Evet, San Marino’nun bir hikayesi var; hikaye yüzyıllar önceden başlamış ama konusu hala güncel. Neyse ki en azından San Marinolular için mutlu süren bir hikaye. Ama dışarda kalan bazıları için düşündürücü, iç burkucu, umutsuzluk verici olabilir. Sonuçta konu aynı yere gelip dayanıyor; büyüklük mü önemli, işlevsellik mi?Yalnız bu sefer, bu soru devletler için… Neyse, bir gezi yazısında iç bayıcı olmaya, bilmişlik yapmaya da gerek yok. Bu nedenle, ‘gitmiş de acaba nereleri görmüş, ne yemiş, nerde yemiş’ kısmına gelmek isteyenleri bekletmemek için, konu başlığının içeriğini en sona bırakıyorum. Sadece bir ip ucu vereyim; Şehrin en önemli meydanına Piazza della Liberta (Özgürlük Meydanı) adını veren bu minik devletin gerçekten bize anlatacağı bir hikayesi var.
Bu şehir zaten hikayelerle, efsanelerle dolu. Ama önce oraya gitmemiz gerek, gitmişken gezmek, şehrin tadını çıkarmak gerek. Sonra biraz bilmişlik yaparım, ister okursunuz ister okumazsınız.
Ulaşım
San Marino’ya doğrudan ulaşabileceğiniz bir havaalanı yok, tren istasyonu da… Sadece kara yoluyla ulaşılabiliyor. Ben San Marino’ya Bologna’dan gittim; Bologna tren istasyonundan önce İtalya’nın Bodrum’u sayılabilecek Rimini’ye gitmek gerekiyor. Biletitalia’dan tren saatlerini öğrenebileceğiniz gibi, tren biletini de alabilirsiniz. Bilet 9,50 euro. İstasyonda trene binmeden önce biletinizi onaylatın; İstasyonda peronlara giden kapı kenarındaki yeşil renkli makinelere biletinizi sokunca onaylanıyor. Bu önemli; yoksa 65 euro ceza kesiliyor ama biraz mırıldanırsanız 5 euro ile atlatıyorsunuz. Tren biletleri alındıkları tarihten itibaren 2 ay geçerli olduğu için, tekrar kullanımları önlemek amacıyla bu yola gidiliyor herhalde ama bizim sisteme uygun olmadığından unutulabilir. Rimini’ye yaklaşık bir buçuk saatte varılıyor, sonra tren istasyonu çıkışının hemen karşısındaki duraktan San Marino otobüsüne biniliyor. Otobüs biletini tren istasyonun solundaki turizm ofisinden alabileceğiniz gibi, otobüste şoförden de alabiliyorsunuz. Bilet 5 euro ve yol yarım saat sürüyor.
Otobüs yemyeşil bir doğanın içinden geçip döne kıvrıla Monte Titano’yu çıkarken bir süre sonra uzaktan San Marino’nun üç kulesini görünce, insan sanki bugünden sıyrılıp Orta Çağ’a geçiyormuş gibi hissediyor.
Bu duygu otobüs Marino Calcigni Alanı’nda durduğunda artıyor. Burası San Marino’nun dış eteklerinde kalan bir alan. Bu arada hiç kimlik kontrolü yapılmadan giriliyor şehre. Yok, ben illa pasaportumda San Marino’nun damgasını da görmek istiyorum derseniz turistik amaçlı bir mühür vuruluyor, ufak bir meblağ karşılığında. Benim pasaportumun değiştirilme süresi geldi zaten, hiç uğraşmadım o yüzden.
Merdivenlerle veya asansörle yukarı çıkıp Porta San Francesco (S.Francesco Kapısı)‘ya geldiğinizde artık Orta Çağ’ın bugüne düşen gölgesini tamamen hissetmiş oluyorsunuz. Şehre giriş kapısı olan Porta San Francesco 1361 yılında yapılmış, 1451 yılında tamamen baştan inşa edilmiş ve 1581 yılında restore edilmiş. Kale duvarında San Marino ve Feltresca ailesinin armaları kazılı. Zamanında bu kapıdan içeri yetkisiz kişilerin silahla girmesi yasakmış. Kapı bir Orta Çağ yapısı ama giriş duvarına yapılmış bir heykel (metal bir fil başı) çalışması Orta Çağ’ı bugüne bağlıyor. Aslında bu da San Marino hakkında bir ön bilgi veriyor. Şehrin her yanında çağdaş sanatçıların heykelleri var.
Aslında burada, daha ilerlemeden, soluklanıp bazı bilgileri paylaşmak lazım. San Marino diyorum; bu bir şehir ismi ama aynı zamanda bir ülkenin de adı: San Marino Cumhuriyeti… San Marino, dünyanın en küçük bağımsız devletlerinden, Avrupa’nın ise üçüncü küçük ülkesi; 60,57 km2 yüz ölçümü genelde dağlık bir alana yayılmış durumda. Temel sanayisi taş ocakları ve taş işçiliği ancak bunun yanında turizm de gittikçe önem kazanan bir sektör. Ayrıca tüm İtalya’ya hakim olan seramik işçiliği ile süt ve peynir ürünleri burada da görülüyor. Ülkede euro kullanılıyor. İtalyanca konuşuluyor ve Katolikler. San Marino, Titano Dağ’ında, denizden 750 metre yukarıda. San Marino Cumhuriyeti bir şehir devleti, başkenti de San Marino. Şehir dokuz bölgeye ayrılmış durumda. Borgo Maggiore’de bu bölgelerden biri ve San Marino’nun hemen altında kurulu; San Marino’dan Borgo Maggiore’ye bir teleferikle inmek mümkün.
Otobüsle gelirken Borgo Maggiore’nin içinden geçiliyor. Daha turistik kalan başkentin yayılma ve yaşam alanı gibi. San Marino Cumhuriyeti, tamamen İtalya toprakları ile çevrilmiş durumda. Denize en yakın noktası, 22 km uzaklıktaki Rimini.
Şehrin kuruluşu bir efsaneye dayanıyor. Buna göre, Dalmaçya’dan Rimini’ye çalışmak üzere gelen Marino isimli Hristiyan bir taş ustası ve onun etrafında toplananların, Roma İmparatoru Diocletian’ın işkencelerinden kaçmak üzere 301 yılında Titano Dağı’na çıkıp orada yerleşmeleriyle San Marino’nun ilk temelleri atılmış. Titano Dağı ise dönemin soylu ailelerinden olan Donna Felicissima’nın Hristiyanlığı seçerken Marino’ya hediye ettiği bir alanmış. Bu topluluk hakkında ilk yazılı kayıt, 5 ve 6. yüzyıllar arasında yaşayan Eugippio isimli bir rahibin yazdıkları… 885 yılında, devlet arşivlerinde de olan Feretnano Sözleşmesi ise, Titano Dağ’ındaki özgür bir örgütlenme yapısının ispatı niteliğindeymiş; bu belgede dağ sakinleri üstünde, Kilise dahil hiç bir kişi ya da kurumun bir imtiyaz veya hak sağlayamayacağı belirtilmekteymiş. San Marino 9. yüzyılda özerklik kazanmış, 11. yüzyılda bir şehir devleti haline gelmiş. Devlet arşivlerinde de olan ilk yazılı yasa 1295 yılında kaleme alınmış ve en sonuncusu ise 1600 yılında yazılmış, bu da San Marino Cumhuriyeti’nin anayasasını oluşturmaktaymış. Böylece San Marino 13. yüzyılda öncü bir cumhuriyet olarak örgütlenmiş. Kısacası San Marino, şiddetten kaçan insanların özgür yaşamak için kurdukları bir yurt olmuş; özgür yaşamak için neredeyse ilk kuruluşundan beri demokrasinin esas alındığı bir sistem benimsenmiş.
Bu konuya yine döneriz, şimdi San Marino’yu gezmeye devam edelim. San Francesco Kapısı’ndan girip sola dönünce önce San Francesco Kilise ve Müzesi’ne varılıyor. 1351 yılında yapımına başlanılan Kilise, Murata’daki eski bir kiliseden sökülen parçalarla inşa edilmiş. Kilise bünyesinde bir de müze bulunmakta. Roman Katolik Psikoposluğu’na bağlı kilisede, Guercine ve Raphael’in resimleri mevcut. Dini temalı resim ve fresklerin bulunduğu müzede, ayrıca çağdaş sanat akımlarından da resim ve fotoğraflar bulunmaktadır.
