Son zamanlarda netflixte yayınlanan ‘Marseille’ dizisi ile amansız bir politik yarış çerçevesinde sokaklarında dolaştığımız Marsilya, çok çağrışımlı bir şehir. Bir yandan bir tatil beldesi olarak Akdeniz’in tadının çıkarılacağı bir yer, bir yandan Afrika-Avrupa arasında bir göç yolu, ayrıca Avrupa’nın en büyük limanlarından birine sahip bir ticaret merkezi, bir çok filme platoluk yapmış görsel zenginliği olan bir bölge, müzeleriyle, bohem mahalleleriyle bir kültür merkezi, lavantaların zeytinliklerin bağların uzandığı ovaların düğüm noktası… Sonuçta Akdeniz kıyısında bulunan, Fransa’nın ikinci büyük şehrinden bahsediyoruz; Bouches du Rhône bölgesinde, Provence Alpes Côte d’Azur’un merkezinden…
Ama biz gezmeye dolaşmaya geldik. Gezginler açısından Marsilya kolay bir şehir; devasa boyutuna rağmen görülmesi gereken çoğu yer yürüme mesafesinde. Kalkış noktamız ise eski liman diye bilinen Vieux Port… Ama önce Marsilya hakkında bir ön bilgi…
Meraklısına Şehrin Tarihi
Marsilya, bugünkü Foça’da yerleşik Phokai’nin kolonisi olarak MÖ 600’lü yıllarda kurulmuş. Myken Uygarlığının çöküşünden sonra Batı Anadolu’ya gelen Yunanlıların kurduğu 12 kent devletinden biri olan Phokai (Foça), belki Ephesus’un gölgesinde kalmış ama Marsilya’ya gidip orada koloni bir kent kuracak kadar da güçlenmiş. Ancak Anadolu’nun Pers hakimiyetine girmesinden sonra Phokaililer burayı tamamen mesken tutmuş. 2600 yıllık yerleşim geçmişi ile Marsilya, Avrupa’nın en eski şehri olarak kabul ediliyor. Ama Marsilya bölgesinin geçmişi çok daha eskilere gidiyor. Cosquer Mağarasındaki bulgulara göre, Marsilya 28 bin yıldır bir yerleşim yeriymiş. MÖ 49’da Sezar tarafından alınınca Marsilya Romalıların eline geçmiş; bugün de Roma döneminden kalma bir çok yapı kalıntısı o günlerin izlerini bize taşımakta. Vizigot akınlarını da atlatan şehir, 10 yüzyılda Provence Kontluğuna tabi olmuş, 13 yüzyılda ise kısa bir cumhuriyet tecrübesi yaşamış ama 1423’te Aragone Hanedanlığı tarafından bu döneme son verilmiş. Marsilya 1481’de Fransız Krallığına dahil olmuş. 1720’de ortalığı yıkıp geçen veba salgınının ardından parıltısını yitiren şehir, Fransız Devriminin coşkulu bir destekçisi olmuş, hatta 1792’de Rhone Ordusu Paris’e doğru yürümüş; Rhone Ordusunun söylediği ‘Chant de guerre pour l’armee du Rhin’ marşı ise 1795’te Fransa’nın milli marşı ‘La Marseillaise’ olmuş.
Marsilya Osmanlı tarihi için de önemli. Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak olduğu dönemde Kanuni Sultan Süleyman Fransa Kralı I.François ile birleşip Kutsal Roma Germen İmparatoru Şarlken’e karşı savaşmak ve belki de Akdeniz’i bir Osmanlı gölüne çevirmek için 1543’te Barbaros Hayreddin Paşa’yı görevlendirmiş. Osmanlı donanması o dönemde Marsilya ve Tolulon’da boy göstermiş ama Fransız donanmasının hazırlıksızlığı nedeniyle planlanan sefer yapılamamış. Bir başka rivayete göre, Müslüman dünyayla anlaşan I.François, Katolik dünyasının şimşeklerini üstüne çekince, Fransız Kralı çark etmiş ve Barbaros Hayreddin Paşa’yı daha önemsiz bir yer olan Nice’e yöneltmiş ve olay başarısızlıkla sonuçlanacak bir Nice seferine dönüşmüş. I.François’e yardımla pekişen Osmanlı-Fransız ilişkileri Fransa’ya tanınan kapitülasyon haklarıyla güçlenmiş, sonraki asırlarda inişli çıkışlı bir şekilde bu ilişki hep devam etmiş; sonraki dönemlerde İngiltere-Fransa-Rusya arasında güç dengelerine göre değişen bir eğilim gösteren bu ilişkilerin Osmanlıların son döneminde aldığı durum ise hepimizin malumu…
Marsilya şehir merkezi geniş bir bölgeye yayılmış durumda; metropol bölgesi 3173 km2’lik alanıyla Fransa’nın üçüncü büyük şehri ve 2010 sayımına göre 1,831,500 kişiyi barındırmakta. Marsilya 2013 yılında Avrupa Kültür Başkenti, 2017’de ise Avrupa Spor Başkenti seçilmiş.
Batıda Calanques du Mugel ile doğuda balıkçı köyü LEscalette arasındaki şehir, gezginler için gerek tarihi gerek doğal gerekse gastronomik cazibe merkezleriyle dolu. Marsilya, genelde Ortadoğu ve Afrika’dan aldığı göç ile kozmopolit bir yapıya sahip. İnsan, Marsilya’da sokaklarda kendi ritmi olan bir karmaşayı hissedebiliyor; bu durum insanı içine çeken bir kaos yaratmakta, tıpkı İstanbul gibi…
Ulaşım
Marsilya’ya Türkiye’den doğrudan uçulabiliyor. Size tavsiyem uçakta sağ tarafta pencere kenarını tercih edin çünkü Marsilya’ya inerken, eğer hava açıksa, şehir en güzel manzaralarını sunuyor size, harika bir başlangıç olabilir. Aeroport de Marseile Provence, Marsilya’nın 27 km kuzeybatısında bulunuyor ve iki bölümden oluşuyor. THY, havaalanının 1 bölümünü kullanıyor. Havaalanından çıkışta solda şehre giden otobüsler var, Marsilya tren istasyonu Gare Saint Charles’a kadar götürüyor ve yol yarım saat civarında sürüyor. Gidiş 8.30 euro, gidiş dönüş alırsanız 13 euro.
Marsilya’da genel olarak görülecek yerler yürüme mesafesinde. Ama toplu taşıma ile gitmek istediğiniz yerlere ulaşmanız da mümkün. Regie des Transports de Marseille bünyesinde otobüs, tramvay ve metro hatları mevcut. Marsilya’da iki metro hattı var; birincisi mavi hat, Rose ile Saint Barnabe arasında çalışıyor ve Vieux Port’dan geçiyor, ikincisi kırmızı hat ve Bougainville ile Ste Marguerite Dromel arasında işliyor ve Noailles ile Prado’dan geçiyor. Metro bileti tek biniş 1.80 euro, 2 biniş 3.50 euro, 10’luk kart 14.10 euro. Bir de transtick denen toplu taşıma kartları var; 24 saatlik kart 5.20 euro, 72 saatlik kart 10.80 euro. Biletler metro istasyonlarından ya da kafelerden alınabiliyor.
Tramvay ise üç hatta çalışıyor. Yeşil ve sarı hatlar, Arenc Le Slo’dan başlayıp biri La Blancarde’de diğeri Castellane’de bitiyor, turuncu hat ise Noailles ile kuzeyde Les Caillols arasında işliyor. Ücretler metro ile aynı. Ayrıca şehrin her yerine ulaşımı mümkün kılan 74 otobüs hattı mevcut, bileti otobüste alabiliyorsunuz.
Aldığınız bileti kullanmadan önce makinelerde onaylatmanız gerekiyor. Onaylattıktan sonra bir saat içinde istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz. Metro ve tramvaylar gece 00.30’dan sonra işlemiyor ve bazı otobüs hatları 21.00’den sonra bitiyor.
Bir gezginin cankurtaranı olan(Hop on hop off) gezi otobüsleri de bir seçenek. Colorbüs adıyla hizmet veren gezi otobüsleri iki hatta çalışıyor; şehir hakkınde genel bilgi almak için bire bir. Kırmızı hat Joliette-Notre Dame de la Garde arasında işliyor ve fiyatı 19 euro, mavi hat ise Mucem’den Parc Borely, MAC müzesi, Velodrome üzerinden dolaşıyor ve fiyatı 15 euro. İki turu birlikte alırsanız kişi başı 24 euro. 4 kişilik aile ücreti ise 58 euro. Benim gittiğim yerlerden bazılarına bu otobüs uğramıyor, Palais Longchamp gibi… Ama bu otobüslerin gittiği bazı yerlere de ben gitmedim, MAC modern sanat müzesi gibi.
Bir de daha çok eski liman çevresinde işleyen ve bu bölgeyi daha ayrıntılı dolaşan mini trenler var. Onlar da iki hat, kırmızı ve yeşil ve her bir hat 8 euro.
Araç kiralayacaksanız, şehir içinde park ücreti saatlik 2 euro, 24 saatlik 30 euro civarında. Ayrıca yakıt doldururken dikkatli olun, saat 21.00’den sonra kendiniz doldurmak zorundasınız ve ödemeyi de sadece kredi kartı ile yapabiliyorsunuz ama makineler her kredi kartını kabul etmiyor.
Gezelim Görelim
Artık Marsilya sokaklarına dalma zamanı… Önce şehri, kuş uçuşu gezeceğiz, daha sonra önemli yerleri, bölgeleri ayrıntılarıyla ziyaret edeceğiz.
Havaalanından Gare Saint Charles Tren İstasyonu’na geldiğinizde, bir platformdan geçip heykellerle süslü merdivenlerden ineceksiniz ve Rue Longuedes Capucins caddesinden geçerek şehrin en önemli caddelerinden biri olan Canebiere ile Vieux Port’a ulaşacaksınız. Bu cadde Marsilya’nin bir özeti; Fransa renklerinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu tonları… Evet, sokaklar, binalar, sokak lambaları, parklar Fransız ama yolda yürüyenler Cezayirli, pencereden sarkan çocuk Tunuslu, seyyar satıcı Afgan, dönerci Türk, dilenciler Suriyeli, balkona asılan halı Faslı… Bu karışım bir karmaşa da yaratıyor, içinde düzenin bulunduğu bir gerilim… Ve tabii, şehrin karanlık yüzünün gölgesi de sokaklara vuruyor; yürürken kafayı bulmanız mümkün, sokaklar ot kokuyor, seks dükkanları burada, taklit üretim yapan dükkanlar ara sokaklarda… Ama herkes kendi dünyasında. Öte yandan denize yaklaştıkça şehrin çehresi değişiyor, binalar, sokaklar daha bir Fransız oluyor. Turizm Ofisi de bu sokağın sonunda.
Canebiere sonunda, turistlerin döne dolana defalarca geleceği Vieux Port’a varıyoruz. Burayı ayrıntısıyla gezeceğiz. Buradan sola saparsanız, kıyı boyunca Thetare de la Ceriee, Abbaye St Victore, Fort St Nicolas’yı geçip Du Praho’ya varırsınız. Bir sokak paralelinde ise deniz manzaralı kafeleri, barları ile tatil keyfi yapabileceğiniz yerleri bulabilirsiniz. Deniz kenarından devam ederseniz La Corniche boyunca Akdeniz manzarasının tadını çıkararak Prado sahillerine varırsınız; Plage des Catalans şehir merkezine en yakın plaj, daha sonra parkların süslediği kıyı boyunca Plage des Capucins, Plage Cyrnos, Plage de Saint Jean, Plage Plage des Prophetes, Plages du Prado gibi plajlara ulaşabilirsiniz. Mevsim uygun olmadığı için sahil keyfi pek olmadı benim gezimde. Lieutenant, Arthur Rimbaud anıtlarının süslediği parklar ve sahillerden geçip Borely Parc’a varırsınız. Daha ötede Musee d’Art Contemporain bulunmakta. Ayrıca Hippodrome Borely ve kocaman dönme dolap da burada. Bu bölgede artık Marsilya’nın kozmopolitliği yerini üst orta sınıf Fransız hayatına bırakıyor ve renkler beyazlaşıyor, hemen hissediyorsunuz.
Vieux Port’un sağından giderseniz St Ferreol Kilisesi, Hotel de Ville, Maison Diamantee, Musee des Docks Romain, Fort St Jean ve MuCEM’e varırsınız. Hemen üst tarafta ise hem ükütücü hem büyüleyici La Penier Mahallesi ve Vielle Dieu Charite uğramanız gereken yerlerden. Deniz kenarında devam edersek, Musee Regards de Provence, Cathedrale ve devamında Vieux Port yetersiz kaldığında kurulan yeni liman Port de a Joliette ve diğer uluslararası limanlar var. Yol boyunca çağdaş sanat müzesi FRAC, 1858’de yapılan ve bugün yüzlerce şirkete ev sahipliği yapan Les Docks Village ve Theatre Joliette Minoterie bulunuyor.
Şehrin eksenini belirleyen bir diğer cadde ise bir ucunda zafer takı bir ucunda muhteşem çeşmesiyle Cours Belsunce… Buradan şehrin içerisine doğru ilerledikçe Musee Cantini, Opera, Prefecture gibi şehrin önemli yapılarını göreceksiniz. Ama en önemlisi, şehrin siluetine damgasını vuran, tepede şehrin mağrur bir tanığı gibi duran Notre Dame de la Garde Kilisesi. Daha içerilerde ise Velodrome ve Cite Radieuse le Corbusier…
Eğer Longchamps Caddesi boyunca giderseniz Palais Longchamps’a ve müzelerine ulaşırsınız. Bu bölgedeki Musee Grobet Labadie’de size şehrin geçmişi hakkında öyküler anlatacaktır.
Daha aşağıda ise Reformes Kilisesi ve artık müzik okulu olarak kullanılan Palais des Arts yolunuza çıkacaktır. Merkezde Noailles ise pazarları ve çakma marka satıcıları ile uğrayabileceğiniz bir alan. Daha üst taraftaki Cours Julien ise şehrin belki de en bohem, en kafasına göre takılan yeri…
Artık şehrin derinliklerine girme zamanı. Anlattıklarım bizzat gidip gördüğüm yerler. Bazı kiliselere defalarca gittim ama bir türlü açık bulamadım, onları da anlattım. Bazı çağdaş sanat müzelerine ise gittim ama içim almadı, kapıdan döndüm, onları da anlattım. Ama çağdaş sanat galerilerinden, şehrin taa bir ucundaki FRAC ile taa diğer ucundaki Musee d’Art Contemporain’e gitmedim, bilerek isteyerek gitmedim… Gitmek isteyip de gidemediğim yerlerin başında ise Prado sahillerinin ötesindeki Parc National des Calanques geliyor. Milli park ve plaj bölgesi olan Calanques daha çok yaz turizmine yönelik bir yer. Eski Limandan kalkan turlar var; 3 saat 15 dakika süren tur kişi başı 30 euro ve tur saati 14.00, 2 saat 15 dakika süren tur ise 24 euro ve 11.00, 14.30 ve 17.30’da tur teknesi kalkıyor. Evet artık başlıyoruz; adım adım Marsilya… Önce Vieux Port ve çevresi, sonra diğer yerler.
Vieux Port Bölgesi
Vieux Port, MÖ 600’lerden beri bir cazibe merkezi… Avrupa’nın ilk limanlarından olup uzun dönem siyasi ve ticari açıdan kilit noktası durumunda olan bölge bu gün Marsilya’nın turizm ve kültür merkezi… Buharlı gemilerin boy göstermesine kadar önemini koruyan liman, bir süre ihmal edildikten ve II. Dünya Savaşı’nda harabeye döndükten sonra 1948’de yeniden yapılandırılmış ve 2013’de liman genel olarak yaya bölgesi olarak yeniden düzenlenmiş.
Buraya mutlaka yolunuz düşecek, hatta gezinizin büyük bir bölümü bu bölgede geçecek. Sadece etrafını çevreleyen Orta Çağ kale ve surların koruduğu limanda demir atmış yatların oluşturduğu muhteşem görüntü için değil; burası ayrıca Marsilya’daki en önemli müzelerin, tarihi noktaların bulunduğu yer. Öte yandan If Adası ile Iles du Frioul ve Calanques’e giden gezi teknelerinin de kalkış noktası. Limanın hemen yanından başlayan Canebiere Caddesi ise belki de şehrin en işlek caddesi. Yine Limandan başlayan Rue de Rebuplica, bizi Orta Çağ’dan başlayıp Fransız ihtilaline giden tarihi noktalar arasından geçirip Joliette ve diğer yeni limanlara götürmekte…
Eski Liman 1840’lardan sonra yetersiz kalınca yeni liman kuzeyde La Joliette bölgesinde kurulmuş ve ihtiyaç duyuldukça daha kuzeyde geniş limanlar yapılmış. La Joliette, müzelerle, şık lokanta ve kafelerle, pahalı dükkanlarla şehrin yeni çehresi. Ama bölgenin acı yüzünü buradaki heykel yüzümüze vuruyor; yurtlarını bırakmak zorunda kalanların parçalanmışlığı koca şehrin gürültüsüne karışıp gidiyor, geriye bir heykel kalıyor. Bu bölgedeki Les Docks ise, şehrin 19 yüzyıl sonrası gelişiminin bir özet; bir iş hanının bugüne uzantısı…
Bölge konaklama, alış veriş ve yeme-içme konusunda da sayısız seçenekler sunuyor. Turizm Danışma Ofisi ile şehrin en önemli alışveriş marketleri de burada. Sabahları kurulan balıkçı pazarı ise ayrıca görmeye değer; tezgahlarında üç beş balık, ahtapot, karides vb bulunan satıcılar Akdeniz’in lezzetlerini sunmakta. Ayrıca Eski Limanda her cumartesi, büyük bir pazar kurulmakta. Liman çevresindeki Hotel Belle Vue, Hotel la Residence, Grand Hotel Beauvau, Hotel Alize, Hotel Tonic dönem binalarıyla, çeşitli sayıdaki yıldızlarıyla ve müthiş manzaralarıyla alanı güzelleştiriyor. Alt katta ise Marsilya mutfağını turistik tarife ile sunan lokantalar, kafeler var.
