ANA SAYFA Avrupa Slovenya Lubliyana (Ljubljana) Gezi Rehberi: Güleryüzlü İnsanlar Şehri

Lubliyana (Ljubljana) Gezi Rehberi: Güleryüzlü İnsanlar Şehri

Bir şehri sevdiren sanırım biriktirdiğin anıların, yaşanmışlıkların, yola çıktığın ve orada tanıdığın insanlar galiba.  Lubliyana konusunda gidene kadar hiçbir bilgim yoktu. Gitme nedenimiz Lubliyana Üniversitesi ev sahipliğinde yürütülen bir Avrupa Birliği projesiydi. Bu proje sonunda, kurulan dostluklarımız ve çalışma anlayışımız birlikte yeni projeler yapmamıza neden oldu. Biz de, bu güzel şehre,  birkaç kez gitme şansına sahip olduk.

Lubliyana, gördüğüm en sevimli başkentlerden biri, yalnızca sevimli mi? olduğu gibi korunmuş, keyifli bir kültür ve eğlence şehri. Şehrin sevimliliği,  çok doğal, gürültüsüz, medeni ve cana yakın insanlarından geliyor. 2020 nüfus sayımına göre 280,000 nüfusu, güler yüzlü sakin insanlarıyla huzurlu da bir şehir. Güler yüzlü insanlarıyla, sizi öyle bir sarıyor ki, gezerken köşe başında bir tanıdığınıza rastlayacakmışsınız hissini yaşatıyor insana. Her şehrin bir kokusu vardır sizde kalan. İlk gidişimiz Kasım ayında olduğu için Preseren Meydanı’ndaki kestanecilerin kestane mangalından gelen koku alıp sarmalıyor sizi. Benim için de Lubliyana, kestane kokusu ile özdeşleşti.

Paulo Coelho’nun “Veronika Ölmek İstiyor“ başlıklı kitabındaki konunun Slovenya’da geçtiğini öğrenince hemen okudum tabii ki. Roman kahramanı Veronika Ljubljana’da yaşayan, Preseren’e hayran ama yaşamak istemeyen bir kızcağızdır, intihara teşebbüs eder ama bir şekilde kurtarılır ve Ljubljana’daki bir akıl hastanesine yatırılır. Burada kalan hastalarla konuşmaları ve yaşadıklarıyla birlikte hayatın anlamının farkına varır ve yaşama isteğine yeniden kavuşur. Slovenya ve Lubliyana ile ilgili birçok şey buluyorsunuz kitapta…

Bu güzel şehrin isminin, Slovencede “sevilen (beloved)” anlamından türetildiği iddia edilse de,  Latince “aluviana” adı verilen nehirden geldiğini iddia edenler de var.  Lubliyana, ortasından geçen Save ve Lübyanika Nehirleri üzerinde kurulmuş, nehrin iki tarafında bulunan kafelerden dışarı taşan masaları, sokak çalgıcıları, ilginç heykelleriyle keyifle yaşayabileceğimiz bir şehir duygusu veriyor.

Bir söylenceye göre, Yunan kahramanlarından Jason, Kral Aites’i yener, kralın kızı olan sevdiği kadın Medea ve Argonotlar (altın arayıcıları) ile birlikte güneye Ege Denizi’ne gitmek isterken, yanlışlıkla Tuna Nehri‘nin kuzeyine doğru yol alırlar. Tuna’nın bir kolu olan Sava’nın etrafından Lubliyana Nehri kaynağına varırlar. Lubliyana Nehri kıyısında konaklamaya başlarlar. Zamanla Argonotlarla birlikte kurduğu köyde kalan Jason bir gece nehirden ağzından ateşler püskürten bir canavarın uçtuğunu görür. Köyün yarısını ateşe veren ejderha, Argonotların bir kısmının yanarak bir kısmının ise canlarını kurtarmak için kendilerini attıkları nehrin sularında boğularak ölmelerine neden olur. O gecenin ardından Jason canavarı öldürmekten başka bir çaresi olmadığını anlar, Lubliyana Nehri’nde kendisini bekleyen dev ejderha ile çarpışarak onu yener ve bu güzel şehre Medea  ile birlikte yerleşen ilk insan olur Jason.  Bu nedenle de ejderha şehrin sembolü olur.