San Francesco Müzesi’ne giriş 3 euro ama burada satılan 10 euroluk kartı alırsanız bu Müze de dahil toplam 5 adet yeri görebiliyorsunuz; bunlardan ikisi, San Marino’nun olmazsa olmazı kuleler, diğer ikisi ise Museo di Stato (Milli Müze) ve Palazzo del Governo (Hükümet Binası). Zaten bunlarda neredeyse San Marino şehrinde göreceğiniz tüm yerleri kapsıyor. San Franscesco Müzesi’nin hemen alt tarafında İşkence Müzesi var ama ben o hataya bir iki defa düştüm; artık işkenceymiş, vampirmiş (San Marino’da Vampir Müzesi de var), seksmiş, şehvetmiş, öyle müzelere gitmiyorum. Ayrıca bir de ilginçlikler müzesi (Curiosity Museum) var; dünyanın en’li durumlarını içeriyormuş. Müze broşüründen anladığım kadarıyla dünyanın en büyük yumurtası, en uzun boylu kişisi vs falan var içinde. Dünyanın en huysuz gezgini olarak yürüyüp geçiyorum önünden.
San Marino şehri, zikzak patikalarla tepeye doğru çıkan yollardan oluşuyor. Yollar sonunda kulelere varılıyor. Ama biz kaldığımız yerden devam edelim. San Francesco Müzesi’nin bulunduğu Plazza P. Ferretraro’dan yukarı Via Basilicius boyunca yürüyünce San Marino’daki yaşam hakkında da bazı bilgiler edineceksiniz. Burası turistik bir bölge; lokantalar, kafeler, dondurmacılar, çeşitli hediyelik eşya dükkanları boyunca yürürseniz Piazza Titano’ya varırsınız. Burada Milli Müze (Museo di Stato) var. San Marino kartı bu Müzeyi kapsıyor, bu nedenle ücret ödemeden giriyorum. Müze, 19. yüzyılın ikinci yarısında, bir çok yerden gelen bağışlarla oluşturulmuş. Şimdiki mekanı Palazzo Pergani-Belluzi’de. Müzede San Marino Cumhuriyeti topraklarında bulunan objeler yanında artık her müzenin olmazsa olmazı, eski Mısır’a ait eserler de var. Bu antik Mısır neymiş, San Marino Müzesi’ne kadar dünyanın dört bir yanına objeleri dağıldığı halde Kahire Müzesi gibi müthiş bir müze kurulmasına yetecek eser geriye kalmış. Müzenin önemli bir eseri, ülkenin 9 bölgesinden biri olan Domagnano’da yapılan kazılardan geriye kalanlar (çoğu kaçırılmış); bir kaç parça altın mücevher dönemin elbiseleri içindeki bir kadın resmi üzerine yerleştirilmiş bir şekilde sergileniyor.
Müzede neolitik çağdan, demir çağına uzanan objeler, Poggio Castellano ve Tanaccia kazılarından elde edilen objeler, San Marino, Saint Chiara kiliselerinden alınan eşyalar, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan dönemden bir çok sanatçıya (Michele Giambono, Baccio Bardinelli, Tiburzio Passertti) ait resim ve heykeller yer almakta. Palazzo del Governo’da bir kaide üstünde yer alan Özgürlük Heykeli’nin bir versiyonu da Müze de görülebilir. Mısır, Etrüsk, Yunan ve Roma uygarlıklarından da bazı parçalar burada sergilenmekte.
Müze, San Marino’nun geçmişi hakkında oldukça aydınlatıcı olan bir yer ama yine de çok şey beklemeyin. Küçük, çok iddialı olmayan bir yer. Ama esas Müze görevlilerinin ilgisi ilginçti. Kendi ürettiği bir şeyi tanıtan insanlarda görülen memnuniyet, onlarda da vardı. Gayet yardımcı oldukları gibi, bir de Müze hakkında çok ayrıntılı bir belgeyi hediye ettiler.
Buraya kadar gelmişken Palazzo Valloni‘ye de bir göz atın. Şehrin kütüphanesi olarak görev yapan bu Saraya, dışından, hatta kapısından bir baktıktan sonra Kaleye doğru tırmanmaya devam edelim.
Şimdi San Marino’nun en önemli alanına Piazza della Liberta’ya geliyoruz. Burada Özgürlük Heykeli ve Palazzo del Governo olarak bilinen, belediye olarak da görev yapan hükümet binası bulunmaktadır.
