel, harika plajları ve yapılacak çeşitli etkinlikler bulunmaktadır. Yıl boyunca her mevsim tatil yapılabilecek bir yer olan Hurghada’da Kızıldeniz’de dalmak isteyen her düzeydeki dalgıçlara çok sayıdaki Scuba Diving okulları ile hizmet verilmektedir.

*Diğer yandan tarih ve kültür keyfi yaşatmaktadır. Mısır Piramitlerinden sonra en çok turist çeken yerler olan Luxor ve Aswan tarihi bölgelerine ulaşılabilir bir mesafede yer almaktadır.

*Hurghada’ya gitmek için dalgıç olmanız gerekmiyor. Kızıldeniz’de tekne gezintisi, snorkelli veya snorkelsiz yüzmek, denizaltında rengarenk balıklar ve deniz canlılarını görmek, güzel bir havada rüya gibi plajlarda uzanmak, ayrıca Nil Nehri’nde gece gemide kalmalı veya günlük Nil turu yapmak ve çöl safarisi tercihleriniz arasında yer alabilir.

*Ayrıca balayı turları arayanlar, Miami, Maldivler, Bali, Tayland, Cancun gibi ulaşımı çok uzak yurt dışı turlar arayacaklarına hem yakın, hem uygun fiyatlarla 3 veya 4 günlük güneş-deniz tatili yapabilir, özel balayı fotoğraf çekimlerini bu doğa harikası yerde gerçekleştirebilirler.

*Hurghada çok uygun fiyatla deniz-güneş tatili yapabileceğiniz bir şehir. Her şey dahil oteller, apartlar da Türkiye’den çok daha uygun fiyatlarda…

*Ayrıca yine Kızıl Deniz kıyısındaki Şarm El Sheikh sadece turistik otellerle dolu deniz kenarı bir bölge iken Hurgada’da bir şehir merkezi bulunmakta, Mısır halkının günlük yaşamını ve kültürünü de daha yakından görebiliyoruz…

*Ulaşım çok kolay; sadece 3 saatte İstanbul’dan direk uçuş ile ulaşabiliyorsunuz.

*Alışveriş yapmak isterseniz -pazarlık yapmak şartı ile- uygun fiyatlar bulabilirsiniz.

*Son dönemde güvenlik ile ilgili konular tartışılmakla birlikte 2015 yılında Rus uçağının düşürüldüğü hafta bile oteller, yollar ve turlar turistlerle dolu idi. Rus, Alman ve Kuzey Avrupalı turistlerce çok tercih ediliyor. 2022 yılı kasım ayında da çok sayıda turist Hurghada tatilini tercih etmişti. 

Bu arada Sharm El Seyh’de Kızıldeniz’de dalgıçlar için bir cennet. Orayı da gezmek ve Hurghada ile karşılaştırmak isterseniz yazım linkte.

Sharm El Sheikh Gezi Rehberi: Kızıldeniz’de Sualtı Cenneti

Hurghada’ya Ulaşım

Hurghada’ya THY ve Pegasus Havayolları’nın İstanbul’dan direkt uçuşu bulunmakta ve yolculuk sadece 3 saat sürmekte. Ayrıca Egypt Air ve Air Cairo Havayolları’nın da uçuşları alternatifler arasında. Ancak en uygun fiyatlı uçuşun Pegasus Havayolları tarafından sunulduğunu belirtmeliyim. 

Geçen yedi yıl boyunca Hurghada Havaalanı da daha düzenli, temiz ve uluslararası uçuşlara yakışır bir kimlik kazanmıştı.

Otele Ulaşım (Taksi Şoförlerine Dikkat) ve Otelimiz

Hurghada’ya ilk uçuşumuzda, uçakta yanımda oturan Alman genci ile Hurghada hakkında sohbet ederken “taksi şoförlerine dikkat edin anlaştığınız fiyattan paranızı verin ve tartışmaya girmeden hemen uzaklaşın” diye uyarmıştı. Bu durumu havaalanında daha ilk taksi deneyimimizde yaşadık. Bir taksi ile 20 dolara anlaştık; taksiye bindik ve daha havaalanından çıkmadan taksi şoförü otopark ücreti nedeni ile 10 dolar daha vermemiz gerektiğini söyledi. İtiraz edince de bağırmaya başladı. Sonunda 5 dolar fazla vermek zorunda kaldık. Otelimiz havaalanına 7 km uzaklıkta olduğundan makul fiyat aslında 10 dolar idi.

Hurghada üç ana bölgeden oluşmakta; El Dahar eski şehir bölgesi, Sakkala yeni ve modern turizm merkezi, Sahl Hasheed ise otel, alışveriş merkezleri ve mağazalardan oluşmakta. Biz her iki gidişimizde de Azur Otel’de kaldık. Otelimiz “Bel Air Azur Resort” Sakkala’da önemli bir cadde olan Sheraton Caddesi’nde, deniz kenarında 4 yıldızlı bir otel. Mısır’da hijyen nedeni ile dışarıda yemek yemenin riskli olacağını düşünerek herşey dahil hizmet veren bir otel tercih etmiştik. Otelin açık büfe yemekleri zengin çeşitli ve lezzetliydi. Mısır mutfağının yanı sıra dünya mutfağından da lezzetler boldu. Biz öncelikle Mısır mutfağını denedik. Yemekler ve kullanılan baharatlar damak tadımıza uygundu.

Otelin incecik kumlarla kaplı plajından Kızıldeniz’in ılık sularına kendini bırakmak doyumsuz idi hele aylardan kasım ise…

Gezelim Görelim

Luxor Gezisi

Hurghada’nın çok sayıda turist çekmesinin öncelikle güneş, deniz tatili olduğu düşünülebilir. Aslında Kızıldeniz’de yer alan diğer turistik şehir Sharm El Sheikh’de aynı özellikleri ile ilgi görmektedir. Ancak Hurghada’nın Sharm El Sheikh’e göre en cazip yönü antik Mısır’ın en önemli tarihi  alanı Luxor’a yakınlığıdır. 

Luxor Hurghada gezisinde veya Hurghada’yı kapsamayan Mısır gezisinde mutlaka görülmesi gereken bir bölge. Bölge Giza Pramitleri’nden bile daha etkileyici gelebilir. Bizim için gerçekten öyle idi. Hurghada’dan Luxor’a günü birlik turlar düzenlenmekte. Biz çok erken saatte saat 5’te yola çıkarak tüm günü burada geçirdik. Aslında bir gece kalmalı bir tur alınsa bu bölge daha rahat gezilebilir.

Luxor dünyanın en eski en büyük açık hava müzesi. Antik Mısır’da Orta ve Yeni Krallık döneminde başkent Thebes şehri ve Tanrı Amon inancının merkezi bu bölge idi. Thebes M.Ö 2100 yılından itibaren 1500 yıl Antik Mısır’ın başkenti olan bir şehir, M.Ö 663 yılında Asurluların işgaline uğramış. 

Thebes Nil Nehri’nin hem doğu hem batı yakasında kurulmuş bir şehir. Doğu yakasında Karnak ve Luxor Tapınakları yer alırken, batı yakasında Krallar ve Kraliçeler Mezarları, Hatshepsut Tapınağı yapılmış.

Luxor’un merkezinde bugüne kadar dünyada yapılmış en büyük tapınak olan Karnak Tapınakları bulunmakta. Karnak yapımı 2000 yıl süren, çok büyük ve görkemli tapınaklar şehri. Her firavun eklemelerde bulunmuş, 10 metre yüksekliğindeki 134 adet dev sütun 12 farklı firavun tarafından yaptırılmış.  Devasa sütunlar, sütunlar üzerindeki figürler, duvarlardaki hiyeroglifler, devasa heykeller ile görkemli, baş döndürücü bir tapınak karşılıyor gelenleri.  

Karnak Tapınağı’nda tek parça obeliskler (dikilitaşlar) yer almakta imiş. Günümüzde bir tek obelisk kalmış. İstanbul Sultanahmet’te ve Paris’te meydanları süsleyen obelisklerin Karnak Tapınağı hazinelerinden olduğunu belirtelim.

İstanbul Sultanahmet’teki obeliski M.Ö 1600 yılında, Firavun 3. Thutmosis, hükümranlığının 30. yılı onuruna tapınağın kapısına diktirtmiş, M.S 390 yılında Roma İmparatoru I. Teodosius İstanbul’a getirtmiş.

Bu arada Paris’te Concorde Meydanı’na dikilenin öyküsü ise Osmanlı döneminde geçiyor. Mısır Hidivi  Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1836 yılında Fransa Kralı Louise-Philip’e hediye ediyor bu Mısır obeliskini. 3000 yıl önce II.Ramses adına yapılan taşın üzerinde ‘Gökler var oldukça senin anıtların da var olacak ve senin adın gökler durdukça duracak’ yazısı yer almakta.

Karnak bir tapınaklar kompleksi. Karnak Tapınağı’na 3 km uzaklıkta Luxor Tapınağı inşa edilmiş. Eskiden iki tapınak arası sfenksli bir yol ile birbirine bağlı imiş. Luxor Tapınağı 9. Firavun Amenhotep tarafından tanrı Amon-Ra adına M:Ö 14. yy’da yaptırılmış. Daha sonraki firavunlar da eklemeler yapmışlar. Müslüman Araplar da içine cami yapmışlar. Mısır’da içinde cami olan tek tapınak burası. Müzeler de Luxor Tapınağı yanında yer almaktadır. Biz müzeleri gezmeye zaman ayıramadık.

Karnak ve Luxor Tapınaklarının Nil Nehri’nin doğu yakasında olduğunu belirtmiştik. Nehrin batı kıyısında da kutsal mezarlar yer almakta. Tapınak ziyaretleri sonrası bir tekne ile Nil Nehri’nin karşı tarafına geçiyoruz.

İlk sırada Mısır’ın ilk ve tek kadın firavunu Hatshepsut’un  tapınağına gidiyoruz. Babası firavun olan Hatshepsut üvey kardeşi ile evlenmiş. İktidara sahip çıkacak bir erkek çocuk doğuramamış. Bu arada kocası ölünce kocasının başka bir kadından olan oğlu tahta çıkmış. Ancak çocuk küçük olduğundan ülkeyi Hatshepsut yönetmiş.  Çok güçlü bir kadın olan Hatshepsut ülkeyi başarı ile yönetmiş ve refahı arttırmış. Onun zamanına kadar firavunların erkek olması gerekmekteymiş. Daha erkeksi görünmek için erkek kıyafetleri giyip sakal takarmış. Yukarıdaki heykeller Kahire Mısır Müzesi’nde sergilenmekte.

Yüksek bir yere inşa edilen tapınağının da haşmetli bir görünüşü vardı. Anıtkabir mimarisinde eski Mısır tapınaklarından, özellikle de Karnak’tan etkilenilmiş olduğu bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Eski Mısır tapınaklarında görülen düz masif kolonlar, tapınağa giden sfenksli yollar ve lahit odası benzer şekilde Anıtkabir’de de yer almaktadır. Sadece Karnak değil, Hatshepsut Tapınağı’nın mimarisi de Anıtkabir’i anımsatmaktadır. Bu esinlenme Anıtkabir rehberinde de belirtilmiştir (www.anıtkabir.org. Erişim Tarihi: 17-12-2015)

Hatshepsut Tapınağı sonrasında Kraliçeler Vadisi’nde yer alan üç mezarı gezdik. Kraliçeler Vadisine kralların eşleri gömülmüşler. Bu mezarların arasında en ünlüsü kraliçe Nefertiti’nin mezarı.  Mezarlardaki mumyalar tabi ki dünyaca ünlü müzelere taşınmış. Mezarlar duvarlarındaki resimler, içerisi ve vadi yine de görmeye değer.

Luxor gezisinde en heyecan veren yerlerden biri de Krallar Vadisi. Yeni Krallıktan önce firavunlar Giza Piramitlerine ve Nil Deltası’na gömülürlermiş. Bu dönemden sonra daha korunaklı bir alan Krallar Vadisi seçilmiş. 

