Kolombiya, kahvenin, yeşilin her tonunun, zümrüdün, Marquez, Botero ve Escobar’ın ülkesi. “Büyülü Gerçeklik” akımının toprakları. Doğası ile sıra dışı bir ülke, hayran kalınacak bir coğrafya.
Kolombiya’nın 1.141.000 kilometre karelik topraklarının % 30’unda yerleşim var. Elli milyonluk nüfusun % 85 mestizo (melez) beyazlardan oluşuyor. Resmi dil İspanyolca, para birimi peso. Halkın %92’si Hristiyan. 32 bölgeye ayrılmış bir cumhuriyet. Başşehri Bogota.
Kolombiya’nın kuzeyinde Karayip Denizi, doğusunda Venezuela ve Brezilya, güneyinde Peru ve Ekvador, batısında Büyük Okyanus ve Panama ile çevrili. Denizden ABD, Panama, Costa Rica, Jamaika ile komşuluğu var. Topraklarının yarıya yakını sık ormanlarla kaplı. Güney Amerika’da 5,5 milyon kilometre kareyi ve dokuz ülkeyi kaplayan amazon ormanları burada da önemli bir alanı kaplıyor. Vadilerde tropikal, yükseklerde ılıman bir iklim var.
Kolombiya’da ilk insan yaşamı M.Ö 12.000’lere tarihlenmekte. Kızılderililerin bölgeye gelişi M.Ö. 100’lerde. Kristof Kolomb Kolombiya’ya hiç ayak basmamış. İspanyol donanması 1525’de Kolombiya’yı fetheder ve 1535 de ilk İspanyol şehri Santa Marta kurulur. İspanyollar daha sonra Bogota’yı kurarlar ve Afrika’dan kahve ve şekerkamışı tarlalarında çalışmak üzere köle getirirler. 1700’lü yıllarda Kolombiya Genel Valiliği; Panama, Venezuela, Yeni Granada, Ekvador’u kapsamaktadır. 1819 da Simon Bolivar İspanyolları yenerek Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’ni kurar. 1900’lü yıllarda Federasyon dağılır, 1903 de Panama ayrılır. 1922 de A.B.D Kolombiya’ya, Panama için 25 milyon dolar öder.
Kolombiya 20.yüzyılın ortalarından beri gerilla hareketleri ile politik gerilim ve çatışma içinde. Gerilla hareketleri dört grupta yer alıyor. 1. Dünya sol gerilla hareketleri (uyuşturucu kartelleri, bazı siyasiler ile bağlantılı); 2. Paramiliter güçler (sağcılar, uyuşturucu kartelleri, bazı Kolombiya devlet kuruluşları ve siyasiler ile bağlantılı); 3. Devletin resmi polis ve asker güçleri; 4. Uyuşturucu kartelleri… Hepsinin yarım yüzyılı aşkın birbirleri ile karmaşık ilişkileri var. Gerilla gruplarının en ünlüleri FARC ve ELN. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçler Halk Ordusu (FARC) 1964 yılında kurulmuş. FARC devlete, sağ eğilimli paramiliter gruplara, uyuşturucu kartellerine karşı yasa dışı silahlı mücadele veren bir örgüt. Haziran 2016 yılında devlet ile resmi bir ateşkes anlaşması imzalayan ve yasal olarak politikaya atılan örgüt, 2019’dan beri hükümetin alınan kararlara uymaması nedeniyle tekrar silahlı günlerine dönmek istiyor. Yani FARC huzursuz. Adam kaçırma olaylarının çok fazla olduğu bu ülkenin her bölgesinde gezmek biraz cesaret istiyor.
Dünya uyuşturucu trafiğinin bir zamanlar bir numaralı ismi olan Escobar’ın adına diziler/filmler yapıldı. 1993 de ortadan kaldırılan Escobar’ın yönettiği Medellin kartelinin yerini bugün başka karteller almış durumda.
Seyahatimiz 28 Şubat 2020’de saat 02.35 THY İstanbul Bogota uçuşu ile başladı. 11.048 km’yi 13 saat 45 dakikada uçtuk. Saat sabah 11.15 de Bogota’dayız. Bogota Havaalanı’ndan Avianca Hava Yolları ile Medellin’e uçuyoruz. Bogota-Medellin arası 266 km, uçakla 25 dakika.
Medellin Havaalanı’ndan hemen Guatape’ye gidiyoruz. Burası tarım bölgesi, etraf yemyeşil. Fasulye, kabak, domates, mısır tarlaları arasında ilerlerken bir mola veriyoruz ve çok güzel bir tat ile tanışıyorum. Pan de Queso, peynirli bir atıştırmalık.
Yıllar önce hidroelektrik santrali yapımı nedeniyle sular altında kalan El Penol kasabasının eski yerindeyiz. 1979 da hidroelektrik santrali projesi kasabanın 300 yıllık geçmişini yok ederken tüm ülkede tepki uyandırmış. Buraya eski El Penol’ün bir replikasını yapmışlar. Tekne gezisi yapıyoruz ve kıyıdan hala bombalanmış halde muhafaza edilen, Escobar’ın yüzlerce evinden birini görüyoruz.
El Penol’de 220 metre yüksekliğinde granit bir kaya, 675 basamak tırmanarak en tepeye ulaşıyorsunuz. En tepede hediyelik eşya satan yerler, kafeteryalar var. Tabii tepede manzara çok güzel. Guatepe hidroelektrik barajının dibinde muhteşem kayanın tepesine dek tırmanıyorum.
El Penol tırmanışı sonrası Guatape’deyiz. Guatape 6.500 nüfuslu bir And kasabası. Medellin’e 80 kilometre. Evler ve işyerleri rengarenk parlak boyalarla boyanmış. Her bina bir sanat eseri. Bu binaların alt kısmı “zokalo” denilen frizlerle (kabartmalı düz şerit) kaplı. Ayçiçeği, koyun popüler frizler. Bazı frizlerde bir öykü anlatılıyor. Dünyanın belki de en fotojenik kasabasındayız. Eğimli ve renkli sokaklarında akşama dek geziyoruz.