Bu sevimli şehrin en belirgin yapıları, bu küçük şehrin kolyeleri gibi duran köprüleri, şehir bu köprülerle ikiye bölünüyor.

En büyük meydana adı verilen, heykeli dikilen Slovenya’nın milli şairi ve Avukat Preseren’den (1800-1849)  söz etmeden geçmek olmaz. Hikayesi, Paulo Coelho’nun kitabında da yer alan  Preseren,  bir gün kilisenin birinde genç bir kız görüp, tutkuyla aşık olur. Üst düzey bir ailenin kızı olan Julija Primi’ye şiirler yazıp, evlenme hayalleri kurar. Bir köylü olan şairimiz, kilisedeki o rastlantıdan sonra Julija’ya yaklaşamaz ama sevmekten de hiç vazgeçmez.  Romantik  şiirin öncülerinden France  Preseren,  Bir Demet Sone (Sonetri Verek) adlı ünlü sonesini  sevgilisine  adar.

Preseren Meydanı’nda bulunan Preseren Heykeli’nde şairin dümdüz bir noktaya baktığını görürsünüz. Bu noktayı izlediğinizde aslında, karşıdaki binanın duvarı üzerinde duran, bir türlü  kavuşamadığı büyük aşkı Julija Primi’nin kabartmasına bakmakta. İşte  burası biricik aşkı Julia’nin yaşamış olduğu ev.  Birbirine   kavuşamayan  sevgililer bu meydanda sanki uzaktan birbirini izler gibiler. Preseren daha sonra Ana Jelovsek ile evlenir ancak, ölüm döşeğinde Julija’yı hiç unutmadığını itiraf eder.

Preseren Heykeli’nin tam üzerinde çıplak bir peri şairin kafasına defne yapraklarından bir taç tutmakta, 1905 yılında yapılan ve Fransiskan Kilisesi’nin karşısında bulunan heykele tutucu Katolik din adamları büyük tepki göstermişler.  Vali ve piskopos, kilisenin girişine ağaç dikerek kiliseden çıkan cemaatin çıplak kadınla karşılaşmasını önlemek istemişler.

Preseren’in, bir şiirinin (Zdravlijica – Tost) yedinci kıtası, 1991’den bu yana Slovenya’nın milli marşını oluşturmakta.  Şairin ölüm günü 8 Şubat Slovenya’da tatil edilmiş ve Preseren günü olarak anılmaktadır.

Lubliyana’nın yeşilliği, bu yeşilliğin tarihi eserlerle bütünleşmesi doğa – insan mimarisinin uyumuna güzel bir örnek oluşturuyor, öyle ki,  şehir 2016 European Green Capital (Yeşil Başkent)  ödülünü almış.

Dikkatimi çeken bir başka nokta, nüfusun oldukça genç oluşu idi. Her yerde gençleri görebilirsiniz, kafelerde, sokaklarda, bisikletlerde her yerde. Üniversite şehri olmasının da bunda etkisi var kuşkusuz. Şehrin temizliğinin ve Avrupa Birliği’nin en az suç işlenen üç şehrinden biri olduğunun da altını çizmeliyim.  Bu küçük ve sevimli başkenti bana sevdiren diğer bir nokta ise 1800 yayıncının bulunması ve yılda ortalama 4000 eser yayınlanması, bu nedenle, UNESCO, Lubliyana’yı 2010 yılında “Dünya Kitap Başkenti” ilan ediyor. Ya müzik, müzik şehrin vazgeçilmezi.  Eski kentin her köşesinden, meydanlardan, köprülerden  farklı bir müzik yükseliyor, üstelik de  müzisyenlerin performansları hiç de fena değil.

Lubliyana Kısa Tarihi

*Bu bölümde (Blake, J. (2011). Slovenia – culture smart!: The essential guide to customs & culture. Kuperard; 1. Bask)ı kitabından yararlanılmıştır.

Kuzey Adriyatik ve Danuble (Tuna) bölgesi arasında ve Dinar Alpleri ile çevrili Lubliyana,  Slovenya’nın başkenti ve en büyük şehridir. Aynı zamanda ülkenin ulaşım, eğitim, sanat, bilim ve araştırma geliştirme merkezi olarak kabul edilmektedir.