Vadide bugüne kadar 62 mezar bulunmuş, 30’u ziyarete açık, giriş bileti ile üç mezar seçip gezilebiliyor. Bu mezarların içinde en ünlüsü Tutankamon’un mezarı, ancak bu mezarı gezebilmek için ektra ücret ödenmesi gerekiyor. Tutankamon’un Mısır tarihinde en önemli, güçlü bir firavun değil, aslında 9 yaşında tahta çıkmış 18 yaşında ölmüş. Mezarın asıl özelliği 1922 yılında mezarın talan edilmeden tüm eşyaları ile bulunması. Mezardan çıkan hazineler Kahire Mısır Müzesi’nde özel bir odada sergileniyor. Bu yıl Tutankamon’un hazinesinin bulunmasının 100. yılı, biz de bu Kahire Müzesi’nde gördük bu hazineyi. İnanılmaz göz alıcı eşyalar, takılar süsler vardı. Ancak bu bölümde de fotoğraf çekmek yasak idi. Ben yine de müzede çekebildiğim fotoğrafı ekleyeyim.

Mezar koridorları ve odalarının duvarları firavunun hikayesini anlatan hiyeroglif ve kabartmalarla süslenmiş. Firavunlar mezarlara değerli eşyalar ile gömülmüşler ancak çoğu yağmalanmış, yağmalanmadan ulaşılabilenler eşyaları ve mumyaları müzelerde sergilenmekte. 

Luxor gezisini Nil Nehri üzerinde Mısır’a özgü hibiskus çayı eşliğinde güneşi batırarak sonlandırdık. Antik tarih hazinelerinin üzerine doğanın hediyesi Nil Nehri gezisi başka bir lezzet oldu.

Mısır gezinizi Nil Nehri’nde gemi ile yapmak isterseniz detaylı yazımız da linkte. Nil’de Gemi İle Antik Mısır’a Yolculuk

Hurghada Marina 

Hurghada Marina herhalde şehrin en Avrupai yeri. Bizim dikkatimizi şık teknelerin görüntüsünün ötesinde temizliği, düzenliliği ile çok sayıda restoran ve kafelerin varlığı çekti. Biz yemeklerimizi otelde aldığımız için dışarıda yemek yemedik. Dışarıda yemek yemek isteseydik, temizliği açısından bu şık restoranları tercih edebilirdik. Biz akşam üzeri sadece kahve içmeye uğradık. Kahvenin yanı sıra Arap nargilesi içilen yerler de bulunuyor. Nargile bizim ilgi alanımız dışında idi.

Al Mina Cami

Marina’nın hemen yanında Hurghada’nın en büyük camisi Al Mina Cami bulunmakta. Cami büyüklüğü ile şehrin her yerinden görünüyor. Tarihi bir cami olduğunu söyleyemeyeceğiz, 2012 yılında açılmış. Kızıl Deniz bölgesinin en büyük camisi. Bu küçük şehirde de şehrin içinde çok sayıda cami bulunmakta, liman kenarına bu kadar büyük bir cami ile şehrin siluetine damga vurmak istenmiş belli ki. 

Kıpti Katedrali Saint Shenouda

Şehirdeki ikinci önemli dini yapı olan Kıpti Katedrali Saint Shenouda şehrin özgün yapıları arasında. Katedral eski şehir El Dahar bölgesinde. Yeni, bakımlı, içi aydınlık kilise gezilebiliyor.

Giftun Adası

Giftun Adaları Hurghada’da mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Bölge koruma altında olan iki adadan oluşuyor. Büyük ada Giftun Kebir halka açık; küçük Giftun ise askeri bölge olarak ziyarete kapalı. Giftun Kebir’e Marinadan tekne ile 45 dakikalık keyifli bir deniz yolculuğu ile ulaşılıyor.

Ada denizin ortasında bir çöl gibi. Adanın ortasında sadece bir palmiye ağacı, kumsalı, berrak ve masmavi bir denizi var. Tekneyle ilerlerken denize atlayıp yaptığımız snorkel dalışları ile çok keyifli zaman geçirdik. Rengarenk balıklarla birlikte yüzdük.

Halka açık adada iki özel plaj var; Paradise ve Mahmya Plajları. Her iki plajda da güzel düzenlenmiş restoranlar ve şezlonglar var. İki plaj birbirinden sınırlar ile ayrılmış; ikisinin ortasındaki plaj ise ücretsiz. Satın alacağınız turun program ve fiyatı gideceğiniz plaja göre değişiklik göstermekte. Paradise ve Mahmya plajlarına yapılan tekne turlarının fiyatları 40-50 dolar civarında. Bu turda yemek plajdaki restoranda yenmekte. Bizim aldığımız tur için 15 dolar ödedik. Yemeğimizi teknede yedik ve şezlong kullanmadık. Tekne ile gelirken yolda iki kez şnorkelle dalış yaptık; adada 1,5 saat kalıp ücretsiz plajda yüzdük ve incecik kumların üzerinde oturduk; bu da çok keyifliydi.

Denizaltı ile Kızıldeniz

Kızıl Deniz’de broveli dalgıç olmadığımızdan deniz altındaki resifleri ve canlıları yakından görmenin en güzel yolunu bulduk. Simbat şirketinin Afrika ve Ortadoğu’da tek olan denizaltısı ile dalış harika bir seçenek olarak karşımıza çıktı. Yarım gün süren bu program için kişi başı ödediğimiz 50 dolar yüksek bir rakam gibi görünmekle birlikte, bu gezi hayatımızda yaşadığımız en ilginç deneyimler arasına girdi. 

Denizaltı 22 metre derinliğe kadar inebiliyor, 44 kişi alabiliyor. Yuvarlak camlarının önünde deniz Kızıldeniz renklerini, canlılarını seyre daldık. Derine inince çevremizi rengarenk ve farklı boylarda balıklar sardı. Bir dalgıç pencerelerin önünde balıklara yem verince camların önü balıklarla doldu. Denizin altında ilerlerken bir tekne batığı gördük. Böyle geziler için özel olarak mı batırıldı, yoksa gerçekten eski bir batık mı; anlayamadık. Tüple dalamadığımız için denizin altını bu şekilde görme şansımız olmayacaktı. Böylece Kızıldeniz’in derinliklerinde rengarenk balıkları ve resifleri görmüş olmak ayrı bir heyecan verdi.

Kum Müzesi

Hurghada gezimizde görülecek yerler arasında Kum Müzesi de yer almaktaydı.  Müze sadece kum ve su ile yapılmış çok büyük heykellerden oluşuyor. Tarihi ve popüler kültür karakterlerinden oluşan heykeller açık havada sergileniyor. Müzenin giriş ücreti 10 dolardı. Kapıda ücreti öderken aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyarak yanımıza gelen Orhan müzenin fotoğrafçıymış. Ondan müze müdürünün de Türk olduğunu öğrenince çok şaşırdık. Müzenin sahibi Vahdet bey ile tanıştık; bize özel Türk indirimi yaptı ve müzeyi kendisi gezdirdi. Benzeri bir müzeyi Portekiz’de gördüğünü, Mısır’da yağmur yağmadığı için buraya böyle bir müze yaptırdığını anlattı.

Müze koleksiyonu 42 heykel ve 17 adet kabartmadan oluşuyor. Heykeller alanında ünlü sanatçılara yaptırılmış. İstanbul’un fethini konu alan bir heykel de müzede yerini almış.

Alışveriş

Fiyat araştırması yapmadan bir şey satın almayın! Zira satışta birinci ilkeleri turist kazıklama… En az üç dükkana sorup en düşük fiyatın üçte birine istediğiniz ürünü satın alabilirsiniz. 6 kişi bol bol alışveriş yaptığımız için bu konuda epeyce deneyim kazandık.

Yurt dışı gezilerimde büyük markaların olduğu alışveriş merkezlerine mümkün olduğu kadar girmemeye çalışıyorum. Genellikle ülkelere özgü ürünler almayı tercih ederim. Mısır’da hiyeroglif ile adınızı yazdırabileceğiniz bileklik, kolye kartuşlar, yerel desenli elbiseler, şallar ve pareolar alınabilir. Bu arada şüphesiz papirüsler ilginizi çekecektir. Her boy ve fiyattan papirüsler bulabilirsiniz. 

Ünlü parfüm markalarının kokularına benzer esanslar da bol miktarda. Ancak dikkat 20-30 Euroya satılan küçük şişelerdeki parfümlerin kokularını dükkanda denediğinizde yoğun kokusunu alıyorsunuz. Ancak satın aldığım kokuyu evde açtığımda kalıcı bir kokusunun olmadığını gördüm. 

Mısır’ın kutsal böceği olan Skrabe yaradılış, üreme, reenkarnasyon, ölümsüzlük ve yenilenme anlamına gelmektedir. Mısır’da sıkça bu böceğe rastlayacaksınız. Bu böceğin biblo ve takılarının yanı sıra, Tanrı Ra’nın gözü, Nefertiti sembollü objeler ve mercan, lapis gibi değerli taşlardan yapılan takılar alınabilir.

Hurghada’da yeterli zamanımız olduğu için keyifle küçük ve otantik dükkanlardan alışveriş yaptık. Benim alışveriş tercihlerim aşağıdaki fotoğrafta yer almaktadır.

Hurghada’da Nelere Dikkat Etmeliyiz

Mısır’ın para birimi Mısır Poundu. Birçok ülkede hemen havaalanında paranızı bozdurup otele ulaşımınızda yerel para kullanırsınız. Mısır’da Dolar ve Euro hemen her yerde geçerli. Küçük dükkanlarda, sigara alırken bile hangi para ile ödeyeceğinizi soruyorlar ve üç para birimi ile fiyat veriyorlar. Her dükkan sahibi kendine göre bir kurdan fiyat veriyor. Bu nedenle, her para birimi geçse bile, paranızı Mısır pounduna çevirip yerel para ile ödeme yapmanız daha avantajlı olabilir.

Taksiye binmeden önce mutlaka sıkı pazarlık yapılmalı; ayrıca büyük para verip parayı onların bozmasını bekleyip sıkıntı yaşamayın. Taksi şoförleri yolculuk sırasında saatlerce cep telefonları ile yüksek sesle konuşabilirler, arabada sigara içebilirler, çekirdek çitleyebilirler, hanımsanız ön koltuğa geçmenizi teklif edebilirler. Bunlar bizim yaşadıklarımız; daha farklı deneyimler yaşayanlar da vardır eminim. Bunlara takılıp sinirlerinizi bozmayın.

Turistik bir şehir olmasına rağmen çok az sayıda çalışan Mısırlı kadın gördük; sokakta yürüyen kadına bile rastlamadık diyebiliriz.

Sokakta, alışverişte ve otelde herkes nereli olduğunuzu soruyorlar; Türk olduğumuzu duyunca önce “biz Türkleri çok severiz” diyorlar. İkinci cümle “Hasan Saş yavaş yavaş” oluyor. Önceleri güldük, sonra niçin böyle dediklerini sorduk. Bazıları güldü, bazıları ise anlamını bilmediklerini söylediler. Gülüşlerinden çok hoş bir anlamı olmadığı seziliyordu.

Tek başına seyahat eden kadın turistlerin burada sıkıntı yaşayacaklarını deneyimlerimiz ile anladık. Yabancı internet sitelerinde de hanım turistlere uyarılarda bulunulduğunu okudum. Kadınların yanlarında erkeklerle veya organize turlar ile seyahat etmelerinin uygun olacağını düşünüyorum.

Hurghada’da Yapamadıklarımız

Hurghada’da 8 gün kalmamız ve sürekli aktif olmamıza rağmen yapamadıklarımız:

Çölde safari
Akvaryum gezisi
El Gauna Bölgesi gezisi
Mısır gece eğlencesi 

Visits: 21

Kavala Gezi Rehberi: Osmanlı İzlerini Takipteyiz

Kavala Yunanistan’ın kuzeyinde Makedonya bölgesinde Ege Denizi kıyısında bir sahil kenti. Korunan tarihi dokusu ve sahilleri ile turistlerin ilgisini çeken bölge. Türk turistlerin de ziyaretinin en çok olduğu Yunanistan  şehirlerinden biri.