Akşam Antioquia bölgesinin başkenti Medellin’deyiz. Medellin And Dağları’nın merkezindeki Aburra Vadisi’nde, şehri ikiye bölen Medellin Irmağı kıyısında. Denizden 1538 metre yükseklikte. Ülkenin ikinci büyük kenti. Nüfus 2,5-3 milyon dolayında.
Ebedi baharın şehri (hava sıcaklığı yıl ortalaması 22 derece, tropikal yayla iklimi), Botero’nun yurdu, Kolombiya’nın en güzel kahve plantasyonlarının olduğu yer, bir zamanlar dünyanın en tehlikeli şehri diye anılan, Pablo Escobar’ın vatanı. Medellin görülmeden Kolombiya görülmüş sayılmaz.
Sabah Park Inflexion‘a gidiyoruz. Kolombiya’ya gitmeden Narcos dizisini seyretmenizi öneririm. Dizinin kahramanı Pablo Escobar 25 yıl (1967-1993) dünyanın en büyük uyuşturucu kartelini yönetmiş, dünyanın en zengin insanları arasına girmiş. 1993 yılında 44 yaşında Medellin’de öldürülüyor. Park Inflexion’un olduğu yerde Escobar’ın 1986-1988 yıllarında kaldığı Monaco Apartmanı bulunuyormuş. Bu apartmana rakipleri patlayıcılarla saldırmış. Medellin’e gelenler Escobar’ın yaşadığı yerleri merak ediyormuş. Ancak Medellin yönetimi şehirlerinin böyle bir isimle anılmasından, Escobar turu yapmak isteyenlerden rahatsız. Monaco Apartmanı’nı yıkıp, 46.612 narko-terör kurbanını unutmamak, toplum hafızasını canlı tutmak için bir park yapıyorlar. Parkta kurbanlarının adlarının yazılı olduğu bir bir granit duvar dikkat çekiyor. 20 Aralık 2019 açılan parkta halk çiçekler, mumlar ile kayıplarını anıyorlar.
Bir sonraki durağımız Candaleria Kilisesi. Neoklasik tarzda kolonyal bir yapı, Kolombiya’nın en eski kilisesi. 1998 yılından beri de Kolombiya’da ulusal anıt olarak kabul ediliyor. Etrafı seyyar satıcılardan oluşan kalabalıkla çevrili.
Berrio Parkı’nın doğusunda bulunan kiliseden metroya doğru ilerliyoruz. Medellinliler 1995 yılında açılan 25,8 km’lik uzunluğundaki metro ile gurur duyuyorlar. Kolombiya’nın başka şehirlerinde metro yok. Tepelerde yerleşim yerleri yoğun olan engebeli şehirde toplu taşımacılık için metro sistemi ile entegre 3 adet metro cable denilen telesiyej sistemi yapılmış. Metro Park Berrio Metro İstasyonu girişine, daha önce burada bulunan ve metro inşaatı nedeniyle taşınan banka duvarını süsleyen Pedro Nel Gomez’in mural (duvar resimleri) yerleştirilmiş.
Rafael Uribe Kültür Merkezi, Botero Park, Antioquia Müzesi birbirleriyle komşu. 7000 metrekarelik Botero Parkta, Botero’nun hediye ettiği 23 heykel sergileniyor.
Botero 1932 Kolombiya doğumlu, ekspresyonist bir ressam, 21.yüzyılın en ilginç ve dikkat çekici sanatçılarından. Tarzı şişman figürler. Mottosu “Şişman güzeldir, sempatiktir”. “İnsanlar çizimlerimi gördükleri zaman bana ait olduğunu hemen fark edecekler çünkü ben onlara inançtan kaynaklanan bir kişilik veriyorum” der. Hacimleri abartarak kullanan sanatçı, uzun yıllar yurt dışında yaşamasına karşın kendini Latin Amerika ruhlu ve ülkesi ile bütünleşmiş bir kişi olarak tanımlar.
Pedro Nel Gomez (1899-1984) Kolombiya’nın en ünlü mural sanatçılarından. Pedro Nel Gomez ve Botero’nun eserlerinin olduğu Antioquia Müzesi’ni geziyoruz.
Müze sonrası San Javier Metrocable İstasyonu’na geliyoruz. Burada ki 13. komünü (Medellin’deki 16 bölgeden biri) tepeden seyretmek için metrocable deneyimi yaşıyoruz.
Daha sonra San Javier’deki 13. komüne arabayla giderek dolaşıyoruz. Şehrin batısında bir dağ yamacında, merkeze en uzak komün. Bir zamanlar çete şiddeti, uyuşturucu kartellerin hakimiyeti ile tanınan, polisin bile giremediği bir yer. Bazı yerlerinde toprak kaymasının olduğu harap bir banliyö son 5-6 yıldır sanatçıların yaşamayı tercih ettikleri, sokakları muhteşem grafitilerle dolu, kısmen güvenli bir şekilde gezilebilen turistik bir merkez olmuş.
Buralara kadar gelip bir şey yiyip içmeden, alışveriş etmeden olmaz. Sanatçılara da destek olmak lazım diye düşünerek, Narcos dizisinde Escobar rolündeki sanatçının baskısı olan bir T-shirt alıyorum. Ama tedbiri elden bırakmayarak bir şey yemiyorum. Komünün 135 bini aşan nüfusunun yarısından fazlası genç.
Komün 13 den ayrılarak bu bölge ile sosyo- kültürel ve ekonomik alakası almayan başka bir Kolombiya gerçeğine gidiyoruz. Konakladığımız otelimiz Diez’inde bulunduğu Pablado’ya…Lleras Park otelimize çok yakın. Oraya doğru yürüyoruz. Etrafın 13.Komün ile alakası yok. Her yer çok şık. Parkın içi de çok güzel lokanta ve kafelerle dolu.
