ANA SAYFA Blog Sayfa 3

Saraybosna Gezi Rehberi: Kültürlerin Buluştuğu Kadim Kent

Saraybosna doğu ve batının, değişik milletlerin, dinlerin, kültürlerin kesişim noktası. Coğrafi konumunun yanı sıra çok kültürlü yapısı, tarihi zenginliği ile hoşgörü merkezi. Şehirde 500 yıldan fazla bir dönemin ruhunu sokaklarında hissederek dolaşabilirsiniz.

Saraybosna Balkanlarda, Bosna Hersek’in başkenti ve en büyük şehri. Sarajove Vadisi’nde Miljacka Nehri’nin iki kıyısına kurulmuş, yeşil bir şehir.  Boşnakça ve Batı dillerinde adı Sarajevo, saraj ve evo kelimelerinin birleşimi, Osmanlı’dan kalma bizim için Türkçe Saraybosna adı da saray ve ova kelimelerinden gelmektedir.

Coğrafi olarak Doğu Roma ile Batı Roma’nın sınırında konumlanmış olan Saraybosna doğal olarak Katolik ve Ortodoks nüfusu barındırmakta idi. Osmanlının bu topraklara hakim olması sonrası  Müslüman nüfus yerleştirilir bölgeye. İspanya’dan ve Portekiz’den 1492-1496 yıllarında sürülen Yahudilere Osmanlı İmparatorluğu sahip çıkar ve Yahudi nüfusun bir bölümü Saraybosna’ya yerleştirilir. Böylece daha önceki dönemlerde Hristiyan ağırlığa sahip bölge üç dinin hoşgörü içinde birlikte yaşadığı bir şehir olur ve  Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anılmaya başlanır.

Saraybosna bizim araba ile çıktığımız Balkanlar gezimizde Adriyatik kıyılarından sonra ulaştığımız son şehir idi. Çoğunluk Müslüman halkın yaşadığı, daha doğu havasında bir şehir beklerken Saraybosna oldukça şaşırttı beni. Bir yanda korunan Osmanlı eserleri ile doğu ruhu yaşatılırken, diğer yanda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yarattığı modern, Avrupai şehir güzel bir harmoni oluşturmuş. Gerçekten sokaklarda dolaşırken çok renklilik yaşanıyor. Ancak 1992-1995 arasında yaşanan savaşın ağır yaraları da sokaklarda, müzelerde, savaşın tahrip ettiği binalarda hissediliyor. Saraybosna benim için Balkan gezisinde mutlaka görülmesi gereken şehirler arasında yerini aldı.

Bu arada Saraybosna’yı görmek için çok daha fazla neden sayabiliriz.

Niçin Saraybosna;

  • Çok kültürlü bir şehir, farklı milletler, farklı dinler harmonisi.
  • Hem doğu, hem batı sentezi.
  • Tarihi, mimarisi, yemyeşil doğası ile güzel bir şehir.
  • Sıcakkanlı halkı ile hem bizim için ortak kültürlü, hem batılı.
  • Damak tadımıza uygun zengin mutfağı.
  • Türklere vize istenmeyen bir ülke.
  • Fiyatlar birçok Avrupa ülkesine göre daha uygun.
  • İstanbul’dan direk uçuş ile iki saatte ulaşılabilen bir şehir.
  • Saraybosna’dan günlük turlarla Bosna Hersek’in başta Mostar şehri ve diğer görülmesi gereken Balağay Tekkesi ve Kraviçe Şelaleri’ne gidebilirsiniz.

Bu arada yine Bosna Hersek’in diğer tarihi şehri Mostar  ve çevrede diğer görülecek yerler yazımı linkten okuyabilirsiniz.

Mostar Gezi Rehberi: Bir Köprüden Çok Daha Fazlası

Ulaşım

Saraybosna, THY’nın İstanbul Havalimanı’ndan, Pegasus Havayolları’nın Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan her gün direk uçuşu ile iki saatte ulaşılabilecek bir şehir. Saraybosna Havaalanı şehre sadece 6 km uzaklıktadır. Havaalanından şehir merkezine  birkaç şirketin otobüsü işlemekte. Havaalanı çıkışında otobüs durağını görebilirsiniz. Şehir merkezine havaalanı uzak olmadığı için taksi ile ulaşım da  bir  seçenek olarak görünüyor.

Bu arada İstanbul’dan Saraybosna’ya her gün düzenli otobüs seferleri yapılmaktadır. Otobüs yolculuğu 16 saat sürmektedir.

Bireysel gezen gezginlerin Saraybosna’nın yanı sıra  gezi programlarına yakındaki diğer şehirleri de alacaklarını düşünerek otobüs ve tren seferlerinden söz etmek uygun olacaktır.

Saraybosna’da iki şehirlerarası otobüs terminali bulunuyor. Merkez tren istasyonunun yanında yer alan ‘Autobusna Stanica’ terminalinden Dubrovnik, Zagrep, Split, Novi Pazar, Mostar’a seferler düzenleniyor. Diğer otobüs terminalinden de Karadağ, Belgrad, Podrorica’ya seferler düzenlenmekte. İşin doğrusu Saraybosna’dan başka şehirlere giderken hangi terminalin kullanılacağını önceden kontrol etmek gerekiyor. Sefer yerleri değişebilir şüphesiz.

Tren ile ulaşım da diğer ülkeler ve şehirler arasında kullanılabilecek bir seçenek. Saraybosna’dan Macaristan’ın başkenti Budapeşte, Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’e ve Mostar’a düzenli tren seferleri bulunmaktadır.

Biz Adriyatik kıyılarını gezmek amacıyla araba ile çıktığımız yolculukta Makedonya, Karadağ ve Hırvatistan sonrası güneyden Dubrovnik’ten Bosna Hersek sınırına ulaştık. Bosna Hersek’te önce Mostar’da bir gece konaklayıp sonra Saraybosna’ya geçtik. Şehir içinde gezerken arabaya ihtiyaç duymadık.

Saraybosna küçük bir şehir, yürüyerek keşfedilebiliyor şehrin tarihi ve turistik yerleri. Daha geniş bir alanı dolaşmak isterseniz tramvay veya otobüs kullanabilirsiniz. Biz tüm şehri yürüyerek dolaştıktan sonra halkın yaşadığı bölgeleri görmek için tramvaya bindik. Tramvay Başçarsı’da Sebil’in hemen önünden geçiyordu. Tramvay durağının karşısındaki büfeden biletimizi aldık.  Tramvaya binince bileti okutmak gerektiğini hatırlatalım. Aynı tramvay ile şehrin bir ucuna  kadar gidip, döndük. Havaalanı ve terminal dışında pek taksi kullanma ihtiyacınız olmayacağını söyleyebiliriz.

Konaklama

Saraybosna’da uygun fiyatlı konaklama seçenekleri bulunabilir, booking.com, agoda.com veya airbnb’den ayırtılabilir.

Biz airbnbden ayırttığımız Milk&Honey Apartment’dan memnun kaldık. Evin temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde ve zevkli döşenmesinin yanında şehrin turistik yerlerine yürüyerek ulaşmamızı sağlayan konumu  çok büyük avantaj idi.

Konaklama yerini Ferhadiye Caddesi’ne yakın yerden seçmek hem doğuyu hem batıyı gezmeyi kolaylaştırıyor.

Kısa Tarihi

Orta Çağ’da Vrhbosna Eyaleti olan Saraybosna bölgesi, 1463 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Osmanlı kendi toprakları arasında yer alan Avrupa sınırları içerisindeki en büyük Avrupa şehrine hanlar, hamamlar, camiler, köprüler ile önemli yatırımlar yapmış.

Şehir 1878 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu hakimiyetine geçmiş. Bu dönemde yapılan yatırımlar ile Saraybosna bir Avrupa şehri özelliklerini kazanmış. I. Dünya Savaşı’nın tetiklenmesinde önemli rol alan şehir, 1918-1929 yılları arasında Sırp, Hırvat, Sloven Devleti tarafından yönetilmiş. 1929-1941 Yugoslavya, 1941-1945 yılları arasında Hırvatistan kontrolünde olmuş şehir. 1945 yılında Yugoslavya Federasyonlar Birliği’nin Bosna Hersek Federasyonu’nun başkenti olmuş. Ancak Yugoslavya Federasyonu’nun 1992 yılında dağılması sonrası Saraybosna halkının bağımsızlık referandumu sonrası şehir Sırplar tarafından işgal edilir. Bu kuşatma 1996 yılına kadar sürer. Ağır roket saldırıları ile 11.000 kişi öldürülür, 50.000 kişi yaralanır, binaların büyük bir kısmı hasar görür. Ancak 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşması ile kuşatma kaldırılır. Saraybosna şehri Bosna Hersek devletinin ve Müslüman Hırvat Federasyonu’nun başkenti olarak ilan edilir.

Gezilecek Yerler

Saraybosna’ya Osmanlı toprakları arasına girdikten sonra önemli yatırımlar yapılmış. 1463 yılında bölgede Bosna Sancak beyi olan İshak bey ve oğlu İsa bey tarafından ilk Müslüman yerleşim yerleri kurulmuş. Şehirde saray, Fatih Sultan Mehmet adına Hünkar Cami, hamam, zaviye, medrese, bedesten, imaret ve köprü yaptırmışlar. 16. yy’da 1521-1541 sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey şehrin sembolü olarak ortasına külliye, şehirde ticari, dini, kültürel binalar yaptırmış. Nüfusun islamileştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Saraybosna’nın ilk kurucusu İsa Bey, ikinci kurucusu Gazi Hüsrev Paşa olarak biliniyor. Bizim de gezimizde öncelikle şehrin Osmanlı döneminden günümüze kalan ve halen kullanılan eserlerini göreceğiz.

Saraybosna’nın mimari yapısında diğer önemli dönem 1878-1918 yılları arasındaki Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemidir. Avusturya_Macaristan İmparatorluğu şehri bir yandan ticari olarak geliştirirken modern, Avrupa kültürüne uygun imar faaliyetlerine girişir. Modern yerleşim yerlerinin yanı sıra müze, tiyatro, belediye binası, mahkeme binası, demiryolları, otel, fakülte binaları yaptırılır. Şehir elektriğe bu dönemde kavuşmuş, yeni su kanalları açılmış, refah düzeyi artan şehrin nüfusu da hızlı artış göstermiştir.

Saraybosna şehri I. Dünya Savaşı’nın başlamasının tetiklendiği şehirdir. 1914 yılında Avusturya-Macaristan Krallığı’nın veliahtı  Frans Ferdinand ve eşinin Saraybosna’yı ziyareti sırasında, arabaları Latin Köprüsü üzerinde iken silahlı saldırıya uğrarlar. Bir  Sırp teşkilatı üyesi silahla saldırır, veliaht ve eşi bu suikastta ölür. Bu saldırı sonrası Avusturya Sırbıstan’a savaş açar ve I.Dünya Savaşı başlar.

Bizim Saraybosna gezimiz iki bölümdeki eserlerin çoğunu kapsıyor. Yürüyerek hem Osmanlı hem de batı modern kesiminde tüm şehri keşfedebiliyoruz. Konaklamanızı Başçarşı civarı veya Ferhadiye Caddesi’ne çıkan sokaklarda seçerseniz ulaşım çok kolay olacaktır. Ferhadiye Caddesi çok önemli bir cadde. Caddenin bir ucu Başçarşı’ya Osmanlı tarafına çıkıyor. Caddenin diğer tarafında aynı cadde üzerinde Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi, Cami ve Sinagog görebilirsiniz. Hatta caddenin ortasında yer taşlarının üzerinde şehrin batı ve doğu yönü ve kültürlerin bileşimi vurgulanmış.

Her ne kadar şehirde şu anda Boşnak Müslüman oranı % 50’nin üzerinde olsa da Ferhadiye Caddesi üzerindeki yürüyüş ile şehrin kültürel mozaiğini ruhunuzda özümseyeceksiniz. Balkan şehirlerinin bir bölümünde 500 yıla yakın kalan Osmanlının şehre bıraktığı tarihi eserler ve bugünkü yaşamda etkileri her şehirde farklı boyutlarda orta çıkıyor. Bir karşılaştırma yaparsak, doğu batı ayrımını en keskin şekilde Üsküp’te görüyoruz. Şehrin doğu ve batısı bir köprü ile ayrılıyor. Ancak Üsküp batı tarafında son yıllarda yaptığı devasa heykeller ve modern tasarımlı binalar ile farklı bir doku yaratırken, doğu tarafına ve kalesine yatırım yapmayarak iki taraf arasında ters yönlü bir farklılığı göze sokmaya çalışıyor. Ancak Saraybosna daha estetik bir şekilde ortaya koymuş bu farklılığı. Osmanlı izlerinin olduğu şehirlerde Kavala, Prizren, Mostar gibi şehirlerde Osmanlıdan kalanlar restore edilip turizme açılmış.

Saraybosna gezimize Başçarşı’dan yani Osmanlı eserleri ile başlıyoruz.

Başçarşı

Başçarşı 15.yy’da Osmanlı dönemi ile birlikte şehrin ticaret merkezi olmuş. Saraybosna’da Başçarşı’nın yanında Franaçka Çarşısı, Sabljarkska Çarşısı, Terzijska Çarşısı gibi çarşılar bulunmakla beraber şehrin ana çarşısı Başçarşı. Tarihi çarşı Osmanlı döneminde olduğu gibi, 1878-1918 yılları arasında Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemi ve bugün de önemini ve canlılığını korumaktadır.

2015 yılı öncesi bakımsız kalan Başçarşı, Saraybosna Stari Grad Belediyesi ve Bursa Osmangazi Belediyesi’nin eşit şekilde finanse etmesi ile TİKA tarafından projelendirilerek yapılan destekler ile  yenilenmiş. Çarşı son derece bakımlı durumda. Bu arada 1.2 milyonluk Konvertible Mark civarındaki projeye Bursa ilinin bir belediyesinin kaynak ayırması çarpıcı geldi bana.

Başçarşı gezisi şehrin en hareketli bölgesinde Osmanlı eserleri ile zengin bir keşif olacak. Bedestenler, camiler, hanlar, hamamlar, çeşmeler gibi tarihi eserlerin yanında, özgün eserlerin olduğu dükkanlar, bakırcılar çarşısı, hediyelik eşyalar, otantik kafeler hep bu bölgede. Bu çarşı uzun zaman geçireceğiniz yer, alışverişlerinizin yanı sıra yöresel yemekleri tadacağınız restoranlar da bu arada. Biz öğlen yemeğinde cevabi kebabımızı burada yedik, yemek sonrası bakır cezvelerde pişirilen bol köpüklü kahvemizi otantik bir kahvede içtik. İlk günümüzde şehrin batı bölümüne geçmemize rağmen akşam yemeği için tekrar Başçarşı’ya klasik  Boşnak mutfağını tatmak için döndük.

Başçarşı Sebili

Başçarşı gezimize bölgenin semboli Sebil ile başlıyoruz. Sebil Başçarşı Meydanı’na 1753 yılında Mehmed Paşa Kukaviçe tarafında yaptırılmış, ahşap, Osmanlı tarzı bir çeşmedir. Çeşmenin çevresi Başçarşı dükkanları ile çevrilmiş. Çeşmenin başı sürekli kalabalık. Bir inanca göre bu sebilden su içenler tekrar Saraybosna’ya gelecektir.

Gazi Hüsrev Bey’in Eserleri

Saraybosna sancak beyi Gazi Hüsrev Paşa şehirde ciddi imar işleri yaptırmıştır. Sancak beyi 1537 yılında bir medrese yaptırmış ve o dönemden bugüne bu medresede eğitim kesintisiz sürmüş. Yugoslavya lideri Tito döneminde ve savaş dönemlerinde de burada İslami eğitimine izin verilmiş.

Gazi Hüsrev Vakfı eli ile yönetilen bir kompleksin içinde Gazi Hüsrev Bey Cami, Gazi Hüsrev Bey Müzesi, Gazi Hüsrev Bey Medresesi, Zaviyesi, Çeşmesi ve Hamamı bulunmakta. Caminin bahçesinde kendi türbesi de yer almaktadır.  Sadece bu dini yapılar değil ticari amaçlı Gazi Hüsrev Bey Bedesteni de yapılmıştır. Bu kompleksin yaşamın her alanında yer aldığı görülmekte. Caminin bahçesinde Gazi Hüsrev Bey’in türbesi de bulunuyor. Bu binalardan müze, cami ve Abdülaziz sergisini gezmek ücretlidir.

Saraybosna Saat Kulesi

Caminin hemen yanında yer alan saat kulesi ülkenin ulusal anıtları arasında sayılmaktadır. Yine Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılan saat kulesi 30 metre yüksekliği ile ülkenin en uzun saat kulesidir. Saatin asıl özelliği güneş saatine göre değil 29,5 günlük ay saatine göre ayarlanmakta olmasıdır. Saat tam güneş batarken akşam namazı saatinde 12’yi gösterir. Asıl olarak ezan saatlerini göstermektedir.  Ancak saatin her hafta ayarlanması gerekmektedir. Bu saat dünyada kamuya ait tek ay saatidir.

Taşlıhan

Yine Gazi Hüsrev Bey döneminde 1543 yılında yapılan bir kervansaray bedestenin yanında yer alıyor. Saraybosna’nın en eski taş kervansarayı. Ancak bina yıkılmış, gezilecek bir yeri kalmamış.  Sadece duvarlarının bir bölümü görülebiliyor.

Morica Han

Morica Han 1551 yılında yapılmış 300 yolcu ve 70 hayvan alabilecek kapasitede ve bugün Saraybosna’daki ayakta kalan tek kervansaraydır. Bu han da Gazi Hüsrev Bey Vakfı tarafından yönetilmektedir. Şu anda hanın içinde kafelerde oturabilir veya hediyelik eşya dükkanları ve halıcılardan alışveriş yapabilirsiniz.

Brusa Bezistan Müzesi

Başçarşı sokaklarında dolaşırken tarihi binada karşımıza çıktı müze. İki katlı küçük müze Saraybosna’da antik dönemden başlayarak Saraybosna tarihini anlatıyor. Girişte şehrin Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na geçmeden önceki dönemde şehrin maketi sergilenmekte. Müze 1551 yılında yapılmış Brusa Bezistan’da yer alıyor. İsimdeki Brusa adı Bursa ilinden gelmekte. Bezistanda Bursa’dan gelen ipekler satıldığı için bu isim verilmiş. Başçarşı gezisinde karşınıza çıkan müzeyi gezmek çok zamanınızı almayacak, gezmenizi öneririm. Giriş ücreti çok yüksek sayılmaz.

Hünkar Cami

Osmanlı eserlerini gezmeye Başçarşı’dan çıkıp, nehrin karşı tarafına geçerek devam ediyoruz. Nehrin karşı tarafında Saraybosna’nın kurucularından İsa Bey’in 1457 yılında Fatih Sultan adına yaptırdığı Hünkar Cami, Bosna’nın fethinden sonra Saraybosna’da yapılan ilk camidir. Şehre gelen müslümanlar da cami etrafındaki mahalleye yerleştirilmişlerdir. Cami ilk yapıldığında ahşap ve daha küçük yapılmış. 1480 yılında çıkan yangında hasar gören cami Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan restorasyon ile bugünkü haline kavuşmuş. Yine 1992-1995 yıllarında, savaş sırasında çok zarar gören camiye  Daha sonraki eklemelerle bugünkü boyutlarına ulaşmış. Türkiye Cumhuriyeti TİKA destekleri ile 2015 yılında cami onarımdan geçmiştir.

Latin Köprüsü

Hünkar Cami’sini görmek için nehrin karşı tarafına geçmiş idik. Tekrar nehrin diğer tarafına dönmek için şehrin en ünlü tarihi köprüsü Latin Köprüsü’nü kullanıyoruz.

Latin Köprüsü, şehrin tam ortasından geçen Miljacka Nehri üzerinde yapılan en eski köprülerden biri. Köprü Osmanlı döneminde, 1541 yılında tahta köprü olarak yapılmış. Daha sonra dört gözlü taş köprü olarak yenilenmiş.

