ANA SAYFA Kuzey Amerika Amerika Birleşik Devletleri Los Angeles Gezi Rehberi: “La La Land” mi, Yoksa “Bir Zamanlar Hollywood”...

Los Angeles Gezi Rehberi: “La La Land” mi, Yoksa “Bir Zamanlar Hollywood” mu Desem?

Usta yönetmen Damien Cazelle’in 2016 yılında Oscar ödüllerini silip süpüren ‘La la land’ filmini hatırlarsınız. Türkçeye Aşıklar Şehri olarak çevrilen film baştan sona bir kadın ile erkeğin üzerinden bu enteresan şehri anlatır. En baştaki muhteşem çekilmiş uzun trafik sıkışıklığı sahnesi ve sonrasındaki müzikal tadındaki trafikte kalmış insanların kalabalık dans sahnesi gerçekten etkileyicidir, hatta sinefiller tarafından tüm zamanların en güzel ve özel film açılış sahnelerinden biri olarak nitelendirilir. Benim de çok beğendiğim bu film açılış sahnesi, aslında şehrin insanlara verdiği duyguyu da birebir yansıtıyor.

Ferah, geniş alanlara yayılmış coğrafyasına bakınca insanın bu şehirde oynayası, hatta uçası geliyor, ama altışar şeritli otoyolların bile neredeyse her saat tıkalı olduğunu görünce bu duygu hemen bitiyor, şehir insanın üstüne gelmeye başlıyor, sonra trafik bir ara açılınca tekrar “ya şehir güzel de trafik bir alem” diye oynama ferahlığı insana geliyor, hele benim gibi bir İstanbul aşığı söz konusu olunca… Bu duygu ile yıllardır baş etmeye çalışan koca Kobe Bryant bile yıllar önce pes edip kendi ulaşımını helikopter ile sağlamaya çalışınca bu hayata elim bir kaza ile veda etti (ne yazık ki o gün benim şehirde ziyaretçi olduğum zamana denk geldi). Okuyucuya garip gelecek bu ulaşım tercihi şehir halkı için gayet normal, çünkü çöp tenekesinin üstünde dolaşan sinekler gibi, şehrin tepesinde gece gündüz onlarca helikopter dolaşabiliyor. 50 km kare gibi bir alanda büyüklü küçüklü uçaklar için yaratılmış yedi havaalanı olan bir şehirden bahsediyoruz, normal yani. Bir de sadece helikopter trafiğini kontrol eden küçük merkezleri sayarsak işin içinden çıkamayız.

Trafik sıkışıklığı bu kadar belirgin olan bir şehrin dar bir coğrafyada kurulu olduğunu sanabilirsiniz, öyle değil. Tam aksine dümdüz bir ovada kurulu bu şehrin çok geniş bir alana yayıldığını söyleyebiliriz. Bu soruna yol açan temel neden toplu taşımın bir metropol şehrin ihtiyaçları seviyesinde olmaması. Bu belediyenin tercihi mi, yoksa halk mı talep etmiyor, bilemiyorum ama ortalama Avrupa şehirlerine aşina bir turist için bile berbat denecek seviyede bir toplu taşım sistemi ile insanın üstüne üstüne gelen sayıda lüks araba bolluğu olunca trafik sıkışıklıkları normal hale geliyor.

Los Angeles şehir merkezi Pasifik Okyanusu’nun on kilometre kadar içerisinde kurulu ve küçük bir alanı işgal etmekte. ABD gibi, devasa, yarı kıta/yarı devlet bir ülkenin ikinci büyük şehrinin merkezinin bu kadar küçük olması bir çelişki, ama realite bu… Akşamları iş saatleri bitince, gündüzleri zaten kısıtlı olan canlılığı iyice kayboluyor. Ancak etrafı çok hareketli yerleşim alanları ile kurulu olunca canlılık şehir dışına kayıyor. Venice ve Santa Monica sahil yerleşim alanları bunların başında geliyor. Los Angeles her mevsim güzel havaya sahip bir şehir olduğu için bu bölgeler kış akşamları da dışarıda oturmalı lokanta ve kafeler ile dolup taşıyor. Bundan başka East ve West Hollywood, Melrose, Orange County, Anneheim ve Long Beach gibi biraz daha daha uzak, ama halkın hem yaşadığı, hem de gece/gündüz eğlencesi için geldiği zarif ve canlı bölgeler. Buralarda çok farklı alternatifler ile lezzet ve gusto olarak tatmin olmak çok kolay.

