Sevilla, Akdeniz havasıyla Flamenko ruhunun harmanlandığı bir yer; şehrin hücrelerine sinen coşku, canlılık, renklilik size de yansıyor. Sevilla görmüş geçirmiş bir kent; Müslüman İspanya’ya da başkentlik yapmış, yeni hakimlerin yerinden yurdundan ettiği insanların acılarına da tanıklık etmiş, dünyayı dönüştüren büyük yolculukların da kalkış noktası olmuş. Bütün bunların sancısı, heyecanı, refahı, canlılığı da şehre miras olmuş. Bugün Sevilla, Endülüs Özerk Bölgesi’nin başkenti, İspanya’nın dördüncü büyük şehri. Başkent demişken Sevilla, Flamenko dünyasının da başkenti sayılmakta.
Şimdi Sevilla’yı sokak sokak gezeceğiz. Gezimiz uzun bir yazıyla sürecek, onun için önce flamenkolu bir girişle rahat rahat yolculuğa hazırlanalım. Ama belirteyim; Sevilla’da dahil Endülüs gezimdeki Flamenko deneyimim başka bir yazının konusu olacak.
Sevilla eni konu büyük bir şehir. Guadalquivir Nehri’nin ikiye böldüğü şehir, bugün bölgenin hem ekonomi, hem de sanat ve kültür merkezi. Sevilla’nın cazibesine sanat dünyası da kayıtsız kalamamış. Bunun en bildik örneği, Sevilla’da yaşanan tutkulu bir aşkın trajik sonunu konu alan Prosper Merimee romanı Carmen; tabii biz onu daha çok Bizet operası olarak bildik. Yine bir romandan uyarlanan Mozart’ın Don Giovanni’si de Sevilla’yı fon olarak kullanır, gerçi Tirso de Molina romanında Don Giovanni’yi bir kahraman olarak gösterir ama Don Giovanni’nin yaptıklarını düşünürsek böyle birinde mangal gibi bir yürek olmasına da şaşmamalı. Ayrıca Rossini’nin Sevilla Berberi de, isminden de anlaşılacağı üzere Sevilla’da geçmekte; onun da kalkış noktası Pierre Beaumarchais‘in aynı isimli komedi oyunu. Beethoven’da Sevilla’ya kayıtsız kalamamış; Fidelio operasına arka fon olarak Sevilla’yı seçmiş…
Sevilla resim sanatında da iddialı isimlere beşik olmuş. Bunların başında Diego Velazquez geliyor. 1599 doğumlu ressam, doğduğu yerde kalmamış, Kral IV Philip’in baş ressamı olmuş. Yine Sevilla doğumluve buralardan ayrılmayan Bartolome Esteban Murillo ise tam tersine, şehrin bağrına bastığı bir sanatçı olmuş. Başta Güzel Sanatlar Müzesi olmak üzere bir çok yerde heykeli var, resimleri de muhtelif yerlerde sergilenmekte. Ayrıca ressam Francisco de Zubaran, heykeltraş Juan Martinez Monyanes ve şair Fernando Herrera Sevilla’da yetişmiş sanatçılardan. Sevilla’da doğmasa da Sevilla’nın verdiği esinle Miguel de Cervantes’de Don Kişot romanının ilk taslağını bu şehirde oluşturmuş; ancak ne yazık ki Cervantes bu sırada Sevilla hapishanesindeymiş. Ama en azından Cervantes’in bazı öykü kahramanları maceralarını özgürce Sevilla sokaklarında yaşamış.
Meraklısına: Kısa Tarih
Sevilla’nın tarihi Endülüs tarihiyle paralel. Bir kasaba olarak kurulan Sevilla, MÖ 2. yüzyılda Roma yönetiminde parlamaya başlamış, Beatica eyaletinin yönetim merkezi olan bu yerin o zamanki ismi Hispalis’miş. Sonra MS 5. yüzyılda Singil Vandallarının başkenti olmuş. 461’de Vizigotların eline geçen şehir, 711’de de İslam yönetimine girmiş ve İşbiliye adını almış. Müslüman Abbadi, Murabıt ve Muvahhid egemenliğinde şehir iyice parlamış ve 12. yüzyılda yüksek refah seviyesiyle belli başlı merkezler arasına girmiş. Ancak şehir 1248’de III.Fernando tarafından alınmış. Bu dönemde şehirdeki Müslüman ve Yahudi topluluklar büyük acılar yaşamışlar. 1492’de yayınlanan Kraliçe Isabel ve Kral Ferdinand’ın ünlü Kovma Fermanıyla, İspanya’daki Yahudilerin Katolikliği kabul etmeleri, aksi takdirde ülkeyi terketmeleri istenmiş. Bu yolculuk sırasında karada fanatik Katolikler, denizde korsanlar, göç yolcularına aman vermemiş, kalanları da engizisyonun harlı ateşleri, korkunç işkenceleri yok etmiş. Ama aynı dönemde Yeni Dünya’nın keşfiyle Sevilla, ticaret zengini bir yer haline gelmiş, yeni dünyanın zenginliklerinin aktığı bir merkez olmuş. Sevilla Yeni Dünya’ya giden birçok İspanyol göçmenin denize açıldığı yermiş. 1588’de İspanya’nın en kalabalık ve en zengin şehri olan Sevilla, 17. yüzyılda denizaşırı ticaretin gerilemesiyle duraklama dönemine girmiş. 18. yüzyılda Bourbon hükümdarları sayesinde toparlanan kent, Fransa savaşları ve isyanlarla bu canlılığı sürdürememiş. 1936-1939 arasındaki İspanya İç Savaşı sırasında Sevilla milliyetçilerin elinde kalması ve çatışmalara sahne olmaması nedeniyle fazla tahrip olmamış. Bugün ise Sevilla, bütün bu geçmişi de arkasına alarak İspanya’nın en önemli merkezi olmuş durumda.