Bu bölgedeki ilk yerleşimin MÖ 2000 yıllarına kadar uzandığı,  MÖ 1. yüzyılda bugünkü şehrin yerine Emona adında bir Roma kentinin kurulduğu, 5. yüzyılda kuzeyli barbarlar tarafından yağmalanıp yıkıldığı biliniyor.  6. yüzyılda ise Slovenlerin ataları bu bölgeye gelerek,  şehri yeniden kurar ve Luvigana adını vermiştir. Şehir 12. yüzyıl başlarında Carniola Düklerinin, 1270 yılında Bohemya Kralı II. Otakar’ın, 1277 yılında da Laibach adıyla Habsburgların egemenliğine girmiştir.  1918 yılından sonra da şimdiki adını almıştır. Lubliyana’nın Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun eski bir parçası olması nedeniyle, şehirde Alman etkisi görülmektedir. Şehrin adı da Almanca ve Slovence karıştırılarak elde edilmiş.

İkinci Dünya Savaşı’nda 1941’de Mussolini önderliğindeki İtalyanlarca, 1943’de ise Nazi Almanyası tarafından işgal edilmiş. Slovenya’nın  İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti adını aldığını, Yugoslavya’nın bir parçası haline gelerek Doğu Bloğuna katıldığını da belirtmek isterim.  1991’de Yugoslavya’dan ayrılma  kararı  alarak  bağımsızlığını ilan eden Slovenya, parçalanan Yugoslavya’dan Avrupa Birliği’ne girebilmiş olan ilk üyesi.  Slovenya’nın başkenti olarak Lubliyana ülkenin  lokomotifi konumunda. Slovenya’nın kurulmasıyla birlikte, Lubliyana gelir düzeyi daha yüksek bir şehir haline gelmiş, Avrupa Birliği’nin en gözde şehirlerinden biri olmayı hak etmiştir. Lubliyana, her yıl sahip olduğu nüfusun yaklaşık iki katı kadarını turist olarak ağırlar. Ayrıca, konumu itibarıyla Lubliyana, Avrupa’nın birçok merkezine 160 ila 500 km (örneğin 240 km uzaklıktaki Venedik’e 2,5 saatte ulaşabilirsiniz) uzaklıktadır.

Meydanları, Köprüleri ve Kafeleri

Preseren Meydanı nehrin hemen yanında, Preseren’in heykelinin bulunduğu alan,  şehrin ana meydanı.   Şehrin tam anlamıyla göbeğinde yer alan ve yalnızca yayalara açık olan meydanda Preseren Heykeli’nin yanı sıra pembe rengiyle   1646-60 yılları arasında yapılmış  yukarıda da sözü edilen Franciscan Kilisesi’ni görebilirsiniz. Bu kilise özellikle gün batımında çok güzel görünüyor. Lubliyana’ya gelen turistlerin toplanma noktası olan meydanın ortasında  bir yuvarlak ve yuvarlağa gelen çizgiler var.  Gece için yerler yapılan  ışıklandırma görülmeye değer.

Köprüler, Preseren Meydanı’na  Üçlü Köprü, Ejderha Köprüsü ve Kasapçı Köprüsü  ile bağlanıyorlar.

Kilisenin tam karşısında, Preseren Meydanı yanında ve Ljubljanica Nehri üzerinde,  mimar Plecnik’in imzasını taşıyan  Üçlü Köprü  (Tromostovje – Triple Bridge) bulunuyor.

Vodnikov Meydanı’nından yukarı doğru yürüdüğünüzde, 1900-01 yılları arasında inşa edilen  ünlü Zmajski ya da diğer adıyla (Dragon Köprüsü)  Ejderha Köprüsü ile karşılaşıyorsunuz.  Şehrin kuruluş efsanesinde ejderhanın öldürüldüğü yere kurulan bu köprü ejderha figürleriyle süslenmiş. Köprünün her köşesinde bakırdan yapılmış ancak zamanla yeşillenmiş kanatlı dört ejderha bulunuyor. Bu  dört ejderha heykeli ile köprü, şehrin en önemli sembollerinden biri  haline gelmiş zaman içinde. Bu köprü, dünyada betondan yapılmış ilk köprü olarak da biliniyor.