Latin Köprüsü yapılış tarihinin eskiliğinden çok 19.yy’da şahne olduğu bir olay ile I. Dünya Savaşı’nın ilk fişeğinin atıldığı köprü olarak tanınıyor. Avusturya Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşi 28 Haziran 1914 yılında bu köprüde suikasta uğradı. Bu köprüde Gavrilo Princip isimli bir Sırp ateş etti Prens Ferdinand’a. Yugoslavya’nın hükümranlığı sırasında bu köprüye suikastı yapan Sırp Princip’in adı verildi. Yugoslavya dağıldıktan sonra köprü tekrar Osmanlı dönemindeki adına kavuştu.

Köprünün bitiminde Sarajevo Müzesi bulunmakta. Müzede Avusturya Macaristan dönemine ilişkin eserler fotoğraflar, belgeler yer alırken, suikasta da yer verilmiş, olayın olduğu yerde müze duvarına bir levha konmuş, kapının önünde de prensin ve eşinin içinde olduğu araba sergilenmekte.

Köprüyü geçip yine eski şehirde Ferhadiye Caddesi’ne çıkıyoruz. Bu cadde şehrin kimliğini tam anlamı ile yansıtıyor. Doğu ile batı eserleri aynı cadde üzerinde. Doğu’dan batıya doğru yürürken doğu ve batının sentezi, birleşim yeri de yer karoları üzerinde vurgulanmış. Gezimizde batı bölümüne geçerken önce savaşın hüznünü yaşayacağımız Galeri’ye uğrayalım.

Galeri 11/07/95 Srebrenica Exhibition

Srebrenica soykırımında trajik şekilde hayatlarını kaybeden 8372 kişinin anısının korunması için Bosna Hersek’te ilk açılan anma galerisidir. 12 Temmuz 2012 tarihinde açılan Tarik Samarah’ın fotoğraflarından ve soykırıma ilişkin bilgi ve belgelerden oluşan daimi sergi 300 metrekare alana kurulmuş.

Galeri Tarik Samarah’ın Srebrenica’daki toplama kamplarında ve toplu mezarlarda çektiği, belge niteliğindeki fotoğraflardan, video belgelerinden, soykırım haritasından, bugüne kadar bulunan toplu mezarların işaretlendiği haritalardan, portre ve katledilen insanların adları ve soyadları ile kurtulanların açıklamalarından oluşmaktadır.

Her bir kareye bakarken hüzünlenmemek mümkün değil gözleriniz doluyor ve fotoğraflanan insanların derin acısını yüreğinizde hissediyorsunuz. Tüm fotoğrafların tamamı siyah beyaz çekilmiş ve hüzün yüklü olduğu için sanki her bir fotoğraf karesi yapılan insanlık zulmünün sonuçlarını daha bariz görmemizi sağlıyor.

TİKA desteğiyle restore edilen gri renkli, soğuk ve hüzünlü bir bina burası. Asansöre binmek için kapıyı açtığımızda aynada kendi yüzünüzün yanı sıra Boşnakça, Türkçe ve İngilizce yazılmış o etkileyici cümle çarpıyor gözünüze: “Sen benim tanığımsın” Gezenlerin ayrılırken artık bir “tanık” olduğu, müze ve galeri karışımı bir mekan burası.

Bu özel mekana ilişkin görseller ve bilgi için galerija110795.ba/tr/ sitesi ziyaret edilebilir. Site açıklamaları mekanın kendisinde olduğu gibi Türkçe de hazırlanmış. Sergideki fotoğraflar dünyanın bir çok yerinde ziyarete açılırken henüz Türkiye’ye gelmemiş.

Srebrenitsa katliami Avrupa’da II.Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük soykırım olarak belgelenmiş ve kabul edilmiştir.

Kutsal Kalp Katedrali

Galeriden çıktıktan sonra karşımıza Saraybosna’nın sembolik eserlerinden biri Kutsal Kalp Katedrali (The Catedral of Jesus’ Sacred Heart) geliyor. 1889 yılında yapılan Saraybosna’nın en büyük katedrali bu katedral. Neo Gotik stilde yapılan katedralin iki yanında 43 metre yüksekliğinde iki saat kulesi bulunmakta.

Katedralin önünde Papa John Paul’un heykeli yer almakta. 1997 yılında savaş sonrası şehre gelerek ve barış ve hoşgörü mesajları veren Papanın adına yapılmıştır.

Ortodoks Katedrali

Gotik mimarili gösterişli Katolik Kilisesi’nden sonra Miljacha Nehri’ne doğru yönümüzü çevirdiğimizde hemen yakında barok mimarili Sırp Ortodoks Katedrali yükselmekte. Kilisenin yapımı 1874 yılında tamamlanmış. Kilise dünyanın önemli  Ortodoks merkezleri arasında sayılıyor. Kilise içinde bir müze de bulunmakta.

Sonsuz Ateş

Ebedi ateş, Bosna-Hersek’teki İkinci Dünya Savaşı’nın askeri ve sivil kurbanlarının anıtıdır. Anıt 6 Nisan 1946’da, Saraybosna’nın dört yıl süren Nazi Almanyası ve Hırvatistan’ın işgalinden kurtarılmasının ilk yıldönümünde yapılmış. Ferhadiye ve Tito Caddesi’nin birleştiği yerde görebileceğiniz bu ateşi 2011 yılında bir grup söndürmeye kalkmış ama çevredeki turistlerin gayreti sayesinde tekrar yanmış. 1946 dan günümüze hiç sönmeden yanmakta olan ateş hüzünle karışık  duygular uyandırıyor.

Anıt, özgürlüğü temsil etse de Saraybosna’nın tüm acılarını sanki içinde barındırıyor.

Saraybosna Gülleri

İsminin güller olduğuna bakmayın, Saraybosna gülleri dünyada örneği olmayan, bu  şehre özgü bir simge. Bosna savaşı sırasında şehri kuşatan Sırp ordusu şehre binlerce havan topu saldırısında bulunmuş. Tahminen şehre düşen havan topu sayısı günde 300’ü bulmaktaymış Düştüğü yerde oyuklar meydana getiren havan topları çiçek şeklinde görülmekte. Savaş sonunda, şehrin yaşadığı bu acıların unutulmaması için havan topunun yarattığı oyuklar bazı yerlerde kırmızı reçine ile doldurulmuş. Saraybosna güllerinin yaşanan kuşatmanın ve acı sonuçlarının sembolü olarak korunması gerektiği düşünülüyor.

Belediye Binası – Vijesnica Kütüphanesi

Saraybosna’da üç büyük caddesin kesiştiği yerde, mimarisi ile dikkatiniz çekecek bir bina Belediye Sarayı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde 1894 yılında yapılan, Mağribi etkisi görülen bina şehir mahkemesi, meclis evi ve idari amaçlarla kullanılmış. 1949 yılında Milli Kütüphane olarak açılmış. Şu anda da çeşitli etkinliklerde kullanılmaktadır.

İnat Evi

Belediye binasının hemen karşısında nehrin diğer yanında üzerinde ‘Inat Kuca’ yazan iki katlı bir binanın ilginç bir öyküsü bulunmakta. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde şehirde önemli imar faaliyetleri planlamaya başlanır. Bu arada şimdiki Belediye Binasının yerinde bir ev bulunmaktadır. Bu binanın yerine yeni bina yapılması için evin sahibinin evinden çıkması istenir. Ev sahibi birebir aynısı yapılırsa evini bırakabileceğini söyleyerek evden çıkmaya direnir. Bu durumda evin yapı malzemeleri tek tek taşınarak nehre karşı aynı ev yapılır. Bugün binada bir restoran faaliyet göstermekte ve binanın üzerinde de ‘İnat Evi’ yazmaktadır. Bizim bu restoranda oturacak zamanımız olmadı.

Yahudi Müzesi

Osmanlı döneminde Saraybosna’ya yerleşen yahudilerin yaptırdığı ilk tarihi sinagog 1581 yılında yapılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda katledileğ 12.000 Yahudinin isimleri, kişisel eşyaları ve fotoğrafları Sinagogta yer alan müzede sergilenmekte. Biz binayı dıştan görebildik, açık olmadığı için gezemedik.

1992-1995 İnsanlığa Karşı Suçlar ve Soykırım Müzesi

Saraybosna’da ziyaret edilmesi gereken müzelerden. Yaşanan savaşın etkilerini ve dramını yaşatan müzenin benzerini Mostar’da gezdiğimiz için biz bu müze yerine Galerija 11/07/95 Fotoğraf Sergisini gezmeye zaman ayırdık.

Svrzo Evi

Osmanlı dönemi konaklarına örnek olan ve yapıldığı dönem itibari ile hem Osmanlı hem de batı tarzı yaşamı bir arada gösteren ev örneği olarak gezilmesi önerilen Svrzo Evi bugün müze olarak hizmet veriyor. Biz de evi bulmak için tüm bölgeyi dolaşmamıza rağmen sanırım açık olmadığı için bulamadık bu evi.

Umut Tüneli

Saraybosna sokakların tarihten bugüne yolculuğumuz bir yanda hayranlık, diğer yanda savaşın izleri ile hüzünlü oldu. Ancak gezimizde zamanımız yetmediği için şehrin en hüzünlü yerine gidemedik. Bu en hüzünlü yer şu anda turlarla turistlere gezdirilmekte. Şehrin dışında yer alan tünelin öyküsü hem acıklı, hem bir kahramanlık öyküsü barındırıyor. Sırp kuvvetlerin işgali altındaki şehirde dış dünya ile ilişki kuramayan Bosna halkı havalimanından şehre bir tünel kazarak hem kaçış hem de malzeme ulaşımını sağlamışlardır. Bugün bu tünel müze olarak ziyarete açıktır. Müze 5 Euro ücret ile gezilebilmekte.

Yeme İçme

Yazılarımızda doğal olarak ülke mutfaklarından söz ediyoruz. Çünkü her yeni ülke farklı lezzetler sunan mutfaklarını açıyor bize.  Saraybosna’da mutfak lezzetleri hem bizden sunumlarda hem de Doğu ve Orta Avrupa mutfağından. Yani ne tatsanız size lezzetli gelecek demektir.

Balkanlar mutfağı hem bizden, hem daha renkli lezzetli sanki. Balkanlarda Osmanlı etkisi uzun süren ülkelerde olmazsa olmaz doğal olarak; cevabi ve börek. Cevabi bizim bildiğimiz köftenin yerel tatlarla doyulmaz bir lezzete ulaşmış hali diyebiliriz. Diğer lezzet börek tabi ki. Bizde de yöresel farklı börekler yapıldığı gibi Balkanların böreği de her ülkede illaki tadılacak. Bu arada Saraybosna’nın böreğinin ününün bizde de Boşnak böreği olarak bilindiğine göre bu topraklarda tatmadan olmaz. Yine bizim mutfak benzeri dolmalar, güveç yemekleri, mantı Osmanlı mutfağından tadabileceğimiz yemekler. Biz de kaldığımız üç gecede Başçarsı civarında belirli lokantalarda yemeğe çalıştık. Avrupa mutfağı denemedik. Yine kahveler bizim bildiğimiz kahve lokumla ve su ile servis yapılıyor. İçeceklere gelince Balkanların geleneksel içkisi rajika, bizim rakıdan biraz farklı. Ayrıca yerel biraları da tadılabilir.

Biz yemek ve kahvelerimizi doğu yakasında tatmayı tercih etsek de bir akşam üzeri Ferhadiye Caddesi üzerinde canlı, renkli, kalabalık, modern kafelerinde de zaman geçirmeyi tercih ettik.

Alışveriş

Şüphesiz Saraybosna’da alışveriş merkezleri bulunmakta. Ancak bir gezgin olarak AVM’lerde geçirecek zamanımız olmadı. Alışveriş keyfini bu şehirde zaten Başçarsı’da sevimli, zengin çeşitlere sahip dükkanların içinde geçirdiğimiz için yerel ürünlerden anı ve hediyelik eşyalar aldık. Yerel ürünler de bakırcılar çarşısından bakır süs eşyaları, kahve fincan takımları, lokum, kahve olabilir.

Son Söz

Biz Osmanlı izlerini takip ederek şehrin doğusunda tarihi eserleri gezip, kahvehanelerinde kahvelerimizi içip, geleneksel Boşnak yemekleri yapan restoranlarında yemekleri tattık. Şehrin batı modern yüzünde kafelerinde oturduk, sokak aralarını dolaştık. Daha sonra Osmanlı mahallelerini daha yakından görmek için sebilin karşısındaki tepeciğe doğru ilerledik . Diğer bir amaç da Svrzo Evi’ni gezmek idi. Ancak epey yol kat etmemize rağmen evi bulamadık. Yine de Osmanlı mahallesi sokak aralarında dolaşmak keyifli idi.

Bu bölgeden tekrar sebile doğru yürürken sebilin yanından geçen caddeden sevimli tramvaya bindik. Amacımız şehrin merkezi ve turistik bölgesinin dışını görmek idi. Savaşın etkilerini bize bu tramvay yolculuğu çok açık gösterdi. Başçarşı ve Ferhadiye Caddesi civarındaki tarihi yapılardaki savaşın yaraları gerek Türkiye’den aktarılan gerek başka fonlarla 18 yılda sarılmaya çalışılmış. Turizm gelirlerini arttırmak amaçlanmış. Ancak gerçekten halkın yerleşim yerleri olan birçok binanın dış yüzlerinde savaşın izleri durmakta, binalarda kurşun ve roket izleri kapatılamamış olsa da yaşam devam etmekte bu binalarda.

Savaşın gerek insanların yüzünde de, binaların üzerinde de kalan etkilerini görmek gerçekten etkiliyor insanı. Bu duyguların benzerini Mostar şehrinde de yaşamıştık. Saraybosna ve Mostar tarihi dokusu, kültürü, doğası, halkı ile  Balkan gezimizde çok özel şehirler olarak zihnimize yerleşti. Bu özelliklerine rağmen savaşın acılarının külleri henüz sönmemiş gibi geliyor insana.

Hakkari Gezi Rehberi: Hakkari Kaç Mevsim!

“…insan, memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan ama biz biliyoruz ki, bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı, orayı sevmektir.

Burayı

Seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.” böyle başlıyordu Hakkari’nin 1974 yıllarını anlatan ‘Vizontele’ filminde.

Bu yazımız, bir seyyahın gözünden, Hakkari’nin farklı coğrafyasını, tarihini, kültürünü merak edip yolu buraya düşecek gezginlere bir yol rehberi olmasını amaçlamaktadır. Son yıllarda gezi turlarında adını duyurmaya başlayan Hakkari Kürt kültürünün en yoğun yaşandığı coğrafyalardan biridir. Hakkari en uzak coğrafya olarak ifade edilir. Uzaklık görecelik kavram, neye göre kime göre! Evet ‘Batı’ için uzak bir kent olmuştur. Türkiye’nin en büyük metropol şehirlerine, başkente… bütün bunlara rağmen keşfedilmeyi bekleyen bir bakir coğrafya. Türkiye’nin en dağlık alana sahip bir şehirdir Hakkari. Ayrıca İran ve Irak’a sınır komşusu ve buna bağlı olarak da orada yaşayan akrabalarının bir kısmı bu iki ülke sınır köylerinde yaşıyorlar.

Peki Hakkari Nerede ve Nasıl Bir Coğrafya?

Doğuda Yüksekova ilçesinde yer alan Esendere sınır kapısı ile İran’a, güneyde ise Üzümlü yarı resmi kapısı ile yer Irak’a açılmaktadır. Yakın zamanda Şemdinli’ye bağlı Derecik kapısı da resmi olarak faaliyete girdi.

Hakkari’nin kuzeyinde Van’a bağlı Başkale ve Gürpınar ilçeleri, batısında ise Şırnak ilinin Beytüşşebap ilçesi yer almaktadır. Daha net bir ifadeyle Türkiye’nin güneydoğu ucunu oluşturmaktadır.  Hakkari’nin üç ilçesi vardır. Bunlar; Yüksekova (bugünlerde il olma durumu konuşuluyor!), Şemdinli ve Çukurca. Bunun dışında daha ayrıntı vermek gerekirse 4 beldesi, 136 köyü ve 377 mezrası vardır. Denizden yüksekliği 1720 metredir.

Dağların Ülkesi Hakkari’ye Nasıl Ulaşırız?

Hakkari’ye en yakın ulaşım Yüksekova’da 2015’te hizmete açılan Selahaddin Eyyubi Havalimanıdır, bunun yanında dileyenler Van Havalimanı’nı da tercih edebilirler.

Karayoluyla Yüksekova’dan Hakkari’ye sabah saat 07:00’den akşam 18:00’ a kadar minibüsler ile ulaşım sağlanmaktadır. Hakkari-Yüksekova arası 78 km olup, yol yaklaşık 50 dakika sürmektedir.

Van Havalimanı’ndan gelecekseniz; Van-Hakkari arasında seyahat eden firmaların minibüsleri sabah 07:00’den başlayıp her saat başı araçlar hizmet vermekte ve unutmayın akşam 18:00’de son araç kalkmaktadır.

Şehirlerarası otobüs tercih edecekseniz tek bir firma Hakkari merkeze seferlerini başlatmıştır. Bunun dışında Van üzerinden aktarmalı ulaşabilirsiniz. Van-Hakkari arası 210 km yol yaklaşık 3 saat sürmektedir. Şırnak üzerinden gelmek isterseniz sabah 07:00 ve öğlen 13:00 arasında minibüsler hizmet vermektedir. Hakkari-Şırnak arası 190 km olmakla birlikte zorlu geçitlerden dolayı 4-5 saat bir yolculuk sürmektedir.

Özel aracınızla gelmek isterseniz, Muş-Tatvan veya Bitlis-Tatvan istikameti kullanılırsa, Tatvan-Gevaş güzergahı takip edilerek ulaşılır. Bu güzergahta Gürpınar ilçesi geçildikten sonra Van-Hakkari yolunun 60.km’sinde bulunan Hoşap beldesinden sonra halk arasında 32 viraj diye tabir edilen 2.744 rakımlı sarp bir Güzeldere geçidini geçmeniz gerekecektir. Burada devam eden tünel çalışmasının sona yaklaşıldığı haberleri yapılmıştı!

Gelenlerin Çok Kalmadığı Bir Kent!

Tuğba: “Yazarım sana...”

Deli Emin: “Yazma, o zaman bekliyor insan. E buraya çok az insan geliyor, çok insan gidiyor. Kalan da bekliyor ama bazen çok uzun bekliyor. Yani hani mesela zannediyorsun ki bir yoldan birisi gelecek; boş uzun bir yol… Devamlı ona bakıyorsun. Sonra kimse gelmiyor. Yazma boş ver!”

Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Vizontele-2’ filminde, hikaye böyle hüzünlü bir replikle devam ediyordu. Ama Hakkari’de günü karşılamak özellikle Sümbül Dağı’na karşı içinizde nedensiz bir enerji yükseldiğini fark edeceksiniz.

Hakkari’de Nerede Konaklarım?

Bu sorunun cevabı, hangi evin kapısını çalarsanız sizi konuk edecektir, evet yanlış duymadınız! Anadolu’nun kendi öz değerlerini taşıyan bir kenttesiniz. Turizm kenti olma yolundaki Hakkari’de konaklamak için alternatiflerimiz; Yüksekova’da 5,4,3 yıldızlı otel seçenekleri, Hakkari’de 3 yıldızlı otel seçeneği yanında öğretmenevi de hizmet vermektedir. Şemdinli ilçesinde bir otel ve öğretmenevi, Çukurca ilçesinde de bir otel ve öğretmenevi mevcuttur.

Eko Turizmi Yapacağınız Ender Yerlerden Biri!

Dağların ülkesi Hakkari Türkiye’nin en yüksek on zirvesinden altısına sahiptir. Cilo Reşko Dağı 4.156 metre, Bobek 4.080 metre yüksekliğindedir. Sümbül-Çarçelan, Cilo-Buzul, Sat-Geverok Dağları…  Hakkari coğrafyasında kaya tırmanışı, buzul tırmanışları, Zap Nehri’nde rafting ve kano, birçok dağ bisikleti rotaları olan, yamaç paraşütünün yapıldığı, 6 ay boyunca karla kaplı kayak merkezi, mağara sporları, oryantring, kampçılık, tırmanışlar, doğa yürüyüşleri gibi çeşitli aktiviteleri yapma fırsatı sunuyor. Daha ne olsun!

Hakkari Kültür Turizminde Nelerle Karşılaşırsınız?

