Amsterdam, belki avuç içi kadar yere koca bir dünyayı sığdırdığı için kayıtsız kalınamayacak bir cazibe merkezi. Avrupa’nın köylüsü denilen bir milletin imrendirici bir refah toplumu kurup dünyanın belki de başka yerinde rastlanmayan dini, siyasi, sosyal hoşgörü geleneğini bu kadar içine sindirerek yaşaması başlı başına bir merak konusu.
Çocukken yel değirmenleri, laleler, tahta ayakkabılarla yer etmişti kafamda Hollanda ve Amsterdam. Sonra kırmızı fener sokağıyla, coffe shop’larla simgeleşen ‘ne biçim özgürler’ ortamı ilginç geldi. Eh, yaş kemale erdi, hafif sarsılsa da hala demokrasinin, bireysel özgürlüklerin bayrağını bu kadar dik dalgalandıran bir toplum dikkati çekiyor haliyle. Demokrasinin orasını burasını bozarak dediğim dedikçi bir sisteme evrilen bizler için bu daha da önemli çünkü böyle bir özgürlük, kuralsızlığı, başı boşluğu, boş vermişliği getirmiyor; Bir arkadaşın söylemiyle, ‘biraz fazla tuvalet kağıdı alsan devlet kapında biter, kara para mı aklıyorsun sen diye…’ dedirten bir disiplinle sağlanıyor bu geniş özgürlükler.
Kısacası Amsterdam benim için sadece bir gezi rotası değil, bireysel özgürlüklerin olabildiğince geniş yaşandığı bir yer. Defalarca gittiğim bu şehri, bu sefer kış masalı sahnesinde gezdim, belki de Amsterdam’a en çok yakışan da bu. Anlatacaklarım biraz da tüm gezilerimin bir özeti.
Meraklısına; Amsterdam’ın Kısa Tarihi
Avrupa’nın köylüsü falan dedik ya, gerçekten Amsterdam 12. yüzyılda Amstel Nehri’nin ağzındaki yerleşime pek de uygun olmayan yerde bir balıkçı köyü olarak tarih sahnesine çıkmış. Suları kontrol etmek için kurulan baraj olan Amstelledamme, ismini bu şehre de vermiş. Sanki başka yer yokmuş gibi, bu sulak, bataklık arazide kanallarla, setlerle, duvarlarla, tepeciklerle oluşturulan alanda yayılan şehir 16.yüzyılda dünyada sözü geçen devasa bir imparatorluğa dönüşmüş. Bu yükselişte ticaretin rolü yadsınamaz. Daha öncesinde Germen kavimlerine karşı duran derebeylerin hakimiyetinde feodal sistem ortaya çıkmış. Bu dönemde Hollanda Kontu V. Floris 1275’te Amsterdamlılara serbest geçiş izni vermiş ama rakibi IV Gijsbrecht van Amstel tarafından öldürülmüş, bunun üzerine Hollanda Kontunun kardeşi Hainautlu Guy de kendisini hapse atıp şehrin hakimiyetini ele geçirmiş, üstüne Utrecht Piskoposu olup Amsterdam’a özel ticari izinler vermiş.
Aynı dönemde ringa balığı ticareti ve bira ticaret limanı izinlerinden sonra Amsterdam almış yürümüş. Göz alıcı bir liman şehri haline gelen Amsterdam, Alçak Ülkeleri birleştirmeye çalışan Burgonya Düklerinden Habsburgların eline geçmiş. Burgonya Dükü II Philippe’in Belçika, Lüksemburg, Hollanda’yı birleştirme çabaları Cesur Charles’a yenilmesiyle son bulmuş. Charles’ın kızı Marie, Avusturyalı Maximilian Habsburg ile evlendikten sonra ölünce Amsterdam’ın sahibi de Habsburglar olmuş. Aslında Avrupa tarihi de bu dönemde yeniden şekillenmekteydi; Maximilian’ın oğlu Felipe, İspanya’nın eli maşalı kraliçesi Isabel’in kızıyla evlenince iktidarın da sahibi oldu. Bu çiftin oğlu ise meşhur V.Carlos olacaktı. Carlos, Kutsal Roma İmparatoru, İspanya Kralı ünvanlarının yanında Hollanda’nın 17 eyaletine hakim olup Alçak Ülkeleri birleştiren Hollanda hükümdarı da olmuş. Bu dönemde Hollanda Katolikti. 1550’de Protestanlık sapkınlık olarak görülüp ölümle cezalandırılıyordu. 1568’de Oranje Prensi Protestan Willem önderliğinde isyanlar başlamış. 1578 yılında isyanı Protestanlar kazanmasıyla Alterasyon Dönemine girilmiş ve Amsterdam Protestanların başkenti olmuş. 1580’li yıllarda Hollanda doğuya giden yolları keşfetmiş, 1596’da Kaşif Willem Barentsz Kuzey Buz Denizi’ni keşfetmiş. Keşifler, uzun ticaret yolları Hollanda’nın servetine servet katmış ve 17. yüzyıl Amsterdam’ın altın çağı olmuş. Oranje Hanedanı’ndan Frederick Henrick genel vali olduktan sonra yerine geçen III Willem İngiliz tahtının varisi Mary Stuart ile evlenmiş. Bu dönemde Amsterdam’da yeni kanallar açılıyor, muhteşem konaklar yapılıyor, zenginlik ve şatafat şehri sarmalıyormuş. Aynı günlerde Osmanlı topraklarından getirilen lale, bir çılgınlık haline gelmiş, bir soğanına koca malikaneler el değiştirmiş. Altın çağ sürerken İspanya ile olan çekişme de sona ermiş ve Hollanda İspanya tarafından tanınmış. Hollanda dar topraklarına sığmayıp deniz aşırı yayılmaya başlamış, Endonezya’da kolonileşme sürecinde Amsterdam zenginliğine zenginlik katmış. Doğu Hindistan Kumpanyası ile baharat yolunu da ele geçiren Hollanda, Amerika’da Manhattan’ı satın alıp New Amsterdam’ı kurmuş. Ama 1664’te İngilizler New Amsterdam’ı ele geçirince İngiltere ile karışık bir ilişki süreci yaşanmış.
1688’de III. Wilhem İngiltere tacını giymek üzere İngiltere’ye davet edilmiş. III. Wilhem’in ölümüyle valisiz kalan Hollanda’da çıkan karmaşa içinde, IV. Wilhem, babadan oğula geçen valilik sistemi kurmuş. Bu dönemde Amsterdam finans dünyasının merkezi olmuş ve Hollanda tüm dünyadan göç eden insanların aktığı bir yer haline gelmiş. Oranje Hanedanı’na duyulan hoşnutsuzluk sonucu çıkan isyanlar 1787’de Prusya Ordusu tarafından bastırılsa da bu dönemde kısa bir cumhuriyet dönemi yaşanmış. Hollandalı isyancılar, Fransızların yardımıyla bu cumhuriyeti yaşarken 1806’da Napoleon Bonapart cumhuriyet idaresini eline geçirmiş, sonra da Louis Napoleon Hollanda tacını giymiş. Bu dönem 1815’e kadar sürmüş, Waterloo’nun ardından Oranje Hanedanı yine yönetimi eline almış ve Willem kral olmuş. 1831’de Alçak Ülkelerin güney kısmı birlikten ayrılmış ve Belçika’nın temelleri atılmış. 1845’te halk sosyal reform talepleriyle ayaklanmışlar. Böylece sosyal demokratlar, komunistler, işçi partileri 1900’lere yaklaşırken Hollanda’nın siyasi hayatına girmişler. Yeni anayasa düzenlemeleri, I Willem’in yerine geçen II Willem, Kraliçe Wilhelmina, tarafsız kalarak atlatılan I Dünya Savaşı ve ülkeyi yakıp geçen II Dünya Savaşı, 1949’da Endonezya’nın bağımsızlığını kazanması derken Hollanda bugünlere ulaşmış.