Üçlü Köprü ve Ejderha Köprüsü arasında bulunan, inşası 2010 yılında bitirilen Mesarski Most ya da  (Butcher’s Bridge) Kasapçı Köprüsü. Bu köprünün adı, pazar meydanındaki kasapların önünde olması nedeniyle bu şekilde anılıyor. Köprü, aşık çiftler tarafından aşklarını ebedi kılmak için kilitlenip asılan kilitler nedeniyle, aşıklar köprüsü olarak da adlandırılıyor.

Cevljarski Most ya da  Kunduracılar Köprüsü (Cobblers’ Bridge)  ise 13. Yüzyıla dayandığı için Lubliyana’nın en eski köprüsü olarak biliniyor. O dönemde kunduracıların ayakkabılarını bu köprü üzerinde sergilemelerinden dolayı bu isimle anılıyor. Köprü yakınındaki sokaklarda havada sallanan ayakkabılar görebilirsiniz. Bunun, bir öğrenci geleneği olduğu söyleniyor. Söylentiye göre, üniversiteyi bitiren öğrenciler, ayakkabılarını tellere asarak, kendilerinden bir parçayı bu güzel şehirde geride bırakıyorlar. Bir diğer söylentiye göre ise tellere ayakkabısını ilk atan kişi bir Erasmus öğrencisi, daha sonra bunu diğer öğrenciler de ayakkabılarının altına isimlerini ve ülkelerin yazarak tellere atmışlar.

Eski ve yeni şehri birleştiren, şehrin simgesi olan taş köprü, üç katlı yapısıyla görülmeye değer. Büyük lambalar, sütunlar ve çiçekleriyle muhteşem.  Yan yana üç köprüden oluşması nedeniyle Üçlü Köprü deniyor.  Şimdi hepsi yayalara ait olan bu köprüden önceleri ortadaki köprüden arabalar, diğer iki köprüden yayalar geçermiş.   Üçlü Köprü etrafında tarihi binalar, kafe ve restoranları, sokak satıcıları ile eğlenceli bir yer ve her daim kalabalık bu nedenle de bir köprüden çok bir meydan havasında.

Üçlü köprüden geçer geçmez, küçük ve trafiğe kapalı  bir meydan (Mestni) çıkıyor karşınıza. Bu meydanda Belediye binası ve ünlü İtalyan mimar Francesco Robba tarafından yapılan, orijinali ise ulusal müzede saklanan barok tarzda Carniolan Çeşmesi’ni görüyorsunuz. Slovenya’nın üç nehrini sembolize  eden üç figür ile çeşme dimdik duruyor meydanda.  Belediye Binası (Mestna Hisa) 13. yüzyılda Barok tarzda yapılmış,  estetik bir bina.

Belediye binasından ilerleyip, Vodnikov Meydanı’na geldiğinizde nehir kenarında her gün kurulan,  meyve, sebze, baharat ve çeşitli eşyaların satıldığı,   cezbedici  Açık Hava Pazarı’nı görebilirsiniz. Özellikle Cumartesi ve Pazar günleri açılan antika pazarı çok güzel, keyifle saatler geçirip, yaşanmışlıkları, kim bilir ne anılar taşıyor? bu eşyalar diyerek gezebilirsiniz. Slovenya’nın her yerinden şehre gelen satıcılar orijinal tablolardan gravürlere, küçük biblolardan saatlere, broşlardan kolye ve küpelere ve hatta Yugoslavya Dönemi’nden kalma pullardan, antika telefonlara kadar her çeşit antika eşyayı satılıyor.

Yine bu bölgedeki  Kapalı Merkez Pazarı da  Plecnik tarafından  tasarlanmış, iki katlı pazarın nehre bakan kısımları pencereli, caddeye bakan tarafı ise sütunlarla çevrili. Söylenene göre eskiden tartıda hile yapan fırıncılar, ana köprüden nehre atılarak cezalandırılırmış. Bu gün bu tür bir cezalandırma olmasa da, halkın satıcıları kontrol edebilmesi için hala tartı kulübeleri  bulunuyor.

