Arjantin Latin Amerika’nın en gelişmiş ve en varlıklı ülkelerinden biri. Yaklaşık olarak Türkiye’nin dört katı büyüklüğünde bir ülke. Coğrafi olarak altı, idari olarak 23 il ve 1 özerk kente (başkent Buenos Aires) ayrılmış. Kuzeyinde yağmurlu subtropikal iklim hakimken, güneyinde sub kutupsal bir iklim hakim. Topraklarının büyük bir kısmı kıraç ya da yarı-kıraç. Tarıma uygun topraklar %10, otlaklar %52, ormanlık arazi %19. Kırk dört milyon nüfusu ile Güney Amerika’nın ikinci büyük ülkesi. Nüfusun %92’si Katolik inanca sahip, resmi dil İspanyolca, okur-yazar oranı % 97. Başkanlık tipi Cumhuriyet ile yönetiliyor.
Arjantin’in başkenti Buenos Aires, resmi sayımlara göre 4-5 milyon civarında, varoşlarla birlikte 14 milyon nüfusu ile çok kalabalık bir şehir. Arjantin’in finans, sanayi ve ticaret merkezi olan şehir, yaşam kalitesi açısından dünyada 91. sırada. Tüm Latin Amerika gibi yoğun İspanyol, Portekiz izleri var. Güney Amerika’nın en önemli limanına ev sahipliği yapan şehir, Güney Amerika’nın Paris’i olarak da anılıyor. Kültürel aktiviteler açısından dünyada ilk üçte kabul ediliyor.
Bu kadar genel bilgiden sonra gezimiz başlıyor.
Arjantin’e 2012 Aralıktan beri THY sefer yapıyor. Biz Air France ile Paris’ten Buenos Aires’e 13 saat uçtuk. Buones Aires Ezeiza Hava Limanı’na yerel saat ile 8.00-9.00 sıralarında vardık.
Hemen Tigre Nehri’nde bir motor gezintisine çıkıyoruz. Delta boyunca yol alıyoruz. Eski yerleşim yerleri hakkında bilgi ediniyoruz. Küreselleşme bu işte… Çok zenginler ve çok fakirler…
Tigre Nehri’nin iki yakasında da bu örnekleri görüyoruz. Tigre uzun, en geniş yeri 200 km olan bir nehir. Buenos Aires de bu nehrin Atlas Okyanusu’na döküldüğü La Plata denilen yerde kurulu. Bu bulanık nehrin iki kıyısında her türlü yapıyı görmek mümkün. Okullar, kiliseler, oteller, evler.
Nehrin iki yakası tahta iskeleler ile kaplı. Kıyıdaki bir okuldan çocuklar el sallıyor. Buralarda ilkbahar. Hayat canlı ve bu bulanık suyun iki yakası da oldukça hareketli.
Bu geziden sonra Puerto Madero’ya gidiyoruz. Burası Buenos Aires’in yeni inşa edilmiş modern gülümseyen yüzü. Dünyanın varsıl kesimlerinin, kitlelere sunduğu, yükselen trendler olarak benimsetmeye çalıştığı, gökdelenlerle kaplı bir liman bölgesi. Burada ki şahane öğle yemeğinde masamıza gelen yaklaşık 250-350 gr ağırlığındaki biftekler, Arjantin’de yiyeceğimiz yemekler hakkında bir fikir veriyor.
Buenos Aires’de ikinci gün şehrin Recoleta bölgesine gidiyoruz. Bu bölge üst gelir grubundaki kişilerin yaşadığı bir bölge. Mağazalardan, yollardan, parklardan belli.. Zenginlerin gömüldüğü şık bir mezarlığı var.
Her ne kadar fakirlikten gelse ve zenginlerden pek hoşlanmasa da Eva Peron da buraya gömülmek istemiş. Eva Peron, çok fakir bir ailenin beş çocuğunun en küçüğü, annesi nikâhlı olmadığı bir adamdan çocukları doğuruyor. Daha sonraları babası nikâhlı eşi için onları terk ediyor. 15 yaşında bir müzisyenle Buenos Aires’e kaçıyor, artist olmak için. Amacına ulaşıyor sahnelere adım atıyor. Bir şekilde yolu Albay Juan Peron ile kesişiyor ve hemen onun metresi oluyor. 1944 de evleniyor. 1946 da eşinin başkan olması ile first lady olan Eva, hiçbir politik bilgisinin olmamasına rağmen sadece duydukları ile ülkenin her konusuna el atıyor, popülist politikaları ile halkın sevgilisi oluyor. Kocası onun gölgesinde kalıyor. Çok seveni ve çok nefret edeni olan, 33 yaşında serviks kanserinden hayatını kaybeden bu ihtiraslı kadın için pek çok şarkı, müzikal ve film yapıldı. Müzeyi gezerken Madonna’nın Evita müzikalindeki ‘Don’t cry for me Argentina’ şarkısı kulaklarımda çınlıyor.