Şehrin Merkezinde Gezilecek Yerler

Şehrin merkezinde yer alan Grand Caddesi sanat damarı niteliğinde. Karşılıklı kurulu iki ana müze olan The Broad ile MOCA (Museum of Contemporary Arts) çok büyük olmayan ama modern Amerikan sanatçılarının en seçkin eserlerinin yer aldığı sanat merkezleri. Bu iki müze için yarım gün yeterli olur. The Broad Müseum yanında ise meşhur Los Angeles Filarmoni Orkestrası’nın (La Phil) konserlerini verdiği Walt Disney Konser Salonu yer almakta. Ünlü şef Gustavo Dudamel’in yönetiminde yoğun bir konser programı olan LA Phil şehirlilere ve ziyaretçilere müzik ziyafetleri çekmekte. Ayrıca, bina farklı sanat etkinliklerinin yapıldığı bir merkez durumunda.

Sanat etkinliklerinizi tamamladıktan sonra biraz yürüme ile şehrin muhteşem bir cazibe merkezine ulaşacaksınız. İkinci el kitap ve plakların satıldığı The Last Bookstore (453 S. Spring Street) meraklıları için tam bir cennet ve bir tam günü burada geçirip çok ucuza kütüphanenizi ve müzik arşivinizi dolduracak alışverişi yapabilirsiniz. Bense girdim ve bir tam gün geçirdim, ortalama 6 USD ödeyerek dünyanın kitabını aldım.

Los Angeles bir çok insanın aklında Lakers basketbol takımı ile yer etmiştir. NBA tarih boyunca bir  çok başarısı olan, popüler oyuncuların yer aldığı, sanat ve siyaset çevrelerinden bir çok önemli figürün taraftarı olduğu bu takımın yanı sıra şehrin ikinci NBA takımı olan Los Angeles Clippers da taraftar sayısı ihmal edilmeyecek bir takımdır. Bu iki takımın maçlarını oynadığı Staples Center şehrin tam merkezinde yer alır. Sadece spor karşılaşmalarına değil, neredeyse yılın her günü sanat gösterileri ve konserlere de ev sahipliği yapan bu salon, kapladığı alan açısından İstanbul’daki Sinan Erdem Spor Salonu’ndan daha küçük olmasına rağmen dik tribünlere sahip olması nedeniyle daha çok seyirci kapasitelidir ve şehrin ana buluşma merkezlerinden biridir.

Şehri evsiz insanlar cenneti olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Havasının yılın her dönemi güzel olması ve kendilerine çok tolerans gösterilmesi nedenleriyle Amerika’da en çok evsizin olduğu şehrin Los Angeles olması tesadüf değildir. Evsizlere tolerans o kadar fazladır ki, büyük şehirlerde görülmesi zor bir uygulama Los Angeles’ta yıllardır uygulanır, şöyle ki: ABD’de Katma Değer Vergisi yerine eyalet veya şehir/kasaba bazında satış vergisi uygulanır, yani bir ürün veya hizmeti satın alan tüketici fiyat üzerinden belirlenmiş bir yüzde ile ödeme yaparak satın alır. Ayrıca ruhsat,izin vb. gibi zorunluluklar için işletmeci Şehir yönetimine bir vergi ödemelidir. Los Angeles merkez ve etrafındaki kafe ve restoranlar eğer öğleden sonra dörtte dükkanlarını kapatıp etrafındaki boş alanları evsizlere tahsis ederlerse bu iki vergiden muaf kalıyorlar. Yani sayıları çok olan evsizler, bu şekilde şehir yönetimi tarafından sübvanse ediliyor. Bu ekstra uygulamaya rağmen şehrin merkezinde geceleri, el ayak çekilince bütün sokaklar evsiz çadırları ile doluyor, parkları söylemeye gerek bile yok; Şehrin iki ana parkı olan Matthew Park ile Echo Park çoktan evsizler parkına dönüşmüş.

Şehrin en karakteristik bölgeleri arasında Los Angeles’ın kuzey bölgeleri tepelik alanlar gelmektedir, bu bölgeler bu tepelerin yamaçlarında yer alır. LA LA LAND gibi birçok filme dekor olan Griffith Observatory bunların başında gelir.

Rasathane olarak uzun yıllar boyu hizmet vermiş olan bu güzel yapı içinde müzesi, ama daha önemlisi, önünde uzanan müthiş bir şehir ve doğa manzarası ile gezginleri büyülemekte.

Özellikle gün batımlarında bir yanda okyanusun enginliği, önünüzde şehrin tamamını içeren manzara, havada inen kalkan uçaklar ile görüntü aklınıza kazınacak ve canınız bir keyif içkisi isteyecek. Ama bu mümkün değil, çünkü ABD federal yasal düzenlemeleri uyarınca, özel olarak belirtilmedikçe, kamusal alanlarla alkollü içki(bira dahil) yasak ve cezası da ağırdır. Buna rağmen, ortam sizi alıp götürecek ve başınızı döndürecek güzellikte olduğu için dert etmeyeceksiniz. Los Angeles’ın alamet-i farikalarından biri olan beyaz renkli “HOLLYWOOD” yazısı da Griffith ile aynı tepe üzerinde konumlandığı için, yazıyı en yakından görebileceğiniz yerlerden biri burasıdır.  

Bundan sonraki duraklar ise sırası ile, Griffith’den indiğinizde yakın sayılabilecek mesafelerde olan Chinese Theatre (on sene öncesine kadar Oscar törenleri burada yapılıyordu), şimdilerde törenlerin yapıldığı Dolby Theatre, West Hollywood bölgesi, Melrose bölgesi ve dünyanın en pahalı ve zarif caddelerinden biri olan Rodeo Drive olacaktır. Her iki tiyatroya gidip gitmeme kararını film ve tiyatro meraklılarına bırakıyorum, ki vaktiniz varsa kesinlikle değer.  West Hollywood ile Melrose birbirine bağlı iki bölge olup hem gündüzleri, hem de geceleri yeme, içme ve alışveriş bakımından her yaş ve zevke sahip şehrin sakinlerini ve ziyaretçileri kendine çekmektedir. Ben özellikle, Melrose Avenue ve etrafındaki bağlı sokaklardaki zarif ev ve işyerlerini çok beğendim. Yürüyerek gezmenizi öneririm.

Rodeo Drive ise başlı başına bir dünya, kısa sayılabilecek bir cadde (aslında uzun, ama karakteristik olan kısmı Santa Monica Bulvarı ile Wilshire Bulvarı arasındaki kısım)  ama orada yer alan mağazaların görkemi ve vitrin düzenlerini kolay kolay başka bir yerde göremeyebilirsiniz. Alışveriş yapıp yapmamak size kalmış tabii, ama çok beğeneceğinizi umduğum harika bir sanat galerisini gezmenizi önereceğim. Adı Galerie Michael, alıştığınız galerilerden çok farklı, düzenlemesi bir konak gibi ama çok zengin içeriği olan bir galeri, öyle ki Picasso, Chagall, Renoir gibi büyük sanatçıların orijinal eserleri dolu, aynı zamanda çağdaş Amerikan sanatçılarına da bolca yer veriyor.

Los Angeles’ı anlatırken birçok kişi Anneheim’daki Disneyland ve Burbank’taki Universal Studios tavsiyesinde bulunur, buna itirazım yok. Belki uzun yıllar önce bu ritüeli tamamladığım için son gidişimde ziyaret etmek aklıma bile gelmedi. Size, her ikisi için de en az birer gün ayıracağınızı, etkinliklere dahil olmak için uzun süreler bekleyebileceğinizi ve ciddi paralar harcayacağınızı bilerek bunlara karar verin derim. Ben bunların yerine size çok özel bir yer olan ve Akdeniz tutkunlarının özlemini giderecek yer olan Catalina Adası’na gitmenizi önereceğim. Long Beach’den sıklıkla kalkan teknelerle bir saatte varabileceğiniz bu doğa harikası küçük adaya vurulacağınızı biliyorum.