Niçin Kavala

  •  İpsala sınır kapısından sadece 200 km uzaklıkta, İstanbul’dan kalkan otobüslerle veya özel araba ile kolay ulaşılmakta,
  • Uzun yıllar Osmanlı toprakları olduğundan, eski şehirde bir Anadolu şehri sokaklarında, Osmanlı evleri arasında dolaşır gibi geziliyor.
  • Tarih derslerinde adını ezberlediğimiz Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın, Kanuni’nin, Pargalı İbrahim Paşa’nın izlerini takip edebiliyoruz,
  • Yunanistan’ın birçok yerinde olduğu gibi benzer kültür, benzer mutfak lezzetleri tadabiliriz, Kavala kurabiyesini bir de Kavala’da tadabiliriz,
  • Çok sayıdaki plajları ile Ege Deniz’inin kuzeyinde deniz tatili yapabiliriz,
  • Kavala limanından kalkan feribotlarla hemen karşıdaki Thassos Adası yanında birçok adaya ulaşılmakta. 

Kavala Kısa Tarihi

Kavala’nın tarihi M.Ö 600’lü yıllara kadar uzanmaktadır. Şehri Thassos Adası’ndan göçenler kurmuşlar. Tarihi Kavala şehri Panagia Yarımadası’nın tepesine konumlanmış, çevresi de surlarla çevrilmiş. Bu surlar MS 361-363 yıllarında imparator Julian, daha sonra Justinian ve 9 ve 14. yy Bizans döneminde onarılmış ve genişletilmiş. 1307 yılında Bizans döneminde surlar su kemerleri ile birlikte şehrin en tepesine kadar uzatılmış. Tarihi şehir, surları ile birlikte doğal limana tepeden bakmaktadır. Aslında Kavala’nın başka bir tarihi önemi de ünlü Makedon kralı II.Philip’ten kaynaklanmaktadır. II.Philip şehri kuruluşundan kısa süre sonra bu toprakları işgal etmiş. Kavala’ya 10 dakika uzaklıkta Phillippi şehrini kurmuş, Kavala’da bu yeni şehrin limanı olmuş. Phillippi Büyük İskender’inde doğduğu şehir. Antik şehrin kazıları halen devam etmektedir. Kavala gezisinde bu antik şehir de ziyaret edilebilir.

Osmanlı Devleti Kavala’yı 1387 yılında kendi topraklarına katmış. 1391 yılında Osmanlı döneminde şehrin tepesindeki Bizans kalesi yıkılarak yeniden yapılmış.   Balkan vilayetleri arasında Kavala’ya özel önem veren Osmanlı önemli yatırımlar yapmış. Önceleri küçük bir balıkçı kasabası olan Kavala, doğal limanı ile 18.yy’da ticarette de önem kazanmış. Şehir Birinci Balkan Savaşı’nda 1912 yılında Bulgarların eline geçmiş, II. Balkan Savaşı’ndan sonra da Yunanistan topraklarına katılmış. Şehirde yaşayan Türk nüfus 1923 yılında iki ülke arasında yapılan  mübadele anlaşması ile ayrılmak zorunda kalmış memleketlerinden. Kavala’ya da Kapadokya’dan göçen Rum nüfus yerleştirilmiş.

Ulaşım

Kavala İstanbul’dan sadece 200 km uzaklıkta. Özel araba ile ya da İstanbul’dan kalkan otobüslerle İstanbul’dan İzmir’e gitmek gibi 5-6 saatte ulaşılmakta. Özel araba ile gidenler için otobanda rahat bir yolculuk yapılıyor ancak otobanda sık ücretli geçiş gişeleri karşılıyor. 1-2 euro bozukluklar elinizin altında olmalı. Kavala’ya Türkiye’den havayolu ile direk uçuş olmadığından Atina veya Selanik aktarmalı uçulabilir. Ayrıca Kavala’ya Atina Pire Limanı ve Rodos, Kos, Midilli, Thasos ve İkaria adalarından feribot seferleri yapılmaktadır.

Konaklama

Klasik olduğu gibi Kavala’da da her fiyattan konaklama için bookingten veya airbnbden yer bulmak en kolayı. Bölge olarak her yerde kalabilirsiniz. Küçük bir şehir olduğu için eski şehre taksi ile ulaşım kolay. Biz kale surlarının içinde değil ancak yine eski şehirde bir apartman dairesinde kaldık. Booking.com da Casa del Sole olarak geçen dairemize dar sokaklarda araba ile giderken biraz tırmandık. Ancak özel otoparkı olan, tertemiz iki oda bir salon daire idi. Asıl güzelliği kaleye ve eski şehre hakim manzaralı balkonu idi. O kadar güzel manzara fotosu yazımın giriş fotosunda da yer aldı.

Gezelim Görelim

Kavala Osmanlı döneminde önemli ticaret merkezi kimliğini kazanmış, şehre önemli yatırımlar yapılmış. Günümüzde şehirde eski şehrin kale içi sokakları yapıları ile korunmuş, yeni şehir yapılanması başka bir tarafa yönlendirilmiş. Bizler için de tarihi şehir gezilecek, görülecek yerler arasında öncelikli oluyor.

Kamares (Su Kemerleri)

Şehrin girişinde bizi su kemerleri karşılıyor. Romalılar döneminde hem şehrin su ihtiyacı, hem de şehrin savunması için yapılan su kemerleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde genişletilmiş. Altmış gözlü su kemerleri 1911 yılına kadar kullanılmış. Kemerler bugün eski şehir ile yeni şehri de birbirinden ayıran şehrin sembolü görüntüsünde.

Bir tepe üzerine yerleşmiş eski şehir ana sokakları trafiğe açık, araba ile girilebiliyor ancak tepeye doğru sokaklar iyice daralıyor. Biz araba ile Kavala’ya gitmemize rağmen eski şehre taksi ile gitmeyi tercih ettik. Hem park yeri aramak istemedik, hem de rahat rahat yürümek istedik. Kavala’da taksi ücretleri yüksek değil, rahatlıkla taksi ile ulaşabilirsiniz istediğiniz yere.

Aslında gezilecek yerler eski şehir ve liman kenarı olarak düşünülürse Kavala küçük bir şehir ve iki günde tüm şehri ve hatta plajları gezebilirsiniz. Biz Balkanlar Adriyatik Kıyıları gezimizin dönüşünde iki gece konakladık Kavala’da. Haziranın ilk haftası olmasına rağmen o gün şehirde fırtına alarmı verildi, neyse ki fırtına yerine hafif yağmurlu bir havada şehri dolaştık ancak plajlara gidemedik.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa Evi

Kavala için önemli bir kişi olan, Osmanlı Paşası Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın doğduğu konak ilk görülecek yerler arasında.

Konağı gezmeye başlamadan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan biraz söz edelim. Kavala doğumlu Mehmet Ali Paşa Osmanlının çöküş dönemlerinde başarılı bir komutan olmuş. Mısır Valiliği’ne getirilmiş, güçlü bir ordu kurup Sudan’ı da Osmanlı topraklarına katmış. Yunanlıların Mora isyanı sırasında Osmanlı ondan yardım istemiş, isyanı bastırdıktan sonra Mora Valiliğinin kendisine verilmesini istemiş. Bunu elde edemeyince Osmanlı’ya isyan etmiş ve ordusu ile Osmanlı topraklarında Kütahya’ya kadar yürümüş. II. Mahmut ancak İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yardımı ile Kütahya’da durdurabilmiş Kavalalıyı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Mora’nın, Kavala’nın Osmanlıdan bağımsızlığını kazanmasında yaptığı destek nedeniyle Kavala için önemli bir şahsiyet olarak görülmekte. Evi korunmuş, heykeli dikilmiş, bir sokağa adı verilmiş. 

Osmanlı mimarisinde yapılmış, Muhammet Ali’nin Evi olarak adlandırılan konak müze olarak ziyarete açık. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Mısır Valiliği yapmıştı. Kavalalı’nın konağı ve Kavalalı’nın yaptırdığı diğer önemli yapı medrese, imaret kompleksi Mısır hükümeti mülkiyetinde.

Biz Panagia bölgesi (old town) gezimize öncelikle bu konak ile başladık. 300 metrekare genişliğinde, iki katlı ev gösterişli bir Osmanlı Konağı.

Deniz manzaralı ahşap konak, haremlik, selamlık odalarını, kullanılan eşyalarını görmek için gezmeye değer. Ayrıca bahçesi de ziyarete açık. Bahçeden Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın at üzerindeki heykeli ve Panagia Meryem Ana Kilisesi’nin bir karede yer alan manzarası da farklı bir görüntü sunuyor. Müze giriş ücreti 5 Euro, ancak sadece saat 10.00 – 14.00 arası ziyarete açık. 

Panagia Meryem Ana Kilisesi

Kavalalı Mehmet Ali Paşa Konağı’nın karşısında, yer alan kilise şehrin en güzel manzaralı kilisesi olsa gerek. Kilise 15.yy’da Bizans döneminde yapılan Katolik kilisesinin yerine 1965 yılında yapılmış.  

Kavala Kalesi 

Eski şehrin yüksek bir yerinde bulunan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Evi ve kilise sonrası dar sokakların arasından tırmanarak kaleye çıkabilirsiniz. Ortaçağ Bizans kalesine Osmanlı döneminde de eklemelerde bulunulmuş. Kalede savunma amaçlı kullanılan merkezi bir kule, Osmanlı döneminde hapishane olarak da kullanılan cephanelik, yiyecek deposu, sarnıç ve nöbet yerleri görülebiliyor. Kale eski şehrin en yüksek yeri öncelikle Kavala’nın en güzel manzaralı olsa gerek. Günümüzde bu manzaralı kale kültürel etkinliklerde kullanılıyor. Kalenin giriş ücreti 4,5 euro. Biz belli bir yere kadar sokak aralarında dolaşsak da tam tepeye çıkmadık.

İmaret – Medrese

Kavalalı Mehmet Ali’nin Kavala’da yaptırdığı en önemli eser imaret. Bina Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 1813 yılında yaptırılmış. İçinde medrese, imarethane ve yetimhane bulunan kompleks 19 yy’da yapılan Osmanlı mimarisi eserlerinin en güzel örnekleri arasında sayılmaktadır. Bina en son 2001-2004 yılları arasında restorasyon geçirmiş. Mısır devletinin mülkiyetinde olan bina bugün butik bir otel ‘İmaret Otel’ olarak hizmet vermektedir. Salı ve çarşamba günleri dışındaki günlerde saat 10.00-14.00 arasında, 8 Euro ücret ile rehberli olarak gezilebilmekte. Biz saat 14.00 den sonra imaret önünde idik, otelde kalamasak da bu özel yapıda limana ve yeni Kavala’ya hakim manzaraya karşı bir şeyler içip, tarihi dokuyu koklayabilir miyiz diye bakındık. Ancak kapılar kapalı idi içeride bir hareket görünmüyordu. 

Halil Bey Cami

Kavala eski şehirde Halil Bey Camisi’ni bulmak için dar sokaklardan, evlerin arasındaki dik merdivenlerden biraz tırmandık. Dışı kırmızı boyalı camiye ulaştık. Cami 16.yy’da eski şehirde nüfusun yoğun olduğu üç yol ağzında konumlanmış. Aslında cami erken Hristiyanlık döneminden bir kilisenin üzerine yapılmış. Kilisenin bahçesinde de Bizans döneminden 10.yy’dan kalma mezarlar bulunmaktaymış. Ancak 14.yy’da Osmanlının şehre hakim olması sonrası kilise camiye çevrilmiş, yanına küçük bir medrese eklenmiş. 20.yy’ın başında Osmanlının son döneminde yapılan cami Osmanlı Rokoko tarzında  dekore edilmiş. Türkiye’den Kavala’ya mübadele ile gelen Rum nüfus da bir dönem bu camide barınmış. Günümüzde yapı Kavala Belediyesi tarafından çeşitli etkinliklerde kullanmaktadır. Binanın kapısı biz gittiğimizde kapalı idi, ancak pencereden çekebildiğim fotodan caminin ne kadar farklı olduğu, içinin de korunduğu görünüyor.