Buraya niçin gömülmek istediğini düşünüyorum. Sağlığında kendisini kabul etmek istemeyen küçümseyen insanların, ölünce ses çıkaramayacağını bildiği için mi? Gerçi Peronistler buraya gömülmek zorunda kaldığını, kendisinin sağken böyle bir mezar yeri almadığını söylüyorlar. Yine de mezarında taze çiçekler olan ender mezarlardan bir tanesi.
Öğleden sonra Şehrin bir başka bölgesindeyiz Palermo ve Belgrano. Buraya Evita Müzesi’ni görmeye gidiyoruz. Bina 20.yy da yapılmış şık bir yapı. Aristokrat bir aileye aitmiş, 1948 de Eva Peron bu binayı alarak evsizler için barınak yapmış. Peronistler iktidardan düşünce bir süre kullanılmayan bina daha sonra müze olarak kullanılmaya başlamış. 32-33 yaşlarında hayata veda eden korkunç ihtiraslı, başarılı ve hala pek çok seveni olan bu kadının hayatını dinliyoruz.
Henüz kimsenin pek şikâyet etmediği öyle yemeğimiz yine aynı. Biftek, enpadana (Güney Amerika’nın meşhur böreği) ve dondurma.
Öğleden sonra Buenos Aires’in belki de en güzel, bir o kadarda tehlikeli bölgesindeyiz. San Telmo ve La Boca. Burası Avrupalıların Buenos Aires’e ilk geldikleri eski liman bölgesi 16-19. YY arası kolonyal ofisler buradaymış. Şimdi ise sosyo-ekonomik açıdan alt gelir gruplarının yaşam bölgesi. Maradona buradan yetişme. Uzaktan Rus Ortodoks Kilisesini görüyoruz.
El Caminito’da yani açık hava müzesindeyiz, renkli çinkodan derme-çatma yapıları ile çok ilginç. Parlak boyalı evleri, yerel sanatçıların sattıkları eserleri, tango, birbirine karışan müzikler ile yaşam çok canlı.
Tango yapanlar, bira ve şaraplarını içenler, turistik eşyalara bakanlar… Bende hatıra olsun diye kendim için bu gezideki tek alışverişimi yapıyor, kübik bir resim alıyorum.
Oturup, bir şeyler içerken tango seyrediyoruz. Bol bol fotoğraf alıyoruz. Her yaştan, her milletten erkekler tangocu kızlarla resim çektiriyor.
Avrupa’nın savaş, ekonomik sıkıntılar, açlık ile boğuştuğu yıllar, büyük umutlarla yeni kıtaya göç ile İtalya, Portekiz, Fransa, Macaristan, İspanya‘dan gelen Avrupalıların umutlarının umutsuzluğa dönüşü, hayal kırıklıkları. Alışkın olmadıkları koşullar, sonuçta kötü yola düşen kadınlar, içki kadehlerinde, kadın kokularında teselli arayan erkekler, olumsuzluklara başkaldırı veee tangonun doğuşu. Yalnızlık ve hüzne karşı tutku ve aşkın dansı.
Daha sonra şehrin diğer bir bölgesine gidiyoruz. Plaza De Mayo ve Microcentro.
Burası Buenos Aires’in kalbi. Casa Rosada diye isimlendirilen Başkanlık Sarayını, mimarisi ile hayranlık uyandıran Ulusal Banka’yı, Meydanda sömürge döneminden kalan tek bina olan (Arjantin’in İspanya’ya karşı bağımsızlık ilanına ilişkin en önemli toplantılarının yapıldığı yer) bağımsızlığın sembolü olan Cabildo de Buenos Aires ve Catedral Metropolitana’yı fotoğraflıyoruz.