Ulaşım
Türkiye’den doğrudan Sevilla’ya gitmenin en uygun yolu THY ile Malaga’ya uçmak. Malaga Havaalanı’ndan Sevilla’ya doğrudan giden bir otobüs var; 16.45’te kalkan bu otobüs 19 euro ve Sevilla’daki Plaza De Armas’taki terminale kadar gidiyor. Uçak saatinize uygun değilse, havaalanından Malaga’ya gidip oradaki otobüs terminalinden Sevilla’ya giden otobüslerden birine binebilirsiniz; biletler 19 ile 24 euro arasında değişiyor… Ya da Malaga’dan trenle Sevilla’ya Santa Jusca Tren İstasyonu’na gidebilirsiniz; ve trenin cinsine göre 24.10 veya 43.60 euroya… Tren ya da otobüs istasyonundan şehir merkezine taksi 10 euro civarında tutuyor.
Sevilla yayılmış bir şehir. Her ne kadar gezeceğiniz yerlerin çoğu birbirine yakınsa da, zamanınız varsa ve daha ayrıntılı gezmek isterseniz toplu taşımaya ihtiyaç duyabilirsiniz. Otobüslerin ana durağı güneydeki Puerta de Jerez ile doğudaki Plaza Ponce de Leon. C3 ve C4 hatlı otobüsler, tarihi merkezin çevresinden, C5 ise tarihi merkezin içinden geçiyor; bu nedenle yorgun gezginlerin tercihi olabilirler. Otobüse her biniş 1.40 euro ve bileti otobüste alabiliyorsunuz. Ama 1.50 euro iade edilebilir depositoyla alacağınız ve tramvayda da kullanabileceğiniz Tarjeta Multiviaje kartı, daha ucuz bir seçenek olabilir; minimum 7 euroluk kartla her biniş aktarmasız 0.69, aktarmalı 0.76 euroya geliyor. Sınırsız seyahat hakkı veren 5 euroluk 1 günlük, 10 euroluk 3 günlük kartlar da var. Otobüs güzergahlarını gösteren harita belki işinize yarayabilir.
Bir diğer seçenek de şehir gezi turları. Sevilla da iki tur şirketi var. Biri City Sightseeing Sevilla, diğeri Tour por Sevilla. İkisinin de rotaları hemen hemen aynı. İki günlük tur fiyatı ilkinde 20 euro, ikincisinde 18 euro. Başlangıç noktaları da Torre del Oro.
Kısıtlı ama müthiş keyifli bir gezi seçeneği de, Guadalquivir Nehri üzerinde yapılan turlar. Tore de Oro’dan 11.00’den itibaren başlayan ve yarım saatte bir düzenlenen nehir turları bir saat sürüyor ve Isla Magica’ya kadar götürüyor. 17 euro ödeyerek Kolomb, Macellan gibi denizcilerin dünyaya açıldığı yerden siz de Sevilla kıyılarına doğru ‘viya’ diyebilirsiniz.
Ben tarihi merkezle şehrin gündelik hayatının aktığı kısmı arasında kalan Plaza de la Encarnation’daki Hotel Abril’de kaldım. Fiyat- fayda dengesi uygun, kahvaltısı iyi, personeli güler yüzlü, temiz bir yerdi. Kaldığım yerin tarihi merkeze yakın olması nedeniyle çoğunlukla yürüyerek gezdim. Ama uzak yerler için gezi turlarından da (City Sightseeing Sevilla) yararlandım.
Gezelim Görelim
Şimdi dolaşmaya başlayalım. Anlatırken kolaylık olsun diye şehri parçalara ayırdım: Tarihi merkez olan Santa Cruz; 1929 Uluslararası Fuarıyla canlanan Parque Maria Luisa; El Arenal ile arka tarafına düşen Macarena; karşı kıyı Triana… Sayıları çok fazla olduğu için şehirdeki kilise ve manastırları da ayrı bir bölümde topladım; ilgilenen göz atar. O zaman Sevilla’nın mücevheri La Santa Iglesia Catedral de Sevilla ve Giralda’nın bulunduğu Santa Cruz’a doğru gidelim.
Santa Cruz
Yahudilerin eski yerleşim yeri olan bu bölge bembeyaz evleri, dar sokakları ile gezginlerin zamanının çoğunu geçirecekleri bir bölge. Mahallenin sokaklarında gezmek, kafelerinde oturmak bile bir zevk. Sevilla’nın gururu Bartolome Esteban Murillo’nun da yaşadığı bölge, 1492’de Yahudiler şehirden atılınca, bir süre eski canlılığını yitirmiş. Bugün Plaza de Santa Cruz denilen yerde eskiden Iglesia de Santa Cruz bulunmaktaymış. Eski bir sinagog üzerine yapılan bu kilisenin kendisi de Napoleon Savaşlarında yıkılmış ve bu kilise, bugünkü Iglesia del Espiritu Santo’ya taşınmış. Başka bir sinagog üzerine yapılan Iglesia de San Bartilome ise hala aynı yerinde durmakta. Santa Cruz daracık sokaklarının açıldığı avlularla bugün turistik eşya satan dükkanların, barların, kafelerin, lokantaların renklendirdiği bir bölge.
Katedral ve Giralda
Okyanus ötesi yerlerden akan zenginlikler La Giralda’ya da yansımış ve 1557’de minarenin tepesi Rönesans tarzda bir çan kulesine dönüşmüş ve yükseklik 93 metreye ulaşmış. Bununla da yetinilmemiş ve 1568’de kulenin tepesine bir kadın silüetine sahip rüzgar gülü eklenmiş; dev kadın olarak isimlendirilen bu rüzgar gülü, kaderin zaferini temsil ediyormuş. Kulede 25 çan bulunuyormuş ve her birinin özel adı varmış; en eskileri olan San Miguel ve Santa Cruz çanları 1400’lü yıllardan kalmaymış. Kuleye eğimli rampalardan çıkılıyor. Eğer 34 rampalı kısmı tırmanabilirseniz yukarıda göreceğiniz manzara karşısında ‘değdi’ diyeceksiniz.