Şehir Merkezinden Uzaklaşınca…

Los Angeles şehir merkezinin güzelliği ile değil, etrafı ile ünlü bir şehir. Berbat olduğunu yukarıda verdiğim toplu taşım sistemine güvenmeden, yakın sayılacak mesafelerde gerçekten çok güzel ve sevimli bölgeler mevcut. Senenin her mevsiminde ılıman iklimi ve Pasifik Okyanusu kıyısında olmanın etkisi ile yaşayanlara ve ziyaretçilere pozitif duygular veren bir kent. Okyanus kıyısında, insana ferahlık veren geniş ve uzun sahiller var. En kuzeyden başlarsak Malibu Beach ve devamında Malibu Pier (burada bir yemek, içki veya kahve önerilir, nefis bir ortam, hele gün batımında), sonra sırayla Santa Monica ve yanı başında Venice Beach, Redondo Beach, hemen altında golf sahaları, ardından muhteşem yat limanıyla Long Beach ve devamı gibi gözüken Huntington Beach ve Newport Beach. Bu bahsettiğim sahil mekanlarını hakkıyla gezmek için tam bir yaz günü ve araba gerekir. Çünkü kısa bir kış gününde hakkıyla buraları gezemezsiniz ve toplu taşım buralarda bir turist için araba olmadan, kabus olur. Ama ne yapıp edip bu sahil şeridini gezmenizi öneririm, çünkü bunu yapmazsanız Los Angeles dünyasını hissetmeniz, bence, hayal olur.

Bu arada bir yol üstü lezzet durağı önerisi: Venice Beach’de sahilden biraz içeride Gjusta, isteğinize göre oluşturulan muhteşem sandviçler ve şarküteri, şarap, bira ve ekmek koleksiyonu ile fiyat/lezzet dengesini muhteşem tutturan bir mekan, deneyin, çok seversiniz (320 Sunset Avenue). Yemek sonrası biraz yürüyelim derseniz Abbot Kinney Bulvarı’nı bir boy yürüyün derim. Çok ilginç mağazalar, sakin ama zarif bir ortam sizi mutlu edecek. Özellikle başka yerlerde göremeyeceğiniz yerel markalar sizi şaşırtacak. (Salt&Straw’daki dondurma çeşitleri ise başlı başına bir güzellik, kesin deneyin. Adres, 1357 Abbot Kinney Boulevard).

Şehirden biraz daha uzaklaşayım derseniz, güneyde Palm Springs’i, kuzeyde ise Santa Barbara’yı öneririm. Santa Barbara güzel bir sahil kasabası, Palm Springs ise çölün ortasında bir zerafet beldesi. Biz Türkler için çok daha özel ve orijinal diye nitelendiriyorum, çünkü çölün ortasında bizi mutlu eden bir kasaba ülkemizde ve Avrupa’da mevcut değil.. Her ikisi de iki buçuk saat kadar bir yolculuk gerektiriyor. Tabii, San Diego da aynı mesafede gidilebilecek çok güzel bir şehir ama şehir olarak gidilince orayla ilgili bir başka yazı gerekeceği için burada bahsetmiyorum.

Yeme İçme Deyince…

Bütün günü şehrin merkezinde geçirdiniz, yoruldunuz ve acıktınız. “Evde olsam da ayaklarımı uzatıp bir film seyredip dinleneyim” diye içinden geçirirseniz Alamo Theather çok yakınınızda (700 W 7th. Street). Makul fiyatlara hem film seyredip hem de nefis yemek ve içkilerinizle ciddi bir keyif yapabiliyorsunuz. Orada yediğim çok lezzetli pizzanın odun ateşinde pişmiş ve taptaze ürünler ile hazırlandığını, özel yapım bira ile sunulduğunu söylersem, sanırım şaşırırsınız.

Şehir merkezinde yemek yediğim diğer yerlere gelirsek, iki yer ödediğim para ve kalite açısından aklımda yer etti. İlki şehrin merkezinde ciddi büyük yer kaplayan Koreatown bölgesindeki Myung in Dumplings. Rahmetli büyük şef ve gurme Antony Burdain’in favori yerlerinden olan bu salaş ve mütevazı mekanda ciddi küçük rakamlara müthiş lezzetler tatmanız garanti. Adres: 3109 W Olympic Blvd B, Los Angeles, CA 90006. Eğer Uzak Doğu yemeklerini seven ve hesap kitabı seven bir gezginseniz burada mutlaka bir ziyafet çekmelisiniz. İkinci mekan ise bir Neo-Brezilya lokantası, adı Woodspoon, adres 107 W 9th St, Los Angeles, internet linki http://www.woodspoonla.com/menu-1. Her iki restoran da, ABD ölçülerinde makul rakamlara harika lezzetler tadacağınız yerler.