Şimdi Eski Liman’a gidelim, sonra yüzümüzü denize dönelim… Limanın iki ucunda iki kale; solumuzda Fort Saint Nicolas, sağımızda Fort Saint Jean ve Phare de Sainte Marie deniz feneri sanki koyun sınırlarını belirlemekte. Sağda/kuzey tarafta ayrıca Marsilya gezginlerinin kaçırmaması gereken Mucem, yukarıda Eglise St Laurent, aşağıda Consigne Sanitaire binaları, devamında belediye binası olarak kullanılan Hotel Ville, aşağıda Eglise St Ferreol dikkatimizi çekecek. Solda ise bir tepeden körfeze bakan Palais du Pharo, sonra St Victor Abbey, turistik sabun müzesi Musee Savoy, şehrin en önemli tiyatrosu La CRIeE, Fort Saint Nicolas limanı renklendiren binalar.
MuCEM (Musee des Civilisations de l’Europe et de la Mediterranee) ve Fort Saint Jean
Marsilya’nın Avrupa Kültür Başkenti seçildiği 2013 yılında açılan bu Müze, Akdeniz uygarlıklarına adanmış bir yer. Müze konumu itibariyle de geçmiş ile geleceği birleştiren bir yapıda; 17 yüzyılda yapılan Fort Saint Jean kalesi ile bağlantılı şekilde 30.000m2 lik bir alana, dalgalı desenli metal bir kafes içinde kurulmuş bir yapı. Taş, su ve rüzgardan yapıldığı iddia edilen Müze, temel olarak alt katta Akdeniz havzasındaki uygarlıkların etkileşimi üzerine… 130 metre yükseklikteki bir köprü ile Panier bölgesinde St Laurent Kilisesi avlusuna bağlanan Müze, geçici sergilere de ev sahipliği yapmakta.
Müzeyi gezmek ücretli ama Fort Saint Jean kalesini ücretsiz gezebilirsiniz. Kale, 1660’da Louis XIV tarafından savunma amacıyla Eski Limanın girişine yapılmış. İsmi burada daha önce bulunan Saint John Hospitaler Şövalyelerinden geliyormuş. Aynı dönemde Eski Limanın karşı kıyısına da Fort Saint Nicolas inşa edilmiş. Fort Saint Jean yapılırken, 12 yüzyılda haçlı seferleri sırasında hasta bakım yeri olarak kullanılan kısım ile Provence kralı I.Rene tarafından yaptırılan kule korunmuş. Fransız İhtilali sırasında hapishane olarak kullanılan Kale’de Orleans Dükü II Louis Philippe ve iki oğlu, Montpensier Dükü Antoine Philippe tutsak olarak kalmış, 1794’te Robespierre’in devrilmesinden sonra ise yaklaşık yüz Jakoben burada katledilmiş. 19 ve 20 yüzyılda Fransız Ordusunun, II Dünya savaşı sırasında Alman ordusunun emrine giren kale 1964’te tarihi bir anıt olarak kabul edilmiş. Ayrıca burada 1855’te tamamlanan deniz feneri Pharede Sainte Marie’yi de göreceksiniz; 1922’de elektrikli hale getirilen fener şimdi kullanım dışı.
Müze’yi gezerken kaleyi de gezmiş oluyorsunuz ama buranın esas olayı Müze… Müzenin temel sergisi olan Akdeniz Uygarlıkları bölümünde, genelde Akdeniz’e damgasını vurmuş uygarlıklardan eserler, portreler, canlandırmalar görülebilir. Haliyle Osmanlı’da tam Osmanlı olduğu çağ esas alınarak Kanuni dönemi de Müze’de yer almakta; Kanuni’nin portresi yanında, Kanuni döneminde kullanılan bir sikke de görülebilir. O günlere ait silahlar, seramik eşyalar, haritalar, resimlerle Akdeniz uygarlıklarına kısa bir bakış atma fırsatı…
Geçici sergiler arasında muhtelif sanatçıların eseri olan maskelerden oluşan ‘Persona’ ilgilenen için yukarı katta. ‘Dance’ bölümünde ise video gösterileri var; ben ziyaret ettiğimde Fransız bayrağı renklerinden oluşan allı pullu paralarla süslü bir eşarpı kalçasına bağlamış bir kadın, Fransız Milli Marşında döktüre döktüre göbek atıyordu… Müze’nin bir sergisi de Jean Dubuffet’nin eserlerine ayrılmış; kendisinin sanat öyküsüne tanık olmak isteyenler, Sıradan Adamın Kutsanmasından, Sahra Çölü ve Afrika gezilerinden etkilenmesine, Art Brut akımına varışına kadar her aşamasını, eserleri vasıtasıyla izleyebilirler.
Burası ilginç bir yer; sırf eski ile yeninin harmanlanmasından çıkan sonuç ve Eski Limanın manzarasını seyretmek için bile gelinmeli. Ancak sergiler için bir şey diyemeyeceğim. Akdeniz Medeniyetlerinin Birleşmesi ile ilgili bölüm çok az objeyle koca koca imparatorlukların anlatıldığı ve sadece Fransızca dipnotlarla hazırlanmış bir yer, onun için uygarlıkların birbirini anlaması biraz sınırlı kalıyor haliyle. Jean Dubuffet, çağdaş sanatla ilgilenenler için ilginç. Persona geçici sergisi de öyle. Dans bölümünü ise anlamadım; totosuna Fransız bayrağı renklerini dolayıp göbek atan bir gösterinin anlam ve önemini bilemedim, hani bunu bir Kuzey Afrika ya da Orta Doğu ülkesinde o ülkenin milli marşıyla yapsa belki cesur ve kışkırtıcı diyeceğim ama…Neyse.
Müze ve Kale, salı hariç her gün gezilebilir; sabah 11.00’de açılıyor, kışın 18.00, yazın 19.00’da kapanıyor. Müze ücreti geçici sergileriyle beraber 9.50 euro, sadece kalıcı sergi 5 euro… Fort Saint Jean girişi ise ücretsiz. MuCEM’e 49, 60, 82 hatlı otobüslerle gelebilirsiniz.
Consigne Sanitaire
Mucem’den Eski Liman’a doğru yürürken hemen sağda göreceğiniz bir dizi alçak bina, 1719’da yapılmış ve sağlık hizmetleri için kullanılmış. 1867’de bu binaya benzer bir yapı daha eklenmiş. 1949’da tarihi anıt olarak tescil edilmiş, bugün ise idari bina olarak kullanılmakta. Yoldan geçerken bakmalık…
Eglise Saint Laurent
Mucem ve Fort St Jean’dan uzanan üst köprüyle ya da karşısındaki rampayı tırmanarak ulaşabileceğiniz 13. yüzyıl yapımı bu kiliseyi ben kaç kere gittiysem hiç açık görmedim. Romanesk tarzdaki kilise, balıkçılar ile denizcilere adanmış bir ibadethaneymiş ve Orta Çağ’dan günümüze ulaşan ender kiliselerdenmiş. 15 yüzyılda ve Fransız İhtilali sırasında ciddi hasar alan kilisenin çan kulesi 16. yüzyıldan kalmaymış. Ayrıca Fort Saint Jean inşa edilirken Kilisenin bir bölümü yıkılmış. 17 yılda ise Sainte Catherine Şapeli, Kiliseye eklenmiş. La Couronne taş ocağından çıkarılan pembe kireç taşından yapılmış bu kilisenin içinde pieta (Meryem kucağında İsa’nın cansız bedeni ile) ve St Laurent’in resimleri bulunmaktaymış.
Kilise’nin alt tarafında I ve II Dünya Savaşları’nda ölenler için bir anıt bulunmakta. Yukarda, MuCEM’e bağlanan köprünün açıldığı terastaki Louis Botinelly eseri olan 1911 yapımı Yavru Ayı Terbiyesici heykeli, benim yaştakilere nostaljik bir tat bırakabilir.
Hotel de Ville
Eski Liman’ın batı kıyısını süsleyen pembe taşları ve barok havasıyla hemen fark edilen 1660 yapımı bina, bugün Belediye Meclisi olarak kullanılmakta. Limanda II. Dünya Savaşı’nı sağ salim atlatan tek yapı olan bu binaya, ziyaretçi kabul edilmiyor. Binaya bir köprüyle bağlanan arkadaki yapının önündeki fil heykelleri binanın havasını değiştiriyor. Gezerken göz atın.
La Penier- La Veille Charite
La Penier aslında Eski Limanı da içine alıp Joliette’e kadar uzanan kısım ama buranın kalbi Centre de la Veille Charite çevresi. Burası Eski Limanın biraz üzerinde kalan bir bölge ama tarihi doku olarak Eski Limanla birlikte gezilmesinde fayda var. İlk Yunan yerleşim yerinin üzerinde gelişen La Penier, daracık sokakları, rengarenk boyalı evleri ile tam Akdeniz havasını yansıtmakta. 17. yüzyıla kadar üst-orta sınıfın yerleşim yeri olan bu bölge, artık işçi sınıfının, göçmenlerin mekan. Duvar resimlerinin sokak kafelerini sarmaladığı bu bölge, en azından bir kahve molasını hak ediyor. Ayrıca burada önemli lezzet durakları da var, Chocolatiere du Panier bunlardan biri.
Dünyanın dört bir tarafından gelenler kendi renklerini buraya da taşımışlar, özellikle duvarlar bir sanat galerisi gibi… Ama dikkatli olmak da fayda var; buranın şöhreti pek de iyi değil; burası bir zamanlar Marsilya’nın yer altı dünyası ile anılmaktaymış. Ben diyenlerin yalancısıyım, bir şeye tanık olmadım. Sırf grafitileri görmek için buraya gelmeye değer.
Öte yandan burada mutlaka görmeniz gereken bir müzeler topluluğu bulunmakta. Vielle Charite 1640 ylında kraliyet fermanıyla dilenciler ve yoksullar için bir düşkünler evi olarak kurulmuş, 1740’larda ise Barok tarzda hastane ve kubbeli kilise yapılmış. Ortadaki avluyu kemerli sütunlarla ayrılmış verandalardan oluşan üç katlı bir bina çevrelemekte. Alanın ortasında ise bir şapel var; kare bir yapının yanlarına daire kesitleri eklenmiş gibi duran yapının ön yüzündeki korint sütunlu girişi sanki bölgenin Yunan geçmişine selam durmakta. Tek kubbeli bu kilise ben gittiğimde kapalıydı.
Bir zamanlar darülaceze olarak kullanılan bu yapı şimdilerde bir kültür merkezi, müzeler topluluğu… MAAOA olarak adlandırılan müzeler topluluğunun ilk katında Akdeniz Uygarlıkları Arkeoloji Müzesi bulunmakta; heykeller, çivi yazılı tabletler, mezar başlıkları, silah araçları, kaplar, süs eşyalarının bulunduğu sergi Orta Doğu, Roma, Yunan, Etrüks, Kıbrıs yoğunluklu örnekleriyle bizi Akdeniz havzasının geçmişine götürmekte. Aynı şekilde Müzenin Mısır bölümü de, bu seçkiyi zenginleştiriyor; aralarında timsahında bulunduğu mumyalar ilginizi çekebilir. Yukarı kattaki Afrika ve Okyanusya bölümleri, bu uzak diyarların geçmişi ve kültürünü özetleyen objelere yer vermiş, özellikle maskeler ve heykeller ilgi çekici. Ayrıca Meksika Sanatı bölümünde maske ağırlıklı bir sergi mevcut. Geçici sergi olan Sahara kısmına ise girmedim.
La Panier bölgesi ve Vielle Charite, görmediğinizde gezinizin eksik kalacağı bir yer. Müze kısmı pazartesi hariç 10.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Giriş 6 euro.
Cathedrale Sainte Marie Majeure de Marseille (La Major)
Sainte Marie Majeure Katedrali, Marsila’nın ana katedrali. İlk olarak 4. yüzyılda kurulan, 12. yüzyılda genişletilen ve 1852 ile 1893 arasında yeniden yapılan bu Bizans Roman tarzındaki yapı, 142 metre yüksekliği, 71 metrelik kubbesi ve 3000 kişilik kapasitesiyle Fransa’nın en büyük Katedrallerinden.
Soğan başlı iki kule ve arkada geniş kubbeli alandan oluşan Katedralin içinde mermer kemerli geçişler, mozaik işli yer döşemeleri ile altın sarısı köşe freskleri göze çarpmakta. Katedraldeki heykeller de dikkat çekici; burada da daha küçük ölçekli pieta heykelleri göreceksiniz. Kilisenin hemen yanında ise Ancienne Catedrale de la Major yer almakta. Katedral pazartesi hariç her gün 10.00-17.00 saatleri arasında ziyarete açık ve giriş ücretsiz. Buradan 1, 35, 45, 49, 82S hatlı otobüsler geçmekte.
Eglise Saint Ferreol les Augustins
Eski Liman’ın bir başka önemli yapısı ise St Ferreol Kilisesi. Öndeki bembeyaz cephesi, geri kalan asık suratlı halinden tamamen farklı; önden tam Akdeniz kasabası havasında, geri kalanı ise günahları sevapları ağır ağır tartan bir sorgucu… Burası, Tapınak Şövalyelerine ait bir yapıyken 1379’da Augustin keşişlerine verilmiş. Eski kilisenin yerine 1542’de yeni kilise yapılmasına karar verilmiş ama bu kilisenin tamamlanması 1588’i bulmuş. Bu küçük kilise, önemli olaylara da tanık olmuş; Papa Clement VII yeğeni ünlü Catherine de Medici, II Henry ile bu kilisede evlenmiş. Fransız İhtilalinde yıkılmaktan zor kurtulan ve bir ara bir iş adamına satılan Kilise 1803’de Aziz Ferreol adına adanmış. Burada 1564’ten Mazenod ailesinin, 1695’ten Montolieu ailesinin mezarları, ayrıca Aziz Louis’in kemik parçaları bulunmakta. Kilise içinde Barok sanatçı Michel Serre’nin üç tablosu ile Joan d’Arc ve Aziz Tereza heykelleri görülebilir. Değişik renkli mermer işlemelerinin öne çıktığı altar da dikkate değer. Kilise 09.00-18.00 arası ziyarete açık.
Musee Regards de Provence
Notre Dame de la Majeur Katedrali ile Fort Sant Jean arasında kalan ve önceleri limanın karantinası olarak kullanılan binadan dönüştürülen müze 2013’te açılmış. Ben gittim ama ışıltılı bulutlarla süslü girişi gördükten sonra içeri girmekten vaz geçtim. Müzenin sürekli sergi bölümünde binanın geçmişi ve Marsilya ile ilgili eserler varmış, karantina binası, veba salgını ve Marsilya üzerine 45 dakikalık bir video ile sergi başlıyormuş. Yukarı katta ise geçici sergiler bulunuyormuş. Müze pazartesileri kapalı, diğer günler 10.00-18.00 arası açık. Müzeye giriş 4 euro, geçici sergiler 6,50 euro, ikisi birlikte ise 8,50 euro.
Musee des Docks Romains
1947’de, II. Dünya Savaşı sırasında yıkılan bölgenin inşası sırasında ortaya çıkarılan ve Roma dönemine tarihlenen bir depo kalıntısının sergilendiği müze, 1963’te açılmış, 1987’de yenilenmiş. Tarihi MÖ 6 yüzyıla kadar giden ve saklama için kullanılan anforaların sergilendiği Müzede ayrıca mozaik panolar, dönem eşyaları da görülebilir. Burası pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 arası ziyaret edilebilir, giriş ücretsiz. Ayrıca bu bölge Roma döneminden kemerler, kuleler gibi bir çok yapı kalıntısına ev sahipliği yapmakta, sokak aralarında dolanırken karşınıza çıkacak.
Musee d’Historie de Marseille
Centre Bourse’da bulunan bu Müze, Marsilya tarihine odaklanmış; şehrin tarihi 18 yüzyıla kadar izlenebiliyor ama ağırlıklı olarak Yunan ve Roma dönemi Marsilya’sına ait objeler mevcut… Kazı çalışmaları devam eden Roma döneminden kalma bir alanı da kapsayan Müze, Avrupa’nın en büyük tarih müzeleri arasındaymış. Müzede sergilenen objeler genelde şehrin Yunan ve Roma dönemlerinden ama bunun yanında Orta Çağ Marsilya’sına ait kaplar, Fransa’nın ilk fayansları, ayrıca XIV Louis krallığında şehrin tekrar canlanışına tanıklık eden eşyalar da görülebilir. Müzenin en büyük süksesi, 2. yüzyıla ait bir geminin iskeleti… Müzenin girişi Centre de la Bourse Alışveriş Merkezinin alt katından. Pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir, giriş 5 euro.
Musee des Docks Romains ve Musee d’Historie de Marseille’e bakınca, Marsilya geçmişini daha çok Yunan ve Roma dönemleriyle açıklıyor gibi geldi bana. Halbuki özellikle Fransız Devrimi sırasında bağımsızlık bayrağını taşıyan önemli yerlerden biriymiş. Ama Republique Caddesi’nin yan sokaklarında, devrimin ileri gelenlerinin kaldığı bazı binaların kapısına konan plaketler dışında (Memorial de la Marseillaise hariç) o dönem pek de vurgulanmıyor sanki.
La Criee
Eski Limanın doğu kıyısındaki bu bina Marsilya’nın ana tiyatro binası olup 1981’de kullanıma açılmış. Liman geziniz sırasında göreceksiniz.