Katedralin bahçesinde yer alan El Patio de los Naranjos’daki kanallar abdest almak için gerekli suyun taşınmasına yarıyormuş. Avlunun ortasındaki havuz ise Vizigotlardan kalmış. Avlu duvarlarında ise elle kazınmış, Kuran’dan 880 cümle yer almaktaymış. Avlu içindeki tahta timsah ise, Mısır Sultanının X.Alfonso’ya hediye ettiği gerçek timsahın replikasıymış.
Real Alcazar
El Hamra’da gördüğümüz muhteşem taş işçiliği burada da insanı mest ediyor. Yapıldığı zamandaki Mudejar tarz, Patio de Banderas’ı çevreleyen duvarlarda, Palacio del Yeso’nun kapısında ve Patio del Crucero’da hala izlenebilmekte. Palacio Gotico ise, Saraydaki Katolik dönüşümün en çok hissedildiği alan.
Saray ile şehir arasında sınır oluşturan Puerta del Leon’dan girilen Sarayın ağaçlıklı avlusundan, kraliyet üyelerinin av seferine çıkmadan önce buluştukları bölüm olan Patio de la Monteria’ya geçiliyor. Daha sona Mağribi süslemeciliğinin nadide örnekleriyle bezeli Palacio Don Pedro el Cruel bulunuyor. Buranın cephesinde Arapça harfler Gotik yazılara karışıyor. Sarayın ana kısmı, Patio de las Doncellas’ın duvarları Mudejar desenli seramiklerle döşeli; burası resmi işlerin, kabullerin gerçekleştiği alanmış. Patio de las Munecas ise avlusu ile çevresindeki yatak odalarıyla harem sayılacak bir bölüm ve adını kemerlerdeki iki minik surattan alıyormuş; buradaki sütunlar ise Halifelik dönemine aitmiş ve Cordoba yazımızda değindiğimiz Madina Alzahara’dan getirilmiş.
Archivo de Indias
Juan de Herrera tasarımları esas alınarak 1584-1598 yılları arasında yapılmış Eski Ticaret Lonjası binasında kurulu Batı Hint Adaları Arşivi, Yeni Dünya keşifleri ve akabinde kolonileştirme sürecinde Sevilla’nın oynadığı rolü gözler önüne sermekte. İspanya’yı müreffeh bir imparatorluk haline dönüştüren okyanus ötesi keşifler sürecine ait değerli belgeleri, gemilerde kullanılan malzemeleri, keşif gemisi modellerini içeren bir müze. Arşivde 86 milyon sayfa el yazması, 800 harita ve çizim ile Kolomb, Cortes ve Cervantes’in mektupları mevcutmuş. İspanya İmparatorluğunu sömürgeci bir güç olarak dünya sahnesine çıkaran süreci yakından öğrenmek isterseniz III.Carlos tarafından 1785’te yerliler ile ilgili tüm belgelerin toplandığı bu müzeye mutlaka gelin; Katedralin hemen yanında. Ben bulamadım ama Kristof Kolomb’un keşifleri boyunca tuttuğu günlükler de bu Arşiv’de saklanıyormuş. Çok isterdim, Kolomb’un günlüğünde ‘Sevgili günlük bugün Hindistan’ı keşfettim’ diye yazdığı sayfayı görmeyi. Siz denemek isterseniz salı-cumartesi 09.30-16.45, pazar 10.00-14.00 arası ziyaret edebilirsiniz, giriş ücretsiz.
Palacio de Arzobispal
Katedralin yanındaki Başpiskoposluk Sarayı, 1248 yılıda Kral I Ferdinand tarafından din adamları için yaptırılan ikametgahların üzerine 16. yüzyılda Maniyerizm tarzda yapılmış, 18 yüzyılda barok tarzda eklemelerle genişletilmiş bir yapı. Ziyarete açık değil ama yerinden dolayı binayı dışarıdan zaten göreceksiniz.
Casa de Salinas
Casa de Pilatos
Endülüs gezisi boyunca ev ev (casa casa olacak burada) dolaştım durdum ama Sevilla’daki bazı casa’ların eşi menendi yok. Bunlardan biri de, bir çok filme mekan olmuş Casa de Pilatos. Medinacelli Dükü’nün malikanesi olan bu yapı Endülüs malikanelerinin de öncüsü olarak kabul ediliyor. İtalyan Rönesansı ve Mudejar tarzın birbirine karıştığı malikanenin mutlaka dikkat edilmesi gereken yanı ise Endülüs’e has seramik döşemeleri. Mermer taç kapıdan girildikten sonra at arabaları için düşünülmüş kemerli bir avluya geçilmekte, buranın karşısında sie Patio Principal bulunmakta. Mudejar tarzındaki seramikli ve alçı bezeli avlunun MÖ 5 yüzyıldan kalma Athena heykeli ile üç Roma heykeli görülebilir.
Casa de los Pinelo
Museo del Baile Flamenco
Santa Cruz’da bulunan bu müze, Flamenko gösterileri yanında Flamenko müziği, dansı ile ilgili görselleri de içermekte. Flamenko ile ilgili sergiler, dans ve ritm çalışmaları da düzenlenen müze, bir çok yeteneğin de çıktığı yermiş. Önünden çok geçtim ve sonuçta gitmedim. Bunun iki nedeni var. Öncelikle Cordoba ve Granada’da daha otantik flamenko müzeleri gezdim ve sanatçıların çaldıkları gitarları, giydikleri etekleri falan gördüm. Ayrıca Sevilla’da Flamenko gösterisini de bir gösteri salonunda izledim. Flamenko ile ilgili yazıda anlatacağım üzere, böyle müze gibi yerlerde düzenlenen gösterilerden çok da memnun kalmadım. Diğer neden de şöyle; mesela Türkiye’de Türk Sanat Müzesi kursak, içine ne koyarız; Bülent Ersoy’un her defasında artık bundan daha ötesi olmaz dediğimiz ve her defasında daha ötesi olan kostümlerini mi, yoksa Muazzez Abacı’nın sahnede kemancının başına indirdiği mikrofonu mu? Ve bu kimi ilgilendirir? Yani falanca Flamenko dansçısının giydiği etek, çaldığı kastanyet beni niye ilgilendirsin? Dedim ve gitmedim. Ama siz gitmek isterseniz her gün 10.00-19.00 arası açık ve müze kısmı 10 euro ücretle gezilebiliyor. Sadece Flamenko gösterisi izlemek isterseniz 22 euro ödemeniz gerekecek. Hem müze, hem gösteri ise 26 euro. Her gece 19.00 ve 20.45’te Flamenko gösterisi düzenlenmekte.
Romeo ve Juliet’in Balkonu
Plaza de Espana
Palacia de San Telmo
Universitad – Fabrica Real de Tabacos
San Telmo Sarayının bahçesine 19 yüzyılda yapılan bu altıgen binanın ismi, Kraliçenin Dikiş Kutusu demekmiş.
Plaza de Espana – Paraque de Maria Luisa
Pabellon Real
Museo Arqueologico de Sevilla
Museo Artes Y Costumbres Popuares
Parklar
Alcazar Bahçeleri dışında da Sevilla geniş parklara bahçelere sahip bir yer. Maria Luisa Parkı’da aynı şekilde Sevilla’nın görkemli parklarından biri. Maria Luisa Parkı’nın çevresinde de bir çok park ve bahçe alanı var.
El Arenal
Torre del Oro
Hospital de la Caridad
Nehir kıyısında Torre del Oro yakınındaki bu tiyatro, 1991 yılında açılmış. Avrupa’daki en büyük salonlardan birine sahip tiyatro aynı zamanda Seville Royal Senfoni Orkestrası’nada ev sahipliği yapmakta.
Real Maestranza de Caballeria
Guadalquivir Nehri’nin kıyısında, Puerta de Isabel II Köprüsünün hemen bitiminden başlayan Paseo de Cristobal Colon üzerindeki bu arena, benim bu gezideki en büyük pişmanlığım. Gitmeliydim, gitmedim. Ama beyaz üzerinde taba renkli boyasıyla İspanyol geç Barok dönemi bu yapının önünden çok geçtim. 1761-1881 yıllarında yapılan ve dünyanın en büyük boğa güreşi arenalarından sayılan bu alan, her gün Ekim-Nisan arasında 09.30-18.30 saatlerinde, Nisan, Mayıs ve Ekim’de 09.30-21.00 saatlerinde, Haziran-Ağusutos arasında 09.30-23.00 saatlerinde 8 euro karşılığı rehberli turlarla gezilebiliyor. Arenanın önündeki Paseo de Cristobal Colon’da karşılıklı duran bronz heykeller de buranın nişanelerinden; Arenanın karşısında duran Carmen heykeli.
Museo de Bellas Artes
Palacio de las Duenas
Bu malikane, belki de Endülüs gezisi boyunca gördüğüm malikanelerin en ihtişamlısı. Duenas Sokağı’ndaki neoklasik girişte önce Endülüs’ün ünlü ahırlarından biri ve avlu karşılıyor. İlk intiba o kadar çarpıcı değil haliyle. Buradaki limonluk, ünlü şair Antonio Machado’nun doğduğu yer. Ana avluya geçtiğinizde, Mağribi tarzındaki bahçelerin en iyi örneklerinden birinde olduğunuzu hissedeceksiniz. Daha sonra Benlliure’nin bronz heykel çalışmasının ismini verdiği Çingene Odasına gireceksiniz. Tablao Odası ise, Alba Düşesinin Flamenko dans dersleri aldığı odanın ismi.
Metropol Parasol – Antiquarium
La Encarnacion Meydanı’na damgasını vuran, ahşap bir şal gibi alanın üstünde salınan bu yapı Alman Jürgen Mayer tarafından 2011’de yapılmış. 26 metre yükseklikte 150X70 metre alana yayılan bu şalın dünyadaki en kocaman ahşap yapı olduğu iddia edilmekte. Ben şal diyorum ama aslında yaşayanlar buraya Las Setas de la Encarnacion (Encarnacion’un mantarı) diyorlarmış. Altı bölümden oluşan mantar üzerinde seyirlik teraslar var ama ızgara planlı bu mantar üzerinde yürümek kolay olmasa gerek. Ama benim için buranın en önemli kısmı, kazı yapılırken ortaya çıkarılan Romalılardan kalma kalıntıların sergilendiği Antiquarium. MÖ 1. yüzyıldan MS 12. yüzyıla uzanan Roma ve Mağribi dönemine ait kalıntılar cam bir kaplama altından ziyaretçilere sunuluyor. Sokakların bile görüldüğü alanda yedi evin mozaik tabanları dikkat çekici. Müzenin sembolü de olan öpüşen kuşlar mozaiği ile Medusa mozaiği en ilgi çekenlerden. Burası salı-cumartesi 10.00-20.00, pazar 10.00-14.00 arası 2 euro karşılığı ziyarete açık.
Alamade de Hercules
Çok da güzel kafeler, barlar var. Ben birine oturdum ama zil zurna çıktım. Olup olacağı bir campari içecektim ama bardaki bıçkın kıza ne istediğimi anlatırken nedense atarlandı hanım kızın, valla sonunda ‘ne verirsen onu içerim’ demek zorunda kaldım ve campari, votka, şarap karışımı bir şeyi içtim. E haliyle, daha sonra ben Sevilla sokaklarında ‘Yansın geceler’ havasında dolandım durdum.
Neyse, Sevilla’da Roma kalıntılarının örneği olan Alamade de Hercules’in getirildiği yer olan Marmoles’te tapınağın diğer parçalarını da görebilirsiniz; Flamenko Müzesi’ne gayet yakın. Ayrıca Ruinas de Acueducto denilen su kemerleri de şehrin Roma mirasının bir parçası.
Corral del Conde
Santiago civarında yer alan ve 16 yüzyıl Sevilla’sının yerleşim yeri olan bu bölge, 18. yüzyılda günün şartlarına uyarlanmış. Geleneksel mahalle avlusu ortamının iyi bir örneği olan Mudejar tarzı bir yer.