Burası 16. yüzyıla ait bir sarayın yerine yapılan ve 1894 yılında tamamlanan bir bina; binanın açılışında Carducci, ‘sonsuz özgürlüklerimiz için’ diye başlayan bir konuşma yapmış. Bu kuruluşundan beri adeta San Marino’yu özetleyen bir motto. Binanın içinde konsey ve dinleyici odaları bulunmakta, duvarlarda ise dönemim sanatçılarının eserleri var. Bir duvarda, Aziz Marino elinde Palazzo del Governo olmak üzere dururken resmi bulunmakta. Ayrıca Francesco Azzuri tarafından yapılan San Marino’nun bronz bir heykeli de görülebilir. Binanın önünde de Galetti tarafından yapılan Özgürlük Heykeli bulunmakta.
Buradan düz gidersek önce Giardino dei Liburni (Liburni Bahçesi) ve Cave dei Balestrieri (Okçu Ocağı)’ye varıyoruz. Yukarıda Hükümet Binası yer alıyor. Kale surlarına dayanan ve içinde çeşitli çağdaş sanatçının heykelinin yer aldığı bir alan burası. İlerledikçe yine heykellerle süslü bir terasa varılıyor. Buradan hem manzaranın, hem şehrin tarihi dokusunun, hem de birbirinden ilginç heykellerin tadını çıkarabilirsiniz.
Buradan yukarı kıvrılınca önce Basilica del Santo Parish’e varılıyor. Eski bir kilisenin yerine, neo klasik tarzda 1838 yılında tamamlanan Kilisede, Aziz Marino’nun kemiklerinin saklandığı altın bir kap ve bir heykeli ile muhtelif İtalyan sanatçılarının resimleri bulunmakta.
Kilisenin hemen sağında Aziz Peter Kilisesi var ancak ziyarete açık olmadığından içini göremedim. Buradan aşağı kıvrılırsanız Porta della Rupe’ye (Kaya Kapı) varırsınız. Buranın devamında ormanlık içinden geçen ve Borgo Maggiore’ ye varan bir yol mevcut. Buraya gelmeden hemen önce de Saint Chiara Manastırı’nın bahçesi ve binası görülebilir.
Burada ayrıca Ara dei Volontari Anıtı görülebilir. 1845-1918 yıllarındaki bağımsızlık mücadelelerine katılan gönüllülerin isimlerinin yer aldığı obeliske iki yandan merdivenlerle ulaşılmakta.
Bu civar, turistlerin daha az ziyaret ettiği bir yer olduğu için daha sakin bir alan ve Orta Çağ havasını taşıyan binalarla çevrili taş yollardan gidiliyor. Vaktiniz olursa bir yürüyüş yapın derim.
Şimdi sıra San Marino’nun en cazip bölgesine, 3 kuleye geldi. Bunun için yolu takip ederek yukarı tırmanmamız gerekmekte. Sayısı azalsa da yine şık lokantalar, kafeler ve hediyelik eşya satan dükkanlardan geçerek, dik bir yokuşu tırmandıktan sonra ilk kuleye varıyoruz. Kule yolunda manzaraya dikkat edin, ilerde Rimini’nin sahili size hoş bir görüntü sunuyor.
Titano Dağı’nın zirvesinde, şehrin silüetine de damgasını vuran üç kule yer almakta; Guaita, Cesta ve Montale kuleleri. Bunların ilk ikisi ziyarete açık. Yoldan yokuş yukarı tırmandıktan sonra ağaçlık arazi ile birlikte kuleler de başlıyor. Bu kaleler, zaman zaman ihmal sonucu, özellikle kaldırım döşemek için taşları sökülüp tahrip olmuşsa da yirminci yüzyıl başında restorasyona alınmış. İlk kule, Guaita’nın 10.yy da yapıldığı tahmin ediliyor. 1371’deki Kardinal Anglico’nun bir yazısında, San Marino’daki üç kuleden bahsedilmekteymiş; bu nedenle farklı zamanlarda yapılan bu kulelerin ilkinin inşaatının onuncu yüzyıla denk düştüğü kabul edilmekte. İlk kale, 1416, 1479, 1482, 1549 ve 1615 yıllarında restore edilmiş. Kalenin içinde zindan ve küçük bir şapel var. Zindan 1960’ların sonuna kadar kullanılmış, sonra Kulenin geçmişi ile ilgili bir sergi alanına dönüştürülmüş. Kalede yer alan ve Kral Vittorio Emanuele II ve Vittorio Emanuele III tarafından verilen toplar, milli günlerde kullanılmaktaymış.
