Hırvatistan’ın başkenti ve 1 milyondan fazla nüfusu ile en büyük şehri olan Zagreb, ülkenin kuzeydoğusunda yer alıyor. Denizden uzakta iç tarafta olduğundan sahildeki diğer şehirlere göre biraz sönük kalıyor. Medvednica Dağı’nın eteklerinde bulunan şehir dört mevsimi de yaşıyormuş ve yeşili dışında iklimiyle biraz Ankara’ya benziyor sanırım.
Bu bölgede yerleşim ilk defa 1. yüzyılda başlamış ve Zagreb ismi de 1094 yılında anılmaya başlanmış. 1242 yılında Cengiz Han tarafından şehir işgal edilse de kısa sürede toparlanarak gelişmesini sürdürmüş. Şehrin asıl kuruluşu 1851 yılında Kaptol ve Gratec şehirlerinin birleşmesiyle olmuş ama bunlar hiç barış içinde yaşayamamışlar. I. Dünya Savaşı’nda şehir oldukça hasar görmüş. Hasar gören binalar restore edilerek şehir planlı ve çok güzel bir şekilde tekrar inşa edilmiş. Şehirde Osmanlı İmparatorluğu, Nazi Almanyası ve Komünist Yugoslavya’nın etkilerini görmek mümkün.
Dünyada nereye giderseniz gidin mutlaka öğrenecek yeni bir şey bulup büyüleniyorsunuz. İşte Hırvatistan’ın başkenti Zagreb de böyle bir şehir oldu benim için. Kravat ve dolmakalemi ilk bulan ve kullananların Hırvatlar olduğunu biliyor muydunuz? Ben de bilmiyordum ve öğrenince özellikle kravat için çok şaşırdım. Kılık kıyafet işlerinde hep Fransızların öncü olduğunu düşünmüşümdür. İlk defa Hırvat askerleri 17. yüzyılda Otuz Yıl Savaşları sırasında kravatı Fransa’ya getirmiş ve onlar da böylece kravat kullanmaya başlamış. Mürekkep doldurulan veya tüyü değiştirilen ilk kalem yani bildiğimiz dolmakalem ise 20. yüzyılda Zagreb’de Slavodjub Penkala tarafından icat edilmiş.
Şehirle ilgili bu kısa bilgiden sonra isterseniz artık Zagreb şehrinin noel ışıklandırmalarıyla adeta bir masal şehrini andıran büyülü dünyasına adım atalım!
Ulaşım
Zagreb’in güzel bir şehir olduğunu duymuştum ve ilkbaharda gitmeyi düşünmüştüm ancak uçak biletinin bu mevsimde çok pahalı olduğunu görünce vazgeçmiştim. Aralık ayı için Zagreb gidiş Lubliyana’dan dönüş uçak biletini 420 Liraya bulunca hemen aldım. Aralık ayında iki şehirde de noel pazarlarını yaşadım bu tarihi seçerek.
Biraz rötarla Saat 21:00 civarında Zagreb’e ulaştık. Havaalanında ilk işim bir döviz bürosu bulmak oldu. Zaten çok küçük bir havalimanı ve bir tane büro var. Dışarı çıktığımda buz gibi bir hava ve karlı bir meydan beni bekliyordu. Merkeze gitmek için üzerinde Crotia Airlines yazan belediye otobüsüne bindim. Yolculuk için 30 Kuna ödedim. Bu otobüsler gün içinde yarım saatte bir kalkıyormuş. Vakti gelince hareket etti ve yaklaşık 1 saat karlı yollarda gittik. Otogarda tramvay ile Ban Jelacic Meydanı’na ulaştım.
Cumartesi akşamıydı ve deyim yerindeyse sokaklarda insan seli halinde adım atacak yer yoktu. Meydanı buldum ama bu sefer kalacağım hosteli bulamıyordum. Önce elimdeki adres tarifine göre bir caddeye girdim ve sonuna kadar yürüdüm. Bulamayınca meydana geri döndüm ve bir polise adresi sordum. Polis bile zil zurna sarhoştu ve adresi anlayamadı. Bir restoranın önünde bekleyen taksilere yaklaştım ve adresi gösterdim, beni arabaya bindirip kısa bir mesafede olan ve önünden defalarca geçtiğim sokağa götürdü. Maalesef adreste Tomiceva olarak gözüken sokak ismi tabelada tam yazılmamış ve Tomi yazılı olduğundan ben anlayamamışım. Taksi şoförü bu kadar kısa mesafe için benden bir de 50 Kuna almaz mı!
Hostel merkezi bir yerdeydi, kapıdan içeri girdiğimde vur patlasın çal oynasın eğlence devam ediyordu. O ne dans o ne içmektir öyle! Gürültüden resepsiyonistin ne dediğini anlamadım bile. Sadece 12 de barın kapandığını ve bir şey istersem yardımcı olacağını söylediğini anlayabildim. Odama çıktım ve kapıyı kartla açtım. İçeride uyuyanlar vardı. Hemen hazırlanıp uyumak niyetiyle yattım. Ancak uyumak ne mümkün müzik sesinden yer yerinden oynuyor, gençler bağıra çağıra odalarına girip çıkıyorlardı.
Gezelim Görelim
İlk günün sabahında önce çok yakın olan Ban Jelacic Meydanı’na gitmeye karar verdim. Meydana doğru yürürken akşama göre daha sakin olan, tüm ihtişam ve güzelliğini sabahın bu erken saatinde açıkça ortaya koyan Zagreb’in en önemli caddesi Ilica Caddesi’ni de ulaştım.
Ilica Caddesi Zagreb’te ev fiyatlarının ve kiraların en yüksek olduğu bir caddeymiş. Gerçi caddeyi boydan boya yürüyünce ve meydandan uzaklaştıkça daha sıradan binalar, mağazalar ve cafelerin bulunduğunu gördüm. Kiraların ve ev fiyatlarının yüksek olduğu bölge sanırım meydana yakın olan yerler. Cadde 5.5 km uzunlukla Zagreb’in en uzun üçüncü caddesiymiş. Ilica Caddesi’nde mağazalar, cafeler, restorantlar ve işyerleri bulunuyor. Zagreb’e gelenlerin bu caddeyi es geçmeleri zaten mümkün değil. Noel ışıkları ve süsleriyle daha güzel ve büyülü hale gelmiş bu caddeye tam da bu mevsimde gelmenizi öneririm.
Trg Bana Josipa Jelacica Meydanı (Ban Josip Jelacic Square) sabah olmasına karşın oldukça kalabalıktı. Zagreb’in merkez meydanı olan Ban Jelacic Meydanı çok büyük bir alana yayılmış gözüküyor.
Bir tarafında büyük bir gösteri platform kurulmuş ve noel nedeniyle çeşitli etkinlikler yapılıyordu. Benim meydana ulaştığımda küçük çocuklar noel şarkıları söylüyorlardı. Hepsi o kadar sevimliydi ki bir süre durup onları izlemek istedim.
Bu platformun arkasında ve meydanın diğer tarafında noel pazarları kurulmuştu. Pazarda hem hediyelik ürün satışları yapılıyordu hem de ayaküstü yeme ve içme standları kurulmuştu.
Meydanın tarihi 17.yüzyıla kadar gidiyor ve ilk adı Harmica olarak kaynaklarda yer almış. Meydan, eski kent merkezi Gradec ve Kaptol’un ve Dolac Pazarı’nın güneyinde yer alıyor. Meydanın etrafını süsleyen binalar da tarihi 17. ve 18. yüzyıla kadar uzanan ve oldukça hoş gözüken yapılar. Bu bölge günün her saati hareketli. Meydana yakın bir noktada Turist Information bürosu bulunuyor bilgi ve şehir haritanızı alabilirsiniz. Meydan halkın buluşma noktası.
Ban Jelacic Meydanı’nın ortasında Zagreb’in en önemli eserlerinden olan Ban Josip Jelacic Heykeli bulunuyor. 1866 yılında yapılan, at üzerinde heybetli bir şekilde yükselen Asker heykeli Josip Jelacic’e aitmiş. Ülke Hapsburg hanedanlığının yönetimi altındayken ülke yönetiminin başında olan Ban Josip Jelacic kağıt üzerinde bu hanedanlık için çalışıyor gözükerek aslında gizli gizli Hırvatistan’ın bağımsızlığını çalışıyormuş. Bu yüzden de ülkede ulusal kahraman olarak kabul ediliyormuş.
Heykel yıllarca anlaşmazlık konusu olmuş ve sürekli yer değiştirmiş. Orijinal olarak heykel kuzeye bakıyormuş. Böylece kılıcıyla Macaristan’ı işaret ettiği ve onun 1848 yılında Macaristan’ı ele geçirmesinin anısına heykelin sembolik olarak dikildiği iddia edilmekte. 1947’de komünist rejim bu heykelin Hırvatistan milliyetçiliğinin sembolü olduğunu iddia ederek yerinden kaldırmış. 1990 yılında Yugoslavya dağıldıktan sonra heykel meydana dönmüş ama bu sefer yönü güneye bakıyormuş.
Meydanda platformun karşısında Mandusevac Çeşmesi bulunuyor ve noel nedeniyle çok güzel süslenmiş. Eskiden bu çeşmede şehrin kuruluşuyla bağlantılı bir efsanesi olan doğal bir su kaynağı varmış. 19. yüzyılda meydana kaldırım döşenirken su kaynağı yer altına gömülmüş. 1986 yılında su kaynağının halen kurumamış olduğu keşfedilince çeşme inşa edilmiş.
Mandusevac Çeşmesi’ne bozuk para attığınızda dileklerinizin gerçekleşeceğine inanılıyormuş. Diğer inanışa göre de çeşmenin suyunu içerseniz hayatınızın kalanında Zagreb’i hiç unutmaz ve tekrar gelirmişsiniz.
Buna benzer çeşmeler pek çok yerde bulunuyor. En meşhuru ise bizim de gittiğimiz Roma’daki Aşk Çeşmesi tabii ki!