1989’da merkez sağın iktidara geçmesiyle özgürlüklerin sınırı yeniden tartışılmaya başlasa da Kraliçe Juliana’nın yerine geçen Kraliçe Beatrix’in tahtta olduğu Hollanda bugün dünyanın hala hem en müreffeh hem de özgürlük sınırlarının en geniş olduğu ülkelerden biri.
Ulaşım
Amsterdam’a Türkiye’den uçakla gidildiğinde Schiphol Havaalanı’na iniliyor. Havaalanından Amsterdam’a ulaşmanın en kolay yolu NS tarafından işletilen tren. Her gün 06.00 ile 01.00 arasında her 10-15 dakikada, 01.00 ile 06.00 arasında ise her saat başı kalkan trenlerle Amsterdam Tren İstasyonu’na ulaşabilirsiniz. Biletleri gişelerden ya da makinelerden alabilirsiniz. NS tren ücretleri 4.50 euro ve 1 euro da servis ücreti gibi bir para alınıyor. Havaalanından Amsterdam’a gitmenin bir yolu da otobüs. 397 numaralı Connexxion/ R-Net otobüsleri Schiphol’den Leidseplein’a 6.50 euroya götürmekte.
Amsterdam’ın keyfi yürüyerek çıkar, şehir de buna çok uygun. ‘Aman dönüşü de paralel sokaktan yapayım, farklı yerler görürüm…’ falan demeyin, o paralel sokak sizi şehrin bambaşka bir yerine götürebilir; kanallar, köprüler, sokaklar birbirini kesip başka yönlere dönebiliyorlar.
Yürümek istemiyorsanız Amsterdam’ı metro, tramvay, otobüs ve tekne ile gezebilirsiniz. Toplu taşıma GVB şirketi tarafından yürütülmekte. Tekne, Amstel Nehri üzerinde ulaşımı sağlıyor, ayrıca Eye Instıtute’a ve Look Out kulesine gitmek için kullanacak bir araç. Otobüsler daha çok banliyöler için geçerli, geceleri tramvay hizmeti bittiğinde, 00.30-07.00 saatleri arasında otobüsler devreye girmekte. Metro dört hatta çalışmakta, genelde banliyölere kadar uzanmakta, üç hattın kalkış noktası ise Merkez Tren İstasyonu. Amsterdam’da gezilecek yerlerin çoğu merkez çevresinde olduğu için belki de bir gezgin için en iyisi tramvayı seçmek; şehrin merkezinde tramvayların ulaşım noktaları çok fazla.
Toplu taşım biletleri makinelerden ya da araç içinden alınabilir. Tramvay, otobüs ve metroda geçerli bir saatlik bilet 3.20 euro, bu bilet trenlerde geçerli değil; Havaalanı hattında çalışan otobüslerin dahil olduğu tramvay, otobüs metro bileti ise 6.50 euro ve 90 dakika geçerli. Biletler araç içindeki bir makineyle binişte ve inişte onaylatılıyor.
Tramvay, otobüs, metro için geçerli GVB günlük biletleri de gezginler için bir seçenek. 24 saatlik 8.00 euro, 48 saatlik 13.50 euro, 72 saatlik 19.00 euro, 96 saatlik 24.50 euro, 120 saatlik 29.50 euro, 144 saatlik 33.50 euro, 168 saatlik 36.50 euro; bu biletler havaalanı ulaşımı için kullanılamıyor.
GVB toplu taşımalarına ek olarak havaalanı tren ve otobüs ulaşımının da dahil olduğu kartlar, 1 günlük 17.00 euro, 2 günlük 22.50 euro, 3 günlük 28.00 euro… Amsterdam ve Bölgesel Kartlar yine 1,2,3 günlük olarak 19.50, 28.00, 36.50 eurodan. Daha uzun seyahatler için Hollanda için geçerli başka seçenekler de mevcut. Ayrıca OV çipli kart da uzun süreli kalacaklar ve çok seyahat edecekler için düşünülebilecek bir seçenek; kart bedeli 7.50 euro ve geri ödemesi yok. Bittikçe kartı doldurabiliyorsunuz ve trenlerde de kullanılabiliyor.
Tembel gezginin kurtarıcısı gezi otobüsü Amsterdam’da gezi tekneleriyle de hizmetinizde. 1 günlük hop on hop off otobüs gezisi 21.00 euro, 1 günlük tekne gezisi 24,00 euro; eğer otobüs ve tekneyi birlikte kullanacaksanız 1 günlük ücret 29,00 euro. Buna bir de Heineken Experience bira keyfi katarsanız ücret 46,00 euroya çıkıyor. Stromma tekne turları düzenleyen firmalardan biri ve akşam yemeği, kokteyl gibi özel turlarla da kanal gezisi yapıyor.
Öte yandan Amsterdam, bir bisiklet kenti; günlük 12 euroya bisiklet kiralayıp dilediğinizce gezebilirsiniz. Araba kullanmak ise, şehir merkezinde bir sinir törpüsü, unutun gitsin; yollar dar, genelde bir tamirat veya yük boşaltan kamyonlardan tıkalı, park yerleri pahalı ve zor bulunuyor.
Amsterdam’ı yürüyerek gezecekler için bir uyarı; bisikletlileri ciddiye alın, şakaları yok, üstünüze üstünüze sürüyorlar. Yaya yolu ile bisiklet yolu ayrımına dikkat edin ve bisiklet yoluna geçmeyin, hiç tavizleri yok. Araba kullanıcıları ise zaten neredeyse 0 km ile gidebildiklerinden bir sorun yaratmıyorlar, ayrıca yayalara karşı gayet anlayışlılar.
Artık gezmeye başlayalım mı?
Gezelim Görelim
Öncelikle sizi Merkez Tren İstasyonu’ndan başlayarak gezeceğiniz yerleri kuş uçuşu dolaştırayım. Tren İstasyonu’ndan çıktınız, sırtınızı Tren İstasyonu’na verdiniz. Dümdüz ilerleyeceğiniz yol Amsterdam’ın can damarı Damrak. Sağ tarafınız Haarlem’e gidiyor, şehrin insanı hafiften irkilten tarafıyken yavaş yavaş toparlanan bir bölge, hafif bohem ama düşük bütçeden, fiyatlar daha makul olan bir yer; sol taraf ise Schreierstoren gibi Orta Çağ’dan kalan yapılardan geçip Ijburg gibi şehrin yeni yerleşim yerlerine doğru uzanıyor. Biz Damrak üzerinden devam edelim.