Kente ilk geldiğinizde sizi güler yüzlü mizaçlı Hakkari (Colemerig) halkı karşılayacaktır. Kültürel değerlerini -insana verdikleri değerleri- koruyan nadir bir kenttir Hakkari. Geçmişi çok eski çağlara dayanır. Sırtını Zagros Dağı’na vermiş Hakkari’de avcı toplayıcı dönemden Neolitik döneme kadar yaşam izlerinin olduğu tespit edilmiştir. Özellikle tespit edilen mağara ya da yüksek yaylalarda o döneme ait yabani geyiklerinin çizimlerine rastlanmıştır. Bu mağara ve yaylalar araştırma açısından bakir alanlar, Urartuların da hakim olduğu coğrafyalardandır.

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış özellikle Hakkari yönetiminde söz sahibi olan Mir ailesi günümüzde onların eseri olan Bay Kalesi, Kasrı Hevgan Kalesi, Mir Kalesi, Meydan Medresesi görülmeye değerdir. Halk kendine has eski düğün geleneklerini sürdürür. İmece usulü bağ ve bostanlarda çalışan halk ile çeltik tarlalarında stranların, klamların (Kürtçe’de şarkı türleri) birlikte icra ettikleri müzikleriyle karşılaşmanız ihtimal dahilindedir.

Bu zengin coğrafyada rehberiniz eşliğinde detaylı gezebileceğinizi belirtip, bunların dışında var olan kültür değerlerini sıralarsak;

-Koçanıs Kilisesi (Nesturilerin patriklik merkezi)

-Mar Abdişo Manastırı

-Mar Şalita Manastırı

-Urartu Mezarlığı

-Kızıl Kümbet Mezarlığı

-Kelat Sarayı

-Kayme Sarayı

-Taş Köprüler

-Sidan Vadisi ve su bendi

-Kaval Şelalesi

-Helil Kilisesi

-Azizan Kilisesi

-Şemdinli Kara Kilisesi

-Orişe Kilisesi

-Çukurca Çeltik Mar Şalita Kilisesi… gibi tarihi yapılar sıralanabilir.

Hakkari’de en önemli nehirlerden biri Zap Suyu’dur. Devrimci Gençlik Köprüsü bu nehrin üstünde kurulmuştur ve hikayesini anlatmadan geçmek olmaz. İstanbul’da köprü yapılmasına karşı çıkan 68 kuşağının önde gelen gençleri, “boğaza değil, Zap’a köprü” sloganlarıyla örgütlenirler. Çünkü burayı geçmeye çalışan çoluk çocuk, havyan sürüleri ne yazık ki o dönemin şartlarında nehre kapılıp yaşamlarını yitirmişlerdir. Daha sonra bu kuşak gençleri tarafından yardım toplanır ve buraya bir köprü yaparlar. Yıllarca ‘Denizlerin Köprüsü’ olarak anılan köprü 1999 yılında havaya uçurulur. On bir yıl sonra tekrar köprü onarılır. Bununla ilgili Şemsi Belli’nin yazdığı bir şiiri Selda Bağcan’nın sesinden mutlaka dinleyin.

“gul, gurban olduğum Hökümet Baba!

Baa bir alfabe veremez miydin?

Gara dağlar kar altında galanda

Ben gülmezem

Dil bilmezem

Şavata’dan Hakkari’ye yol bilmezem

Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov?

….

Dohdor ilaç, çarşı bazar tam takiro

Gurban olam bu ne işdir hooy baboov!

Parasizo,

Çaresizo

….

Böyle devam etmekte o dönem Hakkari’sini anlatan şiir.

Hakkari bölgesinde yaylacılık hayatın büyük bir kısmını teşkil eder. Özellikle baharın gelmesiyle hayvanların doğayla buluşması yaşanır. Haziran ile birlikte artık daha yüksek rakımlı yerlerde hayvanlarını beslemek isteyenler için geçici göçerlik başlar. Bu mevsimde artık yaylalarda kıl çadırlar kurulmaya başlanır. Sonbahar başlamasına yakın hayat burada devam eder. Yarı konar göçerlik bir yaşam. Yaz ayında bu yaylalarda festivaller de yapılır, festivale katılmak istiyorsanız bizi takip etmeyi unutmayın!

Bu coğrafya kendi doğal yaşamını kendisi şekillendirir. Özellikle doğadan topladıkları bitki kabukları, bitki kökleriyle ve koyun yünleriyle ürettikleri kilimler, dünyanın öbür ucuna satılmaktadır. Aslında gittikçe bu geleneğin bitmek üzere olduğunu da üzülerek söylemek zorundayız. Nedeni çok basit, sen almazsan, ben almazsam nasıl üretecek bu eller!

Bunun yanında başka bir yerde göremeyeceğiniz yerel kıyafetli insanlar!  Bu kıyafetlerin de buraya has tarzı var. Bu geleneği sürdüren azalsa da Hakkari merkezde gezdiğinizde rahatlıkla yerel kıyafetli bölge halkına rastlayacaksınız. Kadınlarda; Kıras, Fistan, Dersuk, Desmal, Leçek, Erkeklerde; Şel, Şepik, Yelek, Şutik, Cemadani, Berguz gibi yerel Kürt kıyafetleri giysileri vardır.  

Hakkari bölgesinin kendine özgü bir yemek kültürü var. Geldiğinizde mutlaka denemeniz gereken yemekleri sıralamam gerekirse; Devin/Çorba, Kıris, Doleme, Kotildevk, Keledoş, Tırşik, Doğaba… gibi yöreye özgü tatları denemenizi öneririm.

Hakkari’yi anlatmak için sayfalarca yazsak yetmez, Ters Laleli florasıyla, ters giden halayıyla, ‘bırakmak’ fiilinin her eylemde kullanıldığı bambaşka bir kültürdür Hakkari.  Hakkari’yi gelip hissetmeniz, kente dokunmanız lazım. Burada anlatamadığımız bu kültürün detaylarını merak ediyorsanız biz sizi orada bekliyor olacağız. Son olarak Ferit Edgü romanından bir alıntı ile..

(…)

Odaya doğru ilerlediğimde, ardımdan, Pir. Köyünün yeni öğretmenisiniz, değil mi? diye sordu.

Tanrım! herkes tanıyor beni bu kentte.

Ya da herkes herkesi tanıyor.

Ben hariç.

(…)

Hakkari Her Mevsim Sizi Bekliyor!

Selanik Gezi Rehberi: Ata Memleketinden Günümüze

Selanik Yunanistan’ın Atina’dan sonra ikinci büyük, ticari olarak önemli ve turistik olarak da popüler şehirleri arasında. Selanik kuruluşundan bu yana farklı uygarlıklara, farklı milletlere, farklı dinlere yerleşim yeri olmuş. Şehir coğrafi konumu, ticaret yolları üzerindeki yeri, ticari limanı, ılıman iklimi ile her dönem diğer uygarlıkların topraklarına göz koyduğu bir şehir olduğundan, tarih boyunca çok sayıda işgale uğramış.

Ege Denizi kıyısında, karşı yakamızda yer alan Selanik, öncelikle Atamızın doğduğu, belirli dönem yaşadığı, ayak izlerini bıraktığı şehir. Ayrıca 500 yıl Osmanlının hüküm sürdüğü ve Balkan coğrafyasında en önem verdiği şehir. Osmanlı döneminde şehre Türkler yerleştirildiği gibi, 15.yy’da İspanya’dan sürülen Seferad nüfus İstanbul ve İzmir’in yanında Selanik’e yerleştirilmiş.

Selanik ruhu, havası ile bir yanda 20.yy’da yaratılmış modern bir şehir, diğer yanda Roma, Bizans, Osmanlı izleri ile tarihi bir şehir. 

Tarihi bağlarımızın kuvvetli  olduğu, ulaşımı kolay ve yakın Selanik, benim için bunca yıl öncelikle görülecek şehirlerin arasına girememiş. Nihayet araba ile çıktığımız Balkan gezimizde Selanik ilk uğrak yerimiz oldu.

Öncelikle niçin Selanik’i gezilecek yerler listemize alalım, şehirde neler bulabileceğimize bakalım, sonra detaylı dolaşalım Selanik’i.

Niçin Selanik:
  • İstanbul’dan karayolu ile Anadolu’daki birçok kentten daha yakın, havayolu ile ulaşım da kolay,
  • Atatürk’ün doğum yeri, Atatürk’ün doğduğu ev müze ev olarak ziyarete açık,
  • Tarihi şehirde Osmanlı izlerinin yanı sıra, Roma, Bizans kalıntıları arasında bir Avrupa şehrinde dolaşılıyor,
  • Ilıman iklimi, sıcakkanlı insanları, mimari  yapısı, kordonu ile İzmir’in kız kardeşi  havasında,
  • Deniz kenarında, ünlü meydanlarında bolca deniz ürünleri ve mezeler tadabileceğiniz şehir, restoranları, kafeleri ile her daim canlı, cıvıl cıvıl,
  • Selanik’te tarih, kültür ve deniz tatili bir arada yapılabilir. Ayrıca birçok Avrupa ülkesine göre daha ekonomik bir tatil olacağını söyleyebiliriz,
Ulaşım

Selanik’e ulaşım her türden kolay. İstanbul’dan THY’nın her gün düzenli uçuşu bulunmakta. Yine Aegean Airline’ın İstanbul ve İzmir’den direk uçuşları var. Atina üzerinden de uçakla veya karayolu ile kolaylıkla Selanik’e ulaşılabilir. Selanik Uluslararası Havaalanı şehrin Aristotelous Meydanı’na sadece 16 km uzaklıkta ve havaalanından meydana otobüs seferleri bulunmakta.

Özel araba ile İstanbul’dan 600 km uzaklıkta, yolculuk sınır kapısı geçişleri ile 6,5-7 saat sürmekte. Yine İzmir ve İstanbul’dan Selanik’e otobüs seferleri diğer bir ulaşım alternatifi.

Deniz yolu ile 2022 yılında İzmir Selanik arasında karşılıklı feribot seferleri başladı. Yeterli talep ile seferlerin süreklilik kazanmasını dileriz. Kısaca Selanik, hava, kara ve denizyolu ile kolay ulaşabileceğimiz bir şehir.

Selanik şehir içinde de Ano Poli (Eski Şehir) dışındaki birçok bölge rahatlıkla yürüyerek dolaşılabilir.

Kısa Tarihi

Türkçe Selanik olarak adlandırdığımız şehrin tarihi ve günümüzde kullanılan adı Thessaloniki. Makedonya Kralı Cassender M.Ö 315 yılında kurar ve eşi Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike’nin adını verir şehre. Kuruluşundan itibaren Thessalonike Makedonya’nın önemli bir liman kenti olur.

Romalılar 168 yılında işgal ettiklerinde şehre özerklik tanırlar. Şehir MS 1.yy’da Hristiyanlık için de önemli bir rol üstlenir. M.S 1185 yılında Normanlar tarafından yağmalanır, 1204 yılında Franklar hakim olur ve Latin Krallığı’nın başkenti olarak ilan edilir. 1246 yılı sonrası şehir Bizans hakimiyetine girer.

1430 yılında Osmanlı Padişahı II.Murat  döneminde  Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına katılan Selanik, 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde önemli bir ticaret merkezi olur. 1912 yılı Balkan Savaşları sonunda  Osmanlıdan ayrılır. Osmanlı döneminde şehirde Rumlar, Türkler ve Yahudiler birlikte yaşarlar. 1912 yılında en kalabalık grup Yahudi nüfusudur. 1923 yılında mübadele sonunda Türkler ve Yahudilerin bir bölümü Türkiye’ye göç ederler. Şehirde kalan Yahudiler ise daha acı bir son beklemektedir. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgalinde şehirdeki 46.000 Yahudi katledilir.  20 yy’a kadar çok kültürlü, çok dinli şehir, zaman içinde bu özelliğini kaybederek tek renge dönüşür.

1917 yılında çıkan yangında şehrin büyük bir kısmı yanar. Yangından sonra Selanik önemli mimari yapılanmaya girişir.

Beyaz Kule

Hani bazı şehirlerin simgesi her şehir fotosunda yer alır, turistler öncelikle orayı görmeye giderler ya, Selanik için Beyaz Kule işte o sembolik yapı.  Kulenin 12.yy’da yapılan Bizans savunma kulesinin yerine,  1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile yaptırıldığı, kesin olmamakla beraber mimarının Mimar Sinan olduğu söyleniyor. Kule gözetleme kulesi, garnizon ve hapishane olarak kullanılmış Osmanlı döneminde. II. Mahmut döneminde kuledeki tutukluların kılıçtan geçirilmesi sonrası Kanlı Kule olarak adlandırılmış. Kule 1912 yılında Balkan Savaşları sonrası şehir Yunanistan’a verilince özgürlük sembolü olarak beyaza boyanmış.  Kule altı katlı, 30 metre yüksekliğinde 70 metre çapında, günümüzde şehrin tarihini anlatan müze şeklinde düzenlenmiş. Asansör ile en tepesine de çıkılabiliyor, bu yükseklikten Selanik panoraması izlemek keyifli olsa gerek. Biz kule gezmeyi bir sonraki gelişimize bıraktık. Kule Pazartesi günleri dışında her gün 8.30-15.00 saatleri arasında gezilebiliyor.

Atatürk Evi

Selanik şüphesiz bizim için ayrı öneme sahip. Atamızın doğduğu evi ziyaret, gezimizin en heyecanlı bölümünü oluşturuyor. 

Şanslıyız ki Yunanistan Atamızın evini koruyup, ziyaret imkanını da sağlamış. Selanik Belediyesi özel mülk olan evi 1937 yılında satın alarak Atatürk’e hediye etmiş. Selanik Konsolosluğumuzun gözetiminde müze olarak 10 Kasım 1953 yılında hizmete açılmış. Sergilenecek eserler Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan özenle seçilmiş.

Selanik’e adım atan her Türk gibi bizim de ilk ziyaret ettiğimiz yer Atamızın doğduğu ev oldu. Atamızın sadece doğduğu ev olmasının ötesinde, 1907 yılında Selanik’te görev yapan Atamız bir süre ailesi ile bu evde yaşamış, toplantılar yapmış. Üç katlı, bakımlı evin bahçesinde bizi Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin diktiği nar ağacı karşıladı. Evin ikinci katında Atatürk’ün balmumu heykeli, annesi Zübeyde Hanım’ın bir heykeli ve Atatürk’ün bir masa başında canlandırması vardı. Sınırlı sayıda Atatürk’ün eşyaları ve duvarlarda okul karneleri ve duvarlarda Atatürk’ün hayatını anlatan yazılar vardı.

Bu evi görmekten çok mutlu olduk ancak içimizde biraz boşluk hissetmedik diyemeyeceğim. Sanki beklentimiz Atamızdan daha çok eşya bulunan, daha sıcak bir ev görmek idi. Evin son yıllarda elden geçtiğini, öncesinde daha çok eşya bulunduğu ancak eşyaların azaltılmış olduğunu duymuştum. Acaba eski hali nasıldı diye merak etmekten alamadım kendimi. Tabii ev el değiştirdiği için orijinal eşyalar olmayabilir ancak Atatürk’ü dünya üzerinde bilmeyen yok, acaba doğduğu ev sadece Selanik şehrini ve hayatını anlatan yazılardan daha farklı şekilde  düzenlenebilir miydi?

Bu arada Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Kesimoğlu’nun öncülüğünde Atatürk’ün doğduğu evin mimari olarak birebir aynısı 2018 yılında Kırklareli’de açılmıştır. Üç yıl önce orayı gezdiğimde Atatürk’ten kalan çok daha fazla objenin evde yer aldığını görmüş acaba Selanik’teki evi nasıl diye merak etmiştim. Selanik’teki Atatürk evini gören, görmeyenlere Kırklareli’deki evi ziyaret etmelerini öneririm. 

Selanik’teki evin internette restorasyonu yapan firma tarafından yapılan açıklama aşağıda görülmektedir.

Müze-ev, 2010-2013 arasında yeniden restore edildi. Bu restorasyon sırasında Atatürk’ün kişisel eşyaları ve mobilyaları ile Atatürk büstü ve anı defteri kaldırılıp Türkiye’deki başka müzelere gönderilmiştir.[5]

Kişisel eşyalarının, büstünün, anı defterinin kaldırılmasına bir açıklama bulamıyorum. En iyisi gidin, görün ve yorumunuzu yapın…

Aristotelous Meydanı

Aristotelous Meydanı şehrin tam merkezinde ve en önemli meydanı. Meydanın düzenlemesi 1917 yılında şehrin büyük yangın ile çok hasar görmesi sonrası başlar. Yunan hükümetince yakın tarihte topraklarına katılan Selanik’te Osmanlı döneminde şehirde planlı, düzenli bir yapılaşma olmadığı düşünülmekteydi. Yangın sonrası yeniden yapılan Selanik’te diğer Avrupa ülkeleri gibi büyük meydanlar ve anıtsal yapılar yapılması planlandı. Meydanın düzenlenmesi de Fransız mimar  Ernest Hebrard’a bırakıldı. Mimar Bizans ve modern Avrupa mimarisini harmanlayarak düzenledi şehir merkezini.

Meydana adını veren ünlü Yunan düşünürü Aristo’nun heykeli meydanda yer almakta, ayrıca bir köşesinde yer alan tarihi Electra Oteli binası da dikkat çekici.  Bu ünlü meydan festivaller, kutlamalar ve siyasi toplantıların da düzenlendiği, en önemli meydanı olarak görülmekte.

İskender Heykeli

Selanik

Beyaz Kule’den sonra sahil boyunda ilerken deniz kenarında şahlanan bir atın üzerinde Makedon Kral İskender’in heykelini göreceksiniz. 1973 yılında yapılan heykel, 6 metre yüksekliği ile ülkedeki en büyük heykel.

Galerius Kemeri

Galerius Kemeri M.S 4. yüzyılda Roma İmparatoru Galerius adına yaptırılmış. Antik dönemde şehrin ana giriş kapısı olarak tasarlanmış, kemerden kalanlar bugün şehrin hareketli Kamara Meydanı’nda yer alıyor. Bir cephesinde İmparator Galerius’un Pers, Mezopotamya ve Ermeni seferlerini canlandıran kabartmalar bulunmakta. 

Rotunda

Selanik

Roma İmparatoru Galerius adına 306 yılında yapımına başlanmış. Başlangıçta amaç Galerius’ün mozolesi olması imiş. Daha sonra İmparator Konstantin kiliseye çevrilmesini istemiş. Roma’daki Panteon gibi dairesel bir yapı olarak inşa edilmiş. Osmanlı döneminde camiye çevrilen yapının yanına minare eklenmiş. Rotunda’nın yanında minare ayakta durmaktadır. Selanik 1912 yılında Yunanistan topraklarına katıldıktan sonra Rotunda tekrar kiliseye çevrilmiştir. 1917 yılından sonra da müze, galeri olarak halka açılmış.

Antik Agora

Şehrin merkezinde  tarihi MÖ 1. yy Roma dönemine uzanan antik agora  kalıntıları görünmektedir. Geniş bir alanı kaplayan agorada Roma hamamı ve küçük bir tiyatro kalıntıları bulunmakta.

Galerius Sarayı

Deniz kenarında Rotunda’ya doğru ilerken Navarinou Meydanı’nda yüksek modern binaların arasında geniş bir kazı alanında Roma İmparatoru Galerius Maximianus’un, Thessoloniki’de kaldığı zamanlarda yaşadığı sarayının kalıntıları görünmekte.

Ano Poli – Eski Şehir

Selanik’in yukarı şehri, tarihi şehri Ano Poli Selanik’in farklı bölgesi. Mutlaka gezilmeli. Bu bölgede yerleşim 4. ve 5. yüzyıla kadar uzanıyor. Ano Poli’nin kuzeydoğusu Türk bölgesi olarak biliniyor. 1922 yılı sonrası bölgeye mübadele ile Türkiye’den göçen Yunan vatandaşları da yerleştirilmiş.

Bu bölgede en üst noktada Heptapyrgion Kalesi öncelikle Bizans döneminde yapılmış. Osmanlı döneminde yenilenen kuleler, 19. yy’da hapishane olarak kullanılmış. Buradaki yapılar 1989 yılına kadar hapishane olarak kullanılmış.

Şehrin en yüksek noktasında Selanik’in muhteşem manzarası seyredilebilir.

