Başkentimizin hemen yanı başında efsaneleri kendinden ünlü bir antik başkent bulunmakta: Gordion… Yolculuklarım sırasında zaman zaman uğradığım bu antik kenti, bu kez de kelimelerle gezmek istedim. Belki de buraya en yakışanı bu; gerçekten de Gordion ve Frigler, haklarında bilinenlerden çok efsaneleriyle bize ulaşan bir yer.
Örneğin Friglerin nereden geldikleri bile tam bilinmemekte… Hititlerin yıkılmasına da neden olan ve tarihçilerin Deniz Kavimleri Göçü olarak adlandırdıkları ama ne menem bir şey olduğu konusunda tam bir fikir birliği olmayan Trakya üzerinden gelen kavimlerin Friglerin atası olduğu düşünülmekte… Herodotos ve Strabon’a göre, Makedonların komşuları olan ve Brygler olarak bilinen Trak boyu, Boğazlar yoluyla Anadolu’ya geçmişlerdir ve Friglerin atalarını oluşturmuşlar.
Yapılan araştırmalar Friglerin tek bir kökenden değil de uzun bir zaman diliminde Trakya ve Makedonya’dan göçlerle gelenlerin toplanmaları sonucu oluşan bir halk olduğu yönünde… MÖ 1200’lerde başlayıp 400 yıl süren bu göçlerin ilk dönemleri hakkında pek bir şey bilinmemekteymiş. Önceleri Troia’da toplanıp İznik ve Sakarya üzerinden Polatlı’ya geldikleri düşünülmekteymiş.
Gordion’da bu dönemde insanların yoğun olarak toplandığı bir merkez olmuş. Önceleri bir beylik merkeziyken MÖ 9 yüzyılda krallığa dönüşen Friglerin ilk kralı Gordias’mış, MÖ 742/738’de ölümüyle yerine oğlu Midas’ın geçmiş.
Ama işin açığı Gordion’un başkent olduğuna dair bir kayıta da ulaşılamamış henüz. Sadece buluntuların yoğunluğu, megaron tipi usta işi yapılar, görkemli tümülüsler buranın başkent olduğu sonucuna ulaştırmış. Yunan ve Frig dilindeki benzerliklere rağmen Frig kültürünün Anadolu’da şekillendiği düşünülmekteymiş.
Biz, Friglerden çok iki efsanevi kralına daha aşinayız: Gordios ve Midas… Efsanelerle sarmalanmış bu iki kral, Friglerin en parlak olduğu dönemlerde yaşamış. Asur yazıtlarında Mita olarak geçen Midas, yine efsanevi Asur kralı II.Sargon’un çağdaşıymış, hatta MÖ 716’da II.Sargon’un Tabal seferinde Midas’ın (Muşkili Mita olarak) karşı cephelerde yer aldığı rivayet edilmekte. Midas, Asurlara karşı Suriye-Hitit idarecilerine destek vermiş. Midas adına Yunan kaynaklarında da rastlanmakta; mesela Midas’ın Yunanistan’daki Apollo Kutsal Bilicilik Merkezi’ne yolladığı taht, Herodot’u bile büyülemiş.
Gordion’un parladığı MÖ 8. yüzyıl sonlarında başlayan Kimmer akınları, şehrin kaderini değiştirmiş. MÖ 7. yüzyıl başlarında yapımı sürmekte olan Gordion sitadeli Kimmer akınları sonucu yıkılmış. En son MÖ 695 civarında Kimmerlerin şehri yağmalaması sonucu Kral Midas kederinden öküz kanı içerek intihar etmiş. Görünüşe göre bu da bir efsane; son araştırmalar Midas’ın başına aldığı bir darbe sonucu öldüğünü göstermekteymiş.
Ancak Kimmerler, bu topraklara yerleşmemişler; Gordion kendi hayatını sürdürmüş. Ancak MÖ 6.yüzyıl başlarında Lidyalı Alyattes ve Kroisos’un hakimiyetinde bulunan Frigler, Perslerin MÖ 540’ta Lidya’yı ele geçirmesiyle tarih sahnesinden çekilmişler. Yazılı kaynakları pek olmayan Friglerden geriye efsaneler, çoğu Anadolu Medeniyetler Müzesi ve bir kısmı Gordion Müzesi’nde sergilenen buluntular ve geçmiş tanrıçaları geleceğe bağlayan Kibele kültü kalmış.
Demiştik; Gordion olaylardan çok efsaneleriyle tanınıyor. Gordion’u tanımak biraz da bu efsanelerden geçiyor. Gordios, Frigleri Frig yapan kurucu isim. Midas ise Friglerin altın çağını yaşatan kişi. Midas’ın en bilinen öyküsü ‘Midas’ın kulakları eşek kulakları’ masalı…
Buna göre, Yunan mitolojisinin mağrur tanrısı Apollo, güzel sanatların hamisi olarak müzikte de en iyi benim dermiş. Ancak Frig Marsias bir kamışa yedi delik açarak flütü icat etmiş ve dağlarda çalmaya söylemeye başlamış. Marsias, başarısının sarhoşu olarak bir gün dağlarda rastladığı alıngan Apollo’ya meydan okumuş. Apollo çok bozulmuş ve bir müzik yarışması düzenlemiş. Bugünün sanat eleştirmenleri sayılabilecek dokuz sanat perisi jüri olarak seçilmiş, hakem de Frig Kralı Midas olmuş. Almış eline üç telli lirini, çalmış da çalmış Apollo ama Midas Marsias’ı beğenmiş. Sen misin Apollo’yu beğenmeyen; o hassas Apollo, birden şirretleşip sen sağırsın galiba deyip Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürmüş. Midas, karizmayı çizdirmemek için saçlarını uzatmış, oradan alıp saçlarını öbür tarafa yatırmış falan filan ama olacak gibi değil, saçlar bele kadar uzamış. Eh o zamanlar upuzun saçları başa topuz yapma modası da yok; öyle yapacağına eşek kulaklarıyla dolaşsın daha iyi. Sonunda Midas berberini çağırtmış, bin bir yemin, bir o kadar söz, saçlarını kestirmiş. Berber görmüş kulakları, söz de vermiş ama nereye kadar? Böyle sansasyonel haber saklanabilir mi? Berber de gitmiş kuyulara bağırmış, Midas’ın kulakları eşek kulakları diye… Kuyuda yememiş içmemiş, yankılanmış durmuş. Gordion dediğin başkent ama yani, bir Paris, Londra’da değil… Akşama kadar herkesin haberi olmuş Midas’ın kulaklarından. Sonunda Midas, halkı toplayıp bir kulak demosu yapmış, millet de kıkırdamalar, fıkırdamalar… Sonunda iş yine berbere düşmüş ve gelip Midas’ın ne kadar adil ve iyi bir kral olduğunu hatırlatmış. Böylece Midas ve halkı mutlu, mesut yaşamlarına devam etmişler; taa ki Kimmerler gelip ortalığı yakıp yıkana kadar… Daha dramatik kişilikler ise efsanenin sonunu farklı bağlