Hani bazı şehirlere adım attığınız anda sanki farklı bir tarihte, farklı bir dünyada yaşıyormuşsunuz gibi hissedersiniz. Bu dünyada olduğunuzu hissettiren tek şey sizin gibi çevresine şaşkın şaşkın bakan diğer turistlerdir. Sintra da tam böyle bir kasaba. Trenden indiğiniz an farklı bir yerde olduğunuzu hissediyorsunuz. İlk aklınıza gelen acaba Walt Disney film stüdyosunda mı, yoksa masal dünyasında mıyım? Etrafı dağlarla çevrili, saraylar, kaleler kondurulmuş, sanki kraliyet ailesinin oyun parkı gibi düzenlenmiş bir Orta Çağ kasabasında dolaşıyorsunuz.
Bu güzel kasaba Lizbon’a sadece yarım saat uzaklıkta. Portekiz’in başkenti, dinamik ve her anı yaşayan, en kalabalık şehri olan Lizbon’da birkaç gün kaldıktan sonra, sabah yarım saatte ulaşabileceğiniz bu kasaba size çok farklı bir gün yaşatacak. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki bu kasaba için bir tam gün ayırmanızı öneriyoruz.
Sintra’yi video ile gezmek ister misiniz?
Ulaşım
Sintra’ya ulaşım çok kolay. Lizbon Oriente İstasyonu veya Rossi İstasyonu’dan Sintra’ya direk tren ile 45 dakikada ulaşabilirsiniz. Gidiş-dönüş sadece 4,30 Euro. Ayrıca kombine bilet satın alarak yolculuğunuza iki yer daha ekleyebilirsiniz. Biz Rossi Istasyonu’ndan 15 Euro ödeyerek bu bileti aldık. Böylece Avrupa’nin en batı noktası Cabo Da Roca ve tatil kasabasi Cascais’i de aynı gün başka bir ulaşım ücreti ödemeden gezdik. Böyle bir geziyi Lizbon’dan rehberli tur alarak da yapabilirsiniz. Ancak daha pahalıya mal olacağı için kendi zamanımızı kendimiz ayarlayarak dolaşmayı tercih ettik. Sadece Sintra’ya gitmek isterseniz gidiş-dönüş tren bileti ucuz. Ancak Sintra içinde ring yapan otobüslere binmek isterseniz ayrıca 5 Euro ödemeniz gerekiyor. Ya da yokuş yukarı uzun bir yürüyüş yapmanız gerekecek. Kombine bilete ilk ödenen rakam yüksek gibi görünmekle beraber tüm gün istediğiniz saatte binebileceğiniz tren ve otobüsler için ayrıca para ödemeyeceğiniz ve daha çok yeri görebileceğiniz için öneriyorum. Bu arada sadece Sintra düşünürseniz tarihi tramvaylar da bir seçenek…Tek yön 2 Euro’ya 40 dakikalik yolculukla ulaşabilirsiniz; her 50 dakikada bir Sintra’ya giden tramvaya yine Rossi Istasyonu önündeki tramvay durağından binebilirsiniz.
Tren biletimizi de aldık; artık gezimize başlayabiliriz. Rossi İstasyonu’ndan trenimize bindik. Kırk beş dakikalık rahat bir yolculuktan sonra Sintra tren istasyonuna ulaştık.
Sintra’ya gitmeden önce dersimizi iyi çalışmıştık. Çok sayıda saray var; önce hangisinden başlayacağımıza karar vermemiz ve rotamızı çizmemiz gerekiyordu. Tren istasyonunun hemen karşısındaki turizm ofisine uğrayıp bir Sintra haritası aldık.
Önce şehir merkezini gezebilir ya da en tepedeki ilginç Pena Sarayı’ndan başlayabilirdik. Tüm gününü burada geçirip uzun dik yokuştan yürüyüş yapmak isteyenler yürüyerek şehir merkezinden başlayarak dolaşabilirler. Ancak Pena Sarayı’na çıkarken yol tek yön, dar ve virajlı; sürekli geçen otobüs ve araçlar nedeniyle rahat bir yürüyüş yapmak zor görünüyor. Bizim için ise öncelik en yüksek noktadaki ilginç masal sarayından başlamaktı. Bu nedenle hemen istasyonun yanından ring yapan otobüse bindik. Otobüs kasabanın merkezinden, Ulusal Saray’ın önünden geçerek tepeye doğru dar bir yoldan ilerledi. Biz Pena Sarayı’nın önünde indik. Sarayın giriş kapısı daha aşağıda. Kapıda saraya giriş ücreti olarak 14 Euro ödedik. Kapıdan saray henüz görünmüyordu; bahçeye girdikten sonra tepeye doğru yürümeniz gerekiyor. Saraya tırmanmak istemeyenler bahçe içinde ulaşımı sağlayan ayrı bir araçla çıkabilirler.
Ağaçlıklı yolda yavaş yavaş tırmanmaya başladık. Tırmanırken karşımıza çıkan, ilginç işlemesi olan haçı, Kral Fernando II, Sintra’nın en yüksek noktası (528 metre) olduğunu belirtmek için yerleştirmiş, ancak orijinali 1997 yılında tahrip edilmiş, replikası ise 2008 yılında konmuş aynı noktaya…
Tırmandıkça sarayın silueti kendini göstermeye başlıyor. Sarayın renkleri bizi çağırıyor ve bir an önce tepeye tırmanmak arzusuna kapılıyoruz.
Pena Sarayı’nı Portekiz Kralı Fernando II, 19. yüzyılda eski bir manastırın yerine yazlık saray olarak inşa ettirmiş. Eklektik mimariye sahip saray benim için de hayatımda gördüğüm en yüksek tepede, en ilginç ve en renkli çok değişik bir saraydı.
Evet; masal sarayın kapısından girdik. Artık sarayı gezme zamanı…Kapısı bile arma ve işlemeleriyle ne kadar özgün…
Dış görünüşü bu kadar ilginç olan sarayın iç dekorasyonunun da farklı olacağını düşünerek hemen sarayı gezmek için içeri girdik.
İlk girişte bizi Kral Ferrnando’nun büstü karşıladı. Sarayı gezmeye başlamadan Portekiz’de bu kadar değişik bir saray yaptıran Kral Fernando’yu biraz tanıyalım.
Portekiz tarihinde önemli rolü olan sanatçı Kral Fernando aslında Portekizli değil. Alman-Avusturya İmparatorlugu topraklarında Ferdinand ismiyle doğmuş bir asil. Krallığı, Portekiz Kraliçesi Maria II ile evlenmesi nedeniyle elde etmiş. Kraliçe Maria II 15 yaşında iken Alman bir dük ile evlenir; ancak kocası evlendikten iki ay sonra ölur. Kısa bir süre sonra Fernando ile evlenir ve mutlu bir evlilikleri olur. Fernando’nun Portekiz Kralı olabilmesi için kraliçeden tahta geçecek bir çocuğu olması gerekir. Maria Fernando ile evliliği sırasında 11 doğum yapar ve 11. doğumu sırasında ölür. Fernando ve Maria’nın döneminde Portekiz’de başarılı, istikrarlı ve refah içinde bir dönem yaşanır. Aslında sanatçı ruhlu Fernando günlük işleri ekibi aracılığıyla yönetirken kendisi Portekiz’de sanat ve sanatçılarla ilgileniyormuş.
Sarayın içinde önce Saray yapılmadan önce burada bulunan eski Manastır bölümünden geçiyoruz.
Sarayın en önemli bölümü Büyük Salon. Bu büyük gösterişli salonda Osmanlı kıyafetli gibi, belki de Kuzey Afrikalı ve sarıklı iki heykel avizeleri tutuyor.
Sarayın diğer yaşam bölümlerinde önce Fernando II’nin, sonraki yıllarda Kraliçe Amelia’nın kullandığı yatak ve yemek masası yer alıyor.