Abbeye Saint Victor
Burası aslında Helenistik dönemde ve Hristiyanlığın ilk dönemlerinde nekropol olarak kullanılan bir alanmış. Aziz Victor, 302’de burada Romalılar tarafından öldürülünce 440 tarihinde bu alanda bir kilise yapılmış. Rivayete göre, zamanla genişletilerek erkekler ve kadınlar için ayrı bölümleri olan bir manastır haline gelen bu yapı, Avrupa’daki ilk Hristiyan ibadet yerlerinden sayılıyormuş. Ama bu iki manastırda 731 ve 838’de Sarazenler tarafından yıkılmış. Ancak 977’de tekrar imar edilmiş. Yapının eski gücüne kavuşması daha sonra Papa Avignonlu V Urban sayesinde olmuş. 16. yüzyıldan itibaren Manastır önemini kaybetmiş, bunda da en önemli rol 12 yüzyıldan beri toplanan kütüphanenin yok olmasıymış; rivayet odur ki bu kitapların çoğu Catherine de Medici’nin koleksiyonuna aktarılmış. Zaten geri kalan zenginliklerde 1794’te soyulmuş, azizlerden kalanlar eşyalar yakılmış, altın ve gümüşler eritilmiş, manastır depo ve zindan olarak kullanılmış. Ancak 19. yüzyılda geriye kalan kilise tekrar ibadete açılmış.
Dış cephesinde bir timsahla mücadele eden Aziz’in kabartma heykeli görülebilir. İçeride ise bir vitrinde hazine sergisi var. Manastır, 09.00-19.00 saatleri arasında ücretsiz olarak gezilebilir, alt kattaki aziz mezarlarını görmek isterseniz 2 euro ödemeniz gerekiyor, ancak Kilisenin terasından zaten alt katın bir kısmı görülmekte. Daha fazlasını merak ederseniz, alt katta katakomp şapelinin yanı sıra bazı pagan ve Hristiyan lahitleri de yer almakta.
Bu kilise her yıl 2 Şubat’ta hac merkezi oluyormuş. Buraya 54, 55, 60, 61, 80,81 hatlı otobüslerle gelebilirsiniz. Buranın bir cazibesi de Manastırın önündeki seyirlik teras; Eski Limanın harika manzarasını en iyi görebileceğiniz noktalardan biri.
Palais du Praho
Eski Limanın doğu yakasının sonundaki tepelikte yer alan bu görkemli bina 1858’de Napoleon III tarafından yaptırılmış. Dönemin şatafatını yansıtan binayı görmek yanında Eski Limanın panoramik manzarası için de buraya gelmeye değer. Bahçesindeki deniz kurbanlarına atfedilen ve 1923’te açılan heykel görülebilir. Yürümek istemezseniz 82 hatlı otobüs ile gelinebilir.
Fort Saint Nicolas
XIV Louis tarafından 1660-1664 arasında, Eski Limanın güney tarafında yaptırılan kale, hem savunma hem de hapishane amaçlı kullanılmış. Burada Fransız İhtilali sırasında kısmen yıkılan bir garnizon da mevcutmuş. II Dünya Savaşı sırasında, Habib Bourgulba ve Jean Glono burada hapis yatmış. Bugün kısmen askeri bölge olan kaleye ziyaretçi sınırlı olarak alınıyormuş, illa gireceğim diyorsanız Turizm Ofisi ile görüşmeniz gerekiyor.
Maison Diamantee
Eski Rıhtım bölgesinde bulunan ve adını sivri uçlu kesilip şekillendirilmiş taşlarla örülü cephesinden alan bu binanın geçmişi 1570’lere kadar gitmekteymiş. Katalan bir tüccar tarafından yaptırılan, Fransız İhtilalinde bölünen, 1914’te metruk hale gelen ve II Dünya Savaşı’nı zar zor atlatan bina bugün sanat kuruluşlarının idari binası olarak kullanılmakta.
L’Eglise des Accoules
La Penier bölgesinde yer alan ve Hazreti Meryem’e adanan bu kilise 11. yüzyıldan kalmaymış ve Minavra Tapınağı’nın kalıntıları üzerine yapılmış. 1205’te onarımdan geçen kiliseye çan kulesi de eklenmiş. 14 yüzyılda Gotik tarzda yenilenen kilise 1794’te Fransız İhtilali sırasında yıkılmış. 1848’de yeniden yapılan kilisenin, orijinal kalan kısmı sadece çan kulesiymiş. Birkaç defa gittiğim halde, hiç birinde kiliseyi ziyaret edemedim, kapı hep duvar…
Hotel da Viel 1743-1747 arasında inşa edilen yapı, 1720 veba salgınında Marsilya’da çalışan cerrah ve göz doktoru Jacques Daviel’nin adını taşımaktaymış. Adliye Sarayı olarak da kullanılan bina, ferforje balkonları, ön cephedeki Verdiguier heykelleri ile dikkat çekiyor. Burası daha sonra tıp okulu olmuş, şimdi ise belediye ek binası olarak hizmet vermekteymiş.
Alcazar
Eski Limanda Cours Belsunce bölgesinde yer alan bu muhteşem tiyatro binası, şu an kütüphane olarak kullanılmakta. 1857’de Arap mimarisinden esinlenilerek yapılan bina, uzun süre gösteri dünyasına hizmet verdikten sonra 1966’da kapanmış, 1979’da yeniden yapılarak 2004’te kütüphane olarak açılmış.
Hotel Dieu
Bugünlerde Marsilya’nın lüks ve konfor simgesi bu iddialı hotel, bir zamanlar şifa dağıtan bir hastaneymiş, geçmişi 1188’e kadar uzanıyormuş. Mevcut bina 1866’da Napoleon tarafından açılmış, hastane 1993’te son hastaları da yolladıktan sonra uzun bir bakım sürecine girmiş ve 2013’te muhteşem bir otel olarak şehir hayatına geri dönmüş. Bir zamanla kara vebayla amansız mücadelelerin geçtiği salonlarda bugün, bazılarının geceliği 6600 dolar olan 22 suit ve 172 odası ile şatafatlı hayatların ışıkları yansımakta. Otelin iki lokantasından biri olan Alcyone Restaurant’ın sahip olduğu Michelin yıldızları da bu ışıltıyı artırmakta…
Palais de la Bourse
Eski Limanın hemen yanında, La Canebiere Caddesi üzerindeki bu bina belki de Marsilya’nın en dikkat çekici yapısı. Ön cephesindeki sütunlu alanı ve ön yüzdeki taş işçiliği ile dikkat çeken bina Ticaret ve Endüstri Odası olarak kullanılmakta. Ayrıca burada bir de Denizcilik Müzesi bulunmakta ama ben gitmedim.
Böylece La Penier bölgesini de içine alacak şekilde Eski Liman bölgesini, limanın iki ucunu da gezmiş bulunuyoruz. Bu bölge eğlence, konaklama ve yeme-içme konusunda da çok fazla seçenek sunmakta.
Diğer Bölgeler Şimdi yavaş yavaş şehrin iç kısımlarına doğru gideceğiz. Gezimiz merkezden dışarıya ve öncelikli görülmesi gereken yerlere göre olacak. Burada görülmeden gelinmemesi gereken yerler arasında Basilique Notre Dame de la Garde ile Palais de Longchamp var; diğer yerler zaman kalırsa gidilecek noktalar.
Basilique Notre Dame de la Garde
Marsilya’nın siluetinin vazgeçilmez parçası olan bu yüksek bir tepede kurulu muazzam kilise, şehrin olmazsa olmazı. Katedralin içindeki asılı gemi maketleri ise, buranın geçmişine bir gönderme; eskiden buraya balıkçılar kayıklarının kutsanması için gelirlermiş. Eski limanın güneyine düşen bu görkemli kilisenin yapımına 1852’de başlanmış, tamamlanması ise 1864 yılını bulmuş. Neo Bizans tarzındaki bu Kilise, romanesk uslüplu eski bir kilisenin üzerinde yükselmekte; ilk olarak 1214’te Marsilyalı bir rahibin çabalarıyla burada kurulan bir şapel 15 yüzyılda Aziz Gabriel’e adanan büyük bir kiliseye dönüştürülmüş, daha sonra ise bugünkü kilise yapılmış. 41 metre yüksekliğindeki minarenin üzerindeki 12,5 metrelik çan kulesi, 11,2 metrelik altın yaldız boyalı Madonna ve çocuğu heykeli ile taçlandırılmış. Ama Fransız ihtilali sırasında buradaki ilk kilise, ibadete kapatılmış, hatta Hazreti Meryem’in gümüş heykeli darphaneye gönderilip eritilmiş. 1793’te kralın kuzeni Louise Phillipe, Bourbon Düşesi, Conti Prensi burada hapsedilmiş ama bakmışlar ki mahkumlar manzaranın keyfini fazlasıyla çıkarıyorlar, doğruca St Jean Kalesine gönderilmişler.
Burası Eski Limana yakın, yürüyerek belki yarım saatte varırsınız ama oldukça dik bir yokuşu var. Ama bu yokuşa aldırmadan iman gücüyle buraya tırmananlar arasında Fransız İhtilali sırasında tahta bulunan XVI Louis’in kızı Marie Therese ile edebiyatta romantizmin öncüsü François Rene de Chateaubriand’da bulunmaktaymış.