Puerta de la Macarena-Murallas
Hospital de las Cinco Llagas
Camara Oscura-Torres de los Perdigones
Büyük bir karanlık odadaki büyüteçli merceklerle etrafın seyredildiği bir yer ama 19. yüzyıl sonlarında yapılmış Torre de los Perdigones’ten zaten etraf gayet güzel görünmekte. C1,C2, C3, C4 hatlarıyla gelinebiliyor. Ama şehri yukarıdan görmek için buralara gelmeyin. Giralda, Torre de Ore çok daha yakın ve uygun.
Bu bölgeden ayrılmadan mutlaka bahsedilmesi gereken iki önemli kilise var; Iglesia de la Magdelena ve Iglesia de Macerana. Onlar yazının Kiliseler bölümünde gezilecek.
Burada görmeyi çok istediğim ama göremediğim Palacio de la Condesa de Lebrija’yı da anayım. Burası benim gittiğim Haziran ayında kapalıymış, yazın sadece Temmuz ve Ağustos’ta pazar-cuma 10.00-15.00, cumartesi 10.00-14.00 arası açıkmış; sadece alt kat 5 euro, iki kat ziyareti 8 euro ücreti… Malikanenin üst katı ünlü ressamların eserleriyle donatılmış yaşam alanı, alt katı ise antik eserlerin sergilendiği yermiş.
Triana
Köprüler
Las Delicias ise, 108 metre uzunluğunda olup 1992’de açılmış ve Alfonso XII Köprüsü’nün yerini almış. San Telmo ise 1931’de açılan beton bir köprü. Köprülerin en eskisi Isabel II Köprüsü; 1852’de biten köprü 1171’de kayıklardan yapılan köprünün yerine inşa edilmiş; şehrin en canlı köprüsü. Triana Köprüsü de denilen bu köprü, iki tarafta da şehrin merkezine bağlanmakta… Bizim için önemli köprüler Isabel II ve San Telmo köprüleri. Hatta iki köprü arasında bir yürüyüş hem Triana’nın hem Sevilla’nın muhteşem güzelliklerini görmenizi sağlayacaktır. Özellikle Triana tarafında bu iki köprü arasındaki kısım, harika bir manzara eşliğinde bir şeyler yemek, içmek, oyalanmak için en iyi seçenek.
Castillo de San Jorge
Museo de los Carruajes
Puente de San Telmo Köprüsü’nün açıldığı Plaza de Cuba’da bulunan at arabalarının sergilendiği bu müze, 16 yüzyıla ait bir manastırın içinde yer almakta. Pazartesi-cuma 09.00-14.00 arası 3.60 euroya gezilebilir, salı günleri ücretsiz. Erken kapandığı için kapısından döndüm ama çok da olmazsa olmazım değildi zaten.
Monasreio la Cartuja-Centro Andaluz de Arte Contemporaneo
Manastıra, Pasarela de la Cartuja’dan geçerek yürüyebilirsiniz. Manastırın iki kapısı var. Biri, yukarıda bahsettiğimiz Calle Americo Vespucio’ya bakan ana kapısı, diğeri köprünün devamı olan Camino de los Descubrimientos bakan küçük kapı. C1 ve C2 hatlı otobüsler sizi buraya kadar getirebilir. Burası salı-cumartesi 11.00-21.00, pazar 11.00-15.00 saatlerinde 1.80 euro giriş ücretiyle gezilebilir. La Cartuja Fabrikası ise pazar- cuma 08.00-15.00 saatleri arası açık.
Isla de la Caruja
Pabellion de la Navegacion
1992’de yapılan bina, 2012’den beri Sevilla’nın denizcilik geçmişini, bu alandaki keşifleri, teknolojik ilerlemeleri konu alan bir müzeye ev sahipliği yapmakta. Torre de Ore’de daha küçük kapsamlı bir müze gezmiştim, konu da çok ilgimi çekmiyor; bu durumda haliyle ben gitmedim.
Kiliseler
Hristiyanların Sevilla’yı 1248 yılında ele geçirmelerinden sonra şehirde diğer inançlara dokunulmasa da hızlı bir Hristiyanlaştırma hareketi başladığından kilise sayıları da hızla artmış. 1492’de Isabel ve Ferdinand’ın ya sev ya terket görüşünün Hristiyan versiyonu uygulanmaya başladığı için artık cami, sinegog ne var ne yok, hepsi kiliseye dönüştürüldüğünden kilise sayısı hepten artmış. Bu sayı o kadar fazlalaşmış ki, benim gibi hepsini göreceğim diye dolanan gezginler bile pes etmiş. Yine de Sevilla’nın en önemli kiliselerini gördüm. Bir kısmını hiç açık yakalayamadım, bina etrafında dolandım. Ama yazmaya kalkınca, ben bile sıkıldım. Ayrıca Katedral gibi bir örnek varken gezi boyunca kilise kilise dolaşmanın da bir anlamı yok; bunu diyen de benim, neredeyse kilise rahipleriyle kanka olacak aşamaya gelmişken. Neyse ben size en beğendiğim 5 kiliseyi anlatayım, diğerlerinden kısaca bahsedeyim. Bu kiliselerden ilk üçü gerçekten çok muhteşem.
Basilica de la Macarena
Şehrin kuzeyinde yer alan ve Neo Barok tarzda 1936-1941 arasında yapılan La Macarena’nın en önemli bölümü, ana altarındaki altın ve gümüşle donatılmış Bakire figürü. Bu heykelin 17. yüzyıl kadın sanatçı La Roldana’ya ait olduğu sanılmaktaymış. Hristiyanların İsa’nın çarmıha gerildiği gün olarak kabul ettikleri Paskalyadan önceki Cuma gününde düzenlenen merasimlerde bu Bakire Heykeli, şehrin sokaklarında dolaştırılıyormuş. Kilisenin duvarları muhteşem resimlerle süslü. Kilisenin hazinesinde ise Bakire’nin şatafatlı tören giysileri ve mücevherleri sergilenmekte. Bakire dini merasimlerde giysi ve mücevherlerine kavuşuyormuş sanırım. Kilisede ayrıca matadorların koruyucu azizinin de ahşap bir heykeli var ama bu kısmı anlamadım, bu aziz matadorları boğalardan mı koruyor, yoksa amacı ne… Bence esas boğaları koruyacak biri lazım bu durumda. Sevilla’nın tarihine bakıldığında oldukça yeni olan bu kilise, zengin koleksiyonu yanında dini bir geleneğin önemli bir temsilcisi olması açısından da ilgi çekici.