Plaza De Mayo Annelerini anıyoruz. 1976-1983 yılları arasında ülkeyi yöneten askeri rejim döneminde yaklaşık 30 bin kişinin öldürüldüğü söyleniyor. 13 Nisan 1977 günü bu meydanda toplanan 14 beyaz başörtülü kadın çocuklarının akıbetini öğrenmek için, ortadaki piramidin çevresinde ikişer tur atarak eyleme başlıyorlar. Yıl sonunda sayıları 300’ü buluyor. Coplanıyor, bazıları kaçırılıp öldürüyorlar ama onlar yılmıyor. 1978 de eylemleri yasaklanınca, kiliselerde toplanmaya başlıyorlar. Bu anneler cuntaya karşı direnişin fitilini ateşliyorlar. 1982 de Arjantin’in Falkland Savaşı’nı kaybetmesi Cuntanın devrilmesine yol açıyor. 1990′ larda cuntacılar suçu birbirlerinin üzerine atıyorlar. Genelkurmay bu kayıplardan dolayı resmen özür diledi. Bugün bu vahşete neden olanlar tüm Arjantin halkı tarafından ve tüm dünya tarafından lanetlenmekte. Cunta onlara “Perşembenin Delileri” adını takmıştı. Bugün cuntacıların adları ve resimleri bulundukları yerlerden kaldırılıyor. Ve Plaza De Mayo anneleri, (yaşları 84 den fazla) son anne kalıncaya dek bu eylemi sürdüreceklerini söylüyor.
Otelimiz dünyanın en geniş caddesi Avenida 9 de Julio üzerinde. Caddenin genişliği 140 metre. Fotoğraf makinem ile tüm gidiş ve gelişleri alacak bir pozisyon yakalayamadım. Caddenin ortasında 68 metre yüksekliğindeki dikili taş bulunuyor. Caddenin hepsini tek bir yeşil ışıkta geçmek mümkün değil.
Cafe Tortini’yi bulmak için otelden çıkıyoruz. Benim düşünceme göre en iyi yazarlar, çelişkilerin derin olduğu ortamlarda iyi gözlem yapan insanlardan çıkıyor. 14 milyon nüfusunun yaklaşık 8 milyonu varoşlarda yaşayan Buenos Aires bu iş için çok uygun.
Güney Amerika ve edebiyat deyince aklıma ilk gelenler Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, ikincisi de Arjantinli Jorge Luis Borges. Bu yazıyı okuyan gezi meraklılarına hemen Borges ’in Anlar şiirini okumalarını, sonra yazıyı okumaya devam etmelerini öneriyorum. Evet, artık ben de “ Çok az şeyi ciddiyetle yapıyorum ”.
Eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar.Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer,hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85’indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM….
Arjantin-1985
Cafe Tortini 1858 yılında açılmış bir kafe, şehrin en eski kafeteryalarından biri olup, 19. yy sonlarında yazarların, ressamların kısaca sanatçıların buluşma yeri. Sevdiğim şairlerden biri olan İspanyol Lorca‘da Arjantin’de bulunduğu yıllarda buraya sıklıkla gelirmiş. Cafe Tortini’yi ararken hafif kararan hava ile birlikte parlayan ışıkları ile Teatro Avenida karşımıza çıkıyor. Sonunda Cafe Tortini’yi buluyorum. Cafe Tortini’nin kapısında bir kuyruk var. İçeriden dışarıya birileri çıktıkça içeri müşteri alıyorlar.
Her zaman ‘Bir şehri öğrenmenin en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır’ sözünü söylemişimdir. Ama burada sokaklar çok tehlikeli. Buenos Aires sokakları evsiz-sokakta yatanlar, gözünüzün içine bakarak sizi takip eden, çalamayacaklarını anlayınca birbiri ile işaretleşen çeteler ile kaplı.
Burada bulunduğumuz süre içinde üç dört protesto gösterisi, bir kapkaç olayının canlı tanığı oldum. Türkiye, İstanbul hele İzmir güvenlik açısından büfeye konacak bir yer.
Aslında Arjantin’de fark ettiğim bir gerçek daha var. Burası Güney Amerika’nın ikinci gelişmiş ülkesiymiş. Zincir oteller de aldığımız hizmeti bir kenara koyarsak biz çok daha gelişmiş bir ülkeyiz. Converse, Adidas, Guess,vb. marka fiyatları Türkiye ile nerede ise tıpatıp aynı. Tabii marka sahibi aynı malı dünyanın başka bir yerinde neden daha ucuza satsın.