Katedralin dışı beyaz kireç taşı ve yeşil kum taşı ile döşenmiş, yukarı bölümlerde mozaik ve mermer işçiliği mevcut. Önce bir merdivenle Katedralin mezarlar kısmına, başka bir merdivenle de altın yaldız mozaik süslemelerin hakim olduğu kiliseye geçiliyor. Romanesk mezarlıkta Papa IX Pius’un mezarı bulunmakta. Burada mermer ve Golfolin taşından yapılmış altardaki Madonna heykeli, 1804’te eski kiliseden buraya taşınmış. Kilisenin içi ise baş döndürücü bir şatafata sahip; kırmızı beyaz mermer sütunlar ve yaklaşık 1200 m2 lik alanı donatan mozaik süslemeler insanın başını döndürüyor. Kilise içince mezarlık bölümüyle simetrik olarak 6 şapel bulunuyor.
En alt katta ise Kilise ile ilgili bir müze var, giriş 5 euro. Müze, kilisenin yapım aşamalarını da içeren küçük bir yer, hazine kısmında altın ve gümüş dini objeler görülebilir. Kilisenin terasındaki müthiş manzara eşliğindeki Pieta (Hz Meryem kucağında Hz İsa’nın cansız bedeniyle tasvir edilen acı) heykeli ise muhteşem ama harika Akdeniz manzarası insanda ne dert bırakıyor ne tasa…
Kilise nisan-eylül arası 07.00-20.00 saatlerinde, diğer dönemlerde 07.00-19.00 saatlerinde gezilebilir. Buraya eski limandan geçen 60 numaralı otobüsle gelebilirsiniz. Ayrıca mini trenlerin de burada durağı bulunmakta.
Palais Longchamp
Marsilya’nın en görkemli süslerinden biri Palais Longchamp, Durance Nehri’nin sularını Marsilya’ya taşıyan kanalın yapımını kutlamak için yapımına Orleans Dükü tarafından 1839’da başlanan ama tamamlanması 1869’u bulan muhteşem bir saray, park ve müzeler topluluğu. Sarayın ana yapısı, chateau d’eau denilen heykellerle süslenmiş çeşmelerden, havuzlardan oluşmakta. Bu görkemli çeşme-havuzun bir yanında Musee des Beaux arts, diğer ucunda Musee d’Historie Natürelle var. Saray, muhteşem bir bahçenin içinde; bahçe içinde 1987’ye kadar bir hayvanat bahçesi varmış, buradan geriye kalan ise bazı kafeslerdeki Türk çinileri…
Çeşmenin ana yapısını ise birbirine kavisli bir kemerle bağlanmış ikisi küçük üç kule oluşturmakta. Ortadaki kule görkemli bir çeşme ile taçlanıyor; dört boğa ve üç kadın figürü arasında Durance’ı temsil eden bir heykel bulunuyor. Kadın heykellerinin arkasında ise insan yapımı bir mağara ve gölet var. Boğa ve kadın heykellerinin altından su, alttaki başka bir havuza akmakta, en sonunda oradan da akan sular suni bir gölete ulaşmakta. Ama bu görkemli yapının her yanı ince ince işlenmiş, müthiş bir görsel şölen sunmakta… Doğa tarihi müzesi olan Musee d’historie tadilatta olduğu için kapalıydı ama güzel sanatlar müzesi olan Musee des Beaux Art’ı gezebildim.
Güzel Sanatlar Müzesi, 16-19. yüzyıllarda yapılmış resim, heykel, rölyef koleksiyonuna ev sahipliği yapmakta. Müzenin geçmişi 1801’e kadar gitmekte; ilk koleksiyonlar Fransız İhtilali sonrası kamulaştırılan eserlerden oluşmuş, 1869’da Müze, bugünkü yerine taşınmış. 2000 resim ve 300 heykelin sergilendiği Müzenin girişinde bizi, Pierre Puvis de Chavannes tarafından yapılmış Marsilya’nın iki dönem resmi karşılıyor. Fransız sanatçılar yanında İtalyan, İspanyon, Hollanda sanatçılarının da eserlerinin yer aldığı müzede, Michel Serre’in 1721 veba salgınını anlatan resimleri, Pierre Puget’nin şehir planları ve Yunan-Roma dönemine ait şehrin duvar resimleri ilgi çekici. Müzede çeşitli sanat akımların örneklerini görmek mümkün, doğu etkisinin Avrupalı ressamların tuallerine yansımasına ait örnekler de mevcut. Müzede benim ilgimi en çok Monticelli’nin Marsilya çeşitlemeleri, batı dünyasının doğuya, hareme, insanlarına bakışını yansıtan resimler ve Fabius Brest’in Trabzon ile ilgili resmi çekti.
Burası gezginler için mutlaka gelinmesi gereken bir yer. Müze, pazartesi hariç her gün 09.30-18.00 arası gezilebilir, giriş 6 euro. M1 metro, T2 tramvay, 6-7-7B-7T, 42, 42T,81 otobüs hatları ile buraya gelebilirsiniz.
Musee Grobet Labadie
Palais Longchamp Parkı’nın biraz altında yer alan bu malikane, 19 yüzyıl burjuva hayatına, dönemin köklü bir ailesinin çerçevesinden bakmak için ideal bir yer. Marsilyalı iş adamı Alexandre Labadie’nin kızı Matrie Labadie tarafından bağışlanan malikane, duvarlardan halılara, resimlerden biblolara, dönemin zengin bir ailesinin yaşamına dair ip uçlarını vermekte.
Dönem mobilyaları, goblenler, Türk çini işleri ve müzik aletleri ile zenginleşen bu müze pazartesi hariç her gün 09.30-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir, giriş 6 euro.
Eglise Saint Vincent de Paul
Les Reformes olarak da bilinen bu kilise, 1886’da Gotik tarzda yapılmış. Bronz girişler ve dış cephe taş işçiliği göz alıcı ama esas dikkati çeken Louis Botinelly eseri Joan d’Arc ve İsa heykelleri. Bu kilise pazar hariç her gün 09.00-12.00 ve 13.00-16.30 saatlerinde ziyaret edilebilir. Mavi metro hattı, sarı tramvay hatta buradan geçmekte. Hazır buraya gelmişken yol üzerindeki Palais des Arts binasına da göz atın.
Stade Velodrome
Futbol düşkünlerinin kayıtsız kalamayacağı Stade Velodrome, 1938 Dünya Kupası için düşünülen stat, 13 Haziran 1937’de açılmış. Önceleri atletizm yarışmalarının da yapıldığı yer sonradan tamamen futbol müsabakalarına ayrılmış. Bugün ‘Olympique de Marseille’ futbol takımının da stadı olan ve dalgalı yapısıyla ilginç bir mimari tarza sahip olan yapının altında bir de hediyelik dükkan var. Ben gezmedim ama isteyenler rehberli turlar ile stadı gezebilirler. Turlar pazar hariç 10.00-19.00 saatlerinde düzenleniyor ve yaklaşık 75 dakika sürüyor, giriş ücreti 13 euro. Buraya M2 metro hattı ile gelebilirsiniz; Rond Point du Prado ile Sainte Marguerite Dromel durakları arasında kalıyor. Ayrıca 15, 15S, 16, 16S, 16T, 17, 24, 24B, 24T, 46, 46S, 47, 48, 48T, 73 hatlı otobüsler buradan geçiyor.
Unite d’Habitation
2016’da UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak kabul edilen yapı kompleksi, brütalist mimari örneklerinden sayılıyor. Rengarenk balkonlarına karşın boyasız, çıplak bırakılan beton yapısı, bir sehpa üzerinde yükseliyormuş gibi duran havası özellikle mimarlar için ilginç. 1947-1952 yıllarında tamamlanan bina, cite radieuse (parlak şehir) olarak anılıyormuş; bunun nedeni de projenin 18 katlı, 337 daireli yapısıyla toplu konut sistemini sırf barınmaktan çıkarıp içinde yaşayanlara bir hayat sunması olabilir. Sonuçta binanın içinde bulunan dükkanlar, okul, açık hava tiyatrosu, revir ve çatı katındaki bahçe, yüzme havuzu, oyun alanı farklı bir toplu konut yaklaşımı sunmakta. M2 metro hattı buranın yakınından geçmekte; 23,44, 45 hatlı otobüsleri de kullanabilirsiniz.
Memorial de la Marseillaise
Fransa’nın milli marşı La Marseillaise için yapılan ve Marsilya’nın göbeğinde bir ara sokakta bulunan müzeyi ben hiç açık görmedim. Aslında Fransa’nın Avusturya’ya 1792’de savaş ilanından sonra Strasbourg valisi Claude Joseph Rouget de Lisle’dan bir marş yazmasını ister ama bu beste, iki ay sonra Marsilya’dan Paris’e yürüyüp Kral XVI Louis’yi devirmeye giden devrimcilerin marşı haline gelir. Gerçi Rouget’de hapisi boylar ama neyse ki Kralın akibetine uğramaz ve giyotine gitmez ama yoksulluk içinde ölür. Bu marş 1795’te milli marş haline gelir.
