Sadece filmlerde ya da hayallerde olabileceğini düşündüğüm bir projeyi anlatacağım size. Doğanın sesini dinlediğinizde ve ona nankörlük etmediğinizde, nasıl da size cevap verdiğini, üreticiyi doğru yönlendirdiğinizde mucizevi sonuçlar alınabileceğini kanıtlayan bir avuç gönüllü insanın girişimi Lisinia…
Yolunuz Burdur civarına düşerse, 36 km uzaklıktaki Lisinia Doğa Projesini ziyaret etmeden dönmemenizi öneririm. Ülkemizde gönüllüler eliyle yapılanları görünce, şaşıracak ve çok etkileneceksiniz.
Ahşap bir Tak’ın altından geçerek giriliyor Lisinia’ya. Buradan sonra göreceğiniz her şey doğal malzemelerden yapılmış.
Ağaç kütüklerinden, dallarından, sazlardan oluşan bir görüntüde, burnunuza köy kokusu gelmeye başlıyor. Etrafınızda, son derece sade giyinmiş doğa gönüllüsü gençler sizi yönlendiriyor gezerken ve sorularınıza cevap veriyor.
Kuru ağaç dallarından yapılmış dev bir kartal heykeli sizi selamlıyor. Gezerken bu heykel gibi başka heykelleri de göreceksiniz. Bunlar, doğada kendiliğinden akarsulara düşen ağaç dallarının, kıyıya vuranlarının toplanıp kurutulması ile yapılmış heykeller. Şekilleri bozulmadan kullanılmışlar. Yakından incelediğinizde sıra dışı bir sanat eseri ile karşılaştığınızı anlıyorsunuz. Burada, sanatçının açık hava atölyesinde çalışmaları devam ediyor. Sipariş üzerine de çalışıyor. Bu sıra dışı heykeltıraşı izlerken, ahşap masaların kenarına oturup, sıcak gözlemeler yiyip çay veya ayran içme imkanınız da var.
Üstü ve yanları ahşaptan oluşan büyük bir alanda, ziyaretçiler bu kütüklerden yapılmış taburelere oturarak projenin tanıtım konuşmasını dinleyebiliyorlar. Bu arada gönüllü gençler lavanta çayı ikramında bulunuyorlar.
Elinizde lavanta çayının sıcaklığı, dilinizde gizemli acımsı bir tat, burnunuza gelen keskin lavanta kokusu eşliğinde bu projenin gelişimini ve yapılanları dinlerken, zaman zaman duyduklarınıza inanamıyorsunuz; ama yapılanların ülkemiz adına gurur ve ümit verici olduğunu düşünerek ruhunuz hafifliyor adeta.
Bölgenin eski çağlardaki adı Pisidia, en önemli şehri de Lisinia imiş. Lisinia, doğan ve batan güneşin, ay ışığının sudaki pırıltısı anlamına geliyormuş.
Aile bireylerini kanserden kaybeden Veteriner Hekim Öztürk Sarıca, doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki uyumu bozan kirlenmenin, kanser üzerinde de etkili olduğu düşüncesi ile 2005 yılında bu projeyi başlatmış. Doğal hayatın sürdürülmesi ve gelecek nesillere aktarılması amaçlanmış.
Üç yıl süren izin çalışmaları sonucu Lisinia, öncelikle ülkemizin ilk Yaban Hayatı Merkezlerinden birisi olarak resmiyet kazanmış. Aynı dönemde, tüm masrafları Öztürk Sarıca tarafından karşılanmak üzere 10 yıllığına Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bedelsiz hibe edilmiş.
Destek ve hibe kabul edilmiyor bu projede. Sadece, üretilen doğal ürünlerden alarak katkıda bulunabiliyorsunuz.
Bir akademik çalışma ile bölgedeki erozyonun nedeninin, keçiler olduğu (!) belirlenmiş ve bölgedeki keçiler yok edilip büyükbaş hayvan üretimine başlanması için teşvik verilmiş. Büyükbaş hayvanların beslenmesi için bölgede yetiştirilen bitkilerin su ihtiyacı, sulama havza kapasitesinin çok üstüne çıkmış. “Burdur Gölü’nü Yaşat Projesi” kapsamında, beslenmeleri için çok fazla suya ihtiyaç duymayan ve bölgeye özgü olan keçi ve koyun yetiştiriciliği teşviki çalışmalarına başlanmış.