Hemen solunuzda St Nicolaaskerk dikkatinizi çekecek. Yol üzerinde seks müzesi, işkence müzesi, vücut kaslarının çalışmasını gösteren Body World gibi atraksiyonu bol müzeler sizi kandırmasın (Beni kandırdı), bu şehrin gerçekten önemli müzeleri var. Ayrıca Beurs van Berlage de bu yol üzerinde. Dam Meydanı önemli bir nokta; Koninklijk Paleis, Nieuwe Kerk, Nationaal Monument ve meydanı çevreleyen şık alışveriş yerleri sizi defalarca buraya getirtecek. Biraz daha içeriye doğru ilerlerseniz mutlaka görmeniz gereken Jordaan’a varacaksınız; Anna Frank’ın Evi sizi hüzünlendirecek ama bölge Amsterdam’ın en canlı, en eğlenceli yerlerinden.
Yolunuz sık sık kanallarla kesilecek; temel olarak kanallarımız, iç içe geçmiş yarım ay şeklinde (içerden dışarıya) Herengracht, Keizersgracht ve Prinsengracht, en içte ise Spui civarında biten Singel… Bir de şehrin içine giren ve Waterlooplein’ı çevreleyen Amstel Nehri var ki şehrin en can alıcı manzaralarını çekmek için oraya gitmeniz şart. Dendiğine göre sonradan açılan bu üç kanal içinde Herengracht zamanının en sükseli olanıymış, en zengin tüccarlar burada yaşıyormuş, haliyle malikaneler de biraz daha görkemli. Şimdi ise sadece belediye başkanı buradaymış, diğer evler şirketler, mağazalar, şık lokantalar tarafından kullanılmaktaymış. Buna göre en garibanı da Prinsengracht, evler de ona göre; bir zamanlar göçmenler, işçiler burada yaşıyormuş ama şimdilerde şehrin cazibe merkezi, örneğin Jordaan burada. Artık bu kanalların, sokakların aralarına girmek zamanı; Amsterdam’da gezdiğim gördüğüm, sevdiğim bakıp geçtiğim yerlere götüreceğim sizi. Biraz uzun olacak ama Amsterdam’dasınız, her sokağında bir dünya dönüyor.
Önce Amsterdam’ın en özgün ve populer bölgesinden başlayalım.
Red Light Zone
Müzeler
Müze düşkünü olduğum için bu kısmı uzun uzun anlatacağım. Amsterdam’da müzeler pahalı, bunun için size IAmsterdam kartını önereceğim, şehrin en önemli müzelerine ücretsiz giriş sağlıyor. Gittiğim müzeleri ayrıntılı anlatacağım, gitmediğim müzelere de değineceğim.
Rijksmuseum
Amsterdam’ın en görkemli müzesi Rijksmuseum, Hollanda’nın sanat tarihinin bir özetini sunmakta. 1798’de The Hague’de açılan Müze, 1808’de Amsterdam’a taşınmış ve önce Kraliyet Sarayı ve Trippenhuis’de kendine yer bulmuş. Bugünkü binasına 1885’de taşınmış, 2013’de ise on yıllık bir restorasyon döneminden sonra Kraliçe Beatrix tarafından yeniden açılmış. İlk koleksiyonlar Nationale Kunstgallerij olarak sergilenmiş, 1808’de Hollanda Kralı (Napoleon’un kardeşi) Louis Bonaparte tarafından Royal Museum olarak açılmış ve bugünkü ismini 1815’te Kral I. Willem zamanında almış.
1885 yılında açılan bu muhteşem Neo Gotik unsurlarla bezenmiş Hollanda Neo Rönesansı tarzındaki yapı, ilk Felemenk ressamlardan başlayıp özellikle 19. yüzyıl sanatçılarına kadar getiriyor. Orta Çağ kiliselerinin altarlarını süsleyen panolar, Orta Çağ heykelleri, Hollanda İmparatorluğu dönemine ait kent manzaraları, ilk Hollanda resimleri, 17. yüzyılda alterasyon dönemi sonucunda resim sanatının evrimi, muhteşem natürmontlar, empresyonistler, 17. yüzyıla ait mobilyalar, Delft seramiklerinin en nadide örnekleri, baskılar ve Hollanda’nın İmparatorluk döneminde Asya’daki hakimiyeti sırasında getirilmiş Uzak Doğu ve Hint heykel ve objeleri sizi bekliyor. Uzun uzun gezmeye zamanınız yoksa Müze’nin 17. yüzyıl resimlerine ayrılan bölümüne öncelik tanıyın; Frans Hal’ın Düğün Portresi, Neşeli Sarhoş Ruisdael’in Yel değirmeni, Vermeer’in Mutfak Hizmetçisi ile Mektup Okuyan Kadın mutlaka görülmesi gereken eserler ama Müzenin ağır topu Rembrant’ın Gece Devriyesi tablosu. 1642’de tamamlanan resim, Rembrant’ın en büyük tablosu. Bu eser, hareket halinde bir grup insanın portrelendirildiği ve bir öykü anlatan ilk resimmiş.
O kadar muhteşem eser arasında benim aklımda kalan resim Cornelis Cornelisz’in Masumların Katli tablosu oldu; Yehuda Kralı Herod’un müstakbel kral çıkması endişesiyle şehirdeki iki yaş altındaki erkek çocukların öldürülmesi emriyle ilgili olan tablo gayet trajik bir konuyu ele almış ama tablonun tam ortasına kondurulan minik bebeleri boğazlayan iki adamın koca totosu insanda konsantrasyon bırakmıyor.
Ben gittiğimde Müze’de Rembrant-Velazquez sergisi vardı; bu bölümde Rembrant ile Velazquez ve bu sanatçılardan etkilenen ressamların seçme eserleri yer almakta.
Müze her gün 9.00-17.00 saatleri arasında açık, giriş 20 euro. Müzeye gelmek için Tren istasyonu’ndan 2 ve 5 numaralı tramvayları, diğer yerlerden 6, 7 ve 10 numaralı tramvayları ya da 145, 170, 172 numaralı otobüsleri kullanabilirsiniz.
Ola ki bu muhteşem Müze’ye gelmeye zamanınız olmadı; Schiphol Havaalanında 07.00-20.00 saatleri arasında genelde Müze eserleri arasından seçmece 10 tane resim sergilenmekte, ücretsiz, şehirden ayrılmadan önceki son fırsat…
Van Gogh Museum
Amsterdam’da sadece bir müzeye gidecekseniz belki de bu Van Gogh Müzesi olmalı.
Genelde Van Gogh’un birkaç resmini mutlaka biliyoruzdur ama burada sizi şaşırtacak resimlerini görebilirsiniz; ben Pieta temalı resmi olduğunu bilmiyordum, gördüm. Ayrıca Van Gogh yanında çağdaşı olan ressamların eserlerinden de örnekler bulunmakta. Müze’nin Kurokawa kısmında geçici sergiler düzenlenmekte; ben gittiğimde Millet sergisi vardı. Millet’nin çiftçi hayat üzerine nefis resimleri yanında bu bölümde en ilgimi çeken, Millet’nin ‘Het Angelus’ resminden esinlenerek Salvador Dali tarafından yapılmış versiyonu. Bu bölümde nedense resim çekmek yasaktı ve niyetimi anlayan güvenlik görevlisi gözlerini ayırmadığından maalesef resim yok.