Ertesi sabah Buenos Aires yakınlarında bir çiftliğe gidiyoruz. Gaucho yaşamını (Arjantin kovboyu) içinden gözleyeceğiz. Pek de iştahlı değilim. Böyle turistik-yapay gösterilere merakım yok. Tesadüfen bizimle birlikte olan Avrupalı bir grubun yaptığı sohbet göğsümüzü kabartıyor. Golf meraklısı olan grup, dünyada gördükleri en iyi golf sahalarının Antalya‘da olduğunu söylüyorlar. Çiftlikte öğle yemeği olarak yine asado alıyor, bir çeşit acı yeşil çay olan mate tadıyor, folklorik dansları, at gösterilerini izliyoruz.
Dönünce yine kendimizi sokaklara atıyoruz. İlk durağımız Palacio Barolo. 1919 yılında yapılmaya başlanan bu neogotik yapı Dante’nin Komedya (1360 yılında başına başkası tarafından İlahi kelimesi eklenen ve tüm dünyada İlahi Komedya diye tanınan şiir) adlı şiirinden esinlenerek inşa edilmiş. Gerçi Dante’nin bu eserinin içerdiği semboller dünyada hala yorumlanmaya çalışılıyor.
Yapı 100 metre yüksekliğinde. İlahi Komedya’da cehennem, araf, cennet bölümlerinin her biri 33 kanto (İtalyan şiirinde kıta anlamı) dan oluşuyor. Bir de giriş bölümünü eklersek 100 ediyor. Yapı bu nedenle 100 metre. Yapının aşağıdan yukarı özellikleri bu şiiri yorumlamak üzerine. En üst katta yer alan cenneti temsil eden aydınlık oda bir kubbe ile taçlandırılmış.
Yaşları 15-16 civarında olan 5-6 çocuktan oluşan, bizi takip eden çocuk çetesi eşliğinde Kongre Sarayı’na doğru yürüyoruz. Kongre Sarayı’nın tam önünde yasal bir sendikanın toplantısının yapıldığı bir çadır kurulu.
Daha sonra sıkça rastladığımız tango salonlarının birisinin önünden geçerken Türkçe’yi çok iyi bilen bir Arjantinli ile karşılaşıyoruz. Babası Anadolu’nun güneyinde doğmuş, sonradan Yunanistan’a göç etmiş.
Bir şeyler içmek için Cafe Tortini’ye doğru giderken girdiğimiz müzik mağazasından Elektro Tango ve Piazzolla ‘nın Jazz tangolarından birer adet seçiyorum. Bir yandan da acelemiz var. Akşama Tango gecesine yetişeceğiz. Bugün son gecemiz.
Son günümüzde öğleden sonra Buenos Aires’ten ayrılıyoruz. Kahvaltıdan sonra San Martin Meydanı’na doğru yürüyüşe geçiyoruz. Burası İtalyan ve Fransız mimari tarzının hakim olduğu, güzel yapılarıyla ünlü bir meydan.
Bizden iki gün önce buraya gelen ve kafasına silah dayanarak soyulan arkadaşımız sürekli bizi güvenlik konusunda ikaz ediyordu. Meydanda polis diye bağıran, bir ses duyuyoruz. Bir turist hırsızını kendi yakalamış, yere yatırmış, bağırıyor. Ama ne kimse yaklaşıyor, ne polis geliyor… Korkuyorum ve biri çocuk dört kişilik grubu geriye dönmek için ikna ediyorum. Geriye dönerken 15-20 dakika boyunca gelmeyen polis hala ortalarda yok. Gelince gasba uğrayan arkadaş anlatıyor. Başvurduğu karakol yapacak bir şey olmadığını dikkatli olması gerektiğini söylemiş, hepsi bu.
Dönerken yolda otelimiz ile arasında 3-5 bina bulunan Teatro Colon’u görüyoruz. Burası birinci sınıf müzikallerin sergilendiği özel bir yapı.1908 yılında Verdi’nin Aidası ile kapılarını açmış. Pek çok büyük sanatçı Maria Callas,Richard Strause gibi burada performans göstermiş. Ön yüzü Fransız Rönesans Tarzı.
Buenos Aires’ten ayrılma vakti geldi. Direnişin, başkaldırının sembolü olan meydanlar, romantizm kokan, tango müzikleri ile dolu olan kafeler, rengarenk çiçeklerle bezenmiş ancak evsizlerin yoğun olduğu caddeler hafızalarımızda yerini alıyor.
Arjantin’de Buones Aires’te başlayan gezimiz Patagonya’ya kadar uzandı. Arjantin rotamız haritada görülmektedir.
Patagonya gezi yazılarımızı okumak isterseniz.
Dünyanın Sonuna Gemi ile Yolculuk ve Patagonya Macerası; Ulusal Parklara Yolculuk