Çeşmenin yanındaki yeme içme standları çok güzel süslenmiş. Yapay karla kaplı ağaçlar ve kapıların önünde fotoğraf çektirmek için herkes yarış halindeydi.
Zagreb Katedrali (Zagrebačka Katedrala) Süslü kapıdan çıktıktan sonra biraz yokuş tırmandım ve işte orada Zagreb’in sembollerinden biri olan Zagreb Katedrali karşıma çıktı. Kaptol bölgesindeki bu Roma Katolik Katedrali Hırvatistan’ın en uzun yapısı ünvanının yanında, Avrupa’nın bu bölgesindeki tarihi en eski gotik kiliselerden de biriymiş.
Kilisenin tarihi oldukça çalkantılı olmuş. 1093 yılında Kral Ladislaus piskoposluğun yerini değiştirerek buraya taşımış ve mevcut kilisenin katedral olmasını istemiş. 1242 yılında kilise Moğol saldırıları sonucunda yıkılmış ve birkaç yıl sonra yeniden yapılmış. Bu yapı 15. yüzyıla kadar o haliyle kullanılmış ve Osmanlıların bölgeye saldırısı nedeniyle bu yüzyılda etrafına savunma kalesi inşa edilmiş. Bu kalenin bazı duvarları halen görülebiliyor.
Ancak esas tahribat 1880 yılındaki deprem nedeniyle olmuş. Hatta katedralin sağında kalan kale duvarındaki saat deprem sırasında durmuş ve bir daha da çalıştırılamamış. Katedralin restorasyonu Neo-Gotik tarzda yapılmış. Bu restorasyon sırasında yapıya daha önce mevcut olan kule yerine batı tarafına 108 metre yüksekliği olan 2 kule eklenmiş. Ancak restorasyonda kullanılan taşlar o kadar kalitesizmiş ki katedralin tekrar restore edilmesi için 30 yıl önce çalışmalara başlanmış. Kulelerden birisi halen restorasyon halkası içindeydi.
Katedral Hırvatistan’ın en önemli kültürel mirası kabul edildiğinden anıtsal yapı olarak koruma altına alınmış. Katedralin Fransa’daki St. Urban Kilisesi‘nden ilham alındığı belirtiliyor.
Katedralde görülmesi gereken en önemli eser 9. yüzyıldan kalma bilinen en eski Slav alfabesi olan Glagolythic alfabesi imiş. Orijini konusunda farklı yorumlar bulunmakla birlikte en yaygın kabul edileni, bu alfabeyi Hıristiyanlığı bölgede yaymak için Cyril ve Methodius kardeşlerin oluşturdukları olmuş. Bu alfabenin kullanımı 16. yüzyıldan itibaren azalmış ve 19. yüzyılda tamamen son bulmuş.
Altarın arkasında bir aziz kabul edilen kardinal Aloysius Stepinac’ın mezar taşı vardı. İnsanlar buraya gelip dua ederek kabulü için küçük notlar bırakıyorlarmış. Ben de Katedral ziyaretimde altara yakın bir yere oturdum ve mezarın etrafında ibadet edenleri izlemeye başladım. Bu sırada ilginç bir olayla karşılaştım. Yaşlı bir adam pantolonunun paçalarını dizini çıplak bırakacak şekilde katlamıştı ve dizlerinin üzerinde elindeki kitabı okuyarak sürünüyordu. Böyle ibadeti hiç görmemiştim ve adam mezar etrafında tam bir tur yapana kadar onu izledim. Bravo adama, yaşına rağmen pes etmeden sürünmeyi tamamladı. Mezarı öpenler ve ağlayanlar bu ibadetin yanında çok basit kaldı!
Katedralin dışına çıkıp meydandaki sütunu ve çeşmeyi incelemeye başladım. Meydandaki Kutsal Bakire Meryem ve Dört Melek Sütunu’nunda, altın renkli dört meleğin çevrelediği Meryem Ana heykeli bulunuyor. Bu 4 melek ise Hıristiyanlıktaki inanç, umut, saflık ve tevazuyu sembolize ediyormuş.
Dolac Pazarı, Sütun ve çeşmeyi de gördükten sonra geldiğim yola dönüp sağa doğru yürümeye başladım. Böylece Dolac Pazarını da bulmuş oldum. Pazar oldukça kalabalıktı ve sebze-meyve türü taze ürünlerin yanı sıra hediyelik eşyalar, el yapımı işlemeler vardı. Şehre yakın köy ve kasabalardan çiftçiler, yetiştirdikleri doğal ürünleri her gün bu pazar yerinde satışa sunuyorlarmış. Çevrede birçok kafe ve restoran da bulunuyor.
Tarihi pazar 1918 yılından sonra bölgenin ticari ve sosyal yönü geliştiğinden kurulmuş. Dolac Market, hafta içi 7-15 , cumartesi günleri 7-14, pazar günleri 7-13 saatleri arasında açıkmış. Merdivenlerin başında pazar yerini sembolize eden hoş bir heykel bulunuyordu.