Panagia Sokakları ve Evleri

Kavala Panagia bir dönem tüm şehrin yerleşim bölgesiydi. Osmanlı döneminde Hristiyan nüfus surların dışında yerleşim izni alıp bölgeden ayrılmışlar. Daha sonra bu bölge ağırlıklı Türk nüfusu ile Türk mahallesi olarak bilinir olmuş. Ana cadde Poulidou Caddesi üzerinde tırmanırken İmaret, Kavalalı Mehmet Ali Paşa Evi ve Kiliseyi gezebilirsiniz. Ancak Halil Bey Cami ve Kaleye ulaşmak için dar, ara sokaklardan tırmanmak gerekiyor. Poudiou Caddesi üzerinde sevimli restoranlar, kafelerde nefeslenip, Yunan mutfağından lezzetler tadabilirsiniz. Renkli hediyelik eşya dükkanları da bu cadde üzerinde uğrak yerleriniz olabilir. Yine Kavala’nın tek ev yapımı ve en ünlü Kavala Kurabiyecisi de bu caddede. ‘Boulangerie Boutique’ de klasik bademli kavala kurabiye yanında, çikolatalı ve portakallı kurabiye de tadabilirsiniz. Biz de hediye olarak Kavala kurabiyelerimizi bu meşhur dükkandan aldık. Üç marka ünlü imiş Kavala kurabiyesinde, ancak hepsi fabrika üretimi olduğundan biz başka markayı tatmayı bile düşünmedik.

Tarihi surlar içindeki yarımadada evler de klasik, cumbalı Osmanlı evleri, çoğunluk restore edilmiş, çiçeklerle süslenmiş. Parke taşlı merdivenli, dar sokak aralarında kaybolup, fotoğraflar çekmek arzusu sarıyor insanı bu 500 yıl Osmanlı izleri taşıyan sokaklarda.

Agios Nikolaos Kilisesi

Kavala eski şehrin tarihi eserlerinden biri Agios Nikolaos Kilisesi tarihi bir cami aslında. Kanuni Sultan Süleyman 1530 yılında damadı Pargalı İbrahim Paşa adına yaptırmış bu camiyi. Cami 1926 yılında Ortodoks kilisesine dönüştürülmüş. Caminin minaresi kesilmiş ve çan kulesine dönüştürülmüş. Kilisenin önüne de ‘Apostolos Filipi Neopoli’ye Varışı’ nı temsilen gösterişli bir mozaik yapılmış. Aziz Pavlus’un MS 49’da Hristiyanlık mesajını yaymak için ilk Kavala’ya gelmesini temsil etmektedir. Havari Pavlus aynı zamanda ilk Hristiyan kadın Lydia’yı da burada vaftiz etmiş.

Liman ve Kordon Boyu

Poudiou Caddesi’ni boydan boya gezip caddenin sonundan denize doğru uzanınca karşımıza Plateia Eleftherias Meydanı çıkıyor.

Eski şehrin hemen altında eski şehir geziniz sonrası deniz kenarında nefeslenebileceğiniz, liman manzaralı bölge. Eski şehrin konakları, Osmanlı dokusu, parke taşlı sokakları ile zaman tünelinden çıkıp, günümüzün sahil şehri Kavala havasını koklayabileceğiniz meydandasınız artık.

Hareketli meydan sahil kenarında yürüyüş yapıp, deniz havasını alabileceğiniz, çevresinde yer alan kafe ve restoranlarda zaman geçirebileceğiniz bir yer. Denize karşı restoranlarda balık ve Yunan mezeleri tadımı ile günü bu meydanda tamamlayabilirsiniz. Deniz ürünlerinin bolluğu, lezzeti ve bol zeytinyağlı Yunan mezelerinin her çeşidini burada da bulabileceğinizi söylemekle yetinelim. Biz eski şehrin tarihi caddesindeki bir Yunan tavernasında bu tadımı yaptık. Limana ulaştığımızda kafelerden birinde kahve ve tatlı ile sonlandırdık günümüzü. 

Kavala Plajları

Biz Balkan gezimizde Adriyatik kıyılarında sezonun deniz açılışını yaptıktan sonra dönüşte de Kavala’da, Kuzey Ege Denizi’nde yüzerek yolculuğumuzu tamamlamak istemiştik. Ancak tam o tarihte  birçok bölgeyi etkileyen yağışlı hava koşulları nedeni ile deniz güneş keyfi yapamadık Kavala’da. Belki de bu koşullar, başka bir zaman hem Kavala’dan Thassos Adası hem de Kavala plajlarında deniz tatili yapmak üzere yönümüzü Kavala’ya çevirmemize neden olacak diye düşünelim.

Yine de biraz Kavala plajlarından söz edelim. Kavala’da şehrin içinde en kolay ulaşılacak plaj Kalamitsa Plajı, hem konaklamak hem de günübirlik taverna ve kafelerde oturup deniz keyfi yapabileceğiniz kumluk bir plaj. Ayrıca Batis Plajı, Tosca Plajı, Paleo, Nea Irakleitsa Plajı, Nea Peramos Plajı, Perigiali Plajı gibi çok sayıda plajdan söz edebiliriz. Günübirlik Thassos Adası’na feribot ile geçip adada da denize girebilirsiniz. Hem ulaşımı kolay hem de geniş ve mavi bayraklı plajlar yaz döneminde iyi bir tatil alternatifi olabilir.

Müzeler

Biz Kavala gezimizde müzeler için zaman ayıramadık. Yine de söz etmeden geçmeyelim. Kavala’ya özgü bir müze ararsanız Tütün Müzesi’ni belirtmemiz gerekir.  Tarihinde tütün ticaretinin önemli bir gelir kaynağı olduğu Kavala, bir meydanı tütün işçilerine adamış. Bir tütün işçisi heykeli de olan Kapnergatis Meydanı’nda Tütün Müzesi yer almakta.

Kavala Arkeoloji Müzesi Yunanistan, Makedonya ve Trakya Bölgesi medeniyetlerinden kalan eserlere ev sahipliği yapmaktadır.

Son Söz

Kavala bizim için 15 günlük Balkanlar gezimizin son durağı idi. Dönüş yolunda özellikle 2 gece ayırmıştık bu küçük şehre. Kavala ülkemize bu kadar yakın bir mesafede olmasına rağmen gezgin olarak bugüne kadar görmediğim bir şehir idi. Balkan rotamızda, tarihi şehri gezmek, deniz havasını koklamak ve klasik Yunan mutfağı lezzetini tatmak için yerini aldı. Kavala’yı benim gibi bugüne kadar görmeyenler mutlaka değişik bir tat bulacaklardır. Benim için de deniz tatili, Thassos Adası gezisi ve Yunan mutfağında doyasıya yemek içmek için tekrar gezilecek şehirler listemde yerini aldı.

Visits: 4

İshak Paşa Sarayı: Anadolu’da Muhteşem Bir Saray

Ağrı’da Anadolu’nun en doğusunda, tarihi öyküsü ve mimarisi ile muhteşem bir saray olduğunu biliyor musunuz? İshak Paşa Sarayı, Anadolu’nun en güzel ve görkemli sarayı, Osmanlı döneminden kalan Topkapı Sarayı’ndan sonra en önemli saray olarak değerlendiriliyor.

Osmanlı mimarisinden Anadolu’da günümüze ulaşabilmiş tek saray. Konumu, tarihi, efsaneleri, mimarisi, büyüklüğü, motiflerle işlenmiş taç kapıları ile sanat eseri.

Öncelikle sarayın özelliklerini görelim sonra gezmeye başlayalım.

İshak Paşa Sarayı tam 99 yılda tamamlanabilmiş. İlk inşaatı 1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa başlatmış, ancak tamamlanamamış onun döneminde. Yine Çıldır hanedanından I. İshak Paşa’nın torunu II. İshak Paşa 1784 yılında bir mimari anıt yaratılmasını sağlamış. Mimarı kesin olarak bilinmemekle beraber Ahıskalı ustalar çalışmış sarayın inşasında.

Sanat ve tarihi özellikleri ile eşsiz bir eser olan sarayın mimarisi de çok yönlü.  Osmanlının Lale Devri’nin son büyük anıt yapısı, geleneksel Türk ve Selçuklu mimari özelliklerini taşırken aslında tam bir eklektik yapı. Fars, Kafkaslar, Ermeni medeniyetlerinin etkisi taş işçiliği, oymalar ve duvar süslerinde görülüyor. Doğu özelliklerini taşıyan sarayda, bazı yüzeylerdeki tasvirlerde batı tarzı barok ve rokoko işlemeler bulunmakta.

Anadolu’nun en haşmetli yapılarından biri olan bu kültürel mirasımızın başka bir özelliği de dünyada kalorifer tesisatı döşenen ilk saray olduğunun belirtilmesi. Bir yerde ısıtılan su taş duvarların aralarındaki boşluklardan diğer odalara ulaştırılmaktaymış. Sarayın camisi de aynı yöntemle yerden ısıtılıyormuş. 

İshak Paşa Sarayı kartal yuvası gibi, Avrupa’daki şatolara benzer şekilde ovaya hakim bir tepeye kurulmuş. Saray, yoldan tırmanırken göz alıyor mağrur duruşu ile. İşlemeli taç kapısından girip avluları ve odalarında dolaşırken, ne hayatlar yaşandı, ne öykülere şahit oldu bu taş duvarlar diye düşünmeden duramıyor insan.

Bu arada İshak Paşa Sarayı’na ilişkin efsanelerden de söz edelim. Anadolu’nun en yüksek dağı Ağrı Dağı haşmetli görünüşü ile bölgede birçok yerden görünürken bu özel saray sırtını dönmüş Ağrı Dağı’na. Bu yapım şeklinin efsanesine gelirsek, paşanın kızı Ağrı Dağı eteklerinde sürülerini otlatan bir çobana aşık olmuş. Paşanın kızı gün boyu aşık olduğu genci gözlermiş penceresinden. Bu durumu kabullenemeyen paşa baba, dağın görülmeyeceği bir saray inşa etmek istemiş. Aramalar sonunda ovaya hakim bu tepe bulunur ve saray oraya yaptırılır. 

Başka bir öyküye göre; İshak Paşa kendi gücü ve kudretini herkesten, her şeyden yüksek görüyordu. Bu durumda Ağrı Dağı bile İshak Paşa’nın gücüne kudretine rakip olmamalıydı. Paşa sarayının çevresinde dağ bile olsa haşmetli başka bir görüntü olmasını istememiş demek ki.

Başka bir efsane de sarayın avlusundaki çeşmeden süt akmaktaymış. Zaten ilk avludaki çeşme süt çeşmesi olarak adlandırılıyor. Çeşmede iki oluk ve iki tas koymak için iki niş bulunmasının nedeni de çeşmeden süt akmasından olduğu söyleniyor. Çevredeki köylerden toplanan sütün yer altından bir taşıma sistemi ile sarayın çeşmelerine ulaştığı rivayet ediliyor..

Asıl önemli başka bir öyküye gelince, İran sefiri İshak Paşa Sarayı’nda misafir edilir ve saraya hayran kalır. Bu ziyaretinden sonra İstanbul’a giden sefir zamanın padişahına İshak Paşa Sarayı’nın güzelliğini anlatırken o kadar ileri gider ki, İshak Paşa Sarayı’nın Topkapı Sarayı’ndan bile güzel olduğunu belirtir. Bu karşılaştırmaya çok kızan padişah İshak Paşa’yı sürgüne gönderir. 