Anna Frank Huis
Çocukluğumda okuduğum Anna Frank’ın Günlükleri, o günlerin kafasıyla genelde savaşın, özelde II Dünya Savaşı’nın yıkıp geçtiği hayatların simgesi olmuştu benim için.
Bu müzeyi Amsterdam’ın vazgeçilmezleri arasında, hatta ilk sırada sayıyorum. Evet II. Dünya Savaşı insanlığın verdiği çok kötü bir sınavdı ve bu sınavda milyonlarca insan hiç suçu olmadan savruldu gitti, Anna Frank bu savaşta yitip giden çocukların hepsinin bir özeti gibi. Prinsengracht 263 numaradaki bu ev, Anna Frank ve ailesinin II. Dünya Savaşı sırasında iki yıldan fazla gizlendiği bir yer; Van Pels ailesi Frank ailesini burada sakladılar. Sonuçta 4 Ağustos 1944’te Anna Frank ve ailesi bu evde yakalanır ve toplama kamplarına gönderilir, bu süreci sadece baba Otto Frank sağ atlatır. Anna Frank’ın evi temel olarak boş ama o günlerin ağırlığı evin her yanına sinmiş, o günlerin acısı kendini her adımda hissettiriyor., belgeler, resimler, o günlerden kalmış objeler de bu hissi besliyor.
Önceki gezilerimde bir kez ziyaret etmiştim ama sonra gitmedim. Ne yaparsınız, insanız işte, ölenle ölünmüyor, sonuçta buralara biraz dağıtmaya geldik; öte yandan insanlığın geçmişinden ders aldığı da yok, tepişip duruyorlar hala, bari ben keyfime bakayım dedim. Ama siz daha duyarlı davranmak isterseniz, 01 Nisan- 01 Kasım arası 09.00-22.00, 01 Kasım-01 Nisan arası 09.00- 19.00 (cumartesi 21.00) saatleri arasında 10.50 euro ödeyerek ziyaret edebilirsiniz. IAmsterdam kartı burada geçerli değil. Buraya 13,17 tramvay hattıyla ve 170, 172, 174 numaralı otobüslerle gelebilirsiniz. Ayrıca biletleri internetten, annafrank.org adresinden almanız gerekiyor.
Museum Ons’ Lieve Heep op Solder
Amsterdam’ın en özgün ziyaret noktalarından olan bu müze, Red Light’ta 1630’da yapılmış bir kanal evi ile onun arkasındaki iki küçük evden oluşmakta. 1663’de yapılan Çatı Katındaki Efendimiz Kilisesi’ne ev sahipliği yapan bu kilise, Amsterdam’ın bir döneminden geriye kalan tek yapı. 1578’de Hollanda’nın Katoliklikten Protestanlığa geçtiği Alterasyon sürecinde, kamuya açık Katolik uygulamaları yasaklanmış ama gizli gizli ibadet edilmesine izin verilmiş.
Bu süreçte evlerin tavan aralarında Katolik kiliseleri kurulmuş. İşte bu müze, o günlerden geriye kalan gizli bir Katolik kilisesine ev sahipliği yapmakta. Bina 1888’de müzeye dönüştürülmüş ve kiliseye ait gümüş eşyalar ve ibadet giysileri burada sergilenmeye başlanmış. 1661 yılında tüccar Jan Hartman tarafından satın alınan ev, o dönemin modasına uygun olarak Hollanda Klasizmi etkisine göre döşenmiş. Bu stilde, en önemli husus simetrinin sağlanmasıymış, sırf simetriyi sağlamak için bir yere açılmayan gereksiz kapılar bile konmuş.
Dönemin dekorasyon zevkini görmek yanında, o günlere ait bir gizli ibadethaneye de şahitlik etmek de bu müzenin özelliği. Rahibin kutu gibi yatak odası, giysileri, Jacob de Wit tarafından 1716’de yapılan İsa’nın Vaftizi eseri ve biblolarla oluşturulan dini tablolar/nativityler burada dikkatinizi çekecek şeyler. Pazartesi-cumartesi 10.00-18.00, pazar 13.00-18.00 saatlerinde ziyaret edebilirsiniz. Giriş 12.50 euro, IAmsterdam kart ile ücretsiz…
Museum Het Rembranthuis
Rembrant’ın 1639-1656 yılları arasında yaşadığı Jodenbreestaat’daki ev, ressamın hayatından ve resimlerinden kesitler görmek isteyenleri için mutlaka uğranılması gereken bir yer. Rembrant’ın hem yaşam alanı hem çalışma atölyesi olarak kullandığı ev, Amsterdam’ın en özel müzelerinden. Waterlooplein’ın arkasına düşen bu Müze’de, Rembrant’ın resimleri, gravürleri yanında kendi çağdaşlarının ve öğrencilerinin eserleri de yer almakta. Burası her gün 10.00-18.00 saatleri arasında gezilebilir, giriş 14 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz. 14 numaralı tramvay ya da 51, 53, 54 numaralı metro hattıyla gelinebilir.
Amsterdam Museum
Müze pazartesi-cuma 10.00-17.00, cumartesi ve pazar 11.00-17.00 saatlerinde açık. Giriş 15 euro. IAmsterdam card ile ücretsiz. Ulaşım Rokin durağından sağlanmakta.
Allard Pierson Museum
Amsterdam Üniversitesi bünyesindeki bu Müze, Dam ile Rokin arasında Oude Turfmarkt’da bulunuyor ve Mısır’dan Yunan’a Kıbrıs’tan Etrüsk’e, Roma’dan Amsterdam’a uzanan arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor. Üniversite’nin ilk arkeoloji profesörü olan Allerd Pierson’un adını ve koleksiyonunu alan Müze’de, özellikle kırmızı ve siyah desenli Yunan çömlekleri ile Roma döneminden kalma lahit dikkat çekici. Bu görkemli binanın yerinde 1400’lerde, Amstel kıyıları yükseltilip bir manastır inşa edilmiş. Daha sonra 1578’de manastır Sint Pietersgasthaus Hastanesi’ne devredilmiş. Bina 19. yüzyılda Hollanda Merkez Bankası binası olarak görev yapmış. 1968’de Amsterdam Üniversitesi’ne geçen bina 1976’da kapılarını bir müze olarak halka açmış. Müze’de Amsterdam’ın tarihine ait bir kısım da mevcut. Anadolu Artemisi’ni andıran heykel benim özellikle dikkatimi çekti.
Müze salı-cuma 10.00-17.00, cumartesi-pazar 13.00-17.00 saatleri arasında, giriş 10 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz. Rokin durağının karşısında (4, 14, 24 numaralı tramvay hatları ile gelinebilir).