Nehir kıyısına paralel Trubarjeva Cesta ya da Trubarjeva Caddesi sokakların üzerinden eski ayakkabıların sarkıtıldığı, her bir köşesinden kitapçıların, hediyelik eşya dükkanlarının ve kafelerin bulunduğu keyifli bir yer.

Aslında, Lubliyana Üniversitesi,  üniversitenin bulunduğu Kongre Meydanı, Parlamento Binası, Tivoli Parkı, Metelkova Özerk Bölgesi ile Lubliyana’yı anlatmakla bitmez. Ben sadece kalesini anlatacağım.

Lubliyana Kalesi

Bu güzel şehre yukarıdan bakmak isterseniz,  şehrin en yüksek bölgesinde bulunan ve şehrin tarihi ve mimari olarak en önemli simgelerinden biri olan Lubliyana Kalesi‘ni görmeden olmaz. 1335 yılında Habsburg İmparatorluğu bugünkü Slovenya bölgesini ele geçirdiğinde, tepede daha önce yapılan Spanheim ailesine ait kaleyi yıkmışlar ve 15. yüzyılın ikinci yarısında bugün hala ayakta olan Lubliyana Kalesi’ni inşa etmişler. Bi söylentiye göre de kalenin yapılma amacı, 15. ve 16. yüzyıllarda sıklaşan Osmanlı işgallerine karşı etkili bir savunma sunmakmış

Kale tarih boyunca pek çok farklı amaç için kullanılmış. Şehre tepeden bakan bir noktada yer aldığı için hep bir gözlem alanı olarak kullanılmış, ancak hapishane olarak kullanıldığı bile olmuş.

Şehir merkezine 15 dakikalık mesafede bulunan kaleye yürüyerek ya da teleferik (füniküler) ile çıkabilir. Teleferik hemen kalenin bulunduğu tepenin eteklerindeki kafelerin yanından kalkıyor. Tarihi kaleden her yeri görmek mümkün, surlardan şehrin panoramik manzarası görülebilir, kale içinde şehri izleyebileceğiniz bir gözlem kulesi de bulunuyor.

Kale şehrin tarihini anlatan bir bina olması yanı sıra akşam düğünlerin yapıldığı, açık hava sinema etkinliklerinin düzenlediği bir yer aynı zamanda. Özetle yalnızca kale değil, çevresi de çok keyifli, meydanlar,  kafeler, dükkanlar sizi bekliyor.

Yeme-İçme

Slovenya  çok çeşitli coğrafi bölgelere sahip,  yemekler de çeşitlilik gösteriyor. Slovenya mutfağı Balkan, İtalyan ve Orta Avrupa yemeklerinden bir karışım oluşturuyor. Tek bir ulusal yemeği yok.   Geleneksel yemeklerinden, “Ştruklji”, tercihe bağlı olarak et, peynir veya sebze ile doldurulan bir tür iri mantı.

“Zganci”, karabuğdaydan yapılan genellikle et yanında servis edilen bir tür keşkek. En çok tanınan Sloven yemeği “Potica” da mayalı hamurdan yapılan ve genellikle cevizle doldurulan bir tür hamur tatlısı. Çorba, Sloven sofrasının yaz-kış vazgeçilmez parçası. Ülkede 100’den fazla çorba çeşidi olduğu söyleniyor. Ama, Sloven mutfağında tatlılardan söz etmeden vaz geçemeyeceğim.  Örneğin, daha çok elmalısı yapılan Zavitek çok güzel. Palaçinke ise, çikolatalı, reçelli ya da cevizli bir krep. Buhteljni de, pudralı, bohça ya da kare biçiminde, ballı ya da reçelli kurabiye.

Şarapçılık geleneği çok eskilere dayanan Slovenya kaliteli şaraplarıyla ünlü. İklime ve toprağın yapısına göre çeşit çeşit üzüm yetiştirildiği için  çok çeşitli tatlarda şarap bulunuyor. Özellikle kışın içilen sıcak şarapların tadı eşsiz.  Slovenya’ya özgü Union ve Lasko biraları da tatmaya değer. Bu biralar diğer, Balkan ülkelerine de  çok revaçta imiş. Kahvelerine gelince çeşit çeşit kahve bulabilirsiniz. Ama  daha ziyade İtalyan usulü içiliyor.  Halis muhlis Türk kahvesini menüde Turška Kava olarak bulabilirsiniz.