Biz bir akşam yemeğimizi de şehrin bu en yüksek bölgesinde, müzikli, çok hoş bir tavernada yedik. Daha önce giden arkadaşlarımızın önerisi ile bulduk bu tavernayı, ortam, müzik ve mezeler güzel, fiyatları da son derece makul idi.

Villa Allatini

  • Wikipedia

1800’li yılların sonlarına doğru Selanik Kalamaria bölgesinde İtalyan mimarlara büyük bahçeli, deniz manzaralı lüks villalar yaptırılır. Bunların içinde en büyüğü Villa Allatini, Charles Allatini isimli  İtalyan Yahudi bir iş adamına ait. Bu villanın bizim tarihimiz açısından önemi ise Sultan Abdülhamid Balkan Savaşları öncesi Selanik’e gönderildiğinde 3 yıl ailesi ile bu villada yaşamış olmasıdır. Abdülhamid’in bu dönemi Zülfi Livaneli’nin Kaplanın Sırtında kitabında anlatmaktadır.

Selanik Kiliseleri

Hristiyanlık tarihinde de önemli bir misyona sahip olan Selanik bir anlamda kiliseler şehri, yazımızda önemli birkaçından söz edelim.

Hagia Sophia Church

Hagia Sophia Church, Roma döneminde yapılan bir bazilikanın üzerine 7.yy’da yapılan ve Hristiyan dünyasının önemli eserleri arasında sayılan şehrin en eski kilisesi. 

1205 yılında Selanik’in katedrali olan kilise, Osmanlının şehri almasından sonra ismi korunarak Ayasofya Cami olarak değiştirildi. 1912 yılından sonra tekrar kiliseye çevrilen kutsal mekan bugün UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer almaktadır.

Panagia Chalkeon Kilisesi

Şehrin merkezindeki kilise 1028 yılında yapılmış iki katlı bir kilise. Dört sütunlu, iki kubbeli kilise kırmızı tuğlalı yapısı ile kırmızı kilise olarak adlandırılmış. Kilise Osmanlı döneminde Kazancılar Cami adı ile camiye çevrilmiştir.

Prophet Elijah Kilisesi

Selanik

Ano Poli bölgesinde ilk karşımıza çıkan kiliseden bahsetmeliyim. Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan kilise 1360-1870 yıllarında yapılan geç dönem Bizans kilisesi. Şehre hakim konumu ile şehrin panoramik manzarasını sunmakta. Bölgede Aziz Catherina Kilisesi, Başmelekler Kilisesi, Kutsal Havariler Kilisesi ve Osios David Kilisesi gibi tarihi kiliseler bulunmaktadır.

Selanik’te Osmanlı Eserleri

Selanik 500 yıl kadar Osmanlı toprakları arasında olduğundan ve Balkanlarda stratejik olarak önemli görülen bir şehir olduğundan şüphesiz mimari eserler yapıldı. Bu eserlerden bazıları eski Bizans, Venedik eserlerinin yenilenmesi, bazıları ise eski kiliselerin camilere çevrilmesi şeklinde olmuş. Bunların yanı sıra Osmanlı tarzı bedestenler, hamamlar, imaretler, çeşmeler, kamu binaları ve Osmanlı köşkleri bulunmakta. Kiliselerden çevrilen camiler çoğunlukla tekrar kiliselere veya galerilere çevrilmiş. Bazı eserler de  büyük yangından etkilenmiş, bazıları da şehrin Avrupalılaştırılması sırasında ihmal edilmiş, bakımsız kalmıştır. Belki de Osmanlı izlerini takip etmek için daha detaylı bir tur yapmak uygun olabilir. Bu yazıda dışarıdan görebildiğimiz iki özel yapıdan söz edelim; Bey Hamamı ve Hamza Bey Cami.

Bey Hamamı

Bey Hamamı Yunanistan’da inşa edilen ilk hamam ve yine aynı bölgede günümüze kalan en büyük hamam. Hamam 1444 yılında II.Murat zamanında yapılmıştır. Kadın ve erkekler için ayrı bölümleri olan hamam 1960’lara kadar hamam olarak hizmet vermiştir.

Hamza Bey Cami

Osmanlının Selanik’i fethettikten sonra ilk cami 1467 yılında yaptırılmış. Cami 20.yy’da Alkazar sineması olarak kullanıldığından Alkazar olarak tanınmakta. Hamza Bey Cami halen restorasyonda.

Selanik Yeme-İçme

Selanik’te Yunanistan anakara ve adalarında lezzetleri tam bizim damağımıza uygun. Mezelerinden tatlılarına birçoğunda isimler bile aynı. Bu durumda Yunan mutfağı mutlaka denenecek ve lezzetleri karşılaştırılacak. Selanik de gurme şehirler arasında. Tercihiniz  bir tavernada öncelikle deniz ürünleri, mezeleri ve uzosunu müzik eşliğinde yemek şeklinde olabilir. Deniz ürünleri düşkünü değilseniz Yunan kebapları Souvtaki lezzetli et yemekleri arasında. 

Selanik’in yeme içme ve eğlence açısından en hareketli bölgesi Ladadika’da çok sayıda taverna, restoran ve kafe bulabilirsiniz.  Aristo Meydanı civarı ve eski şehir Ano Poli’de manzaralı restoranlar ve kafeler seçenekleriniz arasında. Biz bir gece Ano Poli’de bir taverna denedik, çok beğendik ancak Ladadika civarında başka özel restoranlar denemediğimiz için özel olarak restoran bar önermiyorum.  

Son Söz

Selanik’te gezilecek yerler şüphesiz bu yazıdaki yerlerle sınırlı değil. Biz iki gün ayırabildiğimiz Selanik gezimizde öncelikle görülecek yerleri belirleyip planlı bir şekilde mümkün olduğunca çok yer görmeye çalıştık. Selanik’te kültür turu yapacaklar, en az iki gün daha ayırıp müzeleri, sanat galerini de programlarına alabilirler. Biz iki gece daha kalıp, merkezdeki restoranlarda kafelerde daha çok zaman geçirmek isterdik. Ayrıca Selanik İzmir gibi deniz kenarında. Şehrin merkezinde denize girilmese de yarım saatlik bir yolculuklar plajlara ulaşılabilmekte. Sadece bir saat uzaklıkta Yunanistan’ın popüler tatil yeri Halkidiki’de Ege’nin berrak sularında serinleyip, gece hayatı eğlencesini yaşayabilirsiniz.

Kaman Japon Bahçesi ve Kale Höyük Kazısı

Japonya’dan sonra en büyük Japon bahçesinin Kırşehir Kaman’da olduğunu öğrendiğimde; hem şaşırmış, hem de uçsuz bucaksız sakuraların, göz alabildiğince uzanan pembe beyaz çiçeklerinin olduğu, rüzgar çanlarının fısıltılarının duyulduğu bir bahçe gözümde canlanmıştı.

Ancak gezdiğim bahçe; bunlardan çok farklı, daha büyüleyici, göze ve ruha hitap eden neredeyse bir arınma, meditasyon alanı gibiydi. Ya da ben öyle hissettim.

Bu bahçe, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi tarafından 1993 yılında, Altes Prensi Takahito Mikasa’nın Kale höyük kazılarını başlatması anısına ve bölge halkına rekreasyon alanı yaratmak amacıyla yapılmış. Japon Bahçesi, Japonya sınırları dışında bulunan en büyük bahçe olarak biliniyor.

Mikasanomiya Anı Bahçesi; “Shakkei” tekniğinde (çevredeki doğal manzara ile bahçeyi birleştiren bir düzenleme tekniği) ve “Kaiyu” stilinde (bahçede değişik manzaraların dolaşarak gösterilmesi stili) düzenlenmiş.

Bahçede yer alan göletin etrafında oturabileceğiniz banklar var. Yeşilin değişik tonlarını, ağaçları, minik heykelleri ve gökyüzünün suya yansımasını izleyerek sanki başka bir boyuta geçtiğinizi hissediyorsunuz.

Japonya’dan getirilerek doğal dokuyu bozmadan ekilmiş ağaçlarda değişik meyveler görmeniz mümkün.

Ufak derelerin yanından, bitki sarılmış çardakların altından, değişik ağaçların adlarını okuyarak sonsuz bir yeşilliğin içinde yürüyorsunuz.

Göletin kenarında ve ağaçların arasına minik heykeller, Japon kültürüne ait semboller  yerleştirilmiş.

Alışageldiğimiz bahçe veya parklara pek benzemeyen bu alanda, farklı bir kültürün bakış açısını, doğaya saygı ve uyumunu görünce, aslında bize uzak kültürlerden öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşündüm. Sakuralar fazla yoktu ama büyülü bir yeşillik ve sizi huzura çağıran değişik bir atmosfer vardı.

Kale Höyük

Bilindiği üzere Höyükler; eski yerleşim yerlerinin zamanla, herhangi bir nedenle toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok katmanlı yerleşim yeri birikimleridir ve günümüze göre en yakını en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterirler. 

Kale Höyük; MÖ 3000 yılından bu yana yaklaşık 5000 yıllık bir yerleşim geçmişine sahip olan   Kaman’da bulunmakta.

Tepe yaklaşık 280 metre çapında olup 16 metre yükseklikte imiş. Höyükteki kazılar 1986 yılından bu yana Sachihiro Omura başkanlığında, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi ve Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü adına yapılmakta imiş. Kazılarda 4 uygarlık katı ve bu katlara ait evreler ve çok sayıda yapı katı ortaya çıkarılmış.

Yapılan kazılarda ele geçen eserlerden, Kaman ve yöresinin MÖ 3000 yılarına giden bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmakta imiş. Bu durumda MÖ 3000 yıllarında Hititler buraya yerleşmişler.

Kaman, zaman dilimlerine göre uzun yıllar Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Roma ve Bizanslılar ile Mengücekoğulları, Eratna, Karaman ve Dulkadiroğulları Beyliklerinin hakimiyetleri altında kalmış.

Kale höyük kazılarından çıkarılan ve yukarıda sözü edilen uygarlıklara ilişkin kazı buluntular, Japon bahçesinin yanındaki bir müzede sergileniyor.

Müzenin giriş kapısının iki yanında, iki Hitit aslanı size “burası benim korumamda” dercesine duruyorlar.

Müzeye girdiğinizde, isterseniz rahat koltuklarda oturup Kale höyük kazısına, müzeye ve Japon bahçesine ilişkin kısa bir tanıtım filmi izlemeniz mümkün.

Müzede dört ayrı döneme ve dört katmana ve farklı uygarlıklara ilişkin, buluntular sergileniyor.

IV katman:   M.Ö. 2300- 1900 arasındaki Eski Tunç Çağı

III katman; M.Ö. 1900- 1500 arasındaki Orta Genç Tunç Çağı

II katman; M.Ö. 1200- M.S. 300 Demir Çağı

İskansız Dönem

I katman; M.S. 1400 Osmanlı Dönemi

Tarihin çok farklı dönemlerine ait höyükten çıkarılan zarif kalıntıları görüp müzeden çıkınca, Japon bahçesine gitmek ise sizi aynı zaman diliminin farklı bir kültürüne götürüyor. Ne dersiniz zaman ve mekan boyutu belki de zihnimizin bir oyunudur…

Nepal Gezi Rehberi: Barış Ülkesi

Nepal değişik ülkeleri görmüş, yeni renkler, farklı kültürler, farklı inançlar arayanlar ve en önemlisi dünyanın en yüksek zirvelerine sahip Himalayalar’a tırmanmak isteyenler için özel bir destinasyon. Hayatında ilk kez yurt dışına çıkacaklara Nepal’i görülecek ilk ülke olarak tavsiye etmek uygun olmayabilir. Ancak gezginler için görülmesi gereken bir coğrafya.

Nepal dünyanın en az gelişmiş ve 1000 doların altında kişi başı milli geliri ile dünyanın en yoksul ülkelerinden. 1960’lı yıllarda özellikle hippilerin ilgi gösterdiği ülke, 1996-2006 yılları arasında ülkede yaşanan iç savaş nedeni ile içe kapanmış. Ancak 2008 yılından sonra krallık rejiminden cumhuriyete geçilmesi ve uygulanan politikalar nedeni ile son yılların popüler ülkeleri arasında yerini almaya başlamış.

Nepal yıllardır kendini günümüzde en az kullanılan terimler arasında olan barış ülkesi sloganı ile tanımlamış. Dünyanın en büyük iki ülkesi Çin ve Hindistan ile sınır komşusu olan, bir yanda da Tibet ve Himalaya sıradağları ile sınırlanan, üstelik denize açılmayan bir ülkenin sömürge ve işgal altında yaşamamak için bu slogan benimsemesi çok önemli.

Niçin Nepal?

Kişisel olarak Avrupa’da ve Uzakdoğu’da birçok ülkede bulunup, Hindistan’da Hindu kültürü ile tanıştıktan sonra sıraya aldığım bir ülke oldu Nepal.

Nepal gezisinden bir yıl önce Hindistan gezisi yapmıştık. Hindistan Seyahat Planlaması yazımı okuyabilirsiniz. Nepal’i Hindistan’dan sonra gezerek ortak kültüre sahip ve Hindu inancını benimsemiş iki ülkeyi birlikte değerlendirme şansım oldu. Karşılaştırmalı olarak Nepal hakkında bilinmesi gerekenleri görelim.

*Nepal, Hindistan’ın bir bölgesi mi acaba diye düşünenler olabilir. Nepal Federal Demokratik Cumhuriyeti bağımsız bir ülke.

*Hindistan bir milyar üç yüz milyonun üzerindeki nüfusu ile dünyanın en fazla nüfusuna sahip ikinci ülkesi iken, Nepal otuz milyon yaşayanı ile küçük bir ülke. Her iki ülkede Hindu inancı yaygın, Hindistan’da yaşam biçimi de tamamen bu inanç doğrultusunda şekillenmiş. Nepal nüfusunun % 80’i Hindu, % 10’u budist ve %10’u diğer dinlere inanmakta. Nepal’in farklı bir yönü, Budizm’in kurucusu Siddharta M.Ö 563 yılında Nepal’in Lumbuni şehrinde doğmuş, felsefesini bu bölgede yaymış. Bu nedenle Nepal’de Hinduizm ve Budizm iç içe ve büyük bir uyum içinde yaşamakta. İki din birbirini ve yaşam tarzını birlikte etkilemiş. Hatta Hindu ve Budist tapınakları tarih boyunca aynı meydanda yan yana inşa edilmiş.

*Hindistan’ın kalabalığı, pisliği, tozu, sokaklardaki sürekli korna sesi rahatsız edici gelmişti. Nepal’in başkenti Katmandu da kalabalık, kaotik ve tozlu olmasına rağmen, sokaklarda Hindistan’daki kadar çok inek ve inek pisliği görmedik. Ortalıkta domuzlar da dolaşmıyordu. Maymunlar da daha çok belli tapınaklarda mutlu yaşıyorlardı.

*Sokaklarda çok fazla sayıda motor var, dikkatli yürümek gerek. Ancak Hindistan gibi sürekli korna çalınmıyor, hatta bazı yerlerde korna çalmanın yasak olduğunu gösteren trafik işaretleri bile konmuş. Özellikle sessiz, sakin, yeşil Pokhara’da bu işareti gördüm.

*Her iki ülkede de sokağa tükürmek ayıp karşılanmıyor, kadın erkek sokağa tükürenler sizi şaşırtmasın.

*Yemek kültürleri benzer, ancak Hindistan’da hijyen bence sıfır, ilk kez o kadar pislik gördüğümden nerede ise hiç yemek yiyememiştim, Nepal’de ise daha temiz görünüşlü restoranlarda rahatlıkla yemek yiyebildik. Sadece sokaktaki tezgahlardan bir şey tatmadık.

*Nepal coğrafyasının en büyük özelliği, dünyanın çatısı Himalayalar’ın en yüksek 10 dağının 8’i ve 8848 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek dağı Everest’in bu ülkenin sınırları içinde olması. Dağcılar, trekkingciler için cazip bir ülke.

*Budizm öğretisinin doğduğu yer olması nedeni ile yoga ve meditasyon merkezleri de özel.

*Ayrıca ormanlık bölge Chitwan’da safari yapabilirsiniz. Her ne kadar bengal kaplanlarını görme bir efsane olsa da jeep ve fil safarisi, kano ile timsahların arasında kano turu, kuş gözleme, orman içi yürüyüşler gibi farklı aktiviteler mümkün.

*Nepal’in 2015 yılında 8,1 şiddetinde geçirdiği deprem sonucunda özellikle Katmandu’da birçok tapınak zarar görmüş. Ancak hem ülke kaynakları hem de tüm dünyadan sağlanan yardımlar ile bu tapınaklar renovasyona girmiş veya kalıntılar toplanmış. Bu deprem sonrası kamu otoritelerinin ve halkın bilinçlendiğini, yolların çevrenin ve tarihi yerlerin daha temiz tutulması için özen gösterdikleri de tartışılıyor. Rehberlerimize bu konuyu özellikle sorduğumda deprem sonrası turizme ve turistik yerlere özel önem verildiğini söylediler. Ya da Hindistan’ı görmeyenler Katmandu’yu kirli, bakımsız bulurken ben Hindistan deneyimi yaşadığım için daha temiz bir ülke ile karşılaştığımı düşünüyorum.

*Bu arada bayrağından da söz edelim, Nepal dünyada dikdörtgen olmayan bayrağa sahip sınırlı ülkelerden biri, dünya da İsviçre ve Vatikan kare bayrağa sahipken, Nepal bayrağı üst üste iki üçgenden oluşan formu ile dünyanın en ilginç bayrağı olarak değerlendirilebilir.

*Nepal çok renkli. Nepal Krallığının kültürel ve dini merkezleri mimarisi, dokusu, mistik ruhu etkileyici. Çok tanrılı Hinduizmin her tanrı için ayrı, birbirinden özel tapınaklarının yanı başında budist tapınakları inşa edilmiş meydanları açık hava müzesi gibi. Ancak müze sözü ile sadece gezilen turistlere ayrılan yerler değil halkın dualarını ettiği, sunaklarına sunumlarını bıraktıkları, huzur içinde oturdukları zaman geçirdikleri yerler. Asıl güzeli halk ile birliktesiniz.

*Nepal halkı utangaç, sakin, huzurlu sizi gözleri gülerek namaste diye karşılıyor. Turiste son derece saygılılar. Hindistan’ın kalabalığında, kargaşasında güvenli hissedemeyebilirsiniz. Ancak Nepal’in en büyük ve en kalabalık şehri Katmandu’da bile sokakta her saat güvenli dolaşabildik. Ne taciz, ne gasp, ne kazıklanma, ne aldatılma korkusu yaşamadık. Hatta yüksek sesle konuşan, bağıran bir kişi bile görmedik.

*Zaman zaman sizinle fotoğraf çektirmek isteyebilirler. Onların fotoğrafını çekmek isterseniz de gülerek poz veriyorlar.

Çocuğu, genci, yaşlısı Nepallilerin doğallığı, bakışlarının güzelliği fotoğraflara yansıyor.

Siyasi Tarihi

Nepal topraklarında M.S. 4. yy’da Hint Prenslikleri kurulmuş, bir dönem Çin İmparatorluğu saldırıları yaşanmış, 1201 yılında Malla Hanedanlığı toprakları geri alıp krallığını kurmuş, 12-15 yy arasında Malla Krallığı ülkeyi kalkındırmış ancak 15.yy da oğullar arasında ülke Katmandu, Bakhtapur ve Patan olarak üç ayrı krallığa bölünmüş, 18. yy’da tekrar bu krallıklar Nepal Krallığı altında birleşmiş. 1811-1816 arası İngiltere ile savaşılmış, İngiltere’nin ülkede gücü artmış. Birinci Dünya Savaşı ve sonrası İngiltere Nepal gençlerini kendi savaştığı ülkelerde Gurka askeri olarak kullanmış. Ülke 1990 yılına kadar mutlak monarşi, 1990 sonrası parlamenter monarşi ile yönetilmiş. 1996-2006 yılları arasında halk ve Maocu kuvvetler ile Nepal Krallığı’na karşı 10 yıl süren iç savaş başlamış. Savaşta Amerika ve Hindistan’ın kraliyeti desteklemesi çok sayıda silah yardımı yapmasına rağmen savaşın galibi Çin’in desteklediği Maocu halk cephesi olmuş. 2006 yılında anlaşma sağlanmış ve 2008 yılından bu yana ülke Cumhuriyet rejimine geçmiş. Bu arada 2001 yılında ülkenin en trajik olayı yaşanmış. Prens Dipendre, Kral Brendra, Kraliçe ve ailenin 11 üyesini öldürüp sonra da kendisi intihar etmiş. Ülkede hala bu konu tam açıklığa kavuşmamış, olayı gerçekleştirenin Prens olup olmadığı kesin değil. Kral Brendra’nın tüm aile üyeleri öldürülürken kendi ailesinden hiç kimsenin zarar görmediği Kralın erkek kardeşi yeni kral olarak tahta oturmuş.