Begijnhof
Stedelijk Museum
Müzeyle ilişkimiz Matisse, Cezanne, Kandinsky,Picasso, Degas, Chagall, Warhol eserlerini içeren kısmıyla gayet iyi başladı, hatta Heemskerck’in mozaik çalışması pek hoşuma gitti. Ama Müzenin diğer bölümündeki pembeli mavili neon ışıklı kalp için de ‘You forgot to kiss my soul’ yazısını görünce, tamam, başlıyoruz, dedim. Ve başladık; domuzcuklar, yazılar, masa üzerine kapaklananlar…
Hepsi birşeyler anlatıyordu mutlaka ama ben anlamadım. Neyse ki anlamayan bir ben değildim; sanki bilinmez bir dilde yazılmış dev bir yazıcı çıktısıymışçasına yerlere sarkan bir eserin önünde düşünen birini görünce, yalnız olmadığımı anladım.
İsterseniz 10.00-18.00, (cumaları 10.00-22.00) saatlerinde gidebilirsiniz, giriş 18 euro, biletinizi atmayın, eğer bu eserleri görmeye doyamazsanız bir biletle gün içinde defalarca girebilirsiniz, IAmsterdam kartıyla giriş ücretsiz.
Bu Müzeye 2, 3, 5, 12, 16 ile 24 numaralı tramvaylarla ve 145, 170, 172 numaralı otobüslerle ulaşabilirsiniz.
Museum Willet Holthuysen
1685’de Vali Hop için Herengracht üzerinde yapılan bina, 1855’de kömür tüccarı Pieter Holthuysen tarafından alınmış. Ev, resim, cam, gümüş ve seramik eşya koleksiyoncusu kızı Louisa Willet’ye kalmış. Kendisi varis bırakmadan ölünce de bu müzenin temeli atılmış olmuş. Jacob de Wit eserlerinin ve Amsterdamlı ressamların çiçek resimlerinin yer aldığı Müze, 18-19. yüzyıl zengin tüccarların parıltılı yaşamlarına bir pencere açıp o dönemin mobilyalarını, eşyalarını, yaşam alanlarını görmemizi sağlıyor.
Müze 10.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir, giriş 12.50 euro, IAmsterdam kartına ücretsiz.
Museum van Loon
İç dekorasyon ise 16 yüzyıla kadar uzanan mobilyalarla zenginleştirilmiş, ayrıca aile portreleri ve muhtelif tablolar da mevcut. Alt katta müze, bir bahçeye açılmakta. Bahçenin uzandığı diğer bir yapıda ise Malezya sergisi bulunmakta.
Girişi 10 euro olan Müze, 10.00-17.00 saatleri arasında açık, IAmsterdam kartına giriş ücretsiz.
Hermitage Museum
Hatta yelpazelerin dili ile ilgili bir de görsel var; işte yelpazeyi şöyle tutarsan senden hoşlanıyorum, böyle tutarsan ya bi git… falan gibi… Elbiseler, mücevherler, kılıç kabzaları bu bölümün diğer süsleri. Diğer bir bölümde portreler galerisi olarak isimlendirilmiş; 17 ve 18 yüzyılda dünyada önemli bir merkez olan Hollanda diğer ülkelerle ilişkilerini artırmış, bu bölümde genelde tarih içinde şehre gelen önemli şahsiyetler üzerinden öyküler anlatılmakta. Bu öykülerden biri bizimle ilgili; 1612’de Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler kurulunca Osmanlılardan gelen elçi Ömer Ağa, manken Alkan Çöklü canlandırmasıyla sergide yerini almış.
Ayrıca bu bölümde şehrin ileri gelenleriyle ilgili de portreler mevcut. Bu bölümde en dikkat çekici tablo, bence Rembrant’ın Anatomi Dersi eseriydi.
Müzede Outsider Art Museum bölümü çağdaş sanata ayrılmış. Müze 10.00-17.00 saatleri arasında açık, tüm sergileri görmek isterseniz 25 euro giriş ücreti, IAmsterdam kartıyla ücretsiz. Ayrı ayrı gezilecekse; Jewels 18.00 euro, portreler galerisi 18.00 euro, Outsider 14.50 euro… Buraya 4 ile 14 numaralı tramvayla ve 51, 53, 54 numaralı metrolarla gelinebilir.
Bijbels Museum-Cromhouthuizen
Eye Film Institute
Hollanda’da vizyona giren Hollanda ve yabancı filmlere yönelik Film Enstitüsü, merkezin karşı kıyısındaki Overhoeks’de yer almakta. 37.000 film, 60.000 poster, 700.000 resim ve 20.000 kitap arşiviyle, film gösterimleriyle, çeşitli filmlerin alt alta gösterildiği sergisiyle meraklısına kapılarını açık tutan Enstitü, 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Giriş 11 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz. Bar ve lokanta kısmı gece geç saatlerde kapanıyor. Tren İstasyonu arkasındaki iskeleden ücretsiz feribotlarla karşıya ulaşabilirsiniz.
Fotografie museum olarak adlandırılan Keizersgracht’taki Müze, fotoğraf sanatının özgün örneklerini sunmakta. Müzede her yıl dört sergi düzenlenmekteymiş. Ben gittiğimde Solene Gün-Turuç sergisi vardı; Paris ve Berlin’de yaşayan Türk kökenli gençlerin hayatına bir bakış sergisiymiş. Müzedeki diğer sergilerde de cinsiyet ve cinsel kimlik ağırlıklıydı. Müze her gün 10.00-18.00 (perşembe-cuma 10.00-21.00) saatleri arasında ziyaret edilebilir, giriş 12,50 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz.
Het Grachtenhuis
Huis Marseille
Bir başka fotoğraf müzesi olan Huis Marseille, 1665’te Fransız tüccar Isaac Focquier için yapılan bir malikanede yer almakta. Ben gittiğimde geçen yüzyıl başlarına ait kadın modası ile ilgili bir sergi vardı. Müze salı-pazar 11.00-18.00 saatlerinde ziyarete açık, giriş 9 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz.
Moco
Eğer çağdaş sanat açısından Stedelijk Müzesi sizi kesmezse, Museumplein’de Modern Contemporary Museum Amsterdam denen Moco, Koons, Keith Haring, Andy Warhol,Basquiat, Damien Hirst, Murakami gibi çağdaş sanatın mihenk taşlarının eserlerine ev sahipliği yapmakta, en yoğun yer Banksy eserlerine ayrılmış. Müze pazar-perşembe 09.00-19.00 saatlerinde, cuma-cumartesi 09.00-20.00 saatlerinde ziyaret edilebilir, giriş 18 euro, IAmsterdam kartına %25 iskonto yapılıyor.
Tropen Museum
Müzik aletleri, kuklalar, maskeler, tekstil malzemeleri serginin parçaları. Müzede Mekke sergisi dikkat çekiciydi. Sergilerden bazıları bu bölgelerdeki cinsel kimliklerle ilgiliydi. Bazı bölümdeki eserler aşırı derecede fallik fallik bakıyordu bize.