Ertesi gün 40-50 kişilik bir uçakla Quindio Bölgesi’nin başkenti Armenia’ya uçuyoruz. Armenia ülkenin orta batısında, 550 bin dolayında nüfusu olan küçük bir bölge. Ülkenin en önemli üç şehri Bogota, Medellin ve Cali arasında kalmış bir üçgen. Quindio 520 kuş türü, 60 dolayında memeli türünün yaşam alanı. Endemik pek çok bitki tehlike altında. Bölge Kolombiya kahvesinin en önemli üretim merkezlerinden biri. Üçgen şeklindeki bölgeden “Zona Cafetera” “Triangula del Cafe” (Kahve Üçgeni) diye bahsediliyor. Havaalanından hemen bir kahve çiftliğine gidiyoruz. Kolombiya kahve üretiminde dünya üçüncüsü. Çiftlikte kahve ve meyveler hakkında bilgileniyor, tadım yapıyoruz. Carambolo, chantadura (peach, palm), coco, curuba (banana passion fruit), granadilla, guama, papaya, ananas, muz, gulupa (purple passion fruit) çeşitleri ile bir meyve cenneti.
Pek çok kahve ülkesinde tadım yaptım, tercihim Guatemala.
Montenegro’daki Hotel Campestre Las Camellas da kalıyoruz. Sabah güzel bir kahvaltı sonrası yoldayız. Cocora Vadisi’ne Montenegro yol ayırımından saparken, buraları özetleyen bir duvar resmi önünde durup fotoğraf çekiyoruz.
Bölgenin özeti; kahve plantasyonları, çiftçiler, çiftlik evleri ve willyler… Sevindirici olan bir durum son yıllarda Kolombiyalı çiftçiler madenciliğe karşı toprağı, doğayı ve turizmi tercih ediyorlar.
Cocora Vadisi, And Dağları’nın Orta Condillera’sında yer alıyor. 1800-2400 metre yükseklikte. İsmini eski yerli bir prensesin “Su Yıldızı” anlamına gelen adından almış. 1985 yılında milli park olarak ilan edilmiş. Nevados Milli Parkı’nın içinde. Vadinin esas özelliği sayıları çok azalmış olan wax palmiyeleri, 60-70 metreye dek uzayan palmiyeler dünyanın en uzun ağaçlarından. Botanikçiler çürüme belirtilerinin belli olmaması nedeniyle türün tehlikede olduğunu söylüyor. FARC gerillaları yönetimindeki Tohecito Nehri civarında da wax palmiye ormanları olduğu söylense de oralara gitmek güvenlik açısından zor. Cocora Vadisi flora ve fauna (And kondoru, dağ tapiri, puma, tembel hayvanlar, gözlüklü ayı v.b) açısından çok zengin. Vakti olanlar için trekking ve at ile önerilen turlar var. Bizim vaktimiz sadece kısa bir yürüyüşe yeterliydi.
1950’li yıllara dek Kolombiya’da çok kahve üreticisi varmış, fiyatlar düştüğünden bugün üreticilerin çoğu butik üretici. Eski kahve çiftliklerinin çoğu otel olmuş.
Kolombiya vadilerle dolu bir ülke, gezerken bir vadiden diğerine geçiliyor. Toprak çok verimli, fauna, flora çok zengin. Çok büyük medeniyetlerin olduğu, arkeolojik açıdan zengin bir ülke değil.
Salento’ya doğru gidiyoruz. Salento Cocora Vadisi’ne yakın 7-8 bin nüfuslu, koloniyel mimarili küçük bir kasaba. Popoyan, Cali, Bogota geçiş yolları üzerinde, turistik bir kasaba. Burada kahve içiyor, alışveriş ediyor ve yemek yiyoruz. Quindu Restoran şahane. Ben alabalık sevmem ama Güney Amerika’da nereye gitsem şahane alabalıklar var. Burada da…
Yemekten sonra Santiago de Cali yolundayız. Yaklaşık 200 km’lik yolu 3 saat civarında alıyoruz. Kolombiya şartlarında çok iyi. Cali denizden 1000 metre yükseklikte Valle de Cauca bölgesinde. Kolombiya’nın büyük şehirlerinden, 100 kilometre batısında Kolombiya’nın önemli liman kentlerinden Pasifik Okyanusu’nda Buenaventura var. Civardaki yedi nehir burayı sulak bir alan yapıyor. Nüfusu 2.5 milyon dolayında. Kolombiya’nın en güzel insanlarının burada olduğu söyleniyor. 1536 da Sebastian de Belalcazar tarafından kurulan şehirde eskiden çok köle varmış. Halk köle, yerliler ve İspanyol karışımı. Aynı zamanda Kolombiya’nın spor başkenti, 1971 yılında yapılan Pan Amerikan Olimpiyatları sonrası şehir hızla büyümüş. Oteller yetmeyince halk gelenlere evlerini açmış. İnsanlar burası için “cennetin kapısı” demişler. 2016 FİFA Dünya Kupası, 1999 Dünya Patenli Hokey Şampiyonası gibi pek çok sportif karşılaşmaya ev sahipliği yapan şehir 2021 Junior Pan Amerikan Oyunlarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyordu. Son zamanlarda ucuz kozmetik cerrahi arayışında olanlar için önemli bir şehir. Cali salsanın başkenti. Temmuz ayında salsa festivali düzenleniyor. Halk işten sonra soluğu salsa salonlarında alıyormuş. Cali endüstrisi şeker kamışına dayanan bir şehir.
Başlarında Orejuela kardeşlerin bulunduğu Cali Karteli, önceleri Escobar’ın başında bulunduğu Medellin Karteli ile işbirliği yapar. Uyuşturucuda dünyayı paylaşmışlardır. Escobar Güney Amerika ve Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyini alırken, Cali Karteli Amerika Birleşik Devletlerinin kuzeyi ve Avrupa’yı alır. Orejuela kardeşlerin sosyo-kültürel-ekonomik düzeyi, Escobar’dan daha iyidir. Escobar’ın yok edilme sürecinde devletle işbirliği yaparlar, 2000’li yılların başına kadar onlara dokunulmaz.
İlk durağımız Park el Gato de Tejada. Şehrin içinden geçen Cali Nehri çevresini güzelleştirmek için Bogota’da Rafael Franco atölyesinde yapılan 3 tonluk bronz bir kedi heykeli parka yerleştirilir. Daha sonra her biri farklı bir sanatçıya ait pek çok kedi parkı süsler.
Cali şehir manzarasını yukarıdan görmek için kurucusu Sebastian de Belalcazar’ın heykelinin bulunduğu tepeye çıkıyoruz.