Değişik aksesuarlar her yerde görülüyor. Aşağıdaki resimlerde görünen telefon ise telefon odası olarak hazırlanmış ayrı bir bölüm de yer alıyor.
Sanatçı Kral kendi çalışmaları dışında çok geniş sanat koleksiyonuna sahip ve sarayda bu eserlerin bir bölümü sergileniyor. Camlar, seramikler, vitraylar, porselenler, tablolar, kara kalem çalışmalar…
Eserler arasında bir Osmanlı Paşasının yer aldığı kara kalem çalışması da özellikle dikkatimi çekti. Fernando’nun Osmanlı ilgisinin nereden kaynaklandığını bilemiyorum. Bunu anlamak için daha detaylı araştırma yapmak gerekiyor sanırım.
Sarayın içini gezmeyi bitirdikten sonra dışarıda arka tarafa geçiyoruz. Burada ise rengarenk, daha küçük bir saray ile karşılaşıyoruz. Içerisi geziimiyor; ancak tam bir masal şatosunun merdivenlerinden birazdan masal kahramanları dans ederek ineceklermiş gibi geliyor.
Saray gezimizi tamamlamadan Kral Fernando’nun yaşam öyküsünü tamamlayalım. Kraliçenin ölümünden sonra sanat ve sanatçılara düşkün Fernando 1859 yılında İsveçli Opena Sanatçısı Elise Hensler ile evlenir ve krallığa da oğlu Pedro geçtiği için ölene kadar bu sarayda eşi ve sanat ile çok mutlu yaşar. Masal sarayında mutlu bir masal sonu gibi; değil mi?
Kral 1885 yılında 69 yaşında öldü ve Sarayı sevgili karısı Kontes Edia’ya bıraktı. Tabi ki bu durum Portekiz Hükümdarlığı için Kabul edilemezdi. Hükümet Kontes Edia ile bir anlaşma yaptı. Sarayın bahçesinde Fernando ve Edia’nın birlikte yaptırdığı ayrı küçük bir köşkte Edia’nın yaşamasına karar verildi. 1880 yılında dönemin kralı Carlos ve Kraliçe Amelia burayı yazlık saray olarak kullandı.1908 yılında Kral Carlos’un suikast sonucu öldürülmesi sonrası, saray Carlos’un oğlu Prens Manuel için düzenlendi. Uzun yıllar burayı kullanan anne Amelia bu Sarayda yaşamaya devam etti; 1910 yılında Portekiz’de krallık sona erip Cumhuriyet ilan edilene kadar… Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Pena Sarayı Ulusal Pena Parkı olarak halkın ziyaretine açıldı.
Sarayın arka tarafinda ise, Sintra’nin çevreye hakim en yüksek tepesinden aşağıda yemyeşil ovanın ve şehrin manzarasını seyredebiliyorsunuz.
Ön tarafta tüm çevreye hakim manzaralı ve sarayın rengarenk tüm yapısını görebileceğiniz terasta kafeteryada oturduk; bu masal diyarında biraz daha kalmak istedik.
Moors Castle (Magribi Kalesi)
Sintra’nin yine en yüksek tepelerinden birinde yer alan kalenin tarihi 9. yüzyıla dayanıyor. Bu tarihlerde Portekiz’e gelen Kuzey Afrikalı Müslüman Magribiler ele geçirdikleri Sintra’yı koruma amacıyla bu kaleyi yaparlar. Hristiyanların Portekiz’i almalarından sonra, ilk yıllarda her ne kadar bu tarihi kaleye önem verilmiş olsa da bir süre sonra terkedilir, yıllarca bakımsız kalır. Kral Fernando kendi döneminde bu kaleyi de restore ettirir. Panoromik görüntüsü ile bu tarihi kalenin ziyareti de Sintra’da görülmesi gereken yerler arasında belirtiliyor. Giriş ücreti yaz döneminde 8 Euro.