İkinci kule Cesta’ya ağaçlıklı bir yoldan gidiliyor, ilk kuleden yaklaşık 500 metre mesafede ve Titano Dağı’nın daha dik bir yamacında. Yolda minik kafeler, hediyelik dükkanlar var. 13 yüzyılın ilk yarısında yapılan kule, daha geniş bir alana yayılmış durumda. Kulenin içinde Eski Silahlar Müzesi de bulunmakta; burada Orta Çağ’a ait 535 adet silah sergilenmekte, 1898 yılından sonra yapılan silahlar bu kısımda yer almıyor. Bu müzeye ait yaklaşık 1000 adet silah ise, Borgo Maggiore’deki Silah Enstitüsü’ne taşınmış. Müzede 500 yıllarından kalma kılıç, kalkan, ok gibi savaş araçlarından 1850’lerde kullanılan Napolyon tarzı silahlara kadar bir çok savaş eşyası bulunuyor. Bu arada bahsetmekte fayda var; Orta Çağ’da bölgedeki şehir devletleri arasında San Marinolu okçularının ustalıkları dillere destanmış ve savaşlarda destek niteliğinde komşu şehirlere de okçu gönderiyorlarmış. Yani kendi sınırlarını korumakta oldukça mahirlermiş. 1543 yılında San Marino’nun 661 kişilik bir ordusu bulunmaktaymış. Sonra tüfek icat olmuş mertlik bozulmuş.
Şehir de bir de yeni silahlar müzesi vardı ama halen 225 kişilik ordusu, idari personel de dahil 700 kişilik polis kadrosu olan bir yerin yeni silahlar konusunda sergileyecek bir şeyleri olması pek aklıma yatmadı, o nedenle gitmedim. Paris’teki savaş müzesi müthiş bir müzedir. Öyle bir örneği gördükten sonra, hele artık ordusu sadece asayişi sağlamakla görevli bir yerin, yeni silahlar konusunda ziyarete değer bir müzesi olması inandırıcı gelmedi bana.
İkinci kuleden sonra, ormanlık bir araziden geçilerek, 300 metre sonra üçüncü kuleye, Montale’ye varılıyor ama sadece çevresini gezebiliyorsunuz, içine giremiyorsunuz. Buranın yapım yılı tam bilinmiyor; sanki başlanmış da yarım bırakılmış bir yer gibi. Bu arada San Marinolular, özellikle Orta Çağ’da özgürlüğünü koruyabilmek için, sırasında içine kapandığı dağ şehrinde, hayatın idamesi için yağmur suyuyla beslenen bir çok sarnıç kurmuş. Bunlara kule civarında da rastlanılabilir.
Kulelerden aşağı inince Saint Quirino Kilisesi’ne geliyorsunuz. 15. yüzyıl ortalarında yapılan Kilisenin sade, sakin bir havası var.
Böylece San Marino etrafında bir daire çizerek görülecek yerleri tamamlamış oluyoruz. Porta Murati Nuova Kapısı’ndan geçerek şehrin merkezine dönebiliriz.
Tabii Liburni Bahçesi’nin hemen yanındaki teleferik durağından Borgo Maggiore’ye inip orayı da gezmek isteyebilirsiniz.
Yeme İçme
Milli Müze’ye gelmeden, solda müthiş manzaralı Miramonti’de bir veda camparisi almayı tercih ettim. Nefis manzaralı bir kafe, üstelik fiyatları da çok makul. Günübirlik bir gezi olduğu için daha fazla kafe, restoran hakkında bilgi edinemedim ama Miramonti’den, yediğim, içtiğim ve ödediğimden çok memnun ayrıldım.
Alışveriş
San Marino’dan ne alsam, derseniz San Marino pullarının özel bir önemi varmış, ilgilenirseniz… Seramik eşyalar var. Şarap, peynir, tahmin edileceği üzere, mevcut. Tatlı olarak Torta di Tre Monti (Üç Zirve Keki) ünlüymüş ama denemek aklıma bile gelmedi. Genelde fiyatlar makul ama bir iki parça seramik eşya ve magnet dışında bir şey almadım.