Merkeze yakın yerde bulunan ve Zagreb’in en renkli sokaklarından biri olan Opatovina Sokağı da gezi güzergahımdaydı. Her iki tarafında cafelerin sıralandığı bu sevimli sokak özellikle akşamları çok kalabalık oluyormuş. Yemek fiyatları da kapı önüne koydukları menülere göre oldukça uygun sayılır. Bu sokağı kesen bir diğer sevimli sokak ise Skalinska Sokağı. Burada da yine kalabalık kafeleri görmek mümkün.
Zagreb’de kaldığım yerin merkeze çok yakın olmasının avantajını doyasıya yaşadım. Hostelin hemen yanıbaşında olan fünikülere binmek istedim. Vakit kaybetmemek için uzamış bir kuyruğu beklemeyi göze alamayınca yanındaki merdivenleri tırmanmaya başladım. Sonunda tepeye ulaşınca harika bir Zagreb manzarası beni bekliyordu.
Bir süre dolaştıktan sonra karşıma Kırık Kalpler Müzesi çıktı. Zamanımı etkin kullanmak açısından müzeye hemen girmek istedim.
Kırık Kalpler Müzesi (Museum of Broken Relationships) Olinka Vistica ve Drazen Grubisic adlı iki yerel sanatçının bir arkadaşlarının 4 yıllık bir ilişkisinden ayrılması sonrası yaşadığı aşk acısına ithafen bir sanat projesi olarak başlattığı Zagreb Kırık Kalpler Müzesi, 2010 yılından beri Cirilometodska ul Caddesi’ndeki binada faaliyet gösteriyormuş. Bu müze dünyanın her yerinden insanların önceki ilişkilerinden veya yarım kalmış aşklarından ellerinde kalan eşyaları bağışlamaları ile oluşturulmuş. Ayrıca aile sorunu yaşayan kişilerin de bağışta bulunması mümkünmüş. Bu koleksiyon, Almanya, Makedonya, Sırbistan, İngiltere ve ABD gibi bazı ülkelerde de sergilenmiş. Müzeye çok fazla ilgi olunca 2017 yılında bu müzeye benzer bir müze Los Angeles şehrinde kurulmuş. Müze özgün düşünce anlayışını ortaya koyması açısından Kenneth Hudson Ödülüne layık görülmüş.
Aslında çok büyük bir müze değil ve kısa sürede gezilebiliyor. Bağış eşyalarının yanında buna ilişkin hikayeler de bulunuyor ve bunları okumak zaman alıyor. Başlangıçta hepsini okumaya çalıştım ama sonra çoğu hikayenin ilgimi çekmediğini anlayınca okumaktan vazgeçtim. Öyle büyütülecek bir durum yok ve üzücü olan çok az sayıda hikaye var. Çoğu çocukça veya saçma denecek hikayeler. Yine de bu müzenin özgünlüğünü kabul edelim.
St. Mark’s Kilisesi, Müzeden sonra hemen ilerisinde gözüken St. Mark’s Kilisesi’ne yöneldim. Zagreb’in bir diğer simge yapısı, Trg Sv. Marka Caddesi’nde bulunan ve 13. yüzyılda yapılmış renkli St. Mark’s Kilisesi, Zagreb’in en eski yapılarından biri.
İlk olarak Romaneks tarzda inşa edilmiş ve bundan sadece güney duvarındaki bir pencere ile çan kulesi yeni yapıda kullanılabilmiş. Daha sonra 14. yüzyılda yapıya gotik öğeler de eklenmiş ve böylece güney kapısıyla en değerli halini kazanmış. Bu kapı üzerindeki figürler Ortaçağ’ın en meşhur heykeltraşlarından Parler tarafından yapılmış. Kuzey-batı duvarında ise Zagreb’ın bilinen en eski şehir amblemi seramik olarak yapılmış. Bunun yanı sıra Hırvatistan, Slovenya ve Dalmaçya bayrakları ile üçlü krallık sembolize edilmiş. Doğal afetler nedeniyle kilise hasar görmüş. Bu nedenle 14. yüzyılda yapılan kiliseden fazla bir şey kalmamış. Kilise genelde kapalı oluyormuş ve noel zamanında açılıyormuş. Geldiğim dönem açısından şanslıydım ve içeriyi gezebildim.
Kilisenin bulunduğu Gornji Grad (Yukarı Şehir/Medvescak) bölgesi Zagreb’in Orta Çağ eserlerinin daha yoğun bulunduğu bir bölge. 17 ve 18. yüzyıl mimarisinin en güzel eserlerini barındıran Yukarı Şehir’de, başta gezmiş olduğum Zagreb Katedrali, St. Mark Kilisesi ve Kırık Kalpler Müzesi olmak üzere tarihi binalar, müzeler, cafeler, restorantlar, hediyelik eşya dükkanları ve Hırvatistan Parlamentosu bulunuyor. Tepe olduğundan çok güzel panaromik manzarası var.
Gördüğünüz gibi yine dilek kilitleri karşıma çıktı. Burası şehrin en hareketli, en turistik, en görülesi bölgelerinden biri. Hükümet merkezi olan Gradec ile Katolik merkezi Kaptol yerleşimleri bu bölgede olduğundan hem dini hem de idari bir bölge.
Tepede Noel süsleri de ayrı güzeldi.