Şehrin koruyucu azizi Merced adını taşıyan manastır kompleksi ulusal anıt olarak ilan edilmiş.
Sabah Cauca Bölgesi için yola çıkıyoruz, ilk durağımız Silvia Kasabası.
Silvia‘da Kolombiya Cauca Bölgesi’nin And Dağları’nın yerli halkı Guambianolar (Misak) yaşıyor. Huila Bölgesi’nde de yaşayan, tarımla geçinen ataerkil bir topluluk. Mavi pareolar, dikdörtgen pançolar, melon şapkalar, siyah etek, mavi eşarp geleneksel kıyafetleri. Diğer ülkelerdeki And yerlilerinin çoğu gibi kesinlikle fotoğraf çektirmek istemiyorlar. Ruhlarının hapsedildiğine, çalındığına inanıyorlar.
Misaklar dağ köylerinden Silvia pazarına mallarını satmak için gelirken, geçmişi 1900’lü yıllara dayanan chiva (keçi) adı verilen otobüsleri kullanıyorlar. Chivalar Güney Amerika And Dağları köylülerinin (özellikle Kolombiya ve Ekvator da) vazgeçilmezi. Metal ve ahşap karışımı, üste çıkan bir merdiveni de bulunan rustik kırsal taşıma araçları, genellikle Kolombiya ve Ekvator bayrağı renkleri ile boyanmış.
Öğlen geleneksel Paisa yemeği yiyoruz. Paisa halkının yaşadığı yer Paisa bölgesi olarak biliniyor. Bu halkın genetiği Extremadura, Endülüs, Bask, Katalan, İspanyol Sefarad Yahudileri, Kanaryalılardan izler taşıyor. Paisalar çoğunlukla Kolombiya’nın Antioquia, Caldas, Valla del Cauca, Quindio bölgelerinde yaşıyor. Paisa yemeği pirinç, kırmızı fasulye, sığır kıyması, sucuk/sosis, muz, mısır kızarmış yumurta, arpa, avokado ile yapılan bir yemek.
Önce Morro del Tulcan’a gidiyoruz. Burası M.Ö 1600-500 yıllarında şehrin üst düzey kişilerin gömüldüğü bir piramit. İspanyol istilacılar 1535 de bulmuşlar. Burada istilacı ve şehrin kurucusu olan Belalcazar’ın, Popoyan’a tepeden bakan bir heykeli var.
Tepeden inerek şehrin en eski Katolik tapınağı La Ermita ya gidiyoruz.
Yürüyerek Caldas Parkı’nın da olduğu şehir meydanına geliyoruz. Parkın ismini aldığı Caldas 1768-1816 yıllarında yaşamış Kolombiya’nın ilk bilim insanı olan bir Popayanlı.
Otelimiz yolunda San Fransisco Kilisesi’ni geziyoruz.
Güney Amerika’nın kuzeyindeki ülkeler şarap üretiminde pek başarılı değil. Daha çok ithal (Arjantin, Şili) şaraplar var. Otellerde orta kalitede şaraplar ortalama 60-100 bin Kolombiya doları. Buralar bira açısından zengin.
Ertesi sabah Popayan’dan ayrılıyoruz. San Augustin yolundayız. 140 kilometrelik dağ yolunu aşacağız. And Dağları’nın bir parçası olan Central Cordillera sıradağlarını geçeceğiz. Cauca Bölgesi’nden, Huila Bölgesi’ne geçiyoruz. Popayan denizden 1700 metre yükseklikte, San Augustin de öyle. Yolculuğumuzda 4000 metre yüksekliklerini aşıyoruz. Yollar çok bakımsız ama büyüleyici. Köyler, inekler, patates tarlaları, yükseldikçe değişen fauna ve flora… 65 milyon yıl önce yükselmeye başlayan And Dağları, ormanların arasında sırt ve vadiler yaratıp, türlerin izole olarak biyoçeşitliliğin artmasına neden olmuş. Bu ülke dünyanın en geniş ikinci biyoçeşitliliğine sahip. Yüzlerce kilometrelik, içine girilemeyen ormanlar var. And Dağları’nın alçak noktalarında sis ormanları katmanı var. Dünyadaki pek çok önemli nehrin doğduğu bölge aynı zamanda dünyanın en ıslak yerlerinden.
Yolların bozuk olmasının nedeni, 2016 yılına dek bölgenin FARC gerillalarının kontrolünde olması nedeniyle hükümetin buralara girememesi. Şimdi de ekosistemi bozmamak için asfalt yapılmıyor. Yine 2016 da Kolombiya hükümeti buradaki 347 maden ruhsatını iptal etmiş.
Nihayet Paramo’dayız. Paramo Güney Amerika’nın orta ve kuzey kısmındaki And Dağları’nda sürekli orman çizgisinin üstünde, kalıcı kar çizgisinin altında kalan ekosisteme verilen ad. Dev çalılar, otlar, rozet bitkilerden oluşan bir dağ biyomu. Kuzey And Paramo (Cordillera Central Paramo) ekolojik bölgesi, Ekvador, Peru, Venezuela ve Kolombiya’da var. Ama en büyük alan Kolombiya’da. Kolombiya paramosu hep nemli, sıcaklık çok dalgalı. Hava koşulları ani ve şiddetli değişiyor. Tarım için paramo toprakları verimsiz. Yüksek rakımlı paramoda toplanan su kaynakları, daha alt rakımlarda kullanılıyor. 3000-3500 metre arasındaki subparamonun bazı kesimleri insanlar tarafından yok edilmiş. Ormanların bittiği bu yerde orman özelliğinde küçük çalılar var. 3500-4100 metre arasındaki çim-ot paramosu ise en geniş paramo. Rozet, bitkiler, otlar, çalılar, bodur ağaçlar var. 4500-4800 metre arasındaki superparamo ise kalıcı kar bölgesi altında gevşek taş ve kumlu toprak yapısında. En fazla güneş radyasyonu ve gece donuna sahip bölge. Paramoda kuşlar, sürüngenler, ayı, geyik, böcekler, kurt v.b yaşıyor. Yolda Cauca Bölgesi’nin ilk milli parkı olan Purace’de duruyor, fotoğraf çekiyoruz. Magdalena, Cauca, Japura, Patia nehirleri buradan doğuyor. Purace bölgenin tek aktif yanardağı, 4580 metre yükseklikte. Burada paramoya özgü frailejonlar (espeletia) olarak bilinen çok yıllık bir çalı cinsi ile karşılaşıyoruz. Ayçiceği ailesinden olan bitki koruma altında. Nemli ve yağışlı ortamda bol fotoğraf çekiyor, eşsiz deneyimimizin tadını çıkarıyoruz.