Merkez bünyesinde kullanılan tüm tarım alanlarında ilaçsız ve organik tarım yapılmakta imiş, yüzlerce yıllık Burdur yöresine ait ata tohumlar kullanılıyormuş.
Sıfır kimyasallı, doğa dostu tarım uygulamaları ile birlikte bunların ekolojik üretim sertifikası ile belgelenmesi de sağlanıyormuş.
Bölgede lavanta ve gül üretimi yaygınlaştırılıyormuş. Doğa Okulu kapsamında, gençler eğitilerek “Doğa Gönüllüleri” yetiştiriliyormuş.
Su seviyesi azalan Burdur Gölü’nün kurtarılması projesi kapsamında az su kullanılarak tarım ve hayvancılığın yapılabileceğini çevreye anlatıyorlar ve köylüleri eğitiyorlarmış. Temiz enerji kullanımı amacıyla, projede güneş panelleri sistemi ile güneş enerjisi kullanılıyormuş.
Burdur Gölü havzasından, özellikle avcılar tarafından vurulmuş, kimyasallar tarafından zehirlenmiş, ve çeşitli hastalıkları olan yaban hayvanları merkezde tedavi programına alınıyormuş ve tedavi sonrasında doğaya geri kazandırılıyormuş.
Bu bilgileri edindikten sonra, hemen yanınızda bulunan satış stantlarından alışveriş yapmanız mümkün. Neler yok ki bu standlarda; sabunlar, bitkisel yağlar, ballar ve daha neler neler…
Tanıtımı izleyip, isterseniz doğal ürünlerden alışverişinizi de yaptıktan sonra, toprak yollarda köyün içinde dolaşırken, ahşap yapıların sıcak görüntüsü ve doğallığın sadeliği, şehir hayatının karmaşık görüntülerinden, seslerinden, kokularından sizi uzaklaştırıyor. Adımlarınız, sizi doğal yaban hayatı rehabilitasyon merkezine götürüyor.
Bu rehabilitasyon merkezinde şimdiye kadar getirilen hayvan sayıları: Pelikan (1), Çeltikçi (2), Sakar Meke (5), Yeşilbaş Ördek (2), Angıt (27), Çakır (4), Yılan Kartalı (3), Leylek (47), Flamingo (3), Kerkenez (24), Kara Akbaba (1), Kızıl Akbaba (1), Kukumav (14), Baykuş (6), Kulaklı Orman Baykuşu (6), Peçeli Baykuş (6), Kocagöz (2), Domuz (2), Gökçe Delice (1), Gökdoğan (8), Atmaca (12), Sülün (1), Kumru (6), Kaplumbağa (9), Gri Balıkçıl (2), Sığır Balıkçılı (4), Alaca Balıkçıl (6), Küçük Beyaz Balıkçıl (1), Güvercin (2), Üveyik (2), Saz Delicesi (1), Tepeli Toygar (2), Serçe (2), Çoban Aldatan (3), Kırlangıç (3), Ebabil (1), Keklik (26), Şah Kartalı (1), Delice Doğan (12), Çakal (1), Martı (2), Şahin (320).
Merkeze gelen 584 hayvandan 394’ü tedavi edilerek doğaya salınmış.
Birçok bileşeni olan bu proje, gidilip ziyaret edilmeyi fazlası ile hak ediyor bence. Özellikle çocuklarınız ile gitmenizi öneririm. Büyük şehir hayatının keşmekeşinden ve teknolojinin sağladıklarından uzakta başka alternatiflerin de olduğunu görmeleri için. Bize emanet olan doğayı, gelecek nesillere bozulmadan aktarmak ve doğanın sadece insanlara hizmet için var olmadığını, hayvanlar ve bitkiler ile barış içinde yaşamaz isek doğanın intikamının acımasız olacağını kavramak için. Belki çocuklarınız da birer “doğa gönüllüsü” olurlar.
Kaynakça
http://www.burdurkulturturizm.gov.tr