San Marino ve Demokrasinin Anlamı
San Marino, çok partili temsili demokrasi ile yönetilmektedir ve rejim, demokratik cumhuriyettir. Dokuz idari bölgeye ayrılan San Marino’da her bölge bir kale olarak nitelendirilir ve her bir kalenin yerel konseyi bulunmaktadır. Her konseyin başında iki yıllığına seçilen ve captain denilen başkan bulunmaktadır. Bu konseylerin toplamı, Büyük ve Genel Konseyi oluşturmaktadır; Konsey üyeleri halk tarafından beş yıllığına seçilirler. Bu yürütme organıdır. Konseyden, İki Kaptan Naipliği, Naiplik Deneticileri, Meclis, 12 Konsül seçilir. Kaptan Naipliği altı aylık dönemler için seçilir ve yönetim organının başıdır. Kararlar, karşılıklı mutabakatla alınır ve üyeler üç yıl geçmeden tekrar seçilemezler. 12 Konsül ise yargı organı gibi işlemektedir.
San Marino’nun idari biçimi, çoğu akademisyence dünyanın en mükemmel demokrasisi olarak nitelendirilmiştir. Bunun en büyük nedeni, yönetici kesimin sık aralıklarla ve halk tarafından seçilerek değiştirilmesidir. Napoleon bile burayı işgal etmemiş, San Marino’yu örnek alınacak bir cumhuriyet olarak nitelemiş ve korunması gereken bir yer olarak görmüştür.
Özgürce yaşamak için yola çıkan atalarının izinde bağımsızlıklarını korumak için asırlardır verdikleri mücadelenin sonunda elde ettikleri demokratik sisteme bağlılıkları ile bu küçücük ülke, bize devletin işlevinin ne olduğunu hatırlatır gibi; bireylerinin hayatını korumak ve güzelleştirmek… Demokrasiyi araç olarak kullanıp güç kazandıkça totalilerleşen ve tüm halkı devletin, dolayısıyla kendisinin hizmetçisi olarak gören, çok daha görkemli geçmişlere sahip koskocaman ülkelerin yanında, bu küçük ülke titizlikle demokrasinin bayrağını dalgalandırmakta. Şimdi küçük ve az nüfuslu bir ülkede demokrasinin uygulanmasının ne kadar kolay olduğundan bahsedebilirsiniz ya da tören kıtasından hallice bir ordusu olan bir ülkenin hangi demokrasiyi nasıl koruyabileceğinden, güvenliği başka ülkelerin insafına kalan bir ülkenin demokrasisinin de başka ülkelerin insafına kalacağından dem vurabilirsiniz… Ama bunun ötesinde önemli olan bir nokta; insanların niyetleri… Kendi içlerinde kimse diktatör olmak için uğraşmıyor ya da böyle bir kişiye prim verilmiyor, demokratik bir yönetim biçimi yaratıp kendi vatandaşlarının daha özgür yaşaması için uğraşıyorlar, devletleri bunun için var. Görkemli tarihlerine rağmen neticede geldiği nokta (devlet vatandaşları için vardır yerine) ‘vatandaşlar devletleri için vardır’ sonucuna ulaşan ülkelerin vatandaşları, o görkemli geçmişlerinin vara vara çıkışsız bir totaliter rejime varmasını nasıl sindirebilirler.
Bir devletin sınırlarının büyüklüğü, eğer o devlet gerçek işlevini yerine getirmiyorsa, vatandaşlarını bir makinenin dişlisi olarak görüyorsa, neye yarar ki? Devletler, işlevlerini yerine getirdiklerinde, vatandaşlarının hayatını, güvenliğini, refahını iyileştirdiğinde gerçekten büyük bir devlet olur bence.
Son Söz
Hiç kimse sadece San Marino’yu görmeye oralara gitmez ama Kuzey-doğu İtalya turunuzun bir gününü San Marino’ya ayırın; vatandaşlarının iradesini esas alan devletlerdeki, rahat ve güvenli hayatlar süren insanların sakinliğine, huzuruna ve sıcaklığına tanık olun. Mutlaka daha görkemli kiliseler görmüşsünüzdür, daha zengin müzeler… Ama arada tarihsel kopukluklar olsa da, demokrasiyi düstur edinen minik bir ülkenin, şanlı tarihlere sahip koca koca ülkelerden gelenlere anlatacağı özgürlük hikayelerine kulak verin. Dönerken de içinizde bir burukluk oluşursa, hiç dert etmeyin; otobüs kalkış durağının hemen yanında San Marino şarapları satan bir dükkan var.
İtalya tren biletlerinizi aşağıdaki linkten alabilirsiniz.