Paramoda bir mola veriyor, aguapanela içiyoruz. Aguapanela su ve panela (kurutulmuş şeker kamışı suyu) ile hazırlanan limon, portakal, süt, brendi ile karıştırılarak soğuk veya sıcak içilen bir Kolombiya içeceği. Burada içtiğim bana çok tatlı geldi. Ancak San Augistin’de lime ile içtiğim aguapanelaya bayıldım. Burada tamales yiyenlerde oldu, tamales Güney Amerika’nın pek çok ülkesinde tüketilen bir yiyecek. Otellerde kahvaltıda çok rastlanıyor. Muz yaprağına sarılarak pişirilen hamur. Hamurun içindeki maddeler ülkelere göre değişebiliyor.
Öğle yemeğine San Augustin’e yetişiyoruz. San Augustin Huila bölgesinde 34 bin nüfuslu bir kasaba. Buraya geliş amacımız San Augustin Arkeolojik Parkı ve Magdalena Nehri. Magdalena Nehri’ni ve havzasını uzaktan seyredip, fotoğraflıyoruz. Magdalena, Kolombiya’nın ana nehri. 1528 km uzunluğunda. Tatlı su balıkçılığı yapılıyor. Bir sürü kolları var. Huila Bölgesi’nde Andların arasında, zaman zaman platolarda kıvrılarak uzanıyor. Kolombiya’nın en yüksek (490 metre) tek damla şelalesini, Bordones Şelalesi fotoğraflıyoruz.
Dağlardan aşağı iniyor, Magdaline Nehri’nin en dar yerine gidiyoruz. Nehrin başlangıcı San Augustin’den çok uzak değil. Yeni doğan nehir burada 3 metrenin altında bir kanyondan geçerek, etrafta yükselen dik kanyon duvarları ve ormanlarla müthiş bir manzara oluşturuyor. Kolombiya bir su cenneti.
Konaklayacağımız Akawanka Lodge‘a hava kararmadan gidiyoruz. Hafif eğimli bir tepe üzerinde kurulu otel, göz alabildiğince yeşille çevrili. Müthiş huzur verici bir yer. Güneşi burada batırıyoruz.
Sabah San Augustin Arkeolojik Parkı’na gidiyoruz. Park 116 hektarlık alana yayılmış büyük bir nekropol. Latin Amerika’nın en büyük dini anıt ve megalitik heykel koleksiyonu burada. Heykellerin yoğun olduğu merkez, teraslar ve toprak yollarla birbirine bağlı. 1995 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan alan M.Ö 1000-M.S 900 arasına tarifleniyor. Bölge prehispanik kültürün en önemli odaklarından. Mezarlar, sütunlar, lahitler, doğaüstü varlıkların tasvir edildiği heykeller… Ölen atalar ve doğaüstü varlıklar ile kurulmaya çalışılan ilişki… Burada özenli bir cenaze mimarisi yaratılmış. Arkeolojik alanda yoğunluğun fazla olduğu bölgeyi yürüyerek gezseniz de bazı yerlere araba ile ulaşıyorsunuz. Yürüyerek enerjinin fazla olduğunu söyledikleri bir tepedeki heykellere ulaşıyor, muhteşem And Dağları’nı fotoğraflıyorum. Arabayla gittiğimiz La Pelota ve El Purutal sitelerinde boyalı megalitleri görme şansımız oldu. Burada 600 den fazla heykel var. İnsanlar burayı 1350 yıllarında terk etmişler. 18-19. yüzyılda yeniden keşfetmişler.
Öğle yemeğimizi bir evde yiyeceğiz. Kasabanın kıyısında yeşil bir tepede oturan rehberimizin evinde. Rehber bize yabancı değil. Paris de Müslümanların yoğun olduğu bir banliyöde büyümüş, dünyayı gezerken buraya hayran olup yerleşmiş genç bir Fransız. Evli, yemeği kayınvalidesi yapacak. Kolombiya mutfağından Ajiaco (tavuk, mısır, patatesin olduğu beyaz bir çorba).
Yemekten sonra kasabanın sokaklarında geziyoruz. Çok sakin bir yer. Beş-on turistik dükkanı, beş-on yerel dükkan, klasik tüm kasabalar gibi kilisenin olduğu bir meydan. And Dağları arasında bir kasaba.
Sabaha karşı 03.15 de otelden ayrılarak yola çıkıyoruz. Hedef, Huila departmanının Magdalena Nehri kıyısında başşehir Neiva. Deniz seviyesinden çok yüksek olmaması ve ekvatora yakınlığı nedeniyle sıcak. Benito Salas Havaalanı’ndan başka bir Kolombiya bölgesine uçacağız. Magdalena bölgesinin başşehri Santa Marta’ya. Yolculuk 5 saat sürüyor. Neiva’da da bambuco dansı yapanların heykelleri bizi karşılıyor. Bambuco, Kolombiya And Dağları’na özgü bir müzik ve dans. Güney Amerika yerlileri ve İberlilerin karışımı melezler olan mestizo havası.
Havaalanında bir şeyler atıştırıp, Kogi’leri fotoğraflıyoruz. Kogiler, Kolombiya da Sierra Nevada de Santa Marta dağlarında yaşayan etnik bir grup. Rehberlik, liderlik, şifa için Mamos dedikleri (bir çeşit rahip) kişilere uyum sağlıyorlar. İspanyolların kıtaya gelişi ile birlikte dağlara kaçıp, izole bir yaşam sürmeye başlamışlar. Bir dönem ekolojik yıkım konusunda dünyayı uyarmak için BBC ekibinin içlerine girip çekim yapmasına izin verseler de, şimdilerde kimseyi yaşadıkları bölgeye istemiyorlar. İnanışları, yaşam tarzları, kıyafetleri, alışkanlıkları ile değişik bir And yerli grubu. Beyaz kıyafet giyiyorlar.