Merak ettiyseniz, salı-pazar 10.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz, giriş 16.00 euro, IAmsterdam kartıyla ücretsiz. Buraya 14 ve 19 numaralı hatlarla Eerste van Swindenstraat durağında, 3 numaralı tramvayla Linnaeusstraat durağında, 7 numaralı tramvayla Alexanderplein durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Madame Tussauds
Houseboat Museum
Esnoga
Sinagog pazar-perşembe günlerinde Şubat-Kasım döneminde 10.00-17.00 saatlerinde, Aralık-Ocak döneminde 10.00-16.00 saatlerinde; cuma günlerinde Mart-Ekim döneminde 10.00-16.00 saatlerinde, Kasım-Şubat döneminde 10.00-14.00 saatlerinde ziyaret edilebilir, giriş 17 euro, IAmsterdam kartıyla giriş ücretsiz. Buraya 9 ve 14 numaralı tramvay hattıyla Waterlooplein durağında inilerek ulaşılabilir. Ayrıca 51, 53 ve 54 numaralı metro durağı da kullanılabilir.
Joods Historish Museum
Hollandsche Schouwburg
Tulip Museum
Diamant Museum
Tassenmuseum
Evet, duramadım bavul, çanta, el çantası müzesine de gittim. Hendrikje Ivo’nun 1960’larda koleksiyonu için ilk çantayı almasıyla başlamış bu serüven, ilk çanta 1820’lere ait kaplumbağa kabuğundan yapılmış içi sedef kakmalı bir çantaymış. Böyle bir başlangıçtan sonra gerisi gelmiş tabii… Önceleri Ivo’nun evinde sergilenen çantalar bugün 5000 obje ile 1600’lerden beri süregelen çanta serüvenine bir ışık tutmakta. Müze, Herengracht üzerindeki 1664’te yapılan bir malikanede yer almakta. Malikane duvarları dönemin havasını yansıtırken sergilenen çantalar ise bazılarımızın pek de tanımadığı bir dünyanın kapılarını açmakta.
Müze 10.00-17.00 saatleri arasında açık ve giriş 13 euro. IAmsterdam kartıyla giriş ücretsiz.
Klederdracht Museum
Sex Museum
Hash, Marihuana, Hemp Museum
Torture Museum
Görmediklerim
Amsterdam müze zengini bir şehir; o küçücük şehrin yarısı müze sanki. Haliyle hepsini gezemedim.
Görmediğim müzeler arasında Maritime Museum aklımda kaldı. İmparatorluğunu ticarete ve deniz gücüne dayandıran bir ülkede donanma müzesi, biraz da tarih müzesi gibidir mutlaka. Merkeze uzak gibi duran bu Müzeye, St Nicolaas Kilisesi’nden kalkan 22 ve 48 sayılı otobüslerle kolayca gidilebiliyor. Kadijksplein’de inip 16 Euro da verince müzedesiniz. IAmsterdam kartıyla ücretsiz tabii. Müze 09.00-17.00 saatleri arasında açık.
Het Schip Michel de Klerk tarafından Brick Ekspresyonizm tarzına uygun yapılan toplu konutlardan oluşmakta; 1919’da açılan ve işçiler için 102 daire barındıran yer 2001’de Amsterdam Okulu Müzesi olmuş.
Amsterdam Heineken Experience
Kiliseler
Müzeler yanında bir şehrin hikayesini anlamak için dini ve anıtsal yapılara bakmak gerektiğini düşünüyorum. Amsterdam bu konuda zengin…
Oude Kerk
Red Light Mahallesi’ndeki Eski Kilise, Amsterdam’ın en eski binası; 1213’te ahşap olarak yapılmış, 1306’da taştan yapılıp Piskopas Aziz Nicolas tarafından kutsanmış. Kilise, Amsterdam’ın tarihi arşivi gibi; bir çok bilim adamı, şair, ressam, politikacının mezarını barındırmakta. Aslında Amsterdam Mucizesi de bir zamanlar burada saklanmaktaymış; 1345’lerde ölmekte olan bir adam kendisine verilen kutsal ekmeği yutamamış ve ekmek ateşe atıldığı halde yanmamış. Mucize bu. Ekmek de saklanmış, taa ki Kilise 1578’deki Alerasyon döneminde Katolik kilisesi olmaktan çıkıp Kalvinist olduğu döneme kadar, o arada kaybolmuş. Rembrant, bu kiliseyi sık sık ziyaret edermiş ve çocuklarını da burada vaftiz ettirmiş. Kilise, eskiden mahallenin toplanıp sosyalleştiği, el ürünlerini sattığı, evsizlerin barındığı bir yermiş. Bir çok yangın ve tahribat yaşayan kilise 1566’da yağmalanmış, bir tek tavan süslemeleri bu yağmadan kurtulmuş. Avrupa’daki en geniş ahşap tonozlu kilise olma özelliğini taşıyan kilisede artık ahşap tonozu, süslemeleri, gotik taş işçiliğini pek göremiyorsunuz. Neyse ki daha önceki gezilerimde içini görmüştüm ama Red Light Mahallesi’nin nadide süsü olan bu Kilise, artık sanat eserlerine, enstalasyonlara ev sahipliği yapmakta.
Bu sefer gittiğimde bir enstalasyon vardı; yapının içi zifiri karanlıktı, sadece tavandan sarkan ve mum ışığıyla aydınlatılan avizeler ile çevreye döşenmiş kum torbalar görünüyordu. Artık sanatçı bu eseriyle ne demek istedi bilemedim ama bence, Kilisenin zaman içinde zenginleşen taş oymaları, iç dekorasyonu enstalasyona kurban edilmiş, bir şey seçilmiyordu. Kilisenin hemen önünde, kaldırıma monte edilmiş metal levha ise kiliseden çok bölgenin ruhuna uygundu.
Nieuwe Kerk
Şu anda Surinam hakkında bir serginin yer aldığı kilisenin, sergi izin verdiği ölçüde vitray pencerelerine, 15 yüzyılda yapılan gösterişli vaiz kürsüsüne göz atın. Kilisede ayrıca Messina’da Fransızlarla savaşırken ölen Amiral Michelde Ruyer’in mezar süslemeleri de dikkate değer. Giriş 10 euro ama IAmsterdam kartına ücretsiz.
Basiliek van de Heilige Nicolaas
Amsterdam’da tren istasyonundan çıktığınızda belki de ilk göreceğiniz yapı bu muhteşem Katolik kilisesi olacaktır. İstasyonun hemen solunda bulunan bu devasa kilise, 19 yüzyıl ortalarında Neo Barok ve Neo Rönesans tarzları harmanlanarak yapılmış. Ön cephedeki iki kulesi, vitraylı yuvarlak penceresi, barok kubbesi, Aziz Nicolas’ın Bart van Hove yorumuyla heykeli kiliseye etkileyici bir görünüm kazandırmakta. Kilise, pazartesi ile cumartesi 13.00-15.00, salı- cuma günleri 13.00-16.00 saatlerinde ziyarete açık, giriş ücretsiz.
Zuiderkerk
De Krijtberg
Singel Kanalı’na bakan bu Neo Gotik Kilise, 1883’de bir Cizvit şapelinin üzerine yapılmıştır. Katolik Kilise, üzerinde kurulu evlerden birinin sahibinin tebeşir tüccarı olması nedeniyle tebeşir tepesi olarak da bilinmekte. Sivri kuleleri, vitray pencereleri ile dikkat çekici bir dış görünüşe sahip olan kilisenin içi parlak renkli duvarları, heykeller ile göz alıcı.