Ülke genelinde Türk kahvesi  aşırı popüler. Kafelerde, restoranlarda mutlaka dikkatinizi çekecektir,

Siyah çay, bitki çayları ve çikolata ise diğer sıcak içecekler de var tabii ki.  Coca-cola ile aynı renkte olan Cockta,  kafeinsiz ve kuşburnundan yapılan bir içecek. 1950’lerde sosyalist Yugoslavya’da Cola’nın yerini alması amacıyla üretilmiş,  bağımsızlık sonrasında ortadan kaybolmuş, ancak galiba geçmişe özlem olsa gerek, çok seviliyor ve kafelerin vazgeçilmezi olmuş.

Puslu Güzellik: Bled Gölü

Lubliyana’ nın kuzeybatısında Avusturya sınırında yer alan ve şehre 55 – 60 km uzaklıktaki  Bled kasabasının adını verdiği gölü görmemek olmazdı.  Bled Kasabası, Avrupa’nın en güzel  kasabaları konulu yazılarda  ele alınan kasabalardan biri olarak karşımıza çıkıyor.  Eğer masal dünyası gibi bir yer görmek istiyorsanız, işte orası burası …

Kasabanın nüfusu 12 bin civarında ve  turistlerin rağbet ettiği bir tatil bölgesi. Yaz aylarında Bled Gölü’nde yapılan tüm doğa sporları ve yüzme yarışlarına ev sahipliği yapan kasaba, kış aylarında ise uluslararası kongrelerin, ayrıca kayak ve kış dağcılığı sporlarının üssü haline geliyor.

Bled Gölü,  doğanın insanlığa bir armağanı olsa gerek diye düşündürüyor, nefesiniz kesiliyor güzelliği karşısında. Rengi o kadar parlak ve berrak ki manzara karşısında huzur buluyorsunuz. Kuğuların yüzdüğü berrak sular,  Jülyen Alpleri ile çevrilmiş gerçekten muhteşem.

Buzul çağda oluşan Bled Gölü,  etrafını 40-50 dakikada  dolaşabileceğiniz küçük bir göl.  Gezi parkları, yürüyüş ve bisiklet yolları, sık sık mola vereceğiniz bankları ile zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Bled Gölü’nün eşsiz güzelliğini ve çevreyi korumak için hiç bir deniz aracı yakıt kullanmıyor.

Bled Gölü’nün ortasında Bled Adası  bulunuyor. Bu adanın özelliği arkeologların tarih öncesi zamana ait insan kalıntılarına rastlamış olmaları. Adanın  üzerinde ise bir kilise bulunuyor. Efsaneye göre önceden burada tanrıça Ziva Tapınağı varken, ancak Paganizme inananlar ile Hıristiyanların savaşı sonunda  tapınak yerine Hıristiyanlar yeni bir kilise yapmışlar.  Pletna adı verilen 7-8 kişilik küçük kayıklar ile  ada ziyaret edilebiliyor. İnanışa göre, adada bulunan kilisenin çanını çalanların dilekleri gerçek oluyormuş.

Son Söz

Ejderhanın ve köprülerin  çok yakıştığı bu güzel şehrin sokaklarında yürürken göreceğiniz  yemyeşil doğası, güler yüzlü insanları,  Barok ve Art-Nouveau stiliyle ünlü mimarisi, kültür sanat alanındaki etkileyici müze ve etkinlikleriyle başınız dönecek, sokak çalgıcılarının müziği eşliğinde  dans eden insanların kahkahaları kalbinizi   ısıtacaktır. Devlet  sanatçıları desteklediği için Slovenya’da sanatçı da, sergilenecek eser de çok. Kıskandım, özendim ve çok sevdim.

Yolunuz Lubliyana düşerse uzun yürüyüşler yapıp doğanın ve yeşilin tadını çıkarırken tarihi ve kültürel güzellikleri keşfetmeyi,  kafelerinde Turška Kava (Türk kahvesi) yudumlarken, Zavitek (elmalı pasta) yemeği ihmal etmeyin.

 

Please enable javascript in your browser to book

NO COMMENTS

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here

Exit mobile version