Santa Marta tarihi ve modern şehrin birbirine karıştığı ızgara planlı bir şehir. Şehrin burada kurulma nedeni olarak, Sierra Nevada de Santa Marta dağlarında yaşayan Taironların (Kolomb öncesi etnik bir grup) altınlarını yağmalamak olduğu söyleniyor. Kogilerin, Taironların torunları olduğuna inanılıyor. Otele eşyalarımızı koyup, palmiye ağaçları ile çevrili Karayip Denizi sahiline güneşi batırmaya gidiyoruz. Paseo El Camellon deniz kenarında pek çok tropikal meyveler satan seyyar satıcı var.
Beyaz badanalı Katedrali, yeni ve koloniyal yapıların iç içe geçtiği dar sokakları, turistik çarşıları ile Santa Marta cazip, canlı, hayat dolu bir şehir.
Yavaş yavaş hava kararıyor, Parque de Los Novios etrafındaki kafeteryalar tıklım tıklım. Burası deniz ürünlerinden oldukça zengin. Kızarmış bir Karayip balığı yiyerek otelimize dönüyoruz.
Sabah Marquez’in büyülü dünyasına yolculuğumuz başlıyor. Kolombiyalıların GABO’su Marquez’in 1927 yılında doğduğu Aracataca’ya gidiyoruz. Gabo büyükannesi, büyükbabası ve teyzeleri ile aynı evde anne ve babasından uzakta büyür. Anne ve baba çalışmak için başka şehre gitmişlerdir. Hayatını emekli, saygıdeğer bir asker olan büyükbabası ve büyükannesinin anlattığı masallar şekillendirir. Büyülü gerçeklik akımının en önemli temsilcisidir. Güney Amerika’daki yaşamın, zıtlıklarını, uyumsuzluklarını; fantezi, realizm ve hayal gücü ile birleştirerek anlatır. 1982 Nobel edebiyat ödülünü aldığı “Yüzyıllık Yalnızlık” romanındaki olayların geçtiği Macondo aslında doğduğu Aracataca’dır. Büyükannesinden dinlediği öyküler, Aracataca’da gözlemledikleri, hayal gücü… Yüzyıllık Yalnızlığı kaç yılda yazdığını soranlara “Tüm yaşamım boyunca” diye cevap verir. Latin edebiyatını dünyaya tanıtan Gabo’nun çok sayıda yayınlanmış kitabı var. Gençlik aşkı Mercedes ile evlenen GABO 2014 yılında Meksika’da ölür. Arkasında pek unutulmaz deyişler bırakır. “İnsanoğlu anasının karnından çıktığı an doğmaz yalnızca; yaşam kendilerini defalarca yeniden doğurmalarına mecbur kalacaktır onları” der.
Aracataca Santa Marta arası 80 km, 1.5 saat sürüyor. Kasaba ile aynı adı taşıyan nehrin kıyısında 40 bin civarında nüfusu var. 19.yy sonlarında United Fruit Company buralarda geniş muz çiftlikleri kurmuş. Kasabanın sokaklarını ve bugün müze haline getirilen Marquez’in büyükbaba ve büyükannesi ile yaşadığı evini geziyoruz. Bahçede çok sevdiği sarı güller ve “Yüzyıllık Yalnızlık“ romanına gönderme olarak sarı kelebek maketleri var.
Daha sonra gazeteci, fotoğrafçı, karikatürist Leo Matiz’in evini ziyaret ediyoruz. Bir dönem Gabo ile arkadaşlıkları olmuş. Demiryolunu görüyor, Telegrafista Müzesi’ni geziyoruz ve Aracataca’ya veda ediyoruz.
Mompox’a gidiyoruz. Yaklaşık 230 -240 kilometrelik yol sonrası, bunaltıcı bir sıcak altında sokakları terkedilmiş gibi bomboş olan, kolonyal mimarili şehirdeyiz.
Mompox’un 40 bin dolayında nüfusu var. Magdalena ve Cauca Nehirleri’nin birleşim yerinde küçük bir ada da kurulmuş. Adayı ana karaya bağlayan köprü ise 2015 yılında yapılmış. UNESCO 1995 yılında Mompox’u Dünya Mirası Listesi’ne almış. Hotel Bioma’ya eşyalarımızı bırakıyor, sıcakta sokaklara fırlıyoruz.
Amerika’nın en büyük bataklık alanlarından birinde, sıcak nemli bir coğrafyada, Marquez’in filmlerinden ‘Kırmızı Pazartesi’nin içindeyiz. İlk durağımız telkâri işi yapan bir kuyumcu. Eskiden kuyumcuları ile ünlü olan şehir, İspanyol sömürgeleri için sikke basarmış. Biz bu işe yabancı değiliz. Daha iyileri Türkiye’de var. Zaman durmuş gibi görünen bomboş sokaklarında yürüyoruz. Kafelerde kahve içiyoruz. Nehir kenarında mojitolar içerek güneşi batırıyoruz.
Ertesi sabah Simon Bolivar’ın bir heykeli olan Özgürlük Alanı’ndayız. Simon Bolivar Güney Amerika ülkelerinin İspanyol İmparatorluğu’na karşı verdikleri bağımsızlık savaşının askeri ve siyasi lideridir. Güney Amerika’nın her ülkesinde izi var. Venezuela, Kolombiya, Ekvador, Peru, Bolivya bağımsızlık harekatının önderi. 1821 yıllarına dek Venezuela, Kolombiya, Ekvador, Peru, Panama Buyük Kolombiya adı altında tek devlet olarak İspanyol hakimiyeti altındaymış. Marquez, hayatını özgür bir Güney Amerika yaratmaya adamış, bir generalin kimine göre diktatörün son aylarını çok güzel anlattığı bir kitap yazmış. “Labirentindeki General”, Simon Bolivar’ın Magdalena Irmağı’ndaki son yolculuğunu, son günlerini anlatan bir kitap. Ölüm yeri Santa Marta olsa da, gömüldükten 2 yıl sonra mezarı Caracas’a nakledilmiş.