Madem restoranlardan söze daldık, devam edelim. Malum, Los Angeles Meksika’ya yakın bir şehir ve bu ülkenin etkisini bir çok konuda hissedebilirsiniz. Bu konulardan biri de Meksika mutfağının tipik örneği olan taco. Şehirde bir çok taco yeri var. Ama bir tanesi var ki, tüm şehir insanlarının tartışmasız sık sık gittiği bir marka: adı Guisados. Şehrin merkez ve yakınlarına konumlanmış yedi adet restoranı var. Kalite, lezzet ve hijyen açısından mükemmel, üstelik gayet hesaplı. Alkollü içki yok, ama gelirken kendi içkinizi getirmenize kimse karışmıyor. Biz kendi tekilamızı götürdük ve zevkimize göre ısmarladığımız o güzelim taco dürümlerle, koca şişe nasıl bitti, anlamadık.

Japon çorbası diyebileceğimiz ramen ise Silverlake Ramen’de yenilebilir. Fiyat makul, porsiyon devasa, lezzet olağanüstü. Adres ise 2212 Sunset Bulvarı. Sağlıklı iseniz haz ve keyif, hasta iseniz iyileşmeniz garanti… Hamburgersever iseniz şehirde herkes size In-N-Out Burger’i önerecektir. Şehrin değişik bölgelerinde rastlayabileceğiniz bu lokal zincir restoranda, tadlar bizzat tarafımca test edilmiş ve kocaman bir okey almıştır.

Zarif bir akşam yemeği için ise şehirde geçirdiğim yaklaşık üç haftada beni en çok etkileyen yer The Factory Kitchen oldu      (https://thefactorykitchen.com/). Şehrin sanayi mahallesi diyebileceğimiz bir bölgesinde depodan bozma büyük bir mekanda yer alan bu muhteşem restoran İtalyan mutfağı üzerine ve tüm hamur işi ürünler anında, gözünüzün önündeki devasa mutfakta hazırlanıyor. Her yemek mükemmel ama menünün en ucuzu olan “mandilli di seta”, bir alamet-i farika. Mendil büyüklüğündeki (mandilli = mendil ??? Amma güzel benzerlik!)  pesto soslu bu lezzet güzelliği için bile buraya gitmeye değer. Bulunduğum akşam, istisnasız her masada en az bir tabak bu yeşil renkli sanat eseri yemeği gördüğümde afallamıştım. Adres 1300 Factory Place, no 101.

Veda Vakti Gelince…

“ Çok lokal bir film”…  Quentin Tarantino’nun son filmi “ Bir Zamanlar Hollywood’da” için Ekşi Sözlük’te bir yazı bu ifade ile başlıyor. Çok doğru bir tanımlama. Bu doğal, çünkü kendisi Los Angeles fanatiği bir yönetmendir. Yaşadığı, hatta hayran olarak yaşadığı bu şehir için yaptığı bu filmi izlerseniz yukarıda bahsettiğim tüm mekanları bazen arka, bazen de ana dekor olarak görürsünüz, üstelik Margot Robbie, Leonardo di Caprio ve Brad Pitt (2020 Yardımcı Oyuncu Oscar ödülünü bu film ile kazanmıştır) gibi üç ustanın ve güzel insanın eşliğinde. Filmde Tarantino bir şehrin merkezine gider, oradan okyanus kıyısına uzanır, sonra Hollywood caddelerinde oyuncularına tur attırır, arada şehrin etrafındaki çorak arazilere set kurar, acıkanlara klasik (kuruluşu 1931) Meksika lokantası El Coyote’de (7312 Beverly Blvd) ağzınızın suyunu akıtacak margarita içirir ve yemek yedirir, en sonunda da şehrin kuzeyindeki tepelerde filmin can alıcı sahnelerini bize sunar. Biz de, şehri artık gezen ve aşina olan insanlar olarak Chazelle ve Tarantino ustalara saygılarımızı sunarız.

Yazımın başlığındaki sorunun cevabını bana sorarsanız, politik olarak “ikisi de” derim. Ama “illa ki birini seç” diye sorarsanız…? Tarantino ustaya gülümserim.

 

NO COMMENTS

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here

Exit mobile version