Kentin merkezi olan Gornji Grad’da bir anıtsal mezarlık varmış. Mirogoj Mezarlığı’nı Zagreb’de bulunduğum sürede aramama karşın bir türlü bulamadım. Aslında o kadar yakın bir yerde değilmiş. Katedralin yanındaki otobüs durağından 106 no’lu otobüse binmek gerekiyormuş. Ya da Trg Bana Meydanı’ndan Mihaljevac yönünde 14 no’lu tramvaya binip 4. durakta iniliyormuş. Neyse artık iş işten geçti.
Görmek isteyenler için kısaca bahsedeyim. Katolik, Ortodoks, Müslüman, Yahudi, Protestan gibi pek çok dine ait mezarların bulunduğu Mirogoj, gerek alan kullanımı açısından, gerek bir sanat galerisi gibi düzenlenen anıt mezarları ile Hırvatistan tarihinin anlatıldığı bir kitap gibi çok önemli bir yer olarak kabul ediliyormuş. Mezarlıkta önemli şahsiyetlerin mezarları da bulunmaktaymış.
Tkalciceva Caddesi, ikinci gün farklı sokaklara girip çıkarken Zagreb’in İstiklal Caddesi’ne benzer sokağı Tkalciceva Caddesi’ni buldum. Çok güzel kafeler ve restoranlar vardı.
Caddeyi boydan boya yürüyerek gezdiğim sırada ilginç bir olaya şahit oldum. Adamın birisi elinde temizleme bezi ve spreyleri ile posta kutularını silip parlatıyordu. Sanırım noel zamanı olduğu için insanlar yakınlarına ve sevdiklerine kart ve hediye gönderiyorlar diye bu kutuları temiz tutmaya özen gösteriyorlar.
Aksi gibi bu caddeyi gezerken aç değildim ve bu yüzden herhangi bir yere oturmadım. Fiyatları herkesin bütçesine uygun olan yerler vardı. Hatta adı Lokma olan bir Türk kafe de gördüm.
İşkence Müzesi, Meydana gideceğim sırada gözüm bir müze tabelasına ilişti. Müzenin adı Museum of Torture yani İşkence Müzesiydi. Aslında yaptığım programda bu müze yoktu; ama birden burayı gezmek istedim. Girişi bile ürkütücüydü.
Karanlık bir ortama girerek 50 kuna olan giriş ücretini ödedim. Çok çok ilginç bir müzeydi ve insanın içini ürpertiyordu. İşkence aletlerinin kullanımını gösteren videonun sesi de rahatsız edici, korkunç ve ürkütücü bir şekilde ortamda yankılanıyordu. İşkence Müzesi antik zamanlardan günümüze kadar işkencede kullanılan benzersiz, çeşitli aletlerin sergilendiği bir müze.
1792’de kullanılan Berger mekanizmasına sahip bir giyotinin tam ölçekli bir replikası görülebiliyor. Demir Kız aleti ise Orta Çağ’da bilinen en zalim işkence aletiymiş.
Şiddet ve işkence ile ilgili çeşitli zamanlarda söylenmiş özlü sözler de girişte yer alıyordu ve bunlardan en beğendiğimi aktarayım istiyorum.
You can chain me,
you can torture me,
you can even destroy
this body, but you will
never imprison my mind
Mahatma Gandhi
Müzeyi gezerken içim karardı ve insanların ne kadar zalim, vicdansız ve gaddar olabileceklerini örnekleriyle görmüş oldum. Demek ki filmlerde falan bu aletlerin kullanımını izlerken bu kadar gerçekçi bir gözle bakmamışım. Kendimi dışarı zor attım.
Aşağı Şehir (Donji Grad) Bölgesi, Müzeden çıkışta Donji Grad bölgesine doğru yürüdüm.
Zagrebliler Donji Grad bölgesine kısaca merkez diyorlarmış. 19. yüzyılda gelişmeye başlayan Aşağı Şehir, daha çok hükümet binalarının, ticaret ve iş merkezlerinin bulunduğu bir bölge. Sanat galerileri, parklar, müzeler, tiyatrolar, opera binaları ve alışveriş caddeleri ile şehrin sanat ve kültür merkezi de olduğundan canlılığını her daim koruyan bir bölge Bu bölgeyi bir gün sonra gezeceğim Arkeoloji Müzesi’nin yerini bulmak amacıyla karış karış gezdim diyebilirim.
Lenuci At Nalı veya Zagreb’in Yeşil At Nalı olarak isimlendirilen bir sistem dahilinde bu bölgede tam olarak 8 meydan bulunuyormuş. Yeşil kelimesi tam anlamıyla karşılığını bulmuş çünkü bu meydanların tamamı aynı zamanda parkmış. Lenuci ise ilk Hırvat şehir plancısı Milan Lenuci’nin adıymış ve bu meydanların yanı sıra Ban Jelacic, Dolac, Kaptol Meydanlarını ve Maksimir Parkın bir kısmını da bu kişi planlamış.
Yürürken ilk olarak Sanat Pavilyonu‘nu gördüm. Bu bina o kadar estetik gözüküyordu ki ilk bakışta Tiyatro Binası olabileceğini düşünmüştüm. Sanat Pavilyonu Hırvatistan’ın ilk ve en önemli sergi merkeziymiş ve her yıl yerel ve uluslararası pek çok sanatçının eserleri sergileniyormuş.
Hayranlıkla paten kayanları izleyerek yürümeye devam ettim ve büyük bir heykelin önüne ulaştım. Büyük atlı heykel, ilk Hırvat kralı olan Tomislav’a ait olup 1938 yılında yapılmış ve ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947 yılında bu meydana yerleştirilmiş.
Tomislav, Macaristan saldırılarından ülkeyi koruyan ve bütün Hırvat topraklarını bir devlet altında birleştiren bir lider olduğundan Hırvatlar için büyük öneme sahipmiş. Ancak tahta geçtikten 3 yıl sonra bilinmeyen gizemli bir şekilde ölmüş.
Heykelin önündeki caddenin karşısında uzun ve büyük bir yapı Zagreb’in Merkez Tren İstasyonu Glavni Kolodvar. Zagreb’in başkent olduğu 1862 yılında buraya ilk tren gelmiş ve o zamandan beri Avrupa’nın Viyana ve Budapeşte gibi ticaret ve kültür merkezleriyle tren bağlantısı sağlanmış. Bu nedenle 1892 yılında bu istasyon inşa edilmiş. Karşıya geçip içine de şöyle bir baktım ancak dış görünümünün aksine sıradan bir istasyonla karşılaştım.
Yön tabelasında Botanik Bahçesini gördüğümden o tarafa doğru yürüdüm. Uzun süre yürüdükten sonra burayı bulduğumda hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü ana kapı kilitliydi ve Nisan ayında açılacağı yazılıydı.
Şehrin güneyinde, Mihanovic Caddesi’nde bulunan Botanik Bahçesi‘nin planı (Botanicki Vrt), 1889 yılında yapılmış. Bugün park artık Bilim Fakültesine ait olup tarihi, kültürel ve turistik değerine ilaveten artık araştırmaya da hizmet etmekteymiş.
On bin tür bitkiye ev sahipliği yapan, içerisinde göletler, köprüler, yapay mağaralar ve tepeler bulunan Botanik Bahçesi 1971 yılından bu yana doğa ve mimari anıt olarak kabul ediliyormuş. Demir parmaklıklar arasından ancak böyle birkaç foto alabildim.
Nisan’a kadar kapalı tabelasını görünce bir diğer görülmesi önerilen Maksimir Parkın da aynı şekilde kapalı olabileceğini düşünerek programımdan çıkardım. Lubliyana’da tanıştığım ve Zagreb’de Erasmus programıyla bulunan Şeyma bu parkın kapalı olmadığını ve gezebileceğimi söylediğinde çok üzüldüm.
Ana meydana doğru yürürken Cvjetni Meydanı’na ulaştım. Çiçekçilerle ve hoş cafelerle çevrili bu küçük meydan Zagreblilerin buluşmak ve bir kahve içmek için tercih ettikleri bir yermiş. Meydanın bir geleneği varmış. Halk özellikle cumartesi günleri en güzel kıyafetlerini giyerek, meydandaki cafelere oturup kahve içerlermiş. Zaten dışarıda kahve içme kültürü Zagreb’de çok yaygınmış ve en ciddi iş konuşmaları bile böyle kahve içilerek yapılıyormuş.
Bu meydanda 1866 yılında inşa edilen Ortodoks Kilisesi bulunuyor.
Gric Tüneli, Tünel tabelasını takip ederek eski şehrin altında yer alan 350 metre uzunluğundaki Gric Tüneli’ne girdim. Burası 1943 yılında bombalardan kaçmak için bir sığınak vazifesi görmüş. Geçen yüzyılın sonlarında da Hırvatistan bağımsızlık savaşında bir kez daha şehir sakinlerine güvenli bir çatı olmuş. Bugün ise artık sakin ve serinletici bir geçit olarak işlev görmekte ve turistik olarak ziyaret edilmekte.
Biraz yürüyünce çok renkli bir koridorla karşılaştım. Sanırım noel nedeniyle değişik bir sergi vardı. Büyük boyutlarda kitaplar ve evler renkli ışıklarla ışıl ışıldı.
Buradan farklı bir yoldan tepeye çıkmış oldum. Akşam gün batımında Zagreb farklı güzel.
Yürürken çok hoş bir sokakta yer alan tarihi taş kapıyla karşılaştım. Bu kapı 13. yüzyılda yapılmış. Kapıdan geçerken ışıkların gözüktüğü yerde bir de şapel bulunuyor.
Artık yorulduğumdan dinlenmek istiyordum. Bu nedenle bir gün önce girmek istediğim ancak kalabalık olduğundan kapısından döndüğüm Ilica Caddesindeki Vincek Pastanesine gittim.
Pastane çıkışında aşağı tarafa doğru yürürken karşıma bütün haşmetiyle Hırvatistan Ulusal Tiyatrosu çıktı.
Hırvatistan Ulusal Tiyatrosu, (Hrvatsko Narodno Kazaliste) seçkin opera, bale ve tiyatro performansları sunmasının yanı sıra mimari yapısıyla da dikkatleri üzerine çekiyor. Neo-barok ve rokoko tarzında yapılan tiyatro binası, 1895 yılında son tuğlaya gümüş bir çekiçle vuran Avusturya Macaristan İmparatoru Franz Joseph tarafından açılmış.
Tiyatronun önünde Hayat Çeşmesi Heykeli bulunuyor.
Tiyatronun önünde büyük bir balonun içinde müzisyenler performans sergiliyordu. Ben de uzun süre oturup gerçekten çok yetenekli olan bu gençleri izledim.
Zagreb Üniversitesi Tiyatronun tam karşısında bulunan Zagreb Üniversitesi binası 1669 yılında inşa edilmiş ve güney-doğu Avrupa’nın en eski ve en büyük üniversitesiymiş.
Sırada Arkeoloji Müzesi vardı.
Zagreb Arkeoloji Müzesi (Arheoloski Muzej), Zagreb’in en eski müzesiymiş. 1880 yılında müze için bütün Hırvatistan’da sistematik kazı çalışmaları yapılmış. Koleksiyon aynı zamanda hediye ve bağışlarla yenilenmiş. Bugün Yunan, Mısır ve Roma dönemlerine ait yaklaşık 450 bin parçalık bir koleksiyonu bulunmaktaymış. Müzede; tarih öncesi dönemler, Hırvatistan, Mısır, Yunanistan, Romalılar, Bizans İmparatorluğu ve daha birçok farklı kültüre ait eserler yer alıyor.
Müzenin zengin bir Mısır koleksiyonu bulunuyor. İlk olarak mumyalama sırasında ölü bedenden çıkarılan organların konulduğu kanopik vazoları gördüm. Bunlar adeta sanat eseri gibi yapılmış ve öleni temsil edecek öğeler eklenmişti. Geçenlerde bir yarışmada hangi organın mumyadan çıkarılmadığı sorusu sorulmuş ve kalbin çıkarılmadığını öğrenmiştim. O zaman bu bilgi bana çok ilginç gelmişti ve araştırdığımda Mısırlılar için beynin hiç önem taşımadığını, hayatın kalp ile başlayıp kalp ile bittiğine inandıklarını gördüm.
Her lahitin üzerine ölen kişinin tasviri yontuluyormuş. Ölüyü öteki dünyaya olan seyahatleri sırasında her türlü saldırı ve kötülükten koruduklarına inandıklarından küçük heykellerle çeşitli ziynet eşyalarını ve bunlarla birlikte iç organların konulduğu kanopik vazoları lahitin içine mumyanın yanına koyarlarmış. Ayrıca ölenin Tanrı Osiris’in sorularına cevap verebilmesi için bir de ölüler kitabı konulurmuş.
Bana Müzede en ilginç gelen yer Zagreb Mumyasının da bulunduğu bu Etrüks odası oldu. Etrükslerin kullandıkları eşyaların yanısıra kumaşın sarılı olduğu artık taşlaşmış olan kadın ceseti de burada sergileniyordu.
Mısır bölümünü gezip alt kata indim. Bu katta Hırvatistan bölgesinde yapılan kazılarda çıkarılan buluntular sergileniyordu. 6. yüzyılda bölgede yaygın olarak kullanılan siyah figür tekniğiyle yapılan eşyalar burada sergilenmekte.
Müzenin bir diğer bölümünde de üzerinde yazı olan mezar taşları ve Yunan heykelleri bulunuyor.
Arkeoloji Müzesi, Zrinjevac Meydanı’nda bulunuyor. Meydan ağaçlarıyla, özellikle yaz aylarında burada yapılan festivalleriyle ve çeşmeleriyle meşhurmuş. Meydanda üç çeşme varmış ve en ilginç olanı “Mantar” olarak adlandırılıyormuş. Bu çeşme 1893 yılında yapılmış ancak suyunun taşarak yürüyüş yollarına akması nedeniyle espri konusu edilmiş. 1975 yılında restore edilerek düzgün hale getirilmiş. Bu çeşmeleri noel pazarı standları nedeniyle aralardan görebilmem mümkün olmadı.
Meydanda bir de 1884 yılında ordu doktoru olan Adolf Holzer tarafından bağışlanan Meteoroloji Sütunu varmış ve ben maalesef bunu da gözden kaçırmışım. Bu sütun halen çalışıyor ve insanlara sıcaklık, hava basıncı, nem ve zaman konusunda bilgi veriyormuş. Ancak Dünya Meteoroloji Örgütü’nün standartları kullanılmadığından doğruluğu tartışmalıymış.
Buradan hemen Lotrscak Kulesi’ne doğru yürüdüm. 20 Kuna olan giriş ücretini ödeyerek merdivenleri tırmanmaya başladım.