1800’lü yılların başında Mompox, Magdelena Nehri’nin en önemli liman şehirlerinden biridir. Bolivar bağımsızlık savaşlarından birinde Mompox’a sığınıp, buradan 400 Mompoxlu alarak Venezuela’nın yardımına gitmiştir.
San Carlos Manastırı’nın önündeki heykelin üzerinde “Hayatımı Caracas’a borçluysam zaferimi Mompox’a” yazıyor.
Mompox bol kiliseli, kutsal bir şehir. San Fransisco Kilisesi önündeki geniş meydan Eylül aylarında caz festivaline ev sahipliği yapıyormuş.
Temeli 1541 de atılan, daha sonra yıkılarak 1843 de inşaatına başlanan ve 1931 yılına dek inşaatı devam eden Immaculate Conception Kilisesi. Bu Meydan “Kırmızı Pazartesi”nde yakışıklı Santiago Nasar’ın evinin olduğu, tüm kasabanın gözü önünde öldürüldüğü yer.
Bulanık suyun bazı yerlerinde çocuklar suyun içinde. Güneşi batırıncaya dek tekne ile geziyoruz. Magdalena Nehri’nin drenaj alanını ülkenin % 24 ünü kapsamakta, Kolombiya nüfusunun % 66’sının bu nehrin havzasında yaşadığını düşünürsek bu nehrin Kolombiya için önemi daha iyi anlaşılır.
Kırmızı Pazartesi filminde yıllar sonra yaşlılığında Mompox’a dönen Bayardo San Roman’ın döndüğü nehir gemisinin yanaştığı iskeleden karaya çıkıyoruz.
Ertesi gün hedef Cartagena. Mompox Cartagena arası 250 km, yol çok kötü. 6-7 saat sürüyor. Burada Bantu Hotel’de kalıyoruz. Otel eski şehir merkezinde Kolonyal mimarili şık bir butik otel. Karayip Denizi kıyısındaki bu liman kenti 1533 yılında İspanyollar tarafından kurulmuş olsa da yerleşim merkezi olması M.Ö 4000’li yıllara dek dayanıyor. İspanyolların gelişiyle doğal kaynakların Avrupa’ya transferi, yerlilerin yok edilmeye başlanışı… Klasik Güney Amerika hikayesi. Şehir tarihte ülkenin iç kısımlarından Magdalena ve Sinu nehirleriyle getirilen malların ihracatının yapıldığı önemli bir liman şehriymiş. Tropikal bir iklim var.
Tarihi şehrin sokaklarında gezmeye başlıyoruz. Daracık sokakları, rengarenk kolonyal mimarili evleri ile Cartagena size görsel şölen sunan bir şehir.
San Pedro Claver Kilisesi önündeki kafelerde bir şeyler içiyoruz. Kolonyal binalarla kaplı tarihi şehirde Araba Meydanı, Saat Kapısı, Kemerli binası ve yan yana hediyelik eşya satan dükkanları ile Las Bovedas, San Pedro Claver Meydanı ve aynı isimli kilise, Bolivar Meydanı, Engizisyon Sarayı, Santo Domingo Meydanı ve kilisesi hep yürüyüş mesafesinde. Meydanlar kafelerle kaplı, sokaklar hediyelik eşya ve zümrüt satan mağazalar ile dolu. Kolombiya sokakları kahve kokan ülkelerden. Ulusal Kahve Üreticileri Federasyonu Juan Valdez isimli bir kahve ve kafeler yaratmış. Meydanlarda bulunan Palenqueras larla fotoğraf çektirmek paralı. Palenqueras rengarenk elbiseli, bazen başlarında egzotik meyvelerin olduğu çanaklar taşıyan Afro kadınlar. Mochila (renkli farklı model çantalar) paranız varsa zümrüt buradan alınacak hatıralık eşyalar.
Güneşi batırmak, akşam yemeğinden önce birşeyler içmek için Karayip Denizi’ne bakan surların (Las Murallas) üzerinde bulunan kafelerde oturacak bir kişilik yer bulamıyoruz. 16. yy sonunda inşa edilmiş surlar bir mühendislik harikası. Yaklaşık 11 km ve büyük bir kısmı orijinal olarak korunuyor. Bu Güney Amerika ruhu biraz Akdeniz ruhu belki ondan buralara doyamıyorum.
Gecesi de gündüzü kadar renkli olan bu şehirde güzel bir akşam yemeği sonrası otelimize dönerken Gabo’nun neden “ Ve zaman ilerleyip anılarımı canlandırmak istediğimde, her zaman Cartagena’dan bir olayı, yeri ve karakteri çağırırım” dediğini anlamaya başlıyorum.
Sabah kahvaltı sonrası UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine aldığı San Felipe de Barajas Kalesi’ne gidiyoruz. Kale 1536 yılında İspanyollar tarafından inşa edilmiş. Bir tepe üzerinde şehri kara ve denizden gelen saldırılara karşı koruyabilecek bir konumda.
Kalede bir dükkanda sadece kapı tokmakları var. Eskiden Cartagena’da evlerin kapısı üzerindeki tokmaklar ev sahibinin hangi işle uğraştığını gösterirmiş.
Bir sonraki durağımız La Popa Manastırı. 1600 yıllarının başında vahşi bir doğanın olduğu La Popa Tepesi’nde inşaatına başlanmış.
Bu tepeden Cartagena’nın panoramik manzarası müthiş. Karayip Denizi, Bocagrande gökdelenleri, surların arkasında kalan eski şehir, kale…
La Popa’dan sonra Getsmani’deyiz. Plaza de la Trinidad’dan mahalleye giriş yapıyoruz. Getsmani mahallesi 1811 bağımsızlık mücadelesinde çok büyük destek verdiği için bu meydanın Özgürlük Meydanı adını almasını istemişler. Ama bu alan 1643 de kurulan Holy Trinity Kilisesi’nden aldığı adı taşımaya devam ediyor. Bugün performans sanatçıları, aerobik-zumba gösterisi yapanlar ile karşılaşılan, pek çok etkinliğin sergilendiği, insanların birbirleriyle tanıştıkları bir alan. Sokaklar çok canlı. Cartagena –Karayip kültürünü tanımak ve yeni arkadaşlar edinmek isteyenlere burada bir gece öneriliyor. Duvarları grafitilerle dolu sokaklarda yürüyor, kahve içiyor, fotoğraf çekiyoruz.