Burası kış aylarında pazartesi-pazar 09.00-14.00, 17.00-21.00 arasında, yaz aylarında pazartesi-cuma 09.00-14.00, 17.00-21.00, cumartesi-pazar 09.00-14.00, 18.00-21.00 arasında ziyaret edilebilir; kiliseye giriş ücretsiz ama müzesi 5 euro. Değer mi, kesinlikle.
Iglesia del Salvador
Katedralden sonra Sevilla’nın en büyük kilisesi olan bu Kilise, 1674-1712 yıllarında, 830’dan kalma Ibn Adabba Cami’sinin üzerine yapılmış. Camiden geri kalan ise minaresinden dönüştürülen çan kulesi ile Patio de Abluciones’miş. Barok ve Mannerist tarzdaki kilise, Plaza del Salvador’da bulunmakta ve içeriye üzerinde vitray cam bulunan üç kapıdan girilmekte. İçeride 14 adet birbirinden göz alıcı, barok işlemelerle zenginleştirilmiş sunak bulunmakta. Kilisede Martinez Montames, Juan de Mesa ve Cayetano de Acosta’nın eserleri görülebilir. Kilisenin ana heykeli olan Virgen de las Aguas, şehrin en eskilerinden.
Iglesia de la Santa Maria Magdelena
1709’da Leonardo de Figuero’nun büyük eseri olan bu Barok kilise, Calle San Pablo üzerinde yer alıyor. Kilisenin Mudejar tarzdaki üç kubbeli şapeli Sevilla’nın gururu ressam Murillo’nun 1618’de vaftiz edildiği yermiş. Çan kulesi ve kilise kubbesi renkli döşemeleriyle göz alıcı. Kilisede Zurbaran’ın Aziz Domingo tasviri ve Lucas Valdes’in freskoları da gözden kaçmamalı. Burası Valensiya gezimde bahsettiğim Corpus Cristi Festivali kapsamında yaşlısından gencine grup grup insanın Meryem ve İsa heykellerini sırtlayıp saz caz eşliğinde sokak sokak dolaştırdıkları merasimlerden birine denk geldiğim kilise.
Iglesia Santa Ana
Triana’daki bu haşmetli kilise, kavun içine çalan rengi ve kulesiyle karşı kıyıdan bile gözünüze çarpacaktır. 1266 yılında yapımına başlanmış ve 14.yüzyıl başlarında tamamlanmış. Kilisenin dış cephesi Gotik- Mudejar tarzda içinde barok etkiler de görülüyor. Kiliseyi Nufro de Ortega ile Nicholas de Jurate’nin heykelleri ve Pedro de Campana resimleri süslemekte. Ben gittiğimde Corpus Christi festivaline ait bir geçit vardı; yine İsa’yı Meryem’i yüklenen kalabalık uzun ve yavaş bir kortejle kiliseden çıkıp çalgı çengi eşliğinde sokaklarda yürüyordu.
Iglesia de la Anunciacion
Sevilla’nın en güzel Rönesans yapılarından olan Kilise, Juan de Roelas, Martinez Montanes, Francisco Pacheco gibi sanatçıların eserlerini barındırmakta. Eski Üniversitesinin kilisesi olarak yapılan yapı, haç şeklinde; girişte ise Meryem Ana ve bebek İsa sizi karşılıyor. Burası Sevilla’nın Pantheon’u olarak da bilinmekte.
Bunlar ilk beş kilise ama gezdiğim, gördüğüm, kapısına gidip içine giremediğim başka kiliseler de var ve bunların bir kısmı şaşırtıcı derecede ilginç ve güzel.
Şimdi ne diyeyim ben; 17 yüzyılda yapılan Barok’un doruklarındaki Iglesia de San Luis, Mağribi camisi üzerine 14 yüzyılda yapılmış Mudejar havalı Iglesia de Santa Catalina, eski bir caminin minaresinin hala korunduğu Gothik Mudejar tarzda Iglesi de San Marcos, önce cami olup sonradan sinagoga dönüştürülen ve en sonunda kilise yapılan 17. yüzyılda barok tarzda yenilenmiş, Murillo gibi çok önemli ressamların eserlerini barındıran Iglesia de Santa Maria la Blanca; Cristo de la Expiracion’a ev sahipliği yapan Capilla del Patrocinio; Gotih Mudejar tarzdaki Capilla del Antiguo Semibario; Romanesk’ten Gotik tarza geçişin en önemli örneği olan Don Fadrique Kulesini de barındıran ve Martinez Montanes heykelleri ile insanı etkileyen Convento de Santa Clara,
yine Martinez Montanes eserlerinin olduğu Convento de San Leandro, 1248’de yapılan ama bir çok defa değiştirilen Iglesia de San Nicolas de Bari, 1794-1841 arası yapılan Neo Klasik Iglesia de San Ildefenso, 13.yüzyıldan kalma Gotik-Mudejar tarzdaki Iglesia de San Gil, 14 yılda Gotik-Mudejar tarzda yapılan Sevillalı ressam Valdes Leal’in de mezarının bulunduğu Iglesia de San Andres, Murillo’nun ‘Son Akşam Yemeği’ni sergileyen 17. yüzyıldan kalma Convento del Espiritu Santo; dış cephesi bile etkileyici Convento Santa Isabel; 14 yüzyıla ait Gotik-Mudejar karışımı stiliyle ve Aloso Cano eserleriyle Iglesia de San Julian; tarihi merkezde yer alan ve 1699-1730 arasında Leonardo de Figueroa tasarımına göre Barok tarzda yapılan Iglesia de San Luis; 1759’da denizcilerin azizi için yapılmış mütevazı Capilla de los Marineros; şehrin en eski kiliselerinden Iglesia de Santa Marina; 17 yüzyılda inşa edilen ve ünlü seramiklerinin bir kısmı bugün Triana Seramik Müzesi ve Londra’daki Victoria Albert Müzesinde sergilenen Convento de Santa Clara; Santa Cruz’da bulunan ve sunağındaki Mahşer tablosuyla ünlü Iglesia de San Bernardo;