Lotrscak Kulesi, (Kula Lotrscak) Latince ismi “Hırsızlar Çanı” anlamına gelen kule,13. yüzyılda inşa edilmiş. Rivayete göre Osmanlıların kuşatması sırasında Lotrscak Kulesinden top atışı yapılmış ve bir gülle güya Sava Nehri’ni de aşıp Osmanlı ordusu karargahına gelmiş. Hatta paşaya öğle yemeği için götürülen tavuk tabağına düşmüş. Bunu gören Osmanlı paşası bu kadar uzaktan gülle fırlatabilen Zagreblilerden korkarak şehri istila etmekten vazgeçmiş. O günden bu yana o günün anısına her gün öğle saatlerinde kulenin tepesinden top atışları yapılıyormuş. Lotrscak Kulesi savunma amaçlı yapılmış ama günümüzde sanat galerisi olarak kullanılıyor ve şehrin tepesinde olduğu için Zagreb’i panoramik olarak görmek için mükemmel bir mekan..
Kule Pazartesi hariç her gün 11.00-19:00 saatlerinde açıkmış.
Diğer Gezilecek Yerler
Zagreb’i üç dolu gün adım adım gezmeye çalışsam da gezemediğim veya vakit darlığı nedeniyle gezmek istemediğim yerlerden de bahsetmek isterim.
Bunlardan ilki Ilica Caddesi üzerindeki Neboder (Gökdelen) 16.katında Zagreb Eye, şehri 360 derecelik seyir imkanı tanıyan yüksek bir bina katı.
Mazuranic Meydanı’nda bulunan Etnografya Müzesi ve ADU (Tiyatro Akademisi), Marulic Meydanı’ndaki Hırvatistan Devlet Arşivleri Binası, Strossmayer Meydanı’ndaki Güzel Sanatlar ve Bilim Akademisi ve Modern Galeri görülebilir.
Gitmeyi çok istediğim halde hem uzak hem de havanın yağmurlu olmasından dolayı programımdan çıkardığım en önemli yer Plitvice Gölü Ulusal Parkı oldu.
Zagreb’in yakınında günübirlik gidilebilecek bir diğer tarihi yer ise Trakoscan Kalesi. Burası yaklaşık 12. Yüzyıl dolaylarında inşa edilmiş ve birçok ünlü ailenin konutu olmuş.
Zagreb’de Yeme İçme
Yeme içme konusunda çok fazla öneride bulunamayacağım. Zagreb’de bulunduğum sürede yemek olarak pizza ve deniz ürünleri dışında özel bir yemeklerini denemedim. Her bütçeye göre yemek mümkün. Bize yakın yemekleri olduğu için damak tadı anlamında sorun yaşanmaz diye düşünüyorum. Birkaç önemli noktadan da bahsedersek restoranlarda masaya getirilen ekmeğe ayrı ücret alınıyor ve bahşiş isteğe bağlı olarak verilebiliyor.
Pastane ürünleri görüntü olarak bile bir harika! Ürünlerini tattığım iki pastaneyi kısaca tanıtmak isterim:
Vincek Pastanesi, Zagreb’in en iyi pastalarının, kurabiyelerinin ve dondurmalarının satıldığı Ilica Caddesi’ndeki yerde çeşitli şekillerde renk renk pastalara bakmak bile insanın iştahını açıyordu. Zagreb’in Zagrebacka kremsnita isimli geleneksel pastasını denedim. Bir pasta dilimine 20 kuna ücret ödedim. Bu pastanede kredi kartı geçmiyor ve masaya servis yapılmıyor. İç dekorasyonu çok sade ve çok büyütülecek bir şey yok. Yediğim pasta da lezzetleydi.
Amelie Cake Shop‘un Zagreb’de 3 şubesi varmış, benim gittiğim Zagreb Katedrali’ne yakın olanıydı. İç mekanı çok geniş olmamakla birlikte dekorasyonu güzeldi. Cheesecake ve kahve siparişi verdim. Gerçekten methettikleri kadar varmış ve bu zamana kadar yediğim en lezzetli cheesecake olduğunu söyleyebilirim. Eğer yolunuz Zagreb’e düşerse mutlaka Amelie’ye gidin derim. Fiyat olarak Vincek’ten bir tık daha pahalı olsa da buna değer.
Licitar isimli zencefilli bir kekleri de meşhurmuş ve aşk ile şefkatin sembolüymüş.
Son Söz
Zagreb, aslında çok yakınımızda keşfedilmeyi bekleyen bir mücevher gibi duruyor. Ne yazık ki bazı gözde turizm merkezlerine verilen değer buraya verilmemiş. Henüz çok turistik olup bozulmadığı ve kalabalığa boğulmadığı daha iyi olmuş bile denebilir. Şehri baharda ve yazın gezmek isteyebilirsiniz, yine de noelde süslenmiş, pazarları kurulmuş ve insanların her gece sokaklarda eğlendiği bir şehri de seveceğinizi düşünüyorum.
Harika bir tanitim olmus Zagrep icin. Su anda Zagrep’teyim bir haftaligina ve cok yararli oldu. Tesekkurler bu guzel bilgiler icin.
Yol gösterici bilgiler olduğunu düşündüğünüz için teşekkürler. Blog yazılarım detaylı ve gezginlere yardımcı olması için yeterli açıklamalar olması için çabalıyoruz.