Müze, Tren İstasyonu’nun altında, Thubaneau Sokağı’nda 1681’de balolar için yapılan bir yapıda konuşlanmış. Bu bina daha sonra Türk hamamı olarak kullanılmış. Müzede dönem yayınlarının tıpkı basımları ile marşın çeşitli versiyonlarını içeren kayıtlar bulunmaktaymış. Ayrıca Amerikalı Opera divası Jessye Norman’ın Fransız İhtilalinin 200 yıldönümündeki gösterisi için tasarlanan Fransız bayrağı şeklindeki kıyafeti de sergilenmekteymiş. Görmek isterseniz her gün saat 10.00-19.00 arasında açık deniliyor ama bana denk gelmedi, gidip kapısında nöbet tutun, belki siz görürsünüz.
Parc-Chateau Borely
Şehrin dışındaki bu muhteşem park ve içindeki malikane zaman ayırmanız gereken bir yer. 17 yüzyılda armatör ve tüccar Joseph Borely tarafından alınan alan, 19 yüzyılda el değiştirmiş, sonra belediyeye geçmiş. 17 hektarlık bir alana yayılan park içinde İngiliz bahçeleri, Fransız bahçeleri, göletler bulunmakta. İlerde Şehrin simgelerinden dönme dolap da görülebilir.
Parkın içinde geniş ağaçlıklar, büyük bir gölet var. Parkın bir de botanik bahçesi bulunmakta. Ama parkın en önemli mekanı 1768’de yapılan malikane. Önündeki havuzlu yürüyüş yolu, Prado deniz manzarasına da sahip. Bina, belediyeye geçtikten sonra arkeoloji müzesi olarak kullanılmış ama 2003’ten beri burada Musee des arts decoratifs, de la faience et de la mode bulunmakta. Malikanenin kendisi bile görmeye değer; duvar freskleri, oda döşemeleri, porselen takımlar, hepsi o dönemin nadide eserler.
Burası dekoratif sanatlar ve moda sergileri için belki de çok iyi bir seçim çünkü Malikane bir yandan 18. yüzyıl aristokrasisinin hayat tarzına ışık tutarken bir yandan da günümüz modasından izler taşımakta. Ben ziyaret ettiğimde gördüğüm sergi ise, bırakınız bugünü, ilerki yılların modasına doğru bir geçit yapmakta.
Müze salı-pazar günleri 10.00-18.00 saatleri arasında açık, giriş 5 euro ama her ayın ilk pazarı giriş ücretsiz. Müze ile birlikte botanik parkını da gezmek isterseniz 6 euro ödüyorsunuz, sadece botanik parkını görmek isterseniz 3 euro…Park ise her gün 06.00-21.00 saatlerinde açık. Eski Limandan geçen 83 hatlı otobüs ile buraya gelebilirsiniz.
Gare de Marseille Saint Charles
İlk olarak 1848’de Paris-Lyon-Marsilya hattı için yapılan istasyona, 1920’lerde Afrika ve Asya kolonilerini temsilen anıtsal heykeller dikilmiş ve Saint Charles’ı şehre bağlayan görkemli merdivenler yapılmış. Bugün tren istasyonu ve yanındaki otobüs terminali ile Marsilya’nın en hareketli noktalarından.
Musee Cantini
Mermer sanatçısı ve koleksiyoner Jules Cantini, evini ve tüm koleksiyonunu 1916’da müzeye dönüştürülmek üzere bağışlamasıyla oluşan bu Müze, Bacon, Kandisky, Miro, Ernst, Balthus, Dufy, Picasso gibi çağdaş sanatın klasiklerinin eserlerini barındırmakta. Giriş kat ise geçici sergilere ayrılmış. Beni de müzeye girmekten vazgeçiren bu kısım oldu. Bahçedeki korkuluk gibi adamı görünce Müzeye girmekten vazgeçtim. Marsilya’nın en işlek alışveriş merkezinde olan bu müzeye bir şans tanımak isterseniz her gün 10.00-18.00 saatleri arasında 5 euro karşılığı gezebilirsiniz.
Opera de Marseille
Marsilya Operası 1685’te Bordeaux’dan sonra Fransa’da ikinci opera binası olarak kurulmuş ama bugünkü opera binası 1924’te açılmış. Art Deco bir tapınak veya Paris’teki Champ Elysees’nin ruh ikizi olarak isimlendirilen yapının konukları arasında Placido Domigno, Renata Scotto ve Alfredo Kraus varmış.
Opera binasının bulunduğu bölge, özellikle Place Estrangin Pastre,19 yüzyılda gelişen Marsilya’nın yeni havasını yansıtmakta. Dönemin zevkini yansıtan binalar bölgeye ayrı bir hava katıyor. 1867 yılı yapımı devasa La Prefecture, La Palace de Justice, Caisse Depargne bu bölgede yer alan diğer görkemli binalar, özellikle bu meydandaki ince işlemeli havuz kenarında oturup bir süreliğine de olsa bu yapıların görkemine kendinizi bırakmanızı tavsiye ederim.
Chateau d’If
Alexander Dumas’nın Monte Cristo Kontu’ndan tanıdığımız Chateau d’If, Frioul adaları arasında en küçüğü olan If adasında bulunan bir kale. Eski Liman’a 3,5 km mesafede ve 3 hektarlık bir alanı olan adanın çoğu kısmı kale alanı. Kale ise üç katlı kare bir yapı. Üç tarafında yüksek burçlar mevcut. Kale 1524-1531 arasında Kral I Francis emriyle silah deposu olarak yapılmış. Şehrin savunması için yapılsa da hemen hiç bu amaçla kullanılmamış, sadece bir kez 1531’de Kutsal Roma İmparatoru V Charles’ın Marsilya’ya saldırı hazırlıkları sırasında bir kıpırdanmalar olmuş ama sonrasında böyle bir saldırı olmamış.
Adanın askeri ünü pek başarılı değilse de, hapishane olarak adı almış yürümüş. İsmi Alcatraz ile birlikte anılan ada-hapishane, gayet karanlık bir geçmişe sahip. 1580’de krala suikast düzenlemekle suçlanan Anselme buranın ilk tutsağıymış. 1685’de 3500 civarında Protestanın yolu buradan geçmiş, Paris Komünü liderlerinden Gaston Cremieux burada öldürülmüş. Ama ada esas ününü 1844’te Alexander Dumas’ın Monte Cristo Kontu isimli romanı yayınlanmasından sonra kazanmış. Roman kahramanı buradan kaçmaya kalkışmış ama gerçek hayatta bunu yapabilen kimse yokmuş. Hayat hapishanelerde de adil değil; burada garibanlar aşağı katta, penceresiz odalarda kalırken zenginler üst katta, şömineli, dolaplı odalarda cezalarını çekmişler. 1890’da ise hapishane olarak kullanım sona erdirilerek halka açılmış. Öte yandan Mark Twain, Demir Maskeli Adamın da burada hapis yattığını iddia etmiş ama buna Tom Sawyer bile inanmamış çünkü aslında Demir Maskeli Adam buraya hiç gelmemiş.
Bir avluya bakan ve hücrelerden oluşan binanın terasından harika bir Marsilya manzarası, buranın karanlık geçmişini unutturuyor insana. Ama biraz kulak verseniz, kimbilir belki I Philippe’nin sevgilisi Chevalier de Lorraine’in iç çekişlerini, şehre veba getirdiği için suçlanan Jean Baptiste Chataud’un feryatlarını duyabilirsiniz. Söylentilere bakmayın, Marquis de Sade’nin yolu buraya hiç düşmemiş. Bu arada, Kaledeki hücrelerin bazıları, burada tutsak kalanların isimleriyle anılmakta.
Eski Limanın önündeki Frioul Adalarının bir parçası olan If Adası, eski limandan kalkan teknelerle gezilebilir. Frioul Adalarının hepsini gezmeniz mümkün; Parc National des Calanques parçası olan bu bölge ayrıntılı gezmeyi hak ediyor. İles du Froil olarak bilinen adalar grubu, If, Promegues, Raton neau, Tibulen olmak üzere dört adadan oluşuyor ve milli park olarak korunmakta.
Eski Limandan buraya gezi tekneleri kalkıyor. Nisan-Eylül arası 10.15- 17.45 Ekim-Mart arasında yine ilk tekne 10.15’te kalkıyor ama son teknenin kalkış saati 16.45. Tur bedeli 11 euro, buna If’teki kale girişi de dahil.
Cours Julien
Bu bohem bölge, belki de Fransa’nın en büyük sokak sanatına sahip alanı; nereye bakarsanız grafiti… Hafif pejmürde, tekinsiz havasına rağmen koca bir havuzun süslediği parkın etrafında her renkten insan huzur içinde oturuyor. Burada butik giysi dükkanları, el sanatları stantları yanında farklı lezzetleri ucuza bulabileceğiniz lokanta ve kafeler mevcut.
Bu bölge gün boyu hareketli, gece hayatı da oldukça renkli. Dolaşmaktan yorulduğunuzda sokaklara yansıyan sanat ortamında dinlenmek için birebir. Buraya metro 2 ile gelebilirsiniz, Notre Dame du Mont durağında ineceksiniz.