Para Birimi
Nepal Para birimi Nepal Rupisi, uluslararası kodu NPR. Bizim bulunduğumuz tarihte 1 $ =110 Rupi civarındaydı. Alışverişlerde dolar olarak ta fiyat veriyorlar genellikle 1$, 100 Rupi olarak çeviriyorlar. En iyisi dolarınızı bozdurup rupi üzerinden alışveriş yapmak. Kredi kartı çoğu yerde kullanılıyor ancak kredi kartı ile alışverişte dükkanlarda ve otellerde % 4 komisyon kesiliyor.
Dil
Nepal’de çok sayıda etnik grup var ve çok sayıda dil kullanılıyor. Ancak İngilizce bilen sayısı çok iletişim sorunu yaşanmıyor.
Vize

Nepal diplomatik pasaporta sahip olanlar dışındaki Türk vatandaşlarından vize istiyor, ancak vizeyi kolaylıkla havaalanında hiç bir belgeye ihtiyaç olmadan almak mümkün. Sadece paranızı hazırlamak yeterli. Vize ücretleri 15 günlük 25 dolar, 30 günlük 40 dolar, 90 günlük 100 dolar. Vize için önce vezneye para yatırıp sonra bilgilerinizi girmek için makinelerin başında kuyruğa giriyoruz. İşlem zor değil yine de takıldığınız bölümde dolaşan bir görevliden yardım istenebiliyor. Yanınızda vesikalık foto getirmeniz dahi gerekmiyor, yeni teknoloji ile makineler fotoğrafınızı da çekip forma ekliyor.

Ulaşım

Katmandu’ya şüphesiz en kolay ancak en pahalı ulaşım THY’nin direk uçuşu, İstanbul’dan gidiş 7 saat dönüş 8 saat sürüyor. THY’den daha düşük fiyatlı aktarmalı uçuşlar Katar Havayolları, Emirates, Fly Dubai, Air Arabia ile yapılabilir.

Uçak 8000 metre yükseklikte iken nerede ise aynı hizada görünen dünyanın en yüksek sıradağları Himalayalar’ın manzarası hangi firma ile uçarsanız uçun nefes kesici olacaktır. Öncelikle pencere kenarı ve kanat üstü olmayan Himalayalar’ı göreceğiniz bir koltuk seçmenizi öneriyorum.

Katmandu Uluslararası Tribhuvan Havaalanı oldukça küçük, pistte uçaktan inip yürüyerek içeriye geçebiliyoruz. Vize formunu doldurduktan sonra polis kontrol noktasından içeri giriyoruz.  

Katmandu Havaalanı şehir merkezine 6-7 km mesafede. Biz otelimizi Thamel Meydanı’nda ayırtmıştık. Merkezi bir yer olmasına rağmen havaalanında taksi pazarlığı ile uğraşmak istemediğimizden otelden 7 dolar karşılığı transfer istemiştik. Havaalanı çıkışında ismimizi görünce rahatladık. Havalaanında taksi kiralamak isteyenler için de ayrı bir büro ayrılmış taksilerle pazarlık yapmak zorunda kalmadan buraya başvurabilirsiniz.

Havaalanının şehir merkezine yakın olmasına rağmen trafik yoğunluğu nedeni ile bu mesafe bir saate yakın sürebiliyor, özellikle dönüş uçuşlarında bu süreyi dikkate almak gerek. Nepal’de resmi tatil cumartesi günü bizim gidiş ve dönüşümüz cumartesi günü olduğu için yolumuz çok uzun sürmedi.

Katmandu’da şehir içi ulaşımda öncelikle taksiyi önerebiliriz. Fiyatlar makul, biz dört kişi olduğumuzdan ulaşım maliyeti oldukça düştü. Ancak taksiler çoğunlukla taksimetre açmıyor, binmeden önce sıkı bir pazarlık yapmak gerekiyor. Tabii önde bisikletli sürücülü araçları olan yerel rikşa da kısa mesafelerde tercih edilebilir. Ayrıca halkın kullandığı otobüslere de binilebilir. Son derece ucuz 20-30 NPR’ye seyahat edilebilir ancak çok kalabalık olduğunu görünce cesaret edip halk otobüslerini deneyemedik.

Konaklama

Nepal’de konaklama uygun fiyatlı. Öncelikle dikkat edilmesi gereken konu sıcak su ve klima olması. Katmandu’da otellerin çoğu Thamel Meydanı’nda. Burası ara sokaklarında dükkanları, restoranları, kafeleri ile turistik ve canlı bölge. Asıl ana cadde yerine caddeye açılan yan sokaklardaki bir otelde daha sessiz bir odada kalabilirsiniz. Üç yıldızlı otellerde oda başına 25-30 dolar fiyatla kahvaltı dahil güzel bir hizmet alabilirsiniz. Bizim tercihimiz de bu şekilde oldu. Katmandu’daki otelimizi memnun kalmazsak diye önce iki gecelik ayırtmıştık, memnun kaldığımız için 8 gece aynı otelde kaldık. Pokhara ve Chitwandaki otellerimiz de yine üç yıldızlı merkezi temiz otellerdi. Pokharada Lakeside Road bölgesinde turistik oteller yer alıyor. Hem göl kenarı, hem de temiz, canlı turistik bölge. Chitwan’da da orman kenarında güzel oteller seçilebilir. Chitwan’daki otelimizde kahvaltının yanı sıra öğle ve akşam yemekleri dahildi.

Hangi Mevsim Gezilir?

Nepal gezisi için Eylül, Ekim, Kasım ve Mart Nisan Mayıs havanın 25 derece civarında olduğu en uygun aylar, Haziran, Temmuz Ağustos Muson yağmurları nedeni ile gidilmemesi gereken aylar. Gelelim Aralık, Ocak ve Şubat ayları havanın en soğuk aylar olması nedeni ile önerilmeyen mevsim. Ancak biz Ocak ayında gittik ve çok soğuk olacağını düşünmüştük. beklentimizin aksine gündüz 17-20 derece arasında bir sıcaklıkta, güneşli havada dolaştık, gece gündüz hiç üşümedik. Turistlerin yoğun olmadığı mevsim olmasının da avantajını yaşadık. Yine de en uygun sezonda gitmeyi tercih edebilirsiniz.

Gezi Planlaması

Nepal gezimiz için ayırabileceğimiz maksimum süreyi ayırdık. Toplam 14 gece kaldık. Bu sürenin 8 gününü Katmandu’da geçirdik. Şehirde görülmesi gereken yerlerin çoğunu gördük, ayrıca Bhaktapur, Patan, Kiktapur şehirleri, Narangot köyüne günübirlik geziler yaptık. Programımıza aldığımız diğer iki şehir Pokhara ve Chitwan için kaldığımız otelden tur aldık. Her iki tur için toplam 250 dolar ödedik. Böyle turları Thamel Meydanı’nda çok sayıda bulunan seyahat acentalarından da almak mümkün biz otelden almayı tercih ettik. Ya da otelinizi kendiniz ayırtıp, otobüs biletlerini de satın alıp kolaylıkla programınızı kendiniz yapabilirsiniz. Katmandu’dan Pokhara’ya çok sayıda otobüs gidiyor, hepsinin kalkış saati aynı, sabah 7’de hareket ediyorlar. Biz her yönü ile turdan memnun kaldık. Pokhara’da üç gece kaldık tüm şehir turu yaptık, ayrıca iki arkadaşımız tüm gün rehberli yürüyüş turuna katıldı. Bu turu Pokhara da bir seyahat acentasından aldılar.

Chitwan Milli Parkı’nda safari için üç gece sabah, öğlen akşam yemekleri dahil olan yemyeşil güzel bir otelde kaldık. Turumuzun tek zorlu yönü otobüs ile yolculuk oldu. Katmandu’dan Pokhara’ya 8 saatten uzun, Pockhara Chitwan arası 5 saat, Chitwan Katmandu arası da 6 saat sürdü. Nepal’in kırsalını daha iyi görme fırsatı tanıdığı için manzara açısından güzeldi. Ancak yollar dar, tozlu otobüsler turist otobüsü olmasına karşın yeterince konforlu değil. Bu nedenle en azından Katmandu Pokhara arasını uçakla yapmanızı öneriyorum. Tabii maliyet çok artacak, otobüs 10 dolar iken uçak 120 dolar civarında.

Nepal’e ne kadar süre ayırmalı sorusuna gelince, biz Katmandu’ya 8 gün ayırdık, zaman sınırı olanlar için 4-5 günde birçok yer gezilebilir, Pokhara’da 3 gece kaldık rahat gezdik, Chitwan’da 3 gece konakladık, safari turu için 2 günde bir çok aktivite yapılabilir. Kısaca bizim gezdiğimiz şehirler için 9-10 gün yeterli olabilir, dağcılar ve trekkingçiler bu sürenin üzerine tırmanma ve yürüyüş turları için 3 gün veya bir haftalık süreler ekleyebilirler.

Nepal Gezilecek Yerler

Nepal’de Katmandu, Patan, Bhaktapur gibi Katmandu Vadisi’nde yer alan şehirler tarihi, mimari tarzına hayran kalacağınız meydanları, tapınakları ile sizi kendine bağlarken, Pokhara da doğa, sükunet, yeşil ruhunuzu dinlendirecek, Chitwan’da orman içinde doğal yaşamındaki hayvanlarla birlikte olabileceksiniz. Dağcılar için ise dünyanın en yüksek zirvelerine tırmanma hayallerini gerçekleştirebilecekleri ülke Nepal.

Katmandu; Nepal’in başkenti ve en kalabalık şehri.

*Thamel Meydanı; oteller, dükkanlar, restoranlar, kafelerin olduğu canlı, hareketli turistik alan
*Asan Bölgesi; Yerel halkın alışveriş yaptığı özgün pazar yeri.
*Durbar Meydanı; En önemli meydanı, eski kraliyet sarayı, hem hindu hem budist tapınakların yer aldığı tarihi meydan
*Pathupatnath Tapınağı; Hindu tapınaklarının yer aldığı, hac mekanı, ayrıca hindu inancına göre ölü yakma törenlerinin yapıldığı en kutsal mekan
*Boudhanath Stupa; Budistler için dünyanın en kutsal mekanları arasında hac yeri
*Swayambhunath Stupa, Maymun Tapınağı
*Narayanhiti Kraliyet Sarayı Müzesi; 20 yy. da yapılmış kraliyet ailesinin yaşadığı bugün müzeye çevrilen yer.

Katmandu Yakını Şehirler

*Bhaktapur; Bhaktapur krallığının başkenti
*Patan; Patan krallığının başkenti
*Kiktapur ; Tarihi, doğal, kutsal şehir
*Narangot ; Himalaya dağlarının en geniş açılı ve en güzel manzarası ile güneş doğuşu, batışı ve yürüyüş için güzel bir köy

Katmandu ve çevresini detaylı olarak Katmandu Gezi Rehberi – Mistik Nepal yazımızda okuyabilirsiniz. 

Pokhara

Katmandu’ya 200 km uzaklıkta, Nepal’in ikinci büyük şehri. Doğal güzellikleri yanı sıra özellikle dağcılar, trekkingçiler için görülmesi kalınması gereken bir şehir.

Pokhara’yı detaylı olarak Pokhara Gezi Rehberi – Yeşil ve Sakin Nepal yazımızda okuyabilirsiniz.

Chitwan Ulusal Parkı

Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Asya’nın en iyi doğal yaban alanları arasında. Orman içinde safari turları ile çeşitli hayvanlarla tanışmak mümkün. Chitwan Safari Turumuzu detaylı okumak isterseniz.  Vahşi Nepal – Chitwan Ulusal Park’ta Safari   yazımızı okuyabilirsiniz.

Yeme İçme

Nepal yemekleri Hint yemeklerine benziyor. Köri ve kişniş ağırlıklı kullanıyor. Daha çok sebzeli, tavuklu çeşitler karşınıza çıkacak. Yine de Nepal yemeklerine alışamayanlar için dünya mutfaklarından yemekler bulmak mümkün. En popüler yemekleri Hindistan da olduğu gibi Daal bhaat tarkaari.

Diğer yemek Çin’de, Gürcistanda da yaygın olan buharda pişmiş mantı Momo. Bizim mantıya benzer hamur içinde sebze, tavuk veya et konmuş buharda pişirilmiş ya da kızarmış yiyebileceğiniz popular yemek. Mutlaka deneyin. İçkiye gelince Nepalde içki çok pahalı. Yerel biraları, Nepal, Everest, Gorka markalı. Dışarıda içerseniz ortalama 5 dolar, markette ise 2,5 dolardan başlıyor.

Sabah kahvaltılarını otellerde aldık. Açık büfe bizde ki kadar zengin olmasa da zeytin dışında birçok şeyi bulabildik.

Bu arada Nepale özgü Masala çayı da denemeye değer.

Gece hayatı olarak gece klübleri beklemeyin, restoran ve barlarda yerel müzik eşliğinde oturabilirsiniz. Biz bir restoranda yerel dansçıları izleme şansına sahip olduk.

Alışveriş

Nepal’e dağcılık için gelen çok turist olduğundan out door malzemeler Türkiye’ye göre daha uygun fiyatlı. Yak koyunu yününden yapılan yak atkılar, battaniyeler, kaşmir kıyafetler, şallar da güzel. Değerli taşlar ve gümüş takılar da ilginizi çekebilir. Asıl özgün evinize asmak için Budizm öğretisini yansıtan Mandala ve Tanka resimleri alabilirsiniz. Alışverişinizi Katmandu Thamel Meydanı ve Pokhara Lakeside bölgesi turistlerin alışveriş yapacağı çok sayıda dükkanın bulunduğu yerler. Genel kuralımızı hatırlayıp, pazarlık yapmayı unutmuyoruz.

Nepal özel bir ülke. Nepal gezisi planlamak isteyenler için genel bilgiler vererek özellikle gezilecek yerlerden çok Nepal’i kültürü, tarihi, ekonomisi, halkı ile ayrı bir yazıda tanıtmak istedim. Avrupa’da Amerika’da bir ülke için böyle bir tanıtım yazısına ihtiyaç duyulmayabilir. Ancak, böylesine farklı bir ülkeye gezi planlamadan önce büyük resmi görmek faydalı olabilir. Nepal gezi kararını verdikten sonra daha ayrıntılı bilgiler içeren şehir gezi rehberlerini okumanızı öneririm.

Son Söz

Nepal’in gördüğümüz üç şehri de birbirinden farklı özellikleriyle öne çıkıyor; tarihi, mistik ve kaotik Katmandu, doğal ve sakin Pokhara, maceracı Chitwan. Ayrıca iki elini birleştirip sıcak, gülen gözlerle ve saygıyla sizi namaste diyerek selamlayan dingin, huzurlu insanları da içinizi ısıtıyor. Herkese hitap etmeyen bu uzak ülkeye gelmişseniz meraklı ve değişik kültürlere açık bir gezgin olarak zaten tüm şehirlerini keşfetmek ve tanımak isteyeceksiniz. Fazla söze gerek yok…

 

Shirakawa-Go: Japonya’da Bir Masal Köyü

????????????????????????????????????????????????????????????

Shirakawa-Go, Japonya’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan, dağların arasındaki bir vadide yirmi otuz hanelik küçük bir köy. Vadinin ortasında bir nehir ve nehrin iki yakasını üzerinde yürürken sallanan asma köprü bağlıyor. Yüksekteki bir tepeden köyün kuş bakışı görünüşü harika; masal dünyası gibi, her an bir köşesinden karşınıza bir masal kahramanı çıkacak gibi…

Çok merak ettiğimiz bu güzel köye geçen yıl gitme fırsatı bulabildik. Eskiden köye ulaşım zormuş, ancak yeni yapılan yollar ulaşımı kolaylaştırmış. Araba ile mola vermeden yaklaşık beş altı saatte Osaka’dan Takayama şehrine ulaşabiliyorsunuz. Shirakawa-go köyü de Takayama’dan iki saat uzaklıkta.

Evlerin geleneksel mimarisi çok özel. Bazı evler müze gibi, düşük bir ücret ile gezilebiliyor. İlginç olan hala bu müze evlerde aileler yaşıyor. İki üç neslin bir arada yasadığı evler de bulunmakta.

Ne yazık ki büyük şehirde yaşamanın cazibesi gençleri köyden uzaklaştırmış, çevrede genellikle yaşlıları görünüyor.

Evler iki katlı, üçüncü kat çatı katı gibi. Çatı katında eskiden beri kullanılan aletleri sergiliyorlar. İpek bile üretmişler.

Köy halkı kendi yetiştirdikleri ürünlerle yaşamlarını sürdürüyorlarmış. O dar vadide çeltik alanları, meyve ve sebze bahçeleri var.

Köyün sokaklarında yürürken yüreğinizde huzuru hissediyorsunuz. Arada bir terk edilmiş evler var, bu görüntüler ile yüreğinizdeki huzurun yerini bir burukluk alıyor.

Evlerin mimarisine dönelim mi ? Çatılar çok çarpıcı, piramit gibi görüntüsü var . Asıl ilginci ise, çeltik sonrası kalan sap saman ile çatıyı kaplıyorlar. Bu kaplamayı yapmak her babayiğidin harcı değilmiş, bu işin uzmanları varmış. Çatının kalınlığı bir metreye yakın ve en az yirmi yılda bir yenilenmesi gerekiyormuş.

Yoksa sap saman çürümeye başlıyor, sonra toprak tutkal gibi kaldığında yabancı otlar büyüyor. Terk edilmiş bazı evlerde bu şekilde yabani bitkiler ile kaplanmış çatıları görmek mümkün.

Üçgen seklindeki çatı kışın yağan yoğun kar nedeniyle çatının çökmesini önlemek içinmiş. Binaların çoğunluğu ahşap ve çatılar sap saman olduğundan köyde her yıl yangından korunma tatbikatı yapılıyormuş.

Evlerin pencereleri camlı, ancak içeride kağıt kaplı ikinci bir çerçeve var. Bu kağıt kaplı çerçeve nedeni ile kışın gecenin karanlığında evlerin görüntüsü çok hoş olmalı. O soğukta uzaktan da olsa insanın içini ısıtan bir görüntü ortaya çıkmalı…

Köy halkı, soğuktan korunmak için kullandıkları geleneksel yöntemleri yavaş yavaş bırakmışlar. Klimalar ve elektrikli ısıtıcılar kullanılıyor günümüzde.

Her mevsimde ayrı bir güzelliği olmalı bu yörenin. Bizim gittiğimiz ilkbaharda sebze ve çiçekler büyümekte idi.

Köyde otel yok ama bazı evler odalarını pansiyon olarak kullanıma açmışlar. Hem Japonlar hem de yabancı turistler birkaç gün kalıyor yöresel yiyecekleri tadıp, temiz havayı soluyup dönüyorlarmış evlerine.

Hediyelik eşya satan bir iki dükkan bulduk. Ulaşım yeni yapılan yollarla kolaylaştığı için hem yerli hem de yabancı turist sayısında artış var deniliyor, ama kışın sessiz buralar diye yakındı yöre insanı.

Evler arasında yürürken küçük bir kahvehane bulduk. Sahibi bir kaç nesildir bu köyde yaşadıklarını söyledi. Sayamadım ama çok sayıda fincan vardı. İstediğiniz bir fincanı seçip kahvenizi ısmarlıyorsunuz.

Yöreye özgü tatlıyı da ısmarlayabilirsiniz. Kahvemizi içip, tatlımızı yedikten sonra bir defter uzattı kahvehane sahibi. Kendi dilimizde de olsa duygularınızı ve TEŞEKKÜR kelimesini yazmamızı rica etti. Duygularımızı ifade ettikten sonra sayfaları çevirdik ve Türkçe mesajlar da gördük. “Teşekkür ederim, çok sevdim burayı .” diye yazan.