Yürüyerek surların içindeki eski şehre dönüyoruz. Müzeye çevrilen San Pedro Claver Manastırı’nı geziyoruz.
Cartagena sokaklarında Santo Domingo Meydanı’ndan La Aduana’ya, oradan Los Coches’e akşam yemeğine dek geziyor, kahve içiyoruz.
Ertesi sabah Bogota’ya uçuyoruz. Bogota Kolombiya’nın başkenti ve en büyük şehri. Kolombiya’nın ekonomisi ve endüstrisinin kalbi. Quito ve La Paz’dan sonra Güney Amerika’nın en yüksek üçüncü başkenti. Ama La Paz ve Quito’nun nüfusu daha az. Son yıllarda sıkı önlemler alınsa da dünyanın en şiddet dolu şehirlerinden biri. Doğu And Dağları’nın eteklerindeki bu şehir 10 milyona yaklaşan nüfusu ile Güney Amerika’nın en hızlı büyüyen metropollerinden.
Havaaalanından Zipaquira’ya hareket ediyoruz. Burada bulunan eski bir tuz madeni ve içinde bulunan yer altı kilisesini ziyaret edeceğiz. Yerin 180-200 metre derinliklerine inen pek çok galeriden oluşan arkitektonik bir olaya şahit oluyoruz. Tuz Katedrali hem dini mabet (1995 yılında açılan bir katedral var) hem müze işlevi görüyor. Çok güzel ışıklandırmışlar.
Otelimiz La Candelaria’da, Bogota’nın tarihi merkezinde, arnavut kaldırımlı kalabalık dar sokaklar kimi zaman ürkütücü bir sokakla kesişiveriyor. Bolivar Meydanı ve Ulusal Katedral iki blok ötemizde. Otel hayatımda ilk kez şahit olduğum bir uygulama yapıyor, herkese otel de kaldığımıza dair otel pasaportu veriyorlar. İklim açısından önerilebilecek en iyi ayda Bogota’dayız. Monserrate Manastırı’na doğru yola çıkıyoruz. Manastır deniz seviyesinden 3150 metre yükseklikte. Bir kısmını finüküler ile bir kısmını yürüyerek çıkıyorsunuz. Ormanlık alanda isterseniz hepsini tırmanın. Ama yol güvenliği soru işaretli. Monserrate Tepesi Kolomb öncesi kutsal kabul edilen dağ Hristiyanlar için bir hac yeri. Emekleyerek tırmanan pek çok insan görüyoruz. Tepeden Bogota ayaklarınızın altında.
Öğle yemeğini La Candelaria’da bulunan El Gato Gris’de yiyoruz ve La Candelaria sokaklarında gezmeye başlıyoruz.
La Candelaria’nın kolonyal mimarili, Arnavut kaldırımlı, grafitili duvarlarla kaplı sokakları çok sevimli. Tezgahlarına el yapımı takılarını koymuş hippi gençlerin uzağından geçmeye çalışıyorum.
Bogota güvenli mi? Yerel rehber turistik bölgelerin dışına çıkmak, yalnız gezmek, gece taksiye binmek, çantalarımıza sahip çıkmak konusunda bizi uyarıyor. Bogota dahil olmak üzere tüm Kolombiya 5-10 yıl öncesine göre daha güvenli olsa da, güvenli ve turist dolu bir ülke haline gelmek için başlatılan süreç devam ediyor. Şiddet ve uyuşturucu ile dolu bir geçmişi silmek kolay değil.
Şimdi Botero Müzesi yolundayız. Kolombiya’da pekçok müze ve tarih eser Merkez Bankası (Banco de la Republica) yönetiminde. La Candelaria’da, 1955 yılına dek başpiskoposun ofisi olan bir sömürge evini Merkez Bankası’nın müzeye dönüştürmesi sonucu çok güzel bir müze ortaya çıkmış Tabii bu işin rehberlik ve küratörlük kısmı Botero’ya ait. Botero 208 parçalık bir koleksiyonu buraya bağışlamış. Botero’nun eserleri dışındaki (85 parçalık) koleksiyonda Picasso, Renoir, Leger, Monet, Bacon, Calder, Freud, Giacometti, Beckmann gibi sanatçıların olması bu müzeyi Güney Amerika’nın en önemli beş uluslararası sanat koleksiyonu arasına yerleştirmiştir.
Müzeden ayrılıp, yürürken bir kitapçıya giriyoruz. Gelmeden evvel çok araştırmama rağmen Kolombiya hakkında Türkiye’de bir kitap bulamadım. Ne yazık ki bu muhteşem kitapçıda da kendi ülkelerini anlatan İngilizce bir seyahat kitabı bulamadım.
Yürüyerek Bolivar Meydanı’na geliyoruz. Burası başkentin tarihi merkezindeki ana meydan. Meydanın doğusunda Bogota 1. Katedrali, güneyinde Ulusal Meclis Binası, batısında Belediye Binası (Lievano Sarayı), kuzeyinde Adalet Sarayı var. Binalar tarihi ve mimari açıdan önemli. Burası aynı zamanda bir buluşma noktası.
Son durağımız Bogota ile Kolombiya gezimizi tamamlıyoruz.
Son Söz
Marquez’in, Botero’nun, Escobar’ın ülkesi; Dağlar, platolar, nehirler, yeşilin en güzel tonlarının olduğu büyüleyici doğa; Müthiş kolonyal şehirler; Salsa; Paramo; Tropikal Meyve Cenneti allahısmarladık.
“Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse” Gabriel Garcia Marquez.
merhaba ,
müthiş detaylı bir gezi yorumu ve tanımlaması olmuş. Emeğinize sağlık : /
Tam hayal ettiğim tüm ülkeyi kapsayan kolombiya gezi rotası .
Bir soru sormak istiyorum : bireysel mi yoksa bir acenta ile mi gezdiniz? mümkünse paylaşır mısınız.
2 kadın başarmak istiyoruz bu turu medellin ve cali için çekincelerimiz var da ..
Teşekkürler, yeni ülkelere keyifli geziler dileriz.