Porte d’Aix
Şehrin güneyinde, eskiden Aix-en-Provence’a giden yolun üzerinde, Roma İmparatorluğu’nun zafer taklarından esinlenilerek tasarlanan bu zafer anıtı, 1784’te Louis XIV şerefine yapılması planlanmış, 1823’te Fransa’nın İspanya’daki zaferleri de bu taka eklenmiş ve 1839’da tamamlanmış.
Place Castellane
Rue de Rome caddesinin sonundaki bu alan 1774’ta yapılmış; adı ise bu bölgeyi bağışlayan aristokrat Henri Cesar de Castellane Majastre’den gelmekteymiş. 1798’de buraya bir çeşme ve obelisk yapılmış ama 1911’de obelisk Mazargues’ye taşınmış. 1913’te buraya bugünkü çeşme ve anıt yapılmış. Bugün burası merkeze hafif uzak ama çeşitli lokanta, kafe ve barlarıyla turistleri bekleyen bir yer. Giderseniz Couvent Saint Lazare’ye de bir göz atın derim ben.
Yiyelim İçelim
Marsilya gastronomik açıdan da çok zengin. Özellikle deniz ürünleri sevenler için bir cennet. Eski Liman çevresinde biraz turistik tarife olmakla beraber, bir çok lokanta size Marsilya mutfağından örnekler sunacaktır. Ama eski limandaki Quai de Rive Neuve paralelindeki sokaklarda, Place Thiars civarında daha otantik, daha çeşitli lezzetler bulunabilinir. Ben bu bölgedeki La Langoustine’i tercih ettim. Marsilya’da mutlaka denemeniz gereken lezzet, bir tür balık çorbası olan ‘Boullabaisse’. Balık ve deniz ürünlerinin sarımsak ve safranla harmanlanması ile hazırlanan bu yemek, Marsilya’nın spesiyalitesi. Ayrıca midye kovaları da tercih edilebilir.
Benim bir başka önerim ise, Toinou Les Fruits de Mer… Eski Limanın hemen yakınındaki Cours Saint Louis sokağındaki bu lokanta, çok daha hesaplı bir şekilde deniz ürünleri sunmakta ama yemekler daha çok soğuk servis yapılıyor. Tabaklar 11.90 eurodan başlayıp birkaç kişilik tabaklarda 76.40 euroya ulaşıyor, daha ucuz servisler de bulunmakta.
Cours Julien bölgesindeki kafeler, lokantalar ucuz seçenekler sunabilir. Aynı şekilde Place Castellane civarında da daha az ama ucuz seçenek bulabilirsiniz.
Öğün geçiştirmek için ise sandviç deneyebilirsiniz; bazı yerlerde bu sandviçler o kadar zengin ki başlı başına bir öğün sayılabilir. Mesela Cours Joseph Thierry üzerindeki Le bar a Pain bunlardan biri.
Fransa deyince tatlılar, pastalar, şekerlemeler de lezzetin bir parçası… Bu konuda Canebiere Caddesi’nin Eski Liman’a yakın kısmındaki La Cure Gourmande size bol bol seçenek sunmakta. Marsilya’ya özgü bir tat da calissons… Badem ezmesi ve badem şekeri karışımı bir tadı var. Meyveli çeşitleri de mevcut. Dondurmayı ise Amorino’da yiyin, bir de makaron kondurun üzerine; o da Eski Limanda.
Türk mutfağından vaz geçmem diyorsanız, Canebiere’de sık sık dönerciye rastlayabilirsiniz. Hatta Rue Barbusse caddesinde Ankara-İstanbul-Bodrum isimli dönerciler yan yanaydı.
Siz bu fakire uymayın. Ben müze göreyim, kilise gezeyim derken yemek için ne bütçe ne de zaman ayırdım. Ama eğer gözlerim Michelin yıldızlarıyla kamaşmadıkça ben yediğimden bir şey anlamam diyorsanız Vieux Port’un kuzey yakasındaki Une Table Au Sud, aradığınız yer olabilir, odun ateşinde pişirilen istakozunun tadına doyum olmuyormuş, Bouillabaissesi de çok ünlüymüş. Bouillabaisse konusunda iddialı başka bir yer ise, yine Michelin yıldızlı L’Alcyone, daha önce bahsetmiştik. Buralarda türlü fiyata set menülerde bulabilirsiniz. Eski Liman’ın güney kıyısındaki Les Arcenailx ile L’Aromat da bouillabaisse konusunda iddialı yerler. Bu bölgedeki La Fiancee, Loustic, Deep, Gingerart Coffee, kahve alanında öne çıkan kafeler. Castellane’daki Saisons, Velodrome’daki Otto ve Am Alexandre Mazzi Michelin yıldız savaşlarında ismi geçen lokantalardan.
Alışveriş
Eski Liman hediyelik eşya alış verişi için de zengin bir yer. Sabun ve lavanta, Marsilya’nın en önemli ürünleri. Eski Limanın iki yakasında da sabun satan dükkanlar var, hatta müze de var. Musama bu müzelerden biri. Ayrıca turistik bölgelerde sabun üreticileri de görülebilir.
Günlük alış veriş için Carrefour, Utile, Spar gibi yerler seçilebilir. Monoprix ise yiyecek içecekten, giyeceğe, elektronik eşyalardan kırtasiyeye herşeyi bulabileceğiniz bir yer.
Marsilya merkezinde, Eski Liman yanında Centre Bourse’daki AVM alışverişleriniz için bir seçenek. Fransa’nın gururu Lafayette burada. Hemen yanında ise her şey 1 euro anlayışına yakın büyük bir mağaza var; kozmetikten mobilyaya kadar bir çok şey bulabilirsiniz.
Velodrome Stadyumu’nun yanındaki Prado AVM, lüks markaların bulunduğu bir yer, kahveden giysiye göz alıcı markalar burada. Velodrome’daki mağazadan da spor malzemeleri alabilirsiniz. Bunlar dışında merkeze daha uzak yerlerde, Grand Littoral, La Vlentine, Bonneveine,Les Terrasses du Port, Village Docks’da diğer AVM’ler.
Eğer dünyaca ünlü markalar arıyorsanız Saint Ferreol, Paradis, Rome caddelerinde dolanmalısınız. Rolex, Hermes, Chanel, Dior gibi markalar Opera ile Rue Grignan arasında… Antika istiyorsanız Edmond Rostand, Haut Paradis’de…Butik tasarımlar için Cours Julien sokakları seçenekler sunmakta. Tren İstasyonunun altındaki Canebiere bölgesi ve Noailles civarında sebze meyve pazarı, spor mağazaları yanında seks dükkanları da var.
Gelelim pazarlara… Balık, deniz ürünü arıyorsanız her gün Eski Liman’da Quai de la Fraternite pazarı kuruluyor, ayrıca burada cumartesileri kurulan pazarda çiçek, sabun, magnet gibi ürünler daha ucuza bulunabilir. Capucins‘de pazar hariç her gün yiyecek, giyecek pazarı kuruluyor. Castellane bölgesindeyseniz burada da aynı şekilde bir pazar var. Çiçek arıyorsanız; pazartesileri Rue Georges, salıları ve cumartesileri Joseph Thierry , çarşamba ve perşembeleri La Plaine’e gideceksiniz. Organik ürünler önemli, o zaman çarşambaları Cours Julien’e uğrayın.
Paranız kısıtlıysa ve illa modayı takip etmek istiyorsanız, Canebiere ile Place des Capucines arasında, yan sokaklarda her markanın çakmasını üreten dükkanlar var. Cours Belsunce etrafında yoğunlaşan bu dükkanlar arasında İstanbul Moda isimli bir yer de var; eh, moda olur da İstanbul eksik kalır mı… Eğlenmek için Eski Liman, Cours Julien ve şık barlarıyla La Joliette denemeniz gereken yerlerden.
Son Söz
Fransa’nın en büyük ikinci şehri denince insan Marsilya’yı Paris ile kıyaslıyor ister istemez. Yapmamak lazım, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Sonuçta Marsilya benim gayet memnuniyetle gezdiğim, nefesimin havasına keyifle karıştığı bir şehir oldu. Dünyanın her tarafından insanların geldiği bir yer; haliyle keşmekeşi de bol. Karışık, tedirgin edici yapısı yanında rafine zevklere de hitap eden bir şehir. Ama kozmopolitlik Paris gibi zenginleştirici bir unsur olarak yansımıyor sanki Marsilya’ya, daha çok karmaşa ve kayıtsızlık var ortada… Şehir merkezinde sefalet ve nezafet yan yana görülebiliyor. Dünyanın her yerinden gelmiş insanlar birbirine değmeden yaşayıp gidiyor sanki. Bu farklı kökenden gelen insanlardan ortaya, ne bileyim, mesela Endülüs gibi bir üst kültür çıkmazmış gibi geldi bana. Belki politik olarak doğru bir soru değil ama yine de düşünmeden edemedim; çok çeşitlilik, çok renklilik her zaman iyi midir; gün gelip Marsilya bu sorunun cevabını verir…
[…] Marsilya Gezi Rehberi: Fransa Yatağında Afrika Soslu Bir Lezzet […]