Birkaç hediyelik eşya alıp Osaka’ya evimize döndük. Bizim için unutulmaz bir tatil olmuştu.

Termessos Antik Kenti: Büyük İskender’in Durduğu Yer

Termessos

Termessos denince akla, Makedonya’dan başlayıp kısacık hayatına Hindistan’a kadar uzanan fetihler, zaferler sığdıran, tarihin en önemli komutanlarından Büyük İskender’in alamadığı kent geliyor. Ama bugün için sadece çok iyi korunmuş bir antik kent olması değil, yalçın dağlarıyla, yemyeşil ormanlarıyla,  müthiş güzel doğası da Termessos’u bir cazibe merkezi haline getiriyor.

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; burası gerçekten vahşi doğa… Gezi rotasının sürekli izlendiği belirtiliyor ama öyle yerlerden geçiyorsunuz ki, orada tek başınasınız… Eğer yaşınız ileriyse ya da sağlık sorunlarınız varsa yalnız gitmeyin derim. Ayrıca çoğu yerde telefon da çekmiyor. Öte yandan; Antik kentin en kalabalık yeri olan otoparkın hemen arkasındaki Kuzey nekropolünde yalnız gezerken bir yaban domuzu ailesiyle burun buruna geldim; neyse ki iki taraf da birbirinden korkup ters yönlere kaçtık. Bunlar sizi yanıltmasın; Termessos Antalya geziniz yeterince uzunsa, gitmekten, görmekten büyük keyif alacağınız bir yer.

Termessos Güllük Dağı’nda yaklaşık 1150 metre yükseklikte bir alanda kurulu… Termessos’a Antalya-Korkuteli yolu üzerinden gidiliyor. Antalya’ya yaklaşık 30 km mesafede… Antalya-Burdur yolundan Korkuteli’ne dönüldükten sonra yol üzerinde sağda Selçuklulardan kalma Evdirhan ve solda Güver Uçurumu bölgenin tarihi ve doğal zenginlikleri açısından ilk işaretleri veriyor. Korkuteli yolu üzerinde yaklaşık 15 km sonra bir dört yol ayrımına ulaşacaksınız. Buradan sola dönerseniz Termessos’a ulaşırsınız. Ama  ben bu işin en başından başlayayım derseniz sağda Karain’e doğru dönebilirsiniz; Anadolu’daki ilk yerleşimlerden olan Karain Mağarası, sizi Paleolitike kadar götürecektir.

Biz Termessos’a devam edelim. Sola döndükten 500 m sonra Termessos Milli Parkı’na ulaşacaksınız. Giriş ücretli , müze kartlarına ücretsiz. Termessos Milli Parkı haftanın her günü açık, yaz döneminde (nisan-eylül) 10.00-19.00, kış dönemi (ekim-mart) 08.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

Girişte piknik alanı, danışma binası ve interaktif doğa müzesi var, burada soluklanmak isterseniz hem tanıtıcı broşür alabilirsiniz hem de bölgenin flora ve faunası hakkındaki sergiyi görebilirsiniz.

Vitrinden bakan boz ayı gözünüzü korkutmasın, gezginler daha çok sincaplarla karşılaşacaklar. Bölgede yaygın kedigillerden kara kulağı görebilirsiniz. Ayrıca duvarlardaki kozalaklardan yapılmış mozaikler de görmeye değer.

Termessos Milli Parkı, Güllük Dağı’nda 6702 hektarlık bir alan… Akdeniz havasını hissedeceğiniz parkta bölgeye has menengiç, zakkum, çan çiçeği, adaçayı, tavşan kirazı, akça kesme, sandal ağacı, sakız ağacı, teşbih ağacı, yabani zeytin, yabani mersin, defne, keçiboynuzu, kermes meşesi, alçak kesimlerde ise kızılçam ve maki yaygın. Asıl Termessos’un prensesi, Termessos çiğdemi; geziniz boyunca yolunuzu renklendirecektir… Faunasında ise alageyik, yaban keçisi, şah kartal, vaşak, karaca, ayı, yaban domuzuna rastlanmakta…

Piknik alanından yola devam edersek yeşillikler içinden, yalçın dağlar arasından döne kıvrıla giden tek şeritli bir yolla Termessos Antik Kenti’ne varacaksınız. Bu arada Termessos’a toplu taşıma araçlarıyla gelmek zor iş; ancak Antalya-Korkuteli otobüslerine binip yol ayrımında ineceksiniz, sonrası size kalmış…

Biz antik kente girmeden önce hem dinlenelim hem de biraz geçmişine bakalım…

Geçmiş Zaman Olur ki.. Meraklısına

Termessos, antik dönemde Pisidia denen bölgenin güney batısına denk gelen Milyas kısmında bugün Güllük olarak bilinen Solymos Dağı’nın yalçın kayalıkları arasındaki korunaklı ve gizli yerinden dolayı uzun süre gözlerden uzak yaşamış…  Bazı tarihçiler şehrin kuruluşunu Hitit dönemi ile eşleştirmekteymiş, hatta Hititlerin Attarimma dedikleri yerin Termessos olduğunu savunmaktalarmış. Bir yaklaşıma göre, şehrin ismindeki çift s harfi, Termessosluların  Anadolu halklarından olduğunun bir işareti olarak kabul edilmekteymiş. Coğrafyacı Strabon’ın savaşçı bir kavim olarak nitelendirdiği Termessoslular kendilerini Solymi olarak tanımlarmış. Solymiler Anadolu’nun kadim halkı Luvilerin soyundan gelmekteymiş. Termessoslulara da ismini veren Solymos, daha sonra Zeus Solymus kültünün oluşmasına yol açmış. Homeros, Solymi halkını Likyalılardan farklı olarak nitelemiş.

Lidyalı Kroissos döneminde bağımsız olan Termessos, Harpasos tarafından Pers hakimiyetine alınmış ve Darius döneminde Birinci Satraplığa katılmış, MÖ 460’da Evrinedon Savaşı ile bölge bağımsızlığını kazanmış.

Kent hakkındaki esas bilgiler Büyük İskender ile başlamakta… Makedonya’dan yola çıkan Büyük İskender Hindistan’a kadar süren kısa ama yoğun macerası sırasında MÖ 333’de Termessos’a da gelmiş ve şehri kuşatmış. Termessos, tabii, gayet hoş, latif bir yer ama Hindistan’a kadar gitmeyi düşünen bir komutan için dağın tepesindeki göreceli küçük bir şehrin önemi ne olabilir ki, İskender gelip buraları kuşatmış, bilinmez… Bazıları İskender’in hırsına bağlar, bazıları Pergeli hasımlarının Büyük İskender’i yanıltıp buraya yönlendirdiğini söyler… Büyük İskender döneminde yaşamasa da kendisinin büyük bir hayranı olan  ve hakkında Aleksandrou Anabasis eserini yazan Xenophon ise buranın Frigya’ya geçmek için bir geçit olduğunun düşünüldüğünü belirtir. Gerek Termessosluların direnci gerekse doğanın geçit vermezliği Büyük İskender’i canından bezdirmiş. Tabii bakmış olacak gibi değil, Büyük İskender kuşatmayı kaldırmış ve hıncını başka bir dağ kenti olan Sagalassos’tan çıkarmış.

Neyse, Büyük İskender esmiş kavurmuş, erken bir yaşta da ölmüş. Sonrasında fethedilen bölgeler İskender’in komutanları arasında paylaşılmış. Anadolu için Seleukoslar ve Ptolemoslar önemli… Büyük İskender’e geçit vermeyen Termessos ise Ptolemosların hakimiyetine girmiş.

Bundan sonrasına ait bazı bilgileri ise  Likya’nın Araxa kentindeki bir yazıttan öğreniyoruz. Örneğin MÖ 200’lerde bir şekilde Likya kentleriyle savaşmış, MÖ 199’da yine Pisidia’dan İsinde kenti ile mücadele etmiş. MÖ 2. yüzyılda ise kentin yakınında Küçük Termessos kolonisi kurulmuş. Daha sonra Selge’ye karşı Pergamon Kralı II.Attalos ile güç birliği yapılmış; II Attalos bunun anısına Termessos’ta bir stoa yaptırmış.

Pergamon’un Roma hayranlığından mıdır, bilinmez ama Termessos, Roma’nın müttefiki olmuş ve MÖ 71’de Roma Senatosu tarafından bağımsızlığı tanınmış. Büyük İskender sonrası Helenleşen  Termessos, MS 2. ve 3. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu’nun da desteği ile en parlak dönemini yaşamış; bugün gördüğümüz çoğu yapı da o döneme aitmiş. Daha sonraki dönemlerde ise şehir terkedilmiş ve derin bir sessizliğe gömülmüş…

Tırmanalım, Gezelim …

Milli parktan antik kente giden yol boyunca kentten geriye kalan izler size eşlik edecek… Kral yolu, kale ve tahkimat duvarları eşliğinde yaklaşık 9 km’lik bir yoldan sonra şehir kapısına ulaşacaksınız. Buradan yaklaşık 1 km‘lik bir tırmanışla kentin en üst noktasına, tiyatroya varacaksınız.

Otoparkın hemen yanında şehrin kuzeydoğu nekropolü var; Çoğu kırılmış dökülmüş lahitlerle dolu alanda asker mezarları ve  aslanlı anıt mezar dikkati çekiyor. Yüzünüzü dağa çevirdiğinizde sağınızda  Roma İmparatoru Hadrian adına yaptırılmış Artemis Tapınağı/Hadrian Propylon’u yer almakta… Tapınağın yanında şehrin ikinci tiyatrosunun  izleri bulunmakta…Ön tarafta ise su tankı ve yıkıntı halde bazı yapılar göze çarpmakta.

Sol taraftan başlayacağınız tırmanışta, önünüze çıkan yan yollar Kral Yolu olarak adlandırılmakta. Daha sonra sarnıç, su kemerleri, şehir surları boyunca geçip şehrin kapısı ve gözetleme kulesine ulaşacaksınız. Termessos şehirciliğinde egemen olan Roma tarzı yanında Helenistik ve Pergamon tarzı da görülmekte. 

İlerledikçe solunuzda hamam/gymnasium, sağınızda ise yukarı şehir duvarları görülecek.  Soldaki patikayı izleyince hamamın muhteşem kemerleri ve yan duvarlarını göreceksiniz. Dağın başında  bu ölçülerde bir yapı ve su tesisatı, Termessos uygarlığı hakkında ipuçları vermekte. Taş oymacılığındaki ustalık ise sağda solda karşınıza çıkacak taş parçalar da gözlenebilir.

İleride Hellenistik esintili yukarı tahkimat duvarlarına ulaşacaksınız. Şehrin drenaj sisteminin yanında düzlükte sütunlu cadde ve dükkan kalıntıları mevcut… Bu düzlükte ilerlerseniz, sağ taraftan otoparka inen  patikaya ulaşırsınız; aşağıya inerken kaya mezarları, lahitler ve taş ocağını görebilirsiniz.  Bu yolun dayandığı yamacın kayalıklarında da bazı mezarlar ve gözleme kuleleri yer almakta.

Ama biz hamamdan ileriye, yukarı doğru yürüyeceğiz. Önümüze Korint Tapınağı ve Pergamon Kralı II Attalos adını taşıyan Attalos Stoası çıkacak. İlerlersek beş bölmeli sarnıca ulaşacaksınız; o dönemlerin su ihtiyacının nasıl karşılandığını hayretler içinde göreceksiniz. Sarnıçların arkasında ise adı bilinmeyen bir kahraman için yapılmış anıt olan Heroon’u göreceksiniz. Daha ilerde ise bir zamanların ihtişamını kemerli geçidiyle bugüne taşıyan Kurucunun Villası bulunmakta.

Düz gitmeyip sağa dönerseniz karşınıza çıkan patikadan uzun bir yürüyüşle güneybatı nekropolüne ulaşacaksınız. Tahrip edilmiş, parçalanmış lahitlerle dolu bölgenin biraz ilerisinde manzaranın keyfini çıkarabileceğiniz bir seyir terası var.

Güneybatı nekropolüne sapmayıp düz ilerlerseniz ve ağaçlar, çalılıklar arasından sabırla ve cesaretle yürürseniz, önce bir mağara şeklinde bir su sarnıcı göreceksiniz, sonra da  bence Termessos’un (tiyatrodan sonra) en çarpıcı yerine geleceksiniz; Alcetas’ın Anıt Mezarı… Dağ yamacındaki kayalıklara at üzerinde tasvir edilmiş bu rölyef, Büyük İskender’in komutanlarından Alcetas’a adanmış…

Hikayesi ise gayet hazin… Diodorus’un aktardıklarına göre, Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Antigonos Monophtalmos kendisini Küçük Asya’nın hakimi ilan etmiş ve Antigon Hanedanlığı’nı kurmuş. Bu arada İskender’in başka bir komutanı Alcetas, türlü ittifaklar içindeymiş ama kendisi de hakimiyet peşindeymiş. Görünen o ki, bu dönemde Büyük İskender’in muhtelif komutanları, türlü çeşitli iktidar mücadelelerine girmişler. Ama Alcetas’ın kaderi baştan kötü yazılmış olmalı; önce destekçisi ve abisi Perdiccas Mısır’da kendi askerleri tarafından öldürülmüş. Bu arada Eumenes ile birlikte hareket eden Alcetas, başka bir komutan Craterus ile mücadeleye girmiş. Ama sanırım işler planladığı gibi gitmemiş, Craterus ve Mısır hakimleri Ptolemler tarafından öldürülmek istendiklerinde Alcetas, Eumenes ile yolunu ayırıp Attalos ile birleşip Antigonos’a karşı harekete geçmiş. Ancak Antigonos’un muazzam ordusu karşısında bakmış ki pabuç pahalı, Alcetas, bir zamanlar kuşatıp alamadıkları kahramanlıklarıyla akıllara kazanan Termessoslulara sığınmış. Termessos da kapılarını kendisine sonuna kadar açmış. Ama Antigonos bir defa kızmış; gelmiş Termessos’un kapısına dayanmış. Bunun üzerine bir zamanlar yiğitlikleriyle destan yazan Termessos’un yaşlıları, amaaan hayatımızın baharında bir Makedon için kendimizi tehlikeye atmaya gerek var mı, diye sorup cevabını da hemen vermişler ve Alcetas’ı teslim etmeye karar vermişler. Ama şehrin gençleri buna karşı çıkıp Alcetas’ı teslim etmek istememişler. Ne yazık ki, şehrin gençleri Antigonos ile savaşmak için kenti terk edince yaşlılar Alcetas’ı teslim etme fikrini ilgilisine ulaştırmışlar. Bunu öğrenen Alcetas ise ölümüm Antigonos elinden olacağına kendi elimden olsun deyip intihar etmiş. Ama şehrin hayata sıkı sıkı bağlı yaşlıları duramamışlar, Alcetas’ın cesedini Antigonos’a yollamışlar. Antigonos, bütün hıncını Alcetas’ın cesedinden çıkarmış. Daha sonra bu duruma çok bozulup yaşlıları epey hırpalayan Termessoslu gençler Alcetas’ın cesedini alıp anısını kayalara işlemişler.

Bu hazin öykü ve muhteşem rölyefin etkisiyle o uzun yolu çalılar dikenler arasında geri döndükten sonra bu sefer hamamın ilerisinden sola döneceğiz. Bu çevrede önce Osbaras Stoası var. Kendisinin Termessos’un önemli bir kişisi olduğu ve Attalos’un Stoasını müthiş kıskanıp kendisine de bir tane diktirdiği düşünülmekte (son kısmı ben uydurdum…). Daha sonra kamu binası olduğu düşünülen tamamlanmamış bir yapı önünden seçilip bir düzlüğe varılıyor. Bu geçidin sağında  şehrin Agorası, şehrin meclisi Bouleuterion, Zeus Solymeus Tapınağı ve Artemis Tapınağı, artık geriye ne kaldıysa görülebilir.(Bouleuterion’un duvarından, hacmi hakkında bir fikir edinebilirsiniz).

Yolun sonu ise gezimizin sonuna ve en vurucu yerine geliyor, dayanıyor; Tiyatro’ya… Bu, antik tiyatrolar arasında en muhteşemi değil belki ama konum olarak en etkileyicisi, çünkü sahne duvarının arkası neredeyse uçurum… Dağın en tepe noktasında, sahne duvarı, eğimli bir şekilde olsa da boşluğa doğru yükselen bir yapı… Karşınızda başka bir dağ tepesi…Helenistik özellikler taşıyan tiyatro, MS 2’nci yüzyıla tarihlenmekteymiş.

Termessos’un her anlamda doruk noktası Tiyatro… Çoğu ziyaretçinin de odaklandığı yer burası. Termessos’tan bugüne kalanlar daha çok MS 1-2 yüzyıla tarihlenmekte. Burada bir kazı çalışması yapılmıyor ama konumundan dolayı gayet iyi korunmuş bir durumda. Tabii, yağmalanan, kırılıp parçalanan lahit mezarları saymazsak…

Genelde Antalya Müzesi çevredeki antik uygarlıklardan eserler barındırıyor ama Termessos’tan pek bir şey yok, bir şey hariç; belki Müze’nin en göz alıcı eseri değil ama en içe dokunan parçası…MS 3. yüzyılda yaşayan Rhodope isimli yalnız bir kadının sevgili köpeği Stephanos için yaptırdığı  sade lahit…

Termessos, antik kentler açısından çok zengin bir yer olan Antalya’da gerek öyküsü gerek konumu itibariyle özel bir yere sahip. Tarih, doğa, spor, piknik; bir tatil gününü geçirmek için türlü tercihlere cevap verebilecek bir yer… Alcetas’ın umutsuzluğu da burada yaşandı, Büyük İskender’e karşı kazanılan zaferin coşkusu da… Termessos’ta gezerken belki Alcetas’ın endişelerine denk geleceksiniz, belki İskender’in heyecanına ve geziniz boyunca  geçmişin öykülerini dinlerken bir yandan da sağda sola yolunuzu şenlendiren çiğdemlere kulak verin; bu devranda bir an olmanın mutluluğunu duyacaksınız…

***Yazıda Dr. Mehmet Kürkçü’nün ‘ Yeni Bulgular Işığında Termessos Şehirciliğine İlişkin Değerlendirmeler’ 

Prof.Dr Elmas Erdoğan ve Arkeolog Nergiz Belen ‘Termessos Arkeolojik Sit Alanının Ekomüze Kapsamında Değerlendirilmesi’ makalesinden yararlanılmıştır.

 

Venedik Gezi Notları: Kısa Kısa – Görülecek En Özel 10 Yer

Venedik

Venedik zaman isteyen, yürümek gerektiren bir şehir. Avuç içi kadar bir alana koca koca zaman dilimlerini sığdırmış bir yer; öyle ya, bizim bildiğimiz, Bizansı, Selçukluları, Osmanlıları epey uğraştırmış bir şehir devletinden bahsediyoruz… Bir de ticaretle zenginleştiğini düşünürseniz, şehrin şatafatını, muhteşemliğini gözlerinizin önüne getirebilirsiniz… Onun için boyutuna aldanmayın; burası bir gezgin için gayet yoğun bir şehir.

Eğer Venedik, gezi rotanızda uğradığınız bir duraksa, sayılı saatleriniz varsa; hiç gerilmeyin, atlayın bir vaporettoya, Büyük Kanal boyunca bir kanal gezisi yapın, sonra da San Marco Meydanı’nda bir kahve içip etrafa bakın, bu bile size epey bir bilgi verecektir.

Venedik Biraz daha zamanınız varsa ve şehri daha ayrıntılı gezmek isterseniz size öncelikle görmenizi ve yapmanızı tavsiye edeceğim on noktayı sıralayayım; kendi tercihimle, elbette… Bu yerlerle veya daha fazlasıyla ilgili ayrıntılı bilgi almak, şehrin öykülerine kulak vermek isterseniz, sayfanın sonunda link verilen, bölümler halinde kaleme alınan uzun Venedik yazılarına  göz atmanızda fayda var.

1.Canal Grande’de bir kanal turu yapın…

Venedik Venedik’i Venedik yapan en önemli özelliği kanalları… Canal Grande, Venedik’in merkezinin bulunduğu iki ada arasındaki su yolu, Venedik’in en büyük kanalı. Burada yapacağınız bir gezinti, size Venedik’i dünüyle, bugünüyle tanıtacaktır. Tabii, bu gezinin en şık hali, gondolla olanı… Yan kanallara girip, şehrin içlerine de göz atabilirsiniz. Ayrıca gondol tam bir Venedik klasiği… Tabii, bunun bir bedeli var. Bunu ödemek istemezseniz, vaporetto ile Canal Grande üzerinde bir gezinti de epey keyifli olacaktır.