De Papegaai Kerk
Aziz Peter ve Paul’e adanan bu kiliseye papağan kilisesinin denme nedeni, Aletrasyon döneminde Katoliklerin açıkça ibadet edemedikleri günlerde, bu kilisesin bir kuş eğitmeninin bahçesinde gizlice açılmasıymış. Kalverstraat’ın karmaşası içinde Neo Gotik cephesiyle dikkatinizi çekecektir.
Wester Kerk
1631’de tamamlanan Hollanda Rönesansı tarzındaki bu kilise Anna Frank’ın evinin yakınında. Protestan kilisesi olarak yapılan ilk kiliselerden olan bir yapı. 86 metrelik kulesiyle her yerden görebileceğiniz, 51 çanını her taraftan duyabileceğiniz kilisenin dış cephesi ne kadar çekiciyse içi o kadar sade ama hemen yanındaki Anna Frank heykelini görmek için bile buraya gitmeye değer (Gerçi aynı heykel Amsterdam Müzesinde de bulunmakta).
Sant Egidio Kerk
Posthornkerk
Sint Olofs Kapel
Muiderkerk
Dominicuskerk
Spuistraat üzerindeki bu devasa kilise, 1882’de eski bir Dominikyen kilisenin üzerine yapılmış. Pierre Cuypers tarafından yapılan kilise, bugün kilise olma yanında dini ve dünya müziği konserlerine de ev sahipliği yapmaktaymış.
Koepelkerk
Norderkerk
Simge Yapılar, Anıtlar, Parklar
Koninklijk Paleis
İçeride özellikle Burgelzaal denen yurttaşlar salonunda büyüleneceksiniz. İki dünya haritasının süslediği mermer yer döşemesi ve dünyayı yüklenen atlas heykeli özellikle dikkat çekici. Salondaki Rembrant’ın öğrencileri Govert Flinck ve Ferdinand Bol’un eserleri de sarayın nadide süslerinden. Ayrıca Pieter de Hooch eserleri de Amsterdam’dan sahneler sunmakta. Ana salonu çevreleyen yan odalarda Napoleon zamanından kalma mobilyalarla döşenmiş bölmeler ziyarete açık. Saray her gün 10.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir, giriş 10 euro, IAmsterdam kartı burada geçerli değil.
Montelbaanstoren
Munttoren
Lookout
Artis/Micropia-Zoo
Hortus Botanicus
Fo Guang Shan
Magna Plaza
Nationaal Monument
Homomonument
Station Amsterdam Centraal
Arsenaal
Beurs van Berlage
Köprüler-Magereburg
Amsterdam deyince kanallar ve kanallarla birlikte köprüler baş rolü kapmakta. Şehirdeki yaklaşık 1280 köprünün arasında ise Magereburg en ilginçlerinden. Amstel üzerindeki bu küçük köprünün ilk hali 1670’lere gitmekte. 1871’de genişletilen köprü 20 dakikada bir teknelerin geçmesi için açılmaktaymış. Köprü bir de rivayete sahip; köprünün altından geçerken kimi öpersen hayatının aşkı oluyormuş, hadi bakalım buseleri hazırlayın. Ayrıca Reguliersgracht üzerindeki 7 köprü de turistik heyecanlardan biri; efendim arka arkaya sıralanan 7 köprü öyle bir noktadan bakılınca arka arkaya görülüyor ve biz bunu yakalayınca turistik bir heyecan duyuyoruz. Kanal gezisi yaparsanız gözünüze gözünüze sokacaklar.
American Hotel-Europe Hotel
Amsterdam’ın en sükseli otellerinden olan Leidesplein’daki American Hotel ile Amstel kıyısındaki Europe Hotel dikkatinizi çekecek yapılardan. 1900 yapımı Art Deco tarzı American Hotel Milli Miras Listesine alınmış. Europe Hotel’de gerek manzarası gerekse binasıyla şehrin süslerinden.
Stadsschouwburg- Koninklijk Concertgebouw
Amsterdam küçük bir şehir ama yine de şehri tanımamız için bölgelerine göz atmamızda fayda var. Merkez Tren İstasyonu’nun bulunduğu bölge Nieuwe Zijde; tüm Damrak’ı içine almakta. Gidiş yönümüze göre hemen solu ise Oude Zijde, şehrin en eski kısmı, Red Light falan burada. Sola doğru ise Plantage yer almakta… Gidiş yönüne göre sağımızda ise Batı Kanal-Orta Kanal ve Doğu Kanal bölgeleri bulunmakta. Yarım daire şeklinde gelişen şehir de Doğu Kanal Bölgesi Plantage ile komşu oluyor. Bizi ilgilendiren bir bölge de Orta Kanal ve Doğu Kanal bölgesine sırtını dayamış Museumplein bölgesi. Şimdi bu bölgelerde dolaşıp önemli noktalara değinelim.
Damrak-Dam Meydanı
Waterlooplein
Jordaan
Rembrantplein
Leidseplein
Museumplein
Yeme İçme
Amsterdam dünya lezzetlerinin her türünün kendine yer bulduğu bir yer. Hollanda mutfağı olarak patates, bezelye, et falan dışında pek bir şey olmadığından ister istemez başka mutfaklar bu boşluğu doldurmuş.
Başka ülkelerin mutfağı deyince de Endonezya mutfağı Amsterdam’da oldukça yaygın. Bu konuda ben Wau’yu denedim. Suşi tercih ederseniz Sumo, zincir lokantalardan ve menüleriyle tıka basa doyuyorsunuz. Özellikle Çin Mahallesinde Çin lokantaları yaygın. Bunlar arasında Kam Yin, hem makul fiyatlarıyla hem çeşitli menülerle tercih edilebilecek yer. Ayrıca Çin mutfağı için Damstraat’daki Golden Chopstick üç katta verdiği hizmetle öne çıkan bir yer.
İlla Türk yemekleri diyorsanız, Simit Dünyası neredeyse her yerde. Ama Joordan’daki Divan Türk mutfağının en seçkin örnekleriyle sizi daha çok tatmin edebilir. Söylemeye gerek yok; neredeyse her mahallede adında ‘İstanbul’ geçen dönerciler mevcut.
Tren İstasyonu çevresindeki Cafe de Ster ve Cafe Karpershoek, geleneksel Amsterdam kafelerinin iyi örneklerinden. Bu açıdan Rembrant Meydanı’ndaki kafelerin de haklı bir ünü var. Tren İstasyonunun arkasında dillere destan manzaralı kütüphanenin hemen önünde, nehrin üzerindeki Çin tapınağı kılıklı binada ise dünya mutfağının her türlü örneğini deneyebilirsiniz.
Alışveriş
Amsterdam alışveriş için bir çok seçenek sunuyor, biraz alışveriş keyfi olan biriyseniz başınızı bu yerlerden alıp müzeydi, kiliseydi gezmeniz bile mümkün olmayabilir. Amsterdam’da mağazalar genelde 09.00-18.00 saatleri arasında açık. Ama pazartesileri açılış saati 10.00 oluyor, kapanma saatleri ise perşembe 21.00, cumartesi 17.00. Pazar genelde dükkanlar kapalı ama Kalverstraat, Damrak ve Leidseplein bu konuda daha esnek.