Sarayın çevresinde başka eserler de bulunmakta. Sarayın cumbalı odasından da göreceğiniz kuzey yönünde Bayazid kalesinin surları bulunmakta. Surların altına da Bayazid Cami ve yanına bir türbe yapılmış. Türbede ünlü Kürt alimi ve edebiyatçısı Ahmed-i Hani yatmakta. Ahmed-i Hani Kürt edebiyatının önemli eseri Mem u Zin’in yazarı. Kürt filozofu olarak da bilinen Ahmed-i Hani, İshak Paşa Sarayı’nda katiplik yapmış ve bu topraklara gömülmüş.

İshak Paşa Sarayı’na Ulaşım

İshak Paşa Sarayı Doğu Anadolu’da Ağrı Dağı yakınında, Ağrı iline bağlı Doğubayazıt ilçesine 7 km uzaklıktadır. Eski Bayazıd’a hakim bir tepe üzerine konumlanmıştır.

İshakpaşa Sarayı’nı Gezelim

Saray üç tarafı sarp dik bir tepe üzerinde 7600 metrekarelik bir platforma oturtulmuş. Sarayın giriş kapısı doğu yönündedir. Aslında bu giriş kapısı sarayın savunması en zor olan yönüdür. Sarayın çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş. Sarayın bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri de üç kattan oluşmaktadır. Sarayda asıl yapı malzemesi çevreden çıkartılan taşlardan olmakla beraber, az miktarda ahşap ve pencerelerde demir kullanılmış. Saray bulundurduğu 360 birim ile oldukça büyük görünmekte. Saray selamlığı, haremi, camisi, salonları, odaları, mutfağı, hamamı, zindanları ile 360 birimden oluşmakta.

Saraya anıtsal bir taç kapıdan giriliyor. Taç kapıda Selçuklu sanatının örneği kabartmalar ve bitki motiflerinin yanı sıra barok-rokoko özellikler de görülmektedir. Sarayın orijinal altın kapısı Moskova Müzesi’nde sergilenmekte. Bu taç kapıdan sonra iki avlu yer alıyor. Birinci avluda sağda bir çeşme bulunuyor.

Çeşmenin zamanında bir musluğundan su, bir musluğundan süt aktığı rivayet edildiğinden süt çeşmesi olarak adlandırılıyor.

Muslukları dışında diğer bölümleri orijinal olarak günümüze ulaşan çeşme, bitki motifleri ile süslenmiş. Su ile gül arasındaki aşkı sembolize eden bir damla içinde gül motifi ilgi çekici. Çeşmeye tas koymak için iki niş yapılmış, su içenlerin oturması için de iki seki taşı yerleştirilmiş. Birinci avluda ayrıca bekçi odaları, muhafız koğuşları, zindanlar, arabalık ve tavlalar bulunmakta.

Yine bir taç kapı ile birinci avludan geçilen ikinci avluda sarayın en önemli bölümü selamlığa duvar içine gömülmüş bir taç kapı ile geçilmekte.

Avluda sekizgen planlı, küçük ancak taş işlemeleri göz alıcı bir türbe bulunmakta. Kesin olmamakla beraber II. İshak Paşa için yapıldığı düşünülmekte ancak günümüzde içinde iskelet bulunmamakta.

Avluda sarayın iki katı yüksekliğindeki caminin dışı görünmekte. Kübik bir kütlenin üzerine, soğana benzer bir kubbe kondurulmuş. Klasik Osmanlı camilerinde olduğu gibi tek minareli caminin minaresinde iki renkli taş işçiliği görülmekte. Kubbenin yanlarında yürüyüşe uygun boşluklar ve gözetleme kulesi olarak da kullanıldığı düşünülen kuleler bulunmakta. Camiye selamlık bölümünden geçilmekte.

Selamlık bölümünde bir divan (mabeyn) salonu ve diğer selamlık odaları bulunmakta.

İkinci avludan sarayın diğer bölümlerine geçişi sağlayan taç kapı yine motiflerle bezenmiş.

Sarayın içinde cumbalı odanın penceresinin cumbasını taşıyan konsollara ilginç tasarımlı ahşap bir kompozisyon yaratılmış. İnsan, aslan ve kartal üst üste yerleştirilmiş. İnsanın İshak Paşa’yı, aslanın gücü ve en üstteki kartalın yüceliği ve egemenliği sembolize ettiği düşünülmektedir.

Sarayın harem odaları L şeklinde koridor boyunca  sıralanmış. Haremin tam ortasında yer alan salon da Lale devrinin özelliğini yansıtmakta. Bu salon eğlence ve toplantı salonu olarak düzenlenmiş çok süslü. Bir yanda duvarlarda ayetler, hadisler, bir yanda İshak Paşa’yı öven şiirler ve barok tarzı süslemeler dikkat çekmekte.

Sarayda yine Selçuklu kümbetlerini andırır şekilde kare planlı bir mutfak bulunmakta. Harem bölümünde ayrıca Bayezıd Ovası’na bakan özel manzaralı bir tuvalet de günümüze ulaşmış. Ayrıca hamam da görülebilir sarayda.

Sarayı 25 yıl önce gezmiştim, taş sarayın etkileyici görüntüsü hafızama kazınmıştı. Bu aradaki yıllarda saray restorasyonlar geçirmiş. İshakpaşa Sarayı restorasyon öyküsüne değinmeden geçmeyelim.

İshak Paşa Sarayı Restorasyon Öyküsü

Saray aslında çok eski tarihli sayılmaz. Taş ağırlıklı saray sadece 238 yıl önce yapılmış. Osmanlının son döneminde Rusların bölgeyi işgali ile saray karargah olarak kullanılmış, Ruslar dönerken saraydan önemli çok şeyi yanlarında götürmüşler. Sarayın altın kapısı da Moskova Müzesi’nde sergilenmekte günümüzde. 

Sarayın restorasyonuna 1958 yılında başlanmış. Yani 60 yıldan daha fazla süredir restorasyon yapılmakta. Ancak 2005 yılında, yıllarca yapılan restorasyonların yanlış olduğu ve saraya, yapıya zarar verildiği belirtilerek yeniden restorasyona başlanmış.

2005 yılında bir inşaat firmasına restorasyon ve çevre düzenlemesi yaptırılmış, 2014 yılında milyonlarca lira harcanarak yapılan restorasyonda sarayın üzeri sera gibi plastik malzeme ile kaplanmış.

Yukarıdaki iki fotoğrafta restorasyon öncesi ve sonrası sarayın dışarıdan görüntüsü açıkça görülmekte, fazla söze gerek yok gibi. Tarihi saray pvc ve cam çatı ile korunmaya alınmış.

Aşağıdakiler de benim çektiğim birkaç fotoğraf…

Son Söz

İshak Paşa Sarayı Anadolu’nun Osmanlıdan kalma tek sarayı, tarihi öyküsü, mimarisi çok özel. İnsan gücünün hayallerini zorlayan özellikleri sahip. Bir şekilde yolunuzu düşürüp gidip, görmek gerek bu masal şatosundan kalanları demek kalıyor bana.

Visits: 4

Kotor Gezi Rehberi: Montenegro’da Bir Ortaçağ Kasabası

Avrupa’nın en genç ülkeleri arasındaki Montenegro’nun güzel kasabası Kotor ve Kotor Körfezi son yıllarda çok sayıda turist çeken bir bölge.

Tüm dünyadaki adı ile Montenegro, Türkçede Karadağ olarak adlandırılıyor. Sadece Türkiye, İtalyanca monte-dağ, negro-kara anlamlarının Türkçe karşılığını kullanıyor nedense. Montenegro dağlık bir ülke, İtalyanlar bir gece ülkeyi işgal için bu topraklara girerler, ülkenin dağlık olduğunu görünce karadağ anlamında Montenegro diye isim verirler. Montenegro, Yugoslavya’nın dağılması sonrası önce Sırbistan ile bir federe devlet oluşturmuş, 2006 yılında da bağımsız bir ülke olmuş. Bir bölümü Adriyatik kıyısındaki ülkenin en çok turist çeken iki şehri Budva ve Kotor. Budva deniz tatili ve hareketli gece hayatı arayanlar için cazip bir şehir. Kotor ise Kotor Körfezi’nde dağlar arasında korunaklı bir Ortaçağ kasabası.

Kotor’un tarihi şehri- Old Town, şehrin en önemli bölümünü oluşturmakla beraber, yemyeşil doğasıyla, körfez kıyısındaki çok sayıda küçük köyler de sakin ve huzurlu tatil yapmak isteyenlere çok şey vaat ediyor

Avrupa’da çok sayıda korunmuş Ortaçağ yerleşim yerleri olmakla birlikte Kotor Old Town en güzel ve iyi korunmuş Ortaçağ şehirleri arasında sayılıyor.

Balkan ülkelerinin çoğunda Osmanlı izleri karşımıza çıkarken Kotor’da tek bir Osmanlı eserine rastlamadık.  Sadece Denizcilik Müzesi’nde Barbaros Hayrettin Paşa’nın şehri kuşatmasını nasıl engellediklerini anlatan bir eser karşımıza çıktı. Bu şehri Osmanlı’ya karşı savunmak, Kotor’un övünç kaynağı olan bir durum. Osmanlı Devleti bugünkü Montenegro sınırları içinde bazı toprakları ele geçirmiş, Kotor’u da 1538 ve 1657 yıllarında iki kez kuşatmış ancak bu şehri feth edememiş. 

Kotor Adriyatik Kıyısı’nda körfez içinde, körfezin bir ucuna yerleşmiş çok korunaklı doğal bir liman. Diğer yandan deniz kıyısında surları başlayan ve bir yanı dağ yamacına yaslanan surlarla çevrili kalesi bu şehri denizden gelen saldırılara karşı korumuş.

Kotor uzun yıllar Venediklilerin kontrolünde kalmış, sonrası  Avrupa’da hüküm süren imparatorluklar hakim olduğundan Balkan kültüründen çok İtalyan kültürü, Avrupa dokusu yerleşmiş şehre.

Kotor’da asıl gezilecek yerler Old Town kale içinde olsa da Kotor Körfezi çevresinde ve yakınında birçok küçük yerleşim yerleri, koylar, plajlar ve tarihi ve kutsal yerler ile Balkanlar ve Adriyatik gezilerinde mutlaka gezilecek bir yer. Kotor Montenegro’nun en turistik şehri olan Budva’ya sadece 30 km uzaklıkta. Bazı programlarda konaklamadan yarım gün gezilip geçilecek bir yer gibi düşünülebilir. Öncelikle eski şehir ve Kotor çevresi için en az 1-2 gece konaklamak uygun olacaktır.

Niçin Kotor

  • Öncelikle Türk vatandaşları için hala vizesiz bir ülke, Avrupa Birliği’ne kesin katılmadan önce Budva ve Kotor ve Adriyatik kıyıları gezilmeli.
  • Balkanların birçok ülkesinde gördüğümüz Osmanlı izleri yerine Avrupa havasını sunan bir ortam, Balkanların birçok ülkesinden farklı bir havası var.
  • Ortaçağ kalesi ve dar sokaklarında dolaşmak başka bir çağda dolaşmanın keyfini yaşatıyor. Eski şehir UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde ve çok iyi korunmuş.
  • Küçük bir kasaba, yürüyerek tüm sokaklarını dolaşmak mümkün
  • Sadece Kotor merkezi değil çevresindeki küçük tarihi yerleşim yerlerine araba ile ulaşmak kolay, asıl Kotor Körfezi’nde tekne turu ile daha geniş bir bölge de gezilebiliyor.
  • Eski şehri yarım günde dolaştıktan sonra körfez kıyısında sakin bir ortamda deniz tatili yapılabilir.
  • Kotor henüz hızlı büyüme ve rant tuzağına düşmemiş havasında. Budva bizdeki Kuşadası ve birçok tatil yerinde görülen yüksek yapılaşma ile çarpık kentleşmeye doğru yol alıyor. Kotor henüz daha doğal sahil kenti havasında.
  • Ülkede geçerli para birimi Euro, ancak hala birçok Avrupa ülkesine göre konaklama ve yeme içme daha uygun fiyatlı.
  • İstanbul’dan direk ülkenin başkenti Podgorica ve Tivat Havaalanlarına uçuş sadece 1,5 saat.