2.Palazzo Ducale’yi gezin…

Venedik San Marco Meydanı’nın bir köşesinde turist bekleyen bu yapı, Venedik tarihinin en önemli tanığı. Düklerin Sarayı olarak kullanılan bu Gotik şaheser, yönetim ve yasama amaçlarıyla da kullanılmış. Fransa ve Avusturya hakimiyetini de yaşayan Saray, Venedik’in en muhteşem yapılarından.

3.Basilica di San Marco’yu keşfedin…

Venedik San Marco Meydanı’nın en güzel süsü olan bu göz alıcı Kilise, kubbeli Bizans tarzı yanında Latin istilası sırasında İstanbul’dan kaçırılan eserler ile de dikkate değer. Her köşesi uzun uzun gezilecek bir yer, Pala d’Oro’ya özellikle dikkat…

4.Piazza San Marco’da zaman geçirin…

Venedik Gezi RehberiBasilica di San Marco ve Palazzo Ducale’nin bulunduğu bu Meydan, şehrin kalbi… Kafelerle, lokantalarla çevrili meydanda oturup bir kahve içmek bile, Venedik’in ruhuna dair çok şey hissettirmekte… Burası Venedik’in de bir özeti… Saray ve Kilise yanında, uzun kuyrukları göze alabilirseniz harika bir Venedik manzarasını görebileceğiniz Campanile, Rönesans tarzıyla şehrin ticari bölgesinin girişindeki saat Kulesi Torre dell’Orologio, şehrin şaşaalı eğlencelerine tanıklık etmiş Procuratie yapıları, Venedik’in geçmişinin sergilendiği, değerli objelerle süslü Museo Correr, Fatih Sultan Mehmed’in portrelerini de görebileceğiniz Museo Archeologico di Venezia burada yer almakta. Meydanın başka bir güzelliği ise, müthiş lezzetler sunan Caffe Flori ve Caffe Quadri…

5. La Fenice’de Konser…

Venedik1836’daki yangından sonra küllerinden yeniden doğan ve ismini buradan alan Opera salonu, her ne kadar Maria Callas ile anılsa da, Leyla Gencer’in de adını diva olarak sanat tarihine kazıdığı bir yer. Binanın muhteşemliği bir yana, Callas ve Gencer’in aryaları sanki hala yankılanmakta… Ruhu olan binalardan… Konsere gitmeseniz bile rehberli turlara katılabilirsiniz.

6. Gallerie dell’ Accademia ve Scuola Grande di San Rocco’nun tadını çıkarın…

Venedik Scuolalar, Venedik’te 13 yüzyıldan beri muhtelif meslek gruplarına ya da muhtaçlara yardım amacıyla kurulan loncavari örgütlenmelerken zamanla bazıları zenginleşip sanat atölyelerine ve galerilere dönüşmüşler. Venedik’te 8 tane scuoladan bahsedilmekle beraber, Scuola Grande di San Rocco, en muhteşemlerinden.

Venedik Scuola della Cartia olarak da bilinen Gallerie dell’Accadermia ise, Orta Çağ’dan Rönesans ve Barok’a uzanan sanat akımlarının en nadide örneklerini görebileceğiniz muhteşem bir koleksiyon. Mermerden bir kutu görünümündeki yapının işçiliği ayrıca göz kamaştırıcı.

7. Kiliseleri gezin…

Venedik San Marco Kilisesi, Venedik’in olmazsa olmazı… Ama Venedik’in görkemini anlamak için en az 3 kiliseyi gezin. Şehirdeki kilisenin çoğu, muhteşemlikte birbiriyle yarışmakta. Ama bazıları öne çıkmakta. Örneğin Venedik’e Büyük Kanal’ın girişinde bir yarım adada gelenleri selamlayan Santa Maria della Salute Kilisesi, şehrin silüetine damgasına vurmakla kalmıyor, dış cephenin barok taş işlemeleriyle, Tizziano’nun resimleriyle görenleri büyülüyor. Yine Venedik’in girişinde bir ada üzerindeki San Giorgio Maggiore Kilisesi, ulaşımı zor ama mutlaka buna değen yapılardan.

Venedik Büyük Kanalın diğer ucunda karşılıklı duran San Simeone Piccolo Kilisesi ve Santa Maria di Nazareth Kilisesi ayrıca görülmeye değer. Santa Maria Gloriosa dei Frari, Il Redentore, Gesuati, Gesuiti şehrin diğer zenginliklerinden.

8.Rialto’dan geçin…

Venedik Venedik’in simge yapılarından biri de Rialto Köprüsü. Büyük Kanal üzerindeki en görkemli köprü olan Rialto’dan geçmezseniz olmaz… Şehrin en hareketli yerlerinden. Balık, sebze, meyveden tutun pahalı cam objelere kadar herşey var.

9. Palazzo’lar arasından seçim yapın…

Venedik Gezi RehberiVenedik’in önde gelen şahsiyetlerinin Büyük Kanal üzerindeki malikaneleri bugün çeşitli müzelere, büyük şirketlerin idari binalarına ev sahipliği yapmakta. Bu palazzoları ziyaret ederek 17. ve 18. yüzyıl Venedik üst sınıfının yaşantısı hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz gibi doğa tarihinden çağdaş sanata kadar, ilgi alanınız neyse, muhtelif müzeleri de gezebilirsiniz. Bunlar arasından benim önerilerimi sıralayayım… Fondaco dei Turco, malikane olarak yapılıp sonradan Türk hanı olarak kullanılan ve şehre gelen Türk tüccarlara ayrılan yer; bugün doğa tarihi müzesi olarak kullanılmakta… Ca’d’Oro ise diğer önerim; Büyük Kanal üzerinde bir dantel gibi süslenmiş taş işçiliğiyle dikkatinizi çekecektir, bugünse Venedikli sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapmakta…

Venedik Ca’ Rezzonico ise görkemiyle Büyük Kanal’ın dikkat çeken malikanelerinden, bugün 18. yüzyılda Venedik Yaşamı konulu bir müzeye ev sahipliği yapmakta. Ca’Pesaro ise 17 ve 18 yüzyıl Venedikli sanatçıların eserleri yanı sıra Miro, Matisse, Klimt, Kandinsky, Klee gibi çağdaş sanatın dehalarının eserlerine de ev sahipliği yapan barok şahikası bir yapı. Çağdaş sanatla ilgiliyseniz Guggenheim’da listenizde olmalı.

10.Burano, Murao, Torcello, Lido gezisi yapın…

Venedik Venedik’i çevreleyen onlarca ada arasında Burano, Murano, Torcello ve Lido öne çıkmakta. Lido, Venedik’in sayfiye yeri gibi. Murano cam işçiliği, Burano dantelleri ve rengarenk boyalı evleri, Torcello ise Santa Maria Assunta Katedrali ve Santa Forsa Kilisesi ile ünlü.

Ve son bir öneri… Mutlaka, Rialto Köprüsü’nün bir ucundaki ünlü markaların dükkanlarının bulunduğu Fondaco dei Tedeschi’nin terasına çıkın. Önceden alınan randevularla sadece 15 dakika bulunabileceğiniz teras, sizi nefis Büyük Kanal manzarasıyla karşılayacak… Hele zamanlamayı güneş batışına göre ayarlarsanız, iyi ki Venedik’e gelmişim diyeceksiniz…

Venedik

Burada anlatılan veya anlatılamayan yerler hakkında ulaşımdan tarihçesine daha ayrıntılı bilgi almak, şehir öyküleri okumak isterseniz, Karnaval dahil dört bölümden oluşan Venedik yazılarına göz atın derim.

Keyifli gezmeler…

 

Venedik Gezi Rehberi 1- San Marco Meydanı Venedik’e Dair Her Şey

Venedik Gezi Rehberi II: Canal Grande – Dünyanın En Güzel Bulvarı

Venedik’in Üç İncisi: Murano, Burano, Torcello

Venedik Karnavalı; Bir Maskeyi Sevmek

 

 

Kars Gezi Rehberi: Karlar İçinde Kars’a Yolculuk

Kars, Doğu Anadolu’nun tarihi, serhat şehri  son yılların popüler destinasyonları arasında yer almakta. Şehir özellikle kış aylarında çok sayıda yerli ve yabancı turist çekiyor. Kars’a son yıllarda artan ilgide Doğu Ekspresi seferlerinin önemli rolü olduğu söylenebilir. Ankara’da başlayıp Kars’a kadar giden Doğu Ekspresi treninin yanında, 2019 yılında seferlerine başlayan yataklı ve yemekli Turistik Doğu Ekspresi Kars’ı özellikle kış aylarında bir cazibe merkezi haline getirmiştir. 

Niçin Kars
  • Kars  Kafkaslar’dan Anadolu’ya açılan kapı, stratejik konumu ile zengin tarihi ve kültüre sahip,
  • Unesco Dünya Mirasları arasında yer alan 1000 yıldan fazla geçmişe sahip Tarihi Ani Kenti mutlaka görülmeli,
  • Rusların 40 yıllık hakimiyeti döneminde Baltık mimari tarzlı taş binaları, geniş caddeleri, kalesi, kiliseleri, camileri, köprüleri ile farklı bir Doğu Anadolu şehri,
  • Kışın buz tutan Çıldır Gölü’nde yürümek, atlı kızaklarla gezmek ve göl de tutulan aynalı sazan balıklarını tatmak bambaşka bir deneyim,
  • Dünyada sadece Alpler’de bulunan kristal kar Sarıkamış Kayak Merkezi’nde ve bu kayak merkezinde yılın altı ayı kış sporları yapılabiliyor,
  • Sarıkamış Şehitleri anısına yapılan şehitlik ve Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi – Kanlı Tabya 19.yy’da bu toprakları korumak için canlarını kaybeden şehitlerimizin hüzünlü anılarını yaşatıyor,
  • Çok kültürlü topraklar zengin bir mutfak yaratmış bu coğrafyada. Kars’ın yüksek yaylalarında beslenen hayvanların lezzetli etlerinden yapılan yemekler ve illaki kaz eti. Erzurum Kars Platosu’nda doğal koşullarda beslenen hayvanların sütlerinden yapılan Kars kaşarı ve Kars gravyeri farklı lezzetler sunuyor,  
  • Kars edebiyat, müzik ve dans şehri. Ünlü Rus şairi Puşkin, Orhan Pamuk, Namık Kemal gibi yerli yabancı sanatçılarının  izlerini görebilirsiniz. Kars’ın yerel oyunlarının yanı sıra Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa ve Şeyh Şamil dansları ile şehrin farklı kültürünü hissettiriyor. Ayrıca Anadolu’nun geleneksel Aşık Atışmaları da şehirde yaşanacak deneyimler arasında…
Kısa Kars Tarihi

Kars’ta yerleşim 5000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Şehir en görkemli dönemini M.Ö 9 ve 6.yıllar arasında Urartu Krallığı döneminde yaşamış.

Bölgede 885-1045 yılları arasında Ermeni Bagratuni Hanedanlığı hüküm sürmüş ve 961 yılında Ani Hanedanlığın başkenti olmuş. Kars ayrıca 1918-1919 yıllarında Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti’nin de başkenti olmuş.

Kars, tarihi İpek Yolu üzerinde ve Anadolu’ya açılan kapı olarak tüm tarih boyunca hükümranlıkların hakimiyet kurmak istedikleri topraklar olmuş. Doğal olarak çok savaş gören şehrin bir adı da serhat şehri olmuş.

Urartular, Ermeniler, Moğollar, Persler, Selçuklular, Osmanlı ve Rusların hakimiyetinde kalmış şehir. 20.yy’ın başında da Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmış.

Kars topraklarında yerleşen uygarlıklar, tarihi zenginlik ve kültürel çeşitlilik yaratmış. Eski şehirde Selçuklular, Osmanlıdan kalan kale, camiler, hamamlar, köprüler, evler korunmaya çalışılmış, bazıları restore edilmiş. Ruslar hakim oldukları 40 yıllık dönemde şehri mimari olarak yeniden yapılandırmışlar. Geniş, ızgara planlı caddelerde, Baltık mimari özelliklerinde, yöresel bazalt taştan üretilen büyük binalar, konaklar yapmışlar. 

Ulaşım

Kars Havaalanı’na İstanbul, Ankara, İzmir gibi üç büyük kentten ve toplam 12 şehirden direk uçuş bulunmaktadır. Kars Harakani Havalimanı şehir merkezine 6 km uzaklıkta.

Ulaşım açısından Ankara’dan başlayan ve Anadolu topraklarında uzun ve keyifli bir  yolculuk sunan Turistik Doğu Ekspresi ve Doğu Ekspresi trenleri  güzel bir alternatif. Özellikle turistik trenin yataklı vagonlarında yer bulmak zor olsa da, diğer trenin yataklı vagonlarını da deneyebilirsiniz. Yine de Ankara’dan başlayan 24 saatlik yolculuk uzun derseniz, tren yolculuğunuzu Erzurum Kars, Erzurum Sarıkamış veya sadece Kars Sarıkamış arasında yapabilirsiniz. Biz İzmir-Kars gidiş dönüş uçak ile yapmamıza rağmen, karlar içinde tren keyfini eksik bırakmamak için Kars Sarıkamış arası tren yolculuğu yolculuğu yapmayı tercih ettik. 

Kars şehir içini yürüyerek dolaşmak kolay. Ancak çevreyi gezmeden Kars gezisi eksik kalacaktır. Tarihi Ani Kenti’ne İl Özel İdare Binası önünden ücretsiz servisler kalkıyor. Ancak bizim gibi Çıldır Gölü ve Sarıkamış gezinizin kapsamında olursa -ki olmalı- araba kiralamak veya taksilerle anlaşma seçeneğiniz kalıyor. 

Gezelim Görelim

Kars Kafkasya’yı Anadolu’ya bağlayan sınır şehrimiz. Şehir merkezinin yanı sıra çevresindeki tarihi değerler ve doğanın sunduğu güzellikler ile zengin bir şehir bizi karşılıyor. Kars küçük bir şehir gibi görünmekle birlikte çevresi ile birlikte en az üç gün ayırıp detaylı gezmeyi hak ediyor. 

Kars gezimize önce Kars eski şehir bölgesinden başlayalım.

Tarihi şehir merkezi rahatlıkla yürüyerek dolaşılabiliyor. Kale, camiler, kiliseler, hamamlar, bazı konaklar birbirine yakın. Ayrıca Rus döneminde yapılan  gösterişli taş binalar da yine o dönemde yapılan geniş caddeler üzerinde sıralanmış.

Kars Kalesi

Gezimize Kars Kalesi ile başlayalım. Tarihi Kars kalesi şehre hakim yüksek bir konumda hemen dikkat çekiyor. İç kale M.S 1153 yılında Selçuklulara bağlı Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin zamanında, dış surların yapımına da ise 12.yy’da başlanmış. Anadolu’ya adım atan Timur 1386 yılında kaleyi yerle bir etmiş. Osmanlı Sultanı III. Murat 1579 yılında iç ve dış kaleyi yeniden yaptırmış. Rus işgali döneminde kale tahribata uğramış.

Kalenin içinde 12.yy’dan kalma bir türbe, askeri koğuşlar, tarlalar, koğuşlar ve mescit yer almaktadır. Kalenin üç kapısı bulunmakta, kuzeydeki kapısından hafif bir tırmanış ile kaleye yürüyerek ulaşıp Kars manzarası seyretmek mümkün.

On İki Havariler Kilisesi

Eski Kars’ta görülecek en önemli tarihi yapı olarak On İki Havariler Kilisesi’ni sayabiliriz. Kars kalesinin güney eteğinde konumlanmış kilise, 10. yy’da Gürcü Krallığı Bağratlı Hanedanı tarafından yapılan Ermeni-Gürcü Kilisesi. Rus İşgali döneminde Rus Ortodoks Başpiskoposluğu olmuş bu kilise. Kilise doğunun Ayasofya’sı olarak değerlendiriliyor.

Kilise 932-937 yıllarında yapılmış, 1064 yılında Türk hakimiyetine geçince camiye çevrilmiş, Rusların döneminde katedral, sonrasında tekrar cami, 1964 yılında müze ancak 1993 yılından bu yana Kümbet Cami olarak kullanılmaktadır. 1000 yıldan fazla geçmişi olan bu kilise mutlaka gezilmeli.

Ebul Hasan Harakani ve Evliya Cami

Ebul Hasan Harakani, İran Horasan bölgesinde Harakan köyünde doğmuş bir evliya. Anadolu’ya MS.11.yy’da Selçuklu akınları sırasında gelmiş ve 1033 yılında Bizans akınlarına karşı savaşırken Kars’ta ölmüş.  1579 yılında III.Murad döneminde Kars kale içinde Evliya Cami ve yanına Anadolu’nun ilk evliyalarından olan Harakani için türbe yaptırılmıştır.

Katerina Sarayı

Rus Çarı II.Nikola’nın eşi Katerina için yaptırdığı saray Kars Çayı’nın kenarında konumlanmış. Baltık mimarili tarihi taş yapı hastane, konak ve askeri birlik olarak kullanılmış, 1980 sonrası da tamamen terk edilmiş. 2015 yılında restore edilmiş ve Karslı bir işadamı tarafından otel olarak hizmet vermeye başlamış. Böyle bir otelde kalmak keyifli olsa gerek. Burada geceleme şansı olmayanlar, saray bahçesinde düzenlenen akşam partilerine katılabilirler. Biz kış akşamı, karlar içerisinde bahçede ateş karşısında, Karslı müzisyenlerin akordiyonları ile yerel müzikleri dinleyip,  sıcak şaraplarımızı yudumlayarak sarayın tarihi dokusunu kokladık.

Taş Köprü

Katerina Sarayı’nın hemen önünde, Kars Çayı üzerinde 1579 yılında II.Mahmut zamanında yapılmış taş köprü halen ayakta. Köprü yörenin bazalt taşlarından yapılmış.

Mazlumoğlu Hamamı – Puşkin Hamamı

Taşköprü yanında Osmanlı mimarisi ile yapılmış üç hamam yer alıyor.  Mazlumoğlu Hamamı son yıllarda restore edilip turizme kazandırılmış. 18. yüzyılda Osmanlı Sultanı III. Murat’ın yaptırdığı hamamlar uzun yıllar hizmet vermiş, Kars’ın  Rusların hakimiyetinde olduğu dönemde ünlü Rus şair Puskin de bu hamamda yıkanmış. Onun kullandığı oda ‘Puşkin’in Şeref Yeri’ olarak düzenlenmiş içine Puşkin’in büstler, kitapları el yazmaları konmuş.

Kars Fethiye Cami

*tr.wikipedia.org

Kars Merkezde bir parkın içinde 19.yy’da Ruslar tarafından Baltık mimari tarzında yapılmış Ortodoks kilise yürüyerek dolaşırken karşımıza çıkıyor. 1985 yılında kilisenin kuleleri yıkılmış, iki minare eklenerek  camiye çevrilmiş. Orijinal yapısı bozulmuş olsa da gösterişli mimarisi dikkat çekiyor. 

Kars Baltık Tarzı Binaları

Kars’ın 1879 yılında Rusların yönetimine geçmesi ile şehir planlı yapılaşmaya geçmiş. Baltık tarzı ızgara planlı sokaklar üzerine taş binalar, konaklar, kiliseler inşa edilmiş. Günümüze kalan taş binaların bazıları kamu binaları olarak kullanılmaktadır.

1883 yılında bir Rus tüccar tarafından konut olarak yapılan bina bir dönem vilayet binası, sonra vali konağı olmuş, bugün valinin çalışma ofisi olarak kullanılmakta  Binanın solunda Atatürk Parkı var. 6 Ekim 1924 te Atatürk Kars’a gelir. Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa şiiri o dönem yazılır ve bestelenir. Atatürk Parkı’nın karşısındaki göz alıcı bina da halen Defterdarlık olarak hizmet vermektedir. Rus döneminde yapılan caddeler ve binalar arasında uzun uzun gezinebilirsiniz.

Bu binalarda yer alan şık kafeler ve restoranlar da şehrin dokusuna uymuş. Bu caddede Puşkin Cafe ve Kaz Evi’ni özellikle görmek istedik.