14. yüzyılda bir caminin üzerine yapılan ve içindeki Zurbaran resminin öne çıktığı Iglesia de San Esteban; 14. yüzyıl yapımı olan ve 17. yüzyıla ait Herrara freskolarının dikkati çektiği Convento de Santa Ines; kuruluşu 13 yüzyıla giden ve başta Dona Mariade Portugal olmak üzere bazı kraliyet ailesi mensuplarının mezarlarına ev sahipliği yapan Convento de San Clemente; Ressam Diego Velazquez’in vaftiz edildiği, taç kapısı ve kulesi Barok, iç kısmı Mudejar olan Iglesia de San Pedro; Triana’da içinde insan boyutunda Virgen Estrella heykeli olan ve Paskalya öncesindeki pazar günü yapılan geleneksel dini merasimin başlangıç noktası olan Capilla de la Estrella; 1473’de yapılan Gotik-Rönesans ve Mudejar akımlarının izlendiği, ayrıca Alonso Cano, Juan Martinez Montanes ve Felibe de Ribas’ın eserlerinin bulunduğu Convento de Santa Paula; Katedralin hemen karşısında yer alan 1591’de yapılmış ve Neo Klasik ana sunağındaki La Anunciation heykel grubuyla görmeye değer Convento de la Encarnacion; tarihi 13. yüzyıla kadar giden ama bugünkü görüntüsünü 18 yüzyılda yapılan değişikliklerle kazanan, içinde Juan Leonardo, Martinez Montanes, Diego Lopez Bueno, Felip de Ribas, Juan de Uceda ve Francisco Pacheco eserleri bulunan Iglesia San Lorenzo;
Juan de Mesa’nın 1620’de yaptığı ve İsa’nın büyük gücünü anlatan Cristo del Gran Poder heykeline ev sahipliği yapan Templo del Gran Poder; Barok şaheseri olarak kabul edilen ve 1699-1766 yıllarında aşamalı olarak tamamlanabilen seramik panoları ve Cayetano de Acosta eseri ile ünlü Iglesia de San Jose; tavan süslemeleri, barok işlemeleri yanında Pedro Roldan, Garcia Montalban, Castillo Lastrucci, La Roldana, Pedro Duque Cornejo’nun resim, heykelleriyle de görsel şölen sunan 1697-1702 arasında yapılmış Iglesia de La O; içinde Valdes Leal ve Redro Roldan’ın eserlerini barındıran 1665’te Barok tarzda yapılan ve 1728’de tamamlanan ama 1811’de Fransız saldırıları sonucu yıkılınca bugünkü yerine taşınan Iglesia de Santa Cruz; 1356 depreminden sonra vurgulanan Gotik havası ile Andres de Ocampo, Roque Balduque ve Juan de Espinal eserleriyle dikkat çeken Iglesia de Omnium Sanctorum; ön cephesindeki Antonia Kiernam’ın seramik Bakire panosunun sizi karşılayacağı, Triana’da 1775’de Barok uslüplu Iglesia de San Jacinto;
Yeme – İçme
Sevilla çok eğlenceli bir yer… Köklü geçmişinin izinde casa’lardan parklara, müzelerden kiliselere koşturmanın ötesinde durup anın tadını çıkarmak için de fevkalade bir yer. Guadalquivir Nehri, şehre Akdeniz kıyı kentlerinin havasını taşımış sanki. Sevilla’da eğlence deyince akla Flamenko geliyor ama o ayrı bir yazının konusu. Şimdi dinlenmek, eğlenmek için şehrin sokaklarına dalacağız. Bir kere nehrin iki kıyısı da hem dinlenmek hem eğlenmek için türlü seçenekler sunmakta. Isabel II Köprüsü’nün El Arenal tarafındaki kıyısında yan yana dizilmiş disko-barlar güzel bir seçenek. Triana tarafında ise yine Isabel II Köprüsü’nden San Telmo Köprüsü’ne doğru yürüdüğünüzde hem harika bir Sevilla manzarasına tanık olacaksınız, hem de ayak üstü barlardan şık lokantalara kadar kıyıda dizilmiş çeşitli yerlerde beklentinize göre keyif çatabileceksiniz; bir mojito kadehinin kadehinin arkasından görünen Sevilla manzarasının tadı hala aklımda… Hospital de las Cinco Llagas’ın yanında bazı gece klüplerinden bahsetmiştim, bana çok tekin gelmedi, girebilirsiniz ama çıkışınız muhteşem olamayabilir, sonra beni suçlamayın. Plaza de la Encarnacion çevresinde, Şehrin ‘Mantarı’ Parasol’ün etrafında da yeme eğlenme mekanları var; daha kafe, fast food tarzında yerler ama meydandan ara sokaklara doğru girdikçe gayet hoş mekanlar bulacaksınız. Ve Alameda de Hercules; burada şık lokantalardan ciks barlara kadar bir sürü tarz var, bir yere oturup gelip geçeni seyretmek bile eğlenceli ama tapas barlar, çeşit çeşit lokantalar, barlar size daha fazlasını sunacaktır. Santa Cruz’da cafeleri, barları, gece klüpleriyle günün her saatinde zevkinize göre eğlence olanağı bulabileceğiniz bir yer. Tabii Katedralin çevresi özellikle yemek seçenekleri açısından çok zengin; Palacio Arzobispal’den başlayıp Katedrali de içine alacak şekilde Plaza del Triunfo’dan yukarı Romero Murube’den yukarı devam eden bölgede özellikle yiyecek olanağı çok fazla, bunun yanında cafeler, barlar da mevcut. Mataes Gago üzerindeki tapas barları ve hediyelik eşyaları satan dükkanlar arasındaki tonozları Mağribi hamamından kalma Giralda Bar tapas denemek için iyi bir seçenek.