Nieuwedijk ve Kalverstraat, şehrin alışveriş ana damarı. Trafiğe kapalı olan bu sokaklar, ne ararsanız bulabileceğiniz bir bölge. Nieuwedijk, Tren İstasyonu ile Dam Meydanı arasında uzanmakta. Dam Meydanı’nda yer alan bir diğer yaya yolu Kalverstraat, her markanın yer aldığı bir yer; sokak üzerinde Kalvertoren alışveriş merkezi de bu zenginliğe katkıda bulunuyor. Buralarda zaten alışverişin faziletlerini anlatan sokak aydınlatmaları var ‘Shop.Never Stop’ diyen…
Koningsplein’i Leidesplein’e bağlayan Leidsest’da alışveriş için ideal bir yer; Beauty X’de ucuz parfümeri ve kozmetik için bakabileceğiniz bir mağaza… Ayrıca hediyelik eşya ve giyim mağazaları da bol.
Amsterdam’ın alışveriş cenneti olarak niteleyebileceğimiz bir yer de, De 9 Straatjes olarak bilinen (Reestraat, Hartenstraat, Gasthuismolensteeg, Berenstaat, Wolvenstraat, Oude Spielstraat, Rijnstraat, Huidenstraat, Wij de Heisteeg sokakları) 9 küçük sokak, eski şehirde Herengracht, Keizergracht ve Prinsengracht’ı kesen bir bölge, ne ararsanız var.
Spui Meydanı alışveriş seçeneklerinin olduğu bir yer; buradaki Artsplein ise gravürden resime sanatçılarının el ürünlerini sattığı bir alan. Muntplein civarındaki çiçek pazarı ise, Hollanda’nın simgesi lale yanında türlü çiçekleri, soğanlarını ya da hediyelik eşyaları bulabileceğiniz bir yer.
Lüks arıyorsanız Rijksmuseum çevresindeki P.C.Hooftstraat’da Cartier, Gucci, Tommy Hillfinger gibi markaları bulabilirsiniz. Lüks deyince Amsterdam’a gelip de bir pırlanta almadan dönmek olmaz diyorsanız Nieuwe Uilenburgerstraat’taki Gassan bu işin piri; sorun parayı denkleştirmek. Rijksmuseum çevresinde Nieuwe Spiegelstraat, antika arayanlar için uğranılacak bir yer. Antika için Joordan’daki Amsterdam Antiques Market’de antika satan bir çok dükkanı barındırmakta. Eğer ilgiliyseniz özellikle Hollanda’ya özgü Delft mavisi ile işlenmiş porselen ve seramikler bulabileceğiniz bir yer. Amsterdam’da bana ilginç gelen bir şey de, gastronomie nostalgie adıyla eski yemek takımlarının satıldığı dükkanlar, Spui’de büyük bir örneği bulunmakta.
Kitap arıyorsanız Leliegract’a uğrayın. Amsterdam’daki en büyük kitapçı ise Koningsplein’deki Scheltema… Plak arıyorsanız Utrecht Straat’taki Concerto Mağazasında bulabilirsiniz, varsa orada vardır.
Amsterdam alacağınız belki de en önemli şey peynir; bu açıdan şehrin çeşitli yerlerinde bulunan Old Amsterdam ve Henri Willig otlusundan soslusuna muhtelif çeşitleriyle size seçenekler sunmakta. H.Willig online siparişte alıyormuş; cheeseshop.henriwillig.com…Ayrıca peynir tadım saatleri de var, tabii ücreti karşılığında.
Buradan alabileceğiniz bir şey de, Hollanda cini olarak tanımlayabileceğimiz Bols. Delft seramik desenli şişelerde olanlar biraz daha pahalı ama hatıra olarak saklanabilir.
Günlük alış verişler için Etos, Kruidvart, Spar, Albert Heijn, Zeeman muhtelif yerlerde karşısınıza çıkacaktır. Yiyecek içecek açısından Albert Heijn işinizi kolaylaştıracaktır. Kruidvart ise mumdan çanak çömleğe türlü ev eşyasını sunmakta.
Konaklama
Amsterdam pahalı bir yer, otel fiyatları da gayet pahalı. Damrak boyunca görece ucuz yerler bulunabilir ama rahatınızdan fedakarlık etmek kaydıyla. Vondelpark’ın çevresinde de bütçenizi zorlamayacak yerler var. Dam Meydanı’na bakan Hotel Krasnapolsky, Amstel Hotel, Hilton ve Okura gibi lüks otellerin yanına yaklaşılmaz. Aynı şekilde American Hotel, Hotel Europe, görkemli binası, manzarası ve yüksek ücretleri ile farklı bir kategori. Prins Hendrickkade kıyısındaki Hotel Amrath ve Magna Plaza’nın yanındaki Hotel Die Port van Cleve’de beş yıldızlı yerlere iyi bir örnek.
IAmsterdam Card
Yazı boyunca gönderme yaptığım IAmsterdam kartı, benim bu seyahatte sağ kolum oldu. 24, 48, 72, 96 ve 120 saatlik olarak alınabilen kartların fiyatı sırayla, 65-80-105-120-130 euro. Fiyatı yüksek gibi görünebilir ama müze fiyatlarını da okudunuz. Amsterdam’a geldiğinizde görmek isteyeceğiniz Rijksmuseum, Van Gogh Museum, Huis Rembrant, Stedelijk Museum gibi müzelerin girişi bile bir günlük kart fiyatından fazla. Gün sayısı artıkça kartın marjinal faydası artmakta. Ayrıca ücretsiz kanal turu, Amsterdam’ın gururu Pancake Amsterdam gibi bazı kafe ve lokantalarda indirim ve ücretsiz ulaşımı da düşünürsek benim için bu kartı kullanmak çok avantajlı oldu. Gezinizin ne kadarını müzelere ayıracağınızı planlayın, çünkü bu kart temel olarak müzelere gidildiğinde uygun oluyor. Ben kartı Merkez Tren İstasyonu’nun dışındaki turizm bürosundan aldım. Diğer bir seçenek ise, Müze kart almak ama onun avantajları müzelerle sınırlı.
Son Söz
Bazı yerler vardır, gidersiniz, o kadar seversiniz ki, sanki önceden de hep orada yaşadığınızı sanırsınız. Ayrılırken bir yanınızın orada kaldığını düşünürsünüz belki de… Sizden geriye kalan bir anı, bir esinti, bir gölge sokaklarda dolanır durur, siz orada olmasanız da… Amsterdam öyle bir yer benim için… Hoşgörünün sokak taşlarına kadar sindiği bir yerde olmak (bir sürü karşı örnek sunulabilir, ne de olsa beşer şaşar…), kanalları boyunca yürümek, insanların birbirine yargılamadan baktığı bir şehirde dolaşmak, bunun yaşanabilir-yapılabilir olduğunu görmek iyi geliyor bana…
Ben orada olmasam da geride kalan gölgem dolanır durur sokaklarında, bir gün gelebilirsem tekrar kavuşmak, bütünleşmek hayaliyle… Ayrılırken; ayakta kalırsam yolum düşer bir gün nasılsa diye geçirdim aklımdan ve bekle, dedim gölgeme…
[…] Amsterdam Gezi Rehberi: Küçük Güzeldir […]