Tarihi Ani  Kenti

Kars gezisinde 1000 yıllık ören yeri Ani Kenti ilk ziyaret edilecek yerler arasında. Ani kenti Ortaçağ’ın en büyük, gelişmiş, İpek Yolu üzerinde yer alan ticaret ve din merkezi idi. Bu kent 2016 yılında Unesco Dünya Mirasları Listesi’ne alınmıştır.

Ani, Kars’ın güneydoğusunda, merkeze 42 km uzaklıkta, Ermenistan Türkiye sınırında, Arpaçay ve Alacasu Vadilerine hakim yüksek bir alana kurulmuş. Kafkaslardan Anadolu’ya ilk giriş noktasında kurulan bir şehir. Ani çok kültürlü, şehircilik, mimari ve ekonomik olarak güçlü, gelişmiş bir metropol. Zamanında 1001 Kiliseli şehir olarak anılan Ani’de 20 kilise, şapel ve anıt mezarlar bugüne ulaşabilmiş.

Surlarla çevrili, geniş şehir alanından 1000 yıl sonrasına kalanlar bile şehrin haşmetini gözlerimizin önüne sunuyor. Surların içinde en büyük katedral 1001 yılında haç planlı kırmızı taşlarla yapılmış. Bu katedral 1064 yılında camiye çevrilmiş.

Şehir içinde çok sayıda kilisenin yanı sıra Anadolu’da ilk Zerdüşt, Ateşgede Tapınağı da buradadır. Türklerin Anadolu’da yaptıkları ilk cami Ebul Manucehr Cami de Ani’de.

Ani’de Bronz ve Demir çağlarında ve Urartular döneminde yaşam olduğuna dair eserlere ulaşılmış. 6. yy’da da Ermeni beylerinin yerleşim alanı olmuş. Asıl parlak zamanları Ermeni Bagratlı hükümranlığı döneminde olmuş. 961-1045 yılları arasında bu krallığın başkenti olmuş. 100.000 nüfusa ulaşan metropol 1045 yılında Bizanslılar, 1064 yılında da Selçuklu sultanı Alpaslan tarafından alınmıştır. Ancak Selçuklular burada yönetimi üstlenmemiş, Ani, Şeddadi Beyliği’nin başkenti olmuş. Her dönemde değişik hükümranlıklar tarafından ele geçirilmek istenen kent, Gürcü Krallığı, Moğollar, Celayirli, Karakoyunlu, Timur tarafından işgal edilmiştir. Osmanlı Rus Savaşı sonunda Rusların eline geçen Ani, 1920 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil olmuştur.

Çıldır Gölü

Kars ve Ardahan il sınırlarında olan Çıldır Gölü, Türkiye’nin en büyük tatlı su ve ikinci en büyük gölü de Kars gezisinin başka bir sürprizi. Baharda da güzel olan göl özellikle kış aylarında üzerinde gezme keyfi yaşatıyor. Tamamen buz tutan göl üzerinde yürüyerek veya faytonlu kızaklarla gezebilirsiniz. Ülkemiz ikliminde pek yaşayamadığımız bu deneyimi en soğuk ilimiz Kars’ta yaşayabilirsiniz. Tamamen buz tutmuş gölde gezip, aynı anda taze tutulmuş gölde yaşayan aynalı sazan balığını da tadabilmek ne eşsiz bir duygu. Yaz kış balık tutulabilen gölde kışın buzlar kırılarak balık avlanabilmekte. Turistler kırılan buzlarda kendi yiyecekleri balıkları tutabileceği gibi balıkçıların balık tutmasını da izleyebilirler. Keyifle göl üzerinde dolaştıktan sonra kıyıdaki tek restoranda balıklarınızı yiyip, yöresel aşık atışmalarını dinleyebilirsiniz.

Sarıkamış Kayak Merkezi

Çok kültürlü, tarihi kent Kars’a doğanın bir hediyesi de Sarıkamış Dağları. Türkiye’nin en yüksek rakımlı ve en soğuk şehri Kars’a yağan kar da özel. Dünyada sadece Alplerde yağan kristal kar Kars’a da ayrıcalıklı davranmış. Sarıçamlar arasında, kristal karlar üzerinde kayma şansı yanında, yılın 6 ayında karlı alanda hava çoğunlukla açık ve buzlanma olmuyor. Ülkemizdeki popüler kayak merkezleri kadar kalabalık olmayan ve yeterli yatak kapasitesine sahip merkez kayak severleri bekliyor. Sarıkamış kış sporları yapmak için uzun süreli kalınacak bir merkez. Ancak Kars gezinizde birkaç saat içinde, çam ağaçları arasında bembeyaz kristal karlar arasında dolaşıp, teleferik ile dağın zirvesine çıkabilirsiniz.  

Katerina Av Köşkü

Sarıkamış’ta Kayak Merkezi’nin yanı sıra tarihi köşk Katherina Av Köşkü ilçeye 1 km uzaklıkta. 19.yy’da Rus Çarı II. Nikolay’ın hasta oğluna rehabilitasyon amacı ile yaptırdığı köşk şu anda terkedilmiş durumda. Baltık mimarisi, taş yapıyı karşıdan görüp geçiyoruz. Şu anda bakımsız binanın da şehirdeki Katherina Köşkü gibi otel olarak restore edilme çalışmaları olduğu bilgisini aldık.

Sarıkamış Şehitliği

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1914 yılında Osmanlı ile Rusya arasındaki savaşta Osmanlı ağır yenilgi yaşamış. Kış koşulları altında iyi planlanamayan savaşta Sarıkamış’ta Kars’ı savunmaya çalışan 60.000 den fazla askerimiz donarak ölmüş ve toplu olarak gömülmüşlerdir. Onların anısına yapılan şehitlik Sarıkamış’a 6 km uzaklıkta. Hüzünlü bir şehitlik ziyareti oluyor.

Kars Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi

Osmanlı İmparatorluğu, 1734 yılından sonra Rusya ve İran’dan doğu sınırlarını korumak amacı ile tabyalar oluşturmuş. Tabyalar askeri birliklerin yerleştirildiği kapalı alanlardır. Kanlı tabya da o dönemde inşa edilen 46 tabyadan biri. Sultan III.Selim döneminde, 1803 yılında Yeni Tabya adı ile yapılan tabyaya, 1828 yılında Ruslar saldırmış ve bir gecede tüm tabya askerleri şehit edilmiş. Bu tabya binasında Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi açılmış. Müzede savaş şartlarında askerlerin yaşamları silikon heykellerle canlandırılmış, tarihi belgeler ve asker mektupları yer almakta. Sarıkamış şehitlerinin anısına da şehitlerin çarıklarından oluşan şehitler yolu yapılmış. Müzenin bahçesinde Kars Anlaşması sonrası Ruslar tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya hediye edilen beyaz vagon yer almakta. Şehir merkezine sadece 2,5 km olan bu müzeyi ziyaret ile bu kıymetli şehrin savunması için verdiğimiz şehitlerin yanında ülkemizin her karış toprağı için akıttığımız kanları tekrar hatırlıyoruz.

Kars Müzik ve Dans

Kars üniversite öğrencileri ile genç nüfusun olduğu bir şehir. Belirli sayıda kafe, restoran açılmış. Ancak turistler için şehre özel gösteriler dikkat çekiyor. Kafkas müzikleri ve dansları ile öne çıkan Kars son yıllarda belirli restoranlarda Kars gecelerinde gösteriler sunmakta. Belirli özel restoranlarda örneğin Kars Kaz Evi, Puşkin Kafe Restoranda önceden rezervasyon yaparak yemeğiniz ile birlikte bu dansları izleyebilirsiniz. Biz oteldeki yemeğimiz sonrası Kars Sahne Gösteri Merkezi’nin geniş salonunda izledik dans gösterisini. Sabit bir ücret içinde çay kahve ve kuruyemiş servisi yapılmakta, alkollü içkiler giriş ücretinin dışında. İlk bakışta fazla turistik mi acaba diye biraz tereddüt etsek de, Kars’ta bu dansları izlemek son derece keyifli geldi.

Aşıklar Atışması

Anadolu’nun Aşıklar Atışması geleneği de Kars için turistik gösteriler arasına eklenmiş. Değişik, güzel bir deneyim oluyor yaşatılmaya çalışılan bu gelenek.

Yeme İçme

Kars çok zengin mutfağı ile farklı lezzetler sunuyor ziyaretçilerine. Kars 2000 metre yüksek rakımda, yaylalarda beslenen hayvanların lezzetli etlerinden yapılan yemekler sofranızda yer alacaktır. Yine Kars yaylalarında beslenen Kars kazı tatmadan ayrılmadık bu şehirden. Özel tarifi ile pişirilen kaz eti için en çok önerilen restoran tarihi binasında Kaz Evi, ancak rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Bir akşam hem kaz eti yemek hem de Kars dansları izleyebilirsiniz. Biz Kaz Evi dışında başka bir restoranda tattık.

Kars et yemeklerinin dışında hamur işleri ve bakliyat ürünleri ile yapılan yerel yemekler zengin Kars mutfağında yer almakta.

Alışveriş

Kars gezimiz yerel, özgün ve doğal ürünlerin alışverişi ile sonlanıyor. Kars kaşarı ve gravyerinin yanı sıra kaymağı, pekmezi, pestili, tereyağı, eriştesi, sucuğu, gibi çok çeşitli kahvaltılık ve süt ürünleri alabilirsiniz.

!878 yılı sonrası Ruslar tarafından Kars’a yerleştirilen Rus Malakanlar Boğatepe Köyüne yerleştirilmiş. Bölgede tarım ve hayvancılık ile uğraşan bu grup peynir üretimini de  tanıtmış yöre halkına. Bugün dünya çapında ünlü Kars gravyeri ve Kars kaşarı yanında özel Malakan peynir çeşitlerini de alabilirsiniz. Bugün Kars merkeze 1 saat uzaklıktaki Boğatepe Köyü’nde peynir üretimi devam ederken Türkiye’nin ilk peynir müzesi de burada kurulmuş. Bizim zamanımız olmadı ve bu köye gidemedik ancak şehirde çok sayıda peynir dükkanından peynir çeşitleriniz seçebilirsiniz. Bu arada Kafkas arı ırkının ürettiği Kars yayla balını ve arı ürünlerini de alışveriş listenize ekleyebilirsiniz.

Son Söz

Tarihi şehrimiz Kars turistik açıdan son yıllarda keşfedilmiş her anlamda zengin bir bölge. Yıllarca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, çok renkliliğini günümüze yansıtmış. Sadece şehir merkezi ile değil çevresi ile gezilecek görülecek bir şehir. Uzaklığına rağmen uçak ve tren ile ulaşım kolay ve keyifli. Zengin mutfağı daha önce tatmadığımız lezzetler sunuyor. Halkı turizm açısından bilinçlenmiş, hem sunulan ürünler hem de gezginlere yardımcı oluyorlar. İzmirli olarak kışın karlar içerisinde dolaşmak ayrı güzel geldi ancak bu yüksek plato ve yaylalar  sadece kışın değil baharda da keyifle gezilebilir.

Giethoorn Gezi Rehberi: Hollanda’da Bir Masal Diyarı

Giethoorn masallardan fırlamış sakin, huzurlu, yemyeşil bir köy. Birbirine 176 köprü ile bağlanmış adacıklar üzerinde, kanalların kenarlarına sıralanmış sazdan çatılı tipik Dutch çiftlik evleri ile süslenmiş bir köy.

Köyün evlerinin yapım tarihi 18. yy’a kadar uzanmakta, tarihi dokusu da tamamen korunmuş. Köyün sokaklarında motorlu taşıt göremiyoruz, evlerin önlerinden sadece yürüyüş ve bisiklet yolu geçmekte. Bu yolda yürürken sanki bir film setinde dolaşıyor duygusuna kapılıyor insan. Yemyeşil çimlerle kaplı bahçelerde, rengarenk çiçekler arasındaki biblo gibi evlerin kapılarını birazdan masal kahramanları aralayacak ve çimlerin üstlerinde dans etmeye başlayacaklar gibi geliyor.

Giethoorn’da yerleşim 13. yy’a uzanmakta.  Giethoorn kelimesi Hollandaca keçi boynuzu anlamına gelmekte. Köye ilk yerleşenler Güney Avrupa’dan vebadan ve dini baskılardan kaçan halk olmuş. Köye gelenler 1170 yılında yaşanan su baskınında  boğulan vahşi keçilerin boynuzları ile karşılanmışlar. Köyün adı da ‘Goat Horn’ veya ‘Geytenhoren’ daha sonra da Giethoorn olarak kullanılmaya başlanmış. Köye ilk yerleşenler su altındaki fosilleşmiş bitkilerden oluşan kömürleri çıkartıp satarak para kazanmayı amaçlayan göçmen işçiler olmuş. Sonraki yıllarda su altından çıkartılan bu kömürleri daha kolay taşıyabilmek için kendileri uğraşarak daha çok kanallar açmışlar.

Uzun yıllar köy halkı bu güzel köyde sessiz, sakin, işinde gücünde mutlu mesut yaşarken Hollandalı yönetmen Bert Haanstra köyü film stüdyosu olarak kullanmış. Yönetmenin 1958 yılında çektiği Fanfare isimli komedi filmi ile köy tüm dünyada popüler olmuş.

Günümüzde kuzeyin Venedik’i olarak adlandırılan Giethoorn, Hollanda’nın en popüler 10 turistik yeri arasında sayılıyor. Asıl nüfusu 3000 kişiden az olan olan köy bu kadar popüler olunca doğal olarak bu romantik köyde sakin ve sessizlik içinde dolaşmayı hayal edemeyeceğiz. Kanallar botlarla, teknelerle dolu, yürüyüş yolunda fotoğraf çeken, hayranlıkla dolaşan çok sayıda turist göreceksiniz. Yılda 1 milyon kişi ziyaretçi ağırlıyor köy, bu arada en çok da Çinli turist.

Kanalda değişik türlerde botlarla hatta gondolla bile dolaşabileceğiniz gibi teknenizi kendiniz de kullanabilirsiniz. Ya da daha büyük bir teknede köyün öyküsünü dinleyerek, kahvenizi yudumlayabilirsiniz. En küçük ve ucuz kendinizin kullanabileceği bot tipi ‘fluisterboot’ 2-4 kişilik ve bir saati 15 Euro. Ancak kanal içinde birbirine çarpan, yanlış yöne giren botlarla karşılaşabileceğinizi hatırlatmalıyım. Biz daha büyük ve 20 kişiden daha çok kişi alan kaptanın aynı zamanda birkaç dilde rehberlik yaptığı, kahve ikramı da olan bir tekne tercih ettik. Bir saatlik tur için kişi başı 10 Euro ödedik. Köyün içinde motorlu araç sesi olmadığı gibi, teknelerde elektrikli ve sessiz tam köye yakışır şekilde. Tekne kiralama ile daha detaylı bilgiyi linkten edinebilirsiniz. https://www.boatrental-giethoorn.eu/

Ulaşım

Giethorn Hollanda’nın doğusunda Overijssel eyaletine bağlı, Amsterdam’a araba ile 1,5 saat uzaklıkta ve günübirlik gezilecek bir yer.

Giethoorn’a birden çok ulaşım seçeneği bulunmakta;

  • Biz Amsterdam’dan araba ile yolculuk yapmayı seçtik. Yolculuk manzaralı, düz bir yolda rahat ve keyifli idi. Giethoorn köyün içine motorlu araç girişi olmadığından, köyün girişindeki ücretsiz otoparka arabamızı park ettik.
  • Amsterdam’dan günübirlik tur da alabilirsiniz, bu turlar köye ulaşımın yanı sıra, kanalda tekne gezilerini de kapsıyor.
  • Hollanda’da en yaygın kullanılan ulaşım aracı tren ile ulaşmak mümkün köye. Amsterdam Central Station’dan kalkan tren ile ulaşılabilir. Ancak köyün içinde bir tren istasyonu bulunmuyor. En yakın istasyonlar Steenwijk ve Meppel istasyonları. İki istasyondan da taksi veya bisiklet kiralayarak köye ulaşabilirsiniz. Steenwijk köye 8 km ve yol düz ve rahat olduğu için bisiklet ile ulaşım kolay.
  • Steenwijk’ten Giethoorn’a 70 numaralı ve 270 numaralı iki otobüs ile ulaşabilirsiniz. Ancak sadece Steenwijk İstasyonu’ndan otobüse binebilirsiniz. Mepper İstasyonu’nda taksi veya bisiklet ile ulaşım seçenekleri bulunuyor.

Konaklama

Giethoorn bir günde rahatlıkla gezilebilecek bir köy. Ancak bu güzel köyde konaklamak isterseniz yine bu köy evlerinde, kanal kenarında oteller, apartlarda kalabilirsiniz. Gün içinde çok fazla turistin olduğu köy akşam üzeri turistler ayrılınca çok huzurlu bir sessizliğe kavuşuyor. Biz köyde daha çok zaman geçirmek için akşam yemeğimizi de orada yemek istedik. Daha hava kararmadan köyün boşaldığını gördük. Böyle sessiz, sakin bir ortamda gecelemek iyi bir tercih olabilir.

Gezelim Görelim

Biz köye ulaşınca arabamızı park yerine bıraktık. Hemen kanal kenarına çıkıp önce kanal turu satın aldık. Köyün sokakları kanallar olduğuna göre kanallar arasından geçerek göle kadar ulaştık.

Köye bir şekilde ulaştıktan sonra sokaklarda dolaşmanın ilk yolu bir kanal turu almak. 1-1,5 saat boyunca fotoğraflık evler, ahşap köprüler arasında keyif ile dolaştıktan sonra başladığımız noktada tekneden iniyoruz. Sıra kanal kenarında yürüyüş yolundan dolaşarak ortamın keyfini daha yakından yaşamaya geliyor. Birbirinden güzel evler, çiçekler, köprüler arasında  bol bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Daha yürüyüşün başında ‘Museum Giethoorn Olde Maat Uus’ karşımıza çıkıyor.  1800’lü yıllardan kalan orijinal bir Giethoorn evinde sergilenmekte müzenin objeleri. Müzede tarihi köyün sakinlerinin yüzyıl önceki yaşam tarzını yansıtan kıyafetler, günlük kullanımda kullanılan eşyalar, tarihini anlatan bilgiler içeren küçük bir müze. Köyün ruhunu daha iyi anlamak için 15 dakikada gezebileceğiniz bir müze. Müzenin giriş ücreti 4 Euro ancak müze kartınız varsa ücretsiz. Ben uzun süreli Amsterdam programımda müze kartı aldığım için hiç düşünmeden girdim müzeye.

Bu müzenin yanında köyde birkaç müze daha var: Automuseum Histomobil/ Otomobil Müzesi, Gloria Maris Schelpengalerie/Deniz Kabukları Müzesi, Museum De Oude Aarda/Eski Dünya Müzesi gibi. Biz müze kartımız olmasına rağmen köyün dış mekanlarında zaman geçirmek için sadece bir müze gezmek ile yetindik..

Köyün 1871 yılında yapılan tarihi kilisesi de kanal kenarında. İbadete ve ziyarete açık bir kilise. 

Köyde hoş kafeler, restoranlar karşılıyor gelenleri. Köyün yeşilini, ruhunu, turistlerin hayranlıklarını izlemek için kanal kenarında bir kafede oturabilirsiniz. Yürüyüşünüz sırasında karşınıza çıkacak kafeler arasında; Binnenpad 68, Twenty Seven, Het Wapen va Giethoorn, Cafe-Restaurant Smit’i sayabiliriz. Kafelerde çay, kahve, bir kadeh şarap yanında bir şeyler atıştırabilirsiniz. Biz kahvemizin yanında geleneksel Hollanda wafflemızı kanal kenarındaki kafelerde tadarken, akşam yemeğimizi de köyün girişindeki restoranlardan birinde yedik. 

Ayrıca küçük birkaç dükkanda hediyelik ve hatıralık eşyalara göz atabilirsiniz.

Son Söz

Giethoorn hakkında yazılacak çok şey kalmadı sanırım. Bu güzel köy Hollanda’nın en popüler yerleri arasında sayılırken, yeşilliği, sakinliği, tarihi ve kültürel özellikleri ile Hollanda gezilerinde yolumuzun geçeceği bir köy olacaktır.