Nerde yesek derseniz; Mercado de Feria’daki La Cantina, Zaragoza Caddesi’ndeki La Cata Ciega gibi yerler ucuz ve iyi yemek yiyebileceğiniz yerlerden. Keseyi biraz daha açarsak Bartolomea, Salsamento, Arte y Solera, Eslava gibi seçenekler var. Ama yok illa avuç dolusu para vereceğim diyorsanız Az-zait, Ispal, Azahar, Milonga’s size istediğinizi verecektir; ya da sizden istediğinizi alacak diyebiliriz.
Bölgenin şarapları dünyaca ünlü. Ama Sevilla’da şarap yanında bir tür şaraplı kokteyl olan Sangria’yı deneyin. Cruzcampo ise bölgenin birası. Ama bira içmek isterseniz Plaza Neuva yakınındaki Calle Barcelona üzerindeki Cerveceria La İnternacional’a bakın. Gayet lezzetli kahveleri her yerde bulabilirsiniz ama Calle Sierpes üzerindeki La Campana’yı özellikle deneyin; aynı yerdeki Robles pastanesi kahve yanında harika pastalarıyla da ağzınızı tatlandıracak.
Hem yemek yemek hem İspanya’ya özgü yiyecek bir şeyler almak için, İsabel II Köprüsü’nün El Arenal tarafındaki Mercado Lonja del Barranco, Triana tarafındaki Mercado de Triana uğramanız gereken yerlerden. Triana’da bu pazarın çevresinde Osteria de Mercado, deniz ürünleri bulabileceğiniz bir yer. Bu tür pazarlardan biri de Alameda de Hercules’in üzerinde, İslam Çalışmaları Merkezi’nin hemen yanındaki Mercado de Feria; burası tam bir esnaf lokantası havasına bürünen şenlikli bir yer. Mercado Lonja del Barranco, Plaza de Armas’da Sevilla Otobüs Terminali’nin de hemen yanında; karşısında ise eski tren istasyonundan dönüştürülmüş bir alışveriş merkezi bulunmakta. Burası şehirdeki tek alışveriş merkezi ama içinde pek bir şey yok. Daha ayrıntılı alışveriş merkezleri arıyorsanız Nervion Plaza’ya gideceksiniz.
Ne yiyelim diyorsanız; soğuk çorba Gazpacho, boğa kuyruğundan yapılan Endülüs klasiği Rabo de Toro, mürekkepbalığı ve fasulye kombinasyonundan oluşan Chocos con habas, ördek etiyle yapılan Pato a la Sevillana ve elbette Endülüs pilavı Paella akla gelen ilk seçenekler.
Gezdik, gördük, dinlendik, eğlendik, yedik, içtik; alışverişimizi de yapıp evimize dönelim artık. Peki ne alalım?
İspanya, gastronomik bir cennet olduğu için yiyecek içecek bir şeyler almak isteyebilirsiniz. Et ürünü olarak salam, sucuk benzeri jamon Iberico ve chorizo tercih edilebilir ama dikkat, bunlar genellikle domuz ürünü yiyecekler. Günaha girdik bir kere diyorsanız, o zaman Güney İspanya şaraplarına da bir şans verin, denemeye değer… Av etlerinden yapılmış ürünler başka bir seçenek. Ama zeytinyağı da İspanya’nın iddialı olduğu bir konu.
Katedral çevresinde hediyelik eşya satan bir çok dükkan var. Alışveriş için şehirdeki en canlı yer Calle Sierpes ve çevresi… İhtişamlı butiklerden kaliteli seramikçilere kadar ne ararsanız burada bulabilirsiniz. Kadın gezginler buralarda Flamenko sevdasına tutulurlarsa, bu sokağa sıradan bir gezgin olarak girip buradan alev alev parlayan bir Carmen olarak çıkabilirler. İsterseniz hem kumaş satışı hem dikişini yapan mağazalara uğrayın, isterseniz hazır alın giyin; her yaşa, her bedene, her türlüsü ve her malzemesi satılıyor buradaki mağazalarda. Ama Carmen olacaksam flamenkonun çıktığı yerlerde olurum diyorsanız, Triana’da Juan Osete Complementos’da ne gerekiyorsa satılmakta. Erkekler de matador olmak isteyebilir ama onlarda bu dükkanlarda ne bulurlarsa onunla yetinmek durumundalar, sektör kadınlara iltimas geçiyor. Flamenko işini ciddiye alıyorsanız bu konuda özel mağazalar var; Lina Boutique, Calzados Mayo, Juan Foronda bunlardan öne çıkanlar.
Alfalfa bölgesi el işi mücevher tasarımı için uğranacak bir bölge. Endülüs seramikleri de diğer bir alışveriş seçeneği olabilir. Bu konuda yine Calle Sierpes çok iyi bir seçenek. Calle Tetuan’da bu konuda göz atılacak bir yer. Triana’da da Centro Ceramica Triana bu konuda aradığınız bulabileceğiniz bir yer. Triana’nın sokaklarındaki seramik atölyelerine bakabilirsiniz. İspanya el sanatları konusunda Katedral yakınındaki El Postigo’da tercih edilecek bir yer.
Peki Sevilla’ya ne zaman gitmeli? Buranın yaz ayları nemli ve sıcak geçiyor, kışın ise yağmurun şakası olmaz. Hem havanın uygunluğundan, hem de ard arda düzenlenen dini, geleneksel festivallerin canlılığından dolayı, Nisan-Haziran arası Sevilla için en uygun dönem.
Son Söz
Ben Sevilla’da 3,5 gün kaldım ve her anından büyük keyif aldım. Endülüs başlı başına çok güzel ama Sevilla bir başka. Bir sanatçımızın özlü sözünü esas alırsam derim ki, ‘Beni Sevilla’nın yağmurlarında yıkasınlar, yıkasınlar’…