Bu arada gezi programınızda Kotor varsa mutlaka uğrayacağınız Budva için linke yazımı bırakıyorum, iki  şehri karşılaştırmak isteyebilirsiniz. Budva Bodrum, Çeşme g,b, hareketli ise Kotor’u sakin, huzurlu hangi tatil beldemize benzetirsiniz acaba. İki şehrin de Ortaçağ ve Avrupa dokusu bizden biraz farklı olsa da, deniz ve tatil kasabası havası açısından karşılaştırabiliriz.

Budva Gezi Rehberi: Montenegro’nun Miami’si

Kotor Nerede

Kotor küçük ve genç Balkan ülkesi Montenegro-Karadağ’ın Adriyatik kıyısına açılan Kotor Körfezi kıyısında 13.500 nüfuslu küçük bir sahil kasabası.

Bu arada Montenegro’nun konumundan söz etmek istersek,  bir bölümü Adriyatik kıyısında, iç kısımları dağlık küçük bir ülke. Güneydoğusunda Arnavutluk, doğusunda Kosova, kuzeydoğusunda Sırbistan, kuzeybatısında Bosna Hersek ve batıda Hırvatistan ile çevrilmiş. Komşu ülkelerin tümü eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ülkeleri.

Ulaşım

Karadağ’ın bu küçük şehrine Türkiye’den yola çıkarken büyük ihtimal daha geniş kapsamlı Adriyatik kıyıları veya Balkanlar gezinizin bir bölümünde uğramak isteyeceksiniz. Ancak son yıllarda birçok turda Adriyatik kıyısı Budva, Kotor ve Dubrovnik çok hızlı nerede ise bir günde gezilmekte. Balkanların en güzel bölgelerinden olan bu üç şehri rahat rahat gezmenizi öneriyorum. Biz 15 günlük uzun Balkan turumuzda Budva’da 2 gece, Kotor’da 1 gece Dubrovnik’te 2 gece kaldık. Bu üç şehir birbirine çok yakın. Budva Kotor arası sadece 23 km, Kotor Dubrovnik arası 91 km. Kısaca biz Budva’dan erken saatte Kotor’a ulaşınca bir gece kalmamıza rağmen 1,5 gün kullandık. Kotor’a 15 dakika uzaklıktaki Perast’ı da gezebildik.

Kotor’a Türkiye’den kendi arabamız ile ulaştık. Kuzey Makedonya Ohrid ve Arnavutluk Tiran üzerinden önce Budva sonra Kotor Montenegro’da gecelediğimiz iki yer oldu.

Ülkeye direk uçmak isteyenler için iki havaalanı bulunuyor. Başkent Podgorica’ya ve Tivat’a İstanbul’dan direk uçuş bulunuyor. Tivat Havaalanı Kotor’a 12 km uzaklıkta. Podgorica Havaalanı Kotor arası 90 km 1,5 saat sürüyor. Ancak THY Podgorica uçak bilet fiyatlarını iyi değerlendirmek gerekir. Genellikle en ucuz uçak bileti Arnavutluk Havaalanı’na bulunabildiğinden Adriyatik kıyıları gezisi yapacaklar Tiran’a uçup oradan araba kiralayarak Karadağ gezisi yapabilirler her iki ülke de vizesiz olduğundan vize konusu da sorun olmayacaktır.

Kotor Kısa Tarihi

Montenegro M.Ö 168 yılında Romalılar tarafından kurulur. 1002 yılına kadar Roma ve Bizans yönetiminde kalan ülke, 1002 yılında Bulgar İmparatorluğu, 1185 yılında Sırpların yönetiminde kalır. Sırpların döneminde önemli bir ticaret limanı olur. Daha sonra Avusturya Macaristan İmparatorluğu, en uzun dönem Venedikliler tarafından yönetilir. 1797 yılında Habsburg Hanedanlığı ele geçirir bu toprakları. Osmanlı İmparatorluğu iki kez ülkeyi kuşatmış ancak topraklarına katamamış bu şehri. 1918 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun dağılması sonrası yeni kurulan  Yugoslavya’nın topraklarına katılır. Montenegro II. Dünya Savaşı sonrası Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetleri arasındaki altı cumhuriyetten biri olarak yer alır. 1992 yılında Yugoslavya’nın dağılması sonrası 2006 yılına kadar iki ülke arasında Sırbistan-Montenegro Federal Birliği oluşturulur. 2006 yılında ülkede yapılan referandum ve parlamentolarının kararı ile bağımsız bir cumhuriyet olur. 

Gezelim Görelim

Kotor gezimizin başlangıç noktası ve hem gündüz hem gece gezdiğimiz en önemli yeri Old Town. Kotor doğal korumalı, Adriyatik Denizi’nden körfez içinde bir körfezin kıyısına kurulmuş. Şehrin arkası da sarp bir dağa dayanmış. Bu dağ eteğine kurulan şehir 4,5 km uzunluğunda, 20 metre yüksekliğinde, 10 metre genişliğinde surlar ile çevrilmiş.

Bu korunaklı şehir içindeki yaşam alanları, kiliseleri, müzeleri, sarayları, daracık parke taşlı sokakları ile Ortaçağ rüzgarı estiriyor. Şehir 1979 yılında yaşanan depremde büyük hasar görmüş, ancak aynı yıl Old Town UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne alınmış ve UNESCO’nun desteği ile önemli ölçüde restorasyon geçirmiş.

Şehre girişin üç kapısı bulunuyor.  Deniz kapısı, Kuzey ve Güney kapısı. Deniz kapısının üzerine Yugoslavya devlet başkanı Tito’nun ‘Bizim olmayanı istemeyiz, bizim olanı vermeyiz’ sözü yazılmış.  Kuzey kapısı aynı zamanda nehir kapısı, Skurda Nehri üzerinde yapılan bir köprüden geçilerek giriliyor. Tam nehirlerle sınırlanan kalelere uygun bu giriş Ortaçağ şehrinin ruhunu yansıtıyor. Biz de köprüden geçerek Kuzey kapısından girdik.

Şehrin içinde görülecek çok yer var ancak harita ile dolaşma ihtiyacı duymuyoruz. Sokaklarında serbestçe dolaşırken karşımıza çıkıyor çarpıcı eserler. Yine de önemli binaları tek tek yazalım ki, tarihi önemini, ruhunu da anlayalım bu güzel şehrin.

Kotor Old Town küçük ve kompakt, ancak içinde meydanlar, kiliseler, saraylar, müzeler, restoranlar, sevimli kafeler, hediyelik eşya dükkanları, oteller ve evler ile çok renkli.

Saat Kulesi

Kotor’un en büyük kapısı Deniz Kapısı 16.yy’da yapılmış. Kapının açıldığı meydan Square  of Arms- Ordu Meydanı’nda tam karşıda saat kulesi karşılıyor ziyaretçileri. 17.yy’da Barok ve Gotik stilin bir arada kullanıldığı kulenin önünde utanç sütunu bulunmakta. Şehrin içine suçlular için hapishane yapılmamış, Ortaçağ’da suç işleyen kişiler burada halka teşhir edilmekteymiş.

Saint Tryphon Katedrali

Kotor’un en önemli eserlerinden biri Saint Tryphon Katedrali Montenegro’daki iki Roman Katolik kilisesinden biri. Şehrin koruyucusu Aziz Tryphon’a atfen yapılan kilise Kotor’un en büyük ve en süslü kilisesi. Kilise 1166 yılında yapılmış ve Anadolu’da yaşamış Aziz Tryphon’un kemikleri İstanbul’dan getirilmiş ve kilisede gümüş bir tabut içinde korunmakta. İçindeki 14.yy’dan freskolar, altın ve gümüş kutsal objeleri ile zengin bir kilise. Kilise saat 9.00-18.00 arası açık. Kilisenin müzesini gezmek 3 Euro, kulelerin balkonlarından da şehre daha yüksekten bakabilirsiniz.

St. Lukas Kilisesi

St. Lukas Kilisesi eski taş görüntüsü ile dikkatinizi çekecektir. Bu kilise de 1195 yılında yapılmış, yapıldığı tarihte Ortodoks mu Katolik kilise mi olduğu konusunda kesin bilgi bulunmamakta, işin güzeli günümüzde iki gruba da hizmet vermektedir.

Eski şehirde bu iki kiliseyi özel olarak belirttik, küçüklü, büyüklü daha çok kilise var, St. Nicolas, The Serbian Ortodoks, Sveti Nicola ve St. Ana Church gibi. Ancak fotolarını eklesem de diğer kiliseleri tek tek gezmek sizin kararınız, daha göreceğimiz başka yerler var değil mi?

Gelelim bu küçük şehirde iki ilginç müzeye. Denizcilik Müzesi ve Kedi Müzesi

Denizcilik Müzesi

Kotor doğal olarak bir denizci kenti. Denizci Venediklerin uzun süre hakimiyetinde kalmış, ayrıca hem ticaret hem de denizden gelen saldırılara karşı korunmak için denizcilikte de güçlü olmak zorundalar. O zaman bu önemli müze de ziyaret edilmeli.

Müzenin eserleri  Grgurina ailesinin 18. yy’da yapılan Barok stili sarayında sergileniyor. Giriş ücreti 4 Euro, ücretsiz kulaklık ile gezilebiliyor. 

Daha ilk girişte Türklerin işgalini ve Kotor’u alamamasını gösteren tablo dikkat çekici. Ayrıca kulaklıkta Adriyatik ve Akdeniz’de sık sık Osmanlı korsanlara ve Türklere karşı savunmalarını  da dinledik.

Müze üç katlı ancak küçük bir müze. Gemi resimleri, maketleri, gemicilikte kullanılan malzemeler, ünlü kaptanların resimleri, gemi mobilyaları ile güzel düzenlenmiş müze. Müze gezmek yerine Old Town sokaklarında gezmek veya kafede oturmak aklınızda kalabilir, ancak çok zaman almayan bir müze. Tercih sizin müze gezmem diyebilirsiniz ben yine de yarım saat ayırabilirsiniz diye önerebilirim.

Kedi Müzesi

Türkiye’de Van’da kedi evini bu yıl görmüştüm ancak kedi müzesini ilk kez duyuyordum. Bunun nedeni de açık, dünyada ilk ve tek kedi temalı bir müze Kotor’da. Zaten Kotor’da sokaklarda birçok kedi gördük. Genellikle Avrupa sokaklarında dolaşırken sokakta kedi göremeyiz. Yıllar içinde gemilerle gelen kediler Kotor sokaklarında çoğalmışlar ve şehre renk katmışlar.

Müze dediysek küçücük bir müze, giriş ücreti sadece 1 Euro. Ağırlıklı olarak ilginç kedi resimleri, posterleri, kartpostalları, heykelleri, hediyelik eşyalardan oluşuyor. Kedi düşkünü Kontes Montreale Mantica’nın kedi resmi kolleksiyonunu bağışlaması ile başlamış müze koleksiyonu. Bu müze de sadece 15-20 dakikanızı alır.

Bu arada çok önemli bir bilgiyi paylaşmak isterim. Kotor’dan dönünce öğrendiğim çok yeni bir haberi hemen paylaşmalıyım. Evet sıkı durun, Sunay Akın’ın öncülüğü ile İstanbul’da bir Kedi Müzesi açılıyor.  Bu haberi linkten okuyabilirsiniz. İstanbul gibi kedileri ile ünlü, bu konuda belgeseller, filmler çekilen şehre bu müze çok yakışacak eminim. İstanbul Kedi Müzesi

Pima Sarayı

Old Town’da karşınıza ünlü ailelerin yaptırdığı saraylar da çıkacak. 17. yy’da Pima ailesine ait biri Pima Sarayı. Barok ve Rönesans mimarisi ile  dikkatinizi çekecektir. Sarayın alt katında ücretle gezilebilen bir sanat galerisi yer alıyordu. Sarayların bazıları otel olarak hizmet vermekte.