Biz Pena Palas sonrası yürüyerek kalenin giriş yerine ulaştık. Ancak asıl zaman ayırmak istediğimiz yer Quinta da Regaleira, sonrasında da Cabo Da Raco ve Cascais gezileri olduğu için bu kaleye tırmanmak istemedik. Kalenin giriş yeri ve Quinta da Regaleira’nın bahçesinden tepedeki hakim görünüşünün fotoğrafını çekmekle yetindik. Kalenin içinde kalıntıların az olduğu asıl panoramik manzaranın güzel olduğu belirtiliyor. Pena Sarayı da en yüksek noktalar arasında olduğundan zaten yemyeşil panoramik görüntüyü fotograflamıştık.
Sintra’da Pena Sarayı’ndan sonra mutlaka görmek istediğimiz saray Regaleir, Pena Sarayı’ndan çok farklı mimaride; ancak en az onun kadar ilginç ye ziyaretçi çeken bir yer. Bu saraya Sintra merkezinden yürüyerek ulaşılabiliyor. Biz Pena Sarayı’ndan aşağıya rahat bir yürüyüşle indik. Bu saray da ömrünüzde göreceğiniz en ilginç mimariye sahip yerlerden birisi. Mimari tarzi Gotik, Ronesans, Maribi ve Mısır etkilerinin karışımı.
Saray 1904 yılında çok zengin bir Portekizli tarafından inşa ettirilmiş. Daha sonra birkaç kez el değiştirmiş olmasına rağmen 1997 yılında Sintra yerel yönetimince sahiplenilmiş ve ziyarete açılmış.
Saraya giriş ücreti 6 Euro; kesinlikle gezmeye değer. Sarayın içini hızla gezdik. Girişte bir salonda piyano eşliğinde bir kadın şarkı söylüyordu. Sarayın bahçesi içinden daha ilginç olduğu için zamanımızın çoğunu orada geçirdik.
Sarayın hemen yanındaki Şapelin dış görünüşü de, içi de tam saraya uygun bir şekilde dekore edilmiş.
Bahçenin her yerinde değişik semboller yer alıyor. Gotik kuleler, tüneller, Masonik, Tapınak Şövalyeleri ve simyacılıkla ilgili semboller görülebiliyor.
Bahçede 9 katlı bir kuyu yer alıyor. Kuyu ama suyu olmayan bir kuyu. Spiral merdivenler ile zemin kata iniliyor. Kuyunun zemininde Tapınak Şövalyelerinin simgesi olan haç yer alıyor.
Son Söz
Sintra tarihi dokusu, yemyeşil doğası, dağlar arasındaki kale ve sarayları ile çok farklı bir yer. Portekiz gezinizde mutlaka uğramanızı öneriyoruz. Lizbon’dan kolaylıkla ulaşıp tüm gününüzü geçirebilirsiniz. Isterseniz bir gece de kalabilirsiniz zamanınız yeterli ise… Biz şehir merkezinde fazla zaman geçiremedik ve Ulusal Sarayı gezemedik. Avrupa’nın en batı ucu Cabo Da Roca’yı ve tatil kasabası Carcais’i programımıza eklemiştik. Cabo Da Roca gittiğimize değdi; aslında orada en fazla bir saat geçirebiliyorsunuz. Carcais ise ayrı bir tatil kasabası. Oraya ancak güneş batışında yetişebildik; deniz kenarında biraz yürüyüş yapıp, meydanda lokantalann olduğu yerde güzel bir yemek yedik. Ancak Carcais’i görmüş gibi hissetmedik. Doğrusu akşam Carcais’e ulaşıp gece orada konaklayıp ertesi gün bu tatil kasabasını gezmek olabilir. Bu durumda Sintra’da daha fazla zaman geçirmek mümkün olabilirdi. Sintra gerçekten güzel ve değişik zaman geçirebileceğiniz bir yer…
[…] Sintra Gezi Rehberi: Masal Diyarında mıyız? […]