Surların Üzerinde Yürümek

Old Town sokaklarını doyasıya dolaştıktan sonra surların üzerinde de yürüyebilirsiniz. Hırvatistan Dubrovnik’te tarihi  surlar çok uzun tüm şehri surların üzerinde gezebilirsiniz, ancak bu surlarda gezmek için de 35 Euro ödemeniz gerekiyor. Kotor’da ise üzerinde yürünebilecek surlar çok uzun ve kesintisiz değil, bir ücret ödemek gerekmiyor ve farklı bir manzara ve hava yakalayabilirsiniz surların üzerinde.

Tarihi şehri gezdik, kafelerinde, restoranlarında oturduk, müzelerinde gezdik, surlarda yürüdük bunların hepsi gün içinde yarım gününüzü alacak ve sizleri yormayacak. Gelelim şimdi Kotor’un doyumsuz manzarasını seyredecek ve en güzel fotosunu çekeceğiniz yere.

San Giovanni Kalesi

Şehrin sırtını dayadığı St John Dağı’nın üzerinde sizi bekleyen kale. 1300 basamak merdiven tırmanıp çıkabilir miyiz bu kaleye diye değerlendirme zamanı. Basamak sayısının çokluğuna bakmayın, basamaklar yüksek olmadığı için aşırı yorucu değil ancak aşağıdan bakınca yine de sıkı bir tırmanma gerektirdiği açık.

Öncelikle çıkıp inmek için 2 saat ayırmak gerekiyor, en tepeye çıkamasanız da yolun yarısındaki ‘Our Lady of Remedy Kilisesi’nden de güzel fotolar çekebilirsiniz. Kaleye tırmanmak için 8 Euro ödeme gerekiyor. Asıl konu hangi mevsimde Kotor’a gittiğiniz belirleyecek, kaleye çıkıp çıkmama kararınızı. Kale sabah 8.00 akşam 18.00 arası açık. Sabah çok erken saatte çıkmanız uygun olacak güneş altında zorlanmamak için sıcak yaz günlerinde.

Soluk soluğa kalabilirsiniz ancak Kotor’un en güzel, soluk kesen fotoları da bu noktadan çekilebiliyor. Böyle bir manzara için tırmanmaya değeceği açıkça görülüyor.

Old Town’da gündüz sıcağında gezmek o kadar yormuyor. Venedikliler sokakları o kadar dar yapmışlar ki sıcak havada dolaşırken bile güneş rahatsız etmiyor.

Gelelim Old Town’un gece hayatına. Kotor merkez demek Old Town demek. Geceleri de restoranları, kafeleri, müziği ile canlı hareketli. Surlar dışında uygun fiyatlı restoranlar bulunuyor ancak bizim için gece de yemek yenecek ve dolaşılacak yer burası idi. Tüm Balkan şehirlerinde et ağırlıklı yemekler, özellikle ‘Cevabı Köfte’ den bol bol yedik. Ancak Adriyatik kıyısında üç şehirde Budva, Kotor ve Dubrovnik’te deniz ürünleri tatmalı idik. Kotor’da ünlü kilisenin yanındaki restoranlardan birinde yerel balıklarını ve kalamarını tattık. Biraz yüksek bir fiyat olduğunu belirteyim bu arada. Deniz ürünlerinizi seçerken fiyatlara biraz dikkat gerekebilir. Özellikle balıkların sadece 100 gram fiyatlarını yazdıklarını, ancak balık tartılınca rakamın katlanacağını vurgulamalıyım. Şehrin gece canlı görüntüsü de ayrı güzel geldi. Fotolardaki boş sokaklara bakmayın fotoları gece geç saatte çektiğimden daha az kişi görüyoruz, daha erken saatlerde çok canlı idi sokaklar.

Kotor’a gezisinde Kotor Körfezi civarını da gezmek gerekiyor diye yazmıştım. Biz  UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Perast’ı görmeyi seçtik. 

Perast

Küçücük bir yer ancak UNESCO Dünya Mirasları arasında bir Ortaçağ kasabası. Ulaşımı son derece kolay, Kotor’a 15 dakika uzaklıkla araçla gidebileceğiniz bir yer. Bizim programımızda Hırvatistan Dubrovnik, Kotor’dan sonraki durağımız idi.  Dubrovnik yolu üzerinde Perast. Araba ile dolaşmıyorsanız Kotor garajdan kalkan otobüsler veya Hop on Hop otobüsleri ile ulaşabilirsiniz. Asıl en keyifli ulaşım Kotor Old Town’ın karşısında limandan kalkan tekneler ile hem Perast hem de Kotor Körfezi gezisi yapmak olabilir. Perast içinde de hemen kıyıdan sık kalan teknelerle 5 Euro ödeyerek Perast’ın tam karşısındaki iki adaya gidebilirsiniz.

Perast merkezi çok uzun olmayan bir sahilden oluşuyor. Ancak bu sahile araba ile giriş yasak biz arabamızı ana yol kenarında yapılmış ceplere park ederek merdivenlerden sahile indik. Sahil bir baştan bir başa 15-20 dakikada yürünebiliyor.

Perast’ta yerleşim Nelotik döneme kadar uzanmakta.  1420-1797 yılları arasında Venediklilerin hakim olduğu dönemde en parlak dönemini yaşamış. Bu dönemde şehir çok büyümüş, 20 saray, 18 kilise ve denizcilik okulu yapılmış. Körfezdeki stratejik önemi Kotor’un ve bölgenin denizden korunma zorunlukları ile denizcilik gelişmiş. Ancak Venediklerden sonra Avustralya, İtalyan ve Fransız hakimiyetinde kalmış Perast. 1945-1992 yılları arasında Yugoslavya sınırlarındaki kasaba bugün Montenegro sınırları içindedir. Ancak 18.yy’a kadar nüfusu sürekli artan kasabanın bugünkü nüfusu 400 kişi kadardır.

Sahilde Venedik mimarisi ile yapılmış ve korunmuş yapılar ve kilisesi dikkat çekiyor.

Sahildeki St. Nikola yüksek çan kulesi ile anayoldan bile görünüyor.

Perast St Nicholas kilisesi tüm haşmeti ile kıyıda yükseliyor. Dini öneminin yanı sıra tarihi Perast’ın da zenginliğini yansıtıyor. Kilise 1616 yılında yapılmış ancak daha önce aynı yerde başka bir kilise bulunuyormuş Ana girişin tam karşısında eski kilisenin bir bölümü de görülüyor. Kiliseye giriş ücretsiz ancak içerisi müzeye dönüştürülmüş, kıymetli eserleri gezmek için 1 Euro ödemek gerekiyor. Ayrıca 55 metrelik çan kulesine 1 Euro ödeyerek çıkabilirsiniz. Çan kulesine tırmanabilirseniz Perast’ın tam karşısında iki önemli adası ve tüm Perast’ın en güzel manzarasını seyredebilirsiniz.

Perast’ın iki küçük adasını da kilisenin önünden binebileceğiniz tekneler ile görebilirsiniz; Our Lady of Rocks Adası ve  St George. Our Lady of Rocks adası suni bir ada efsaneye göre denizcilerden biri bir kaya koyar oraya, sonrası her denizden dönen denizci oraya taş koyar böylece bir ada oluşur. Bugün o adanın üzerinde bir de kilise bulunmakta. St.George Adası’nda 12.yy’da yapılmış bir manastır bulunmakta, ancak ada ziyarete açık değil.

Perast, bizim gibi 2-3 saat hem sahilde hem de merdivenler arasındaki evler arasında dolaşıp, kıyıdaki sakin restoran ve kafelerde bir şeyler atıştırıp manzaranın keyfini çıkartacağınız bir yer olarak hafızalarınıza yerleştirebilirsiniz. Diğer yandan bir iki gün sessiz, sakin deniz tatili yapıp kıyıdaki restoranlarında deniz ürünleri yiyebileceğiniz bir yer olabilir. Kıyıda tarihi binalarda butik otellerde gecelemek güzel olabilir. Denizi kumluk değil, iskelelerden girilebiliyor ancak pırıl pırıl bir denizde yüzebilirsiniz.

Son Söz

Balkanlar farklı ve renkli bir coğrafya. Sadece tek bir tur ile tüm Balkanlar gezilemez. Biz kendi rotamızda Balkanları dört ayrı bölgeye ayırdık. Üçüncü Balkanlar gezimizde hedef Adriyatik kıyıları idi. Balkanların Adriyatik kıyıları iki ülke ve üç ana şehirden oluşuyor. Bu kıyılar son yıllarında Avrupalılar için popüler deniz tatili yapılacak yerler arasına girdi. Artık bu kıyılar İspanya, İtalya ve Yunanistan sahillerine alternatif yerler arasında. Biz Türkler için de vizesiz hem deniz hem tarih turu yapacağımız Balkan ülkeleri arasında. Balkan turu veya deniz tatili yapacaklar için görülmesi gereken bir sahil kasabası Kotor. Hem Balkanlar, hem deniz tatili, hem Avrupa havası ve ekonomik tatil için programlarımıza eklenecek bir yer.

Biz gezdik, gördük, çok sevdik, yine gider miyiz, gideriz, gezeriz.

Visits: 15

İasos Antik Kenti ve Kıyıkışlacık Köyü Gezi Rehberi: Tarih ve Huzur Elele

Kıyıkışlacık Köyü, İasos Antik Kenti bir arada, tarih, deniz, ve huzurlu yer arayanlara yeni bir adres, rehber olalım bu yazı ile. Türkiye’nin en popüler tatil şehirlerinden Muğla’nın az bilinen, sevimli balıkçı köyü bugünkü adı ile Kıyıkışlacık.

Yakın bölgede Bodrum, Didim, Akbük civarında geçirdiğiniz bir yaz tatilinde günübirlik bir kaçamak yapabilirsiniz, ya da Türkiye’nin en güzel manzaralı köyleri arasında sayılabilecek yerde birkaç gün deniz güneş tatili ile dinlenebilirsiniz. Öyle bir köy ki hem az bilinir diyoruz, hem de çoktan keşfedilmiş ve en güzel manzaralı yerlerine çok sayıda yazlık evler kondurulmuş. Uzun dönemde bu güzel toprakların Bodrum kadar kalabalıklaşmayıp, doğallığını koruyabilmesini umut ediyoruz.

Bu güzel köyün, hala çok fazla bilinilirliği olmamasının bir nedeni de köye ulaşmak için 20 km kadar dar bir orman yolunda ilerlenmesi. Bu yol iyi ki geniş ve çok şeritli değil diyor gönlüm, böylece köy biraz gözlerden uzak kalabiliyor.

Niçin Kıyıkışlacık
  • Çok geniş bir sahil bandında gizli koylar ve farklı, göz alıcı deniz manzarası
  • 3000 yıllık geçmişe sahip Antik İasos Kenti kalıntıları ile tarihe yolculuk.
  • Balıkçı köyü, her zaman taze balık ve mavi yengeç bulabilirsiniz, hatta günlük teknelerle balık tutmaya da çıkabilirsiniz.
  • Bir yanda kıyıya kadar uzanan zeytin ağaçları, diğer yanda masmavi deniz, yeşil ve mavi el ele vermiş.
  • Yakın turistik yerler Bodrum, Didim, Akbük ile kıyaslandığında hala sessizlik, sakinlik, doğallık bulabileceğiniz topraklar.
  • Konumu nedeniyle, güneşin ve ayın denizden hem doğuşunun hem  batışının muhteşem görüntülerini  izleyebilirsiniz. 

Kıyıkışlacık benim de adını duymadığım, görülecek yerler listeme girmemiş idi; ta ki orada yazlık alıp yerleşen arkadaşım Ayşe’nin  gezgin olarak mutlaka görmem gerektiğini belirterek, beni özel olarak davet etmesine kadar. Gezelim görelim diye çıktık yola ve gerçekten de özel bir köy olduğunu görmüş oldum.

Ulaşım

Kıyıkışlacık Güllük Körfezi’nde, Milas’a bağlı Güllük beldesinin tam karşısında yer almaktadır. Milas-Bodrum Havaalanı’na 26 km. Bodrum’a yaklaşık 80 km, Milas’a 26 km, Didim’e 47 km, Akbük’e 28 km uzaklıkta. Bodrum Milas arasındaki ana yoldan İasos tabelasından sonra 18 km ormanlık yolda biraz tırmanıyoruz. Yol çok geniş olmasa da ormanlık yol keyifli bir yolculuk sağlıyor. Toplu ulaşım aracı olarak Milas merkezden dolmuşlarla ulaşım mümkün. Günübirlik, sadece köy merkezinde denize girmeden sahilde oturup İasos’un tarihi kalıntılarının bir bölümünü gezmek isterseniz dolmuş ile gidip dönülebilir. Ancak bu kadar yol gitmişken güzel manzaralı sahil bandında dolaşıp, Zeytinlikuyu Plajı’nda da denize girmek isterseniz özel araba ile gitmenizi öneririm.

Gezelim Görelim

Tarihi Iasos kalıntılarından bir yalnız kule köye girmeden  yol kenarında karşılıyor ziyaretçileri. Bu kule aslında Roma mezar anıtı, ancak saat kulesine benzediği için halk bu isimle adlandırmış.

Yola devam edip deniz kenarına ulaşınca köyün merkezine ulaşıyoruz. Köyün merkezi aslında küçük bir körfez, antik liman. Limanın ağzında Ortaçağ’dan kalma mendirek kule sular içinde görünüyor.

Yakın tarihte 19.yy’da asıl geçim kaynağı balıkçılık ve zeytincilik olan bir Rum köyü imiş Kıyıkışlacık. 

Köy merkezine ulaşınca arabamızı park ediyoruz. Küçük koyda çok sayıda balıkçı tekneleri yer alıyor. Birkaç balık restoran, kıyıda kısa bir yürüyüş alanı ve birkaç kafe bulunuyor.  Küçük bir balıkçı köyü havasını hissetmek için en güzel yer burası. Köye ulaşmanın keyfi ile önce bu kıyıda, çay, kahve molası ile geziye hazırlık yapabilirsiniz. Kıyıkışlacık bir köy ancak birden çok yüzü var ve gözünüzü gönlünüzü açacak çok farklı görüntüler sizi bekliyor.

Bu ilk molada balıkçı teknelerinin yanında doğal bir balıkçı barınağında, sakinlik içinde iyot kokusunu ciğerlerinize çekip, hemen karşınızdaki yarımadada uzanan tarihi kalıntıları görebilirsiniz. Bu kısa moladan sonra karşıya Iasos kent alanına yürüyoruz.

İasos Antik Kent alanında yerleşim MÖ 3000 yıllarına dayanmakta. Kent önceleri bir ada üzerine kurulmuş iken sonra alüvyonlarla deniz dolmuş, bugün yarımada haline dönmüş. Bu topraklarda Argoslular, Karyalılar, Helenler, Romalılar izlerini bırakmışlar.

Kıyıda zeytin ağaçlarının arasından şehrin agorasına kemerli bir kapıdan giriliyor. Girişte bir ücret ödenmiyor. Kapının karşısında agora, sağ tarafta da bouleuterion (meclis binası) yer alıyor. Tiyatro görünüşündeki meclis binası yarımadanın en iyi konumda kalmış yapısı. Bu yarımadaya girdikten sonra isterseniz içeriden ilerleyebilirsiniz. Yarımadanın üstlerinde surlar ve diğer kalıntılara ulaşabilirsiniz. İsterseniz deniz kenarından limanın çıkışına doğru denizin ortasında görünen kuleye ilerleyebilirsiniz sonra yukarıya doğru tırmanabilirsiniz.

Yarımadada görülecek önemli yerlerden biri Mozaikli ev. Mozaikli evin çevresi kapatılmış, üzerine de çatı yapılmış. Mozaiklerin de üstü, korumak amaçlı olsa gerek kapatılmış idi, ortaya çıkan mozaikleri görme şansımız olmadı. Bu bölgede ayrıca tiyatro bulunmakta imiş, ancak tiyatronun taşları taşınmış, başka binalarda kullanılmış günümüze bir şey kalmamış.

Mozaik evinin de olduğu tepeden liman girişinde, bugün sular içinde kalmış mendirek kulesi ile harika bir görüntü sunuluyor.

İasos şehrinden kalanların hepsi bu yarımada ile sınırlı değil. Bir bölge daha var ziyaret edilecek. Agora kapısının deniz yönü tarafına değil kara yönüne doğru ilerleyip tabelaları takip edebilirsiniz. Sadece 300 metre ileride 5 dakika yürüme mesafesinde yeni yerimiz.

İasos Balık Pazarı Müzesi, adı yanlış bir değerlendirme ile Balık Pazarı olarak kalmış. 1920 yılında burayı ziyaret eden ünlü Katalan mimar Gaudi yapının büyük olması nedeniyle burasının balık pazarı olabileceğini söylemiş.  Aslında burası bir anıt mezar. Dörtgen alanın ortasında bir mezar çevresinde kemerli revaklı bölüm bulunmakta. Türk-İtalyan işbirliği ile restore edilen alan, 1995 yılında Açık Hava Müzesi olarak ziyarete açılmış. Revaklı bölümde İasos Kenti kazılarından çıkan heykeller ve toprak eserler sergilenmekte. Müze içindeki anıt mezar M.S 2. yüzyıla tarihlenmekte. Bu tarihi köydeki küçük ancak etkileyici müze görülmeye değer.

İasos ile daha detaylı bilgi için: İasos Antik Kenti

Antik şehir gezisi sonrası, Kıyıkışlacık’ta yüzmek isteyenler için köyün içinde denize girilemediğini belirtelim. Bu nedenle biraz köyün merkezinden uzaklaşmamız gerekiyor. Köyün çok geniş bir sahil bandı var, ancak her yer denize girmeye uygun değil. Kıyı boyunca bazı yazlık sitelerin önünde güzel sahiller görebilirsiniz.

Kıyıkışlacık’ta deniz, güneş keyfi yapacağınız yer Zeytinlikuyu Plajı. Zeytinlikuyu plajı temiz, kumluk ve sığ denizi ile tercih edilen bir yer. Yazın oldukça kalabalık olmasına rağmen yine de huzurlu bir yerde olduğunuzu  hissettirecek. Zeytinlikuyu’da köye göre deniz kıyısında daha çok sayıda pansiyon ve küçük sevimli oteller bulabilirsin.

Kıyıkışlacık Milas ve Bodrum’a yakın ancak Milas’tan kalkan dolmuşlar dışında ulaşım araçlarının olmaması ve 20 km kadar dağ yolundan gidilmesi nedeni ile uzun süre sakinliğini korumuş. Belli bir süre imarlaşmaya da izin verilmemiş. Ancak bu güzel bölge yazlıkçıların ilgisinden kaçamamış. Çok sayıda kooperatif evleri ile oldukça yapılaşmış ve yapılaşmaya devam ediyor, çok yatak kapasiteli oteller de yapılmış. Ayrıca bir marina bulunmakta bölgede.

Özellikle akşam üzeri köyden Zeytinlikuyu tarafına araba ile giderken körfezin görüntüsü doyulmaz. Ayrıca güneş batışını tam batıya bakan, en güzel güneş batışının izlendiği bir yazlık sitede izledik. Güneş batışı, doğuşu ve mehtap görüntülerini yazı ile anlatmak zor,  fotoğraflardan fazla söze gerek kalmadığı açıkça görülüyor.

Köyün içi son derece küçük zeytin ağaçları ve az sayıda evden oluşmakta. Tam bizim olduğumuz hafta köy örgütlenmiş ve gönüllü sanatçılar evlerin, ortak alanların duvarlarını boyamaya başlamışlardı. Küçük köye sıcak bir hava veriyor bu güzel boyamalar.

Kıyıkışlacık köy halkı ve yazlıkçılar bu sakin topraklarda huzurla yaşarken, son yıllarda huzurlarını bozan konu ise bu güzel yurda bir maden işletmesinin yük iskelesi yapma girişimleri. Yani cennet gibi doğa, 3000 yıllık tarih, deniz, balığı bol kıyıları ile halkı balıkçılıkla geçiniyor, insanları mutlu demeye korkar olduk. Bir maden şirketinin yatırımını destekleyerek, tüm bölgeyi neden bozmak isteriz anlaşılamaz. Köy sakinleri ve sivil toplum örgütleri mutsuz seslerini, itirazlarını duyurmaya çalışıyorlar.

Yeme İçme

Kıyıkışlacık’ta ne yenir ne içilir derseniz. Kıyıkışlacık tam bir balıkçı kasabası olduğuna göre şüphesiz deniz ürünleri olacak cevabımız. Aslında Kıyıkışlacık’ta kendi balığınızı kendiniz tutabilirsiniz. Bol balık nüfusu bulunuyor denizde. Bu nedenle kıyıdaki balıkçı tekneleri balık avlama turları düzenliyorlar. Sabah erken yola çıkıp gün boyu denizde balık tutabilirsiniz.

Balık tutmak bana göre değil, ben tutulmuş, temizlenmiş balıkları soframa isterim derseniz kıyıda birden çok balıkçı restoran bulunuyor. Çoğu aile işletmesi, balık pazarlığınızı yapmak size kalmış. Bunların içinde en ünlüsü, eskisi ve büyüğü Ceyar Restoran. Yıllar önce bu restoranı açan baba o zamanın Amerikan dizisi Dallasın ünlü karakteri JR’a benzetilince restoranına da bu adı vermiş. Restoran hakkında olumlu, olumsuz yorumlar bulunmakla beraber biz denemek istedik. Öncelikle yeri güzel, geniş bir alan ve meze çeşitleri zengin idi. Biz özellikle mavi yengeç denemek istedik. Bölgeye özgü, her yerde deneyemeyeceğimiz bir deniz ürünü mavi yengeç. Tane hesabı satılıyor, fiyatı da bir tabak meze fiyatında idi. Deniz kıyısında, İasos kentine karşı güneşi batırıp, lezzetli ürünleri yemek de güzel gidiyor köyde. Bu arada balık tercihi olmayanlar için kıyıda sıcak soğuk içecekler yanında, Ceyar Restoran’ın tam arkasında Kahve Koyu Kafede beklentinizin ötesinde kahve çeşitleri ve ev yapımı taze kekler, pastalar bulabilirsiniz.

Son Söz

Küçük balıkçı köyü diye çıktık yola, ancak Kıyıkışlacık, gözümüze, gönlümüze, ruhumuza iyi geldi. Türkiye’nin en güzel deniz manzaralı köylerinden biri Kıyıkışlacık. 3000 yıllık tarihinden bu güne kalanlar da deniz manzarasının ötesinde zenginlik katmış köye. İasos ve Kıyıkışlacık gezginlerin ziyaretini hak ediyor.

Bu arada Kıyıkışlacık tatilimiz sonrası İzmir dönüş yolumuz üzerinde Bafa Gölü kıyısında Kapıkırı Köyü’ne uğradık. Orası da tarihi Herakleia Antik Kenti üzerine kurulmuş. Harika Bafa Gölü manzarası ve tarih bir arada. Ancak Kıyıkışlacık ve Kapıkırı birbirinden çok farklı.

Bu rota da ilginizi çekebilir. Bafa Gölü: Herakleia Antik Kenti – Kapıkırı Köyü Gezi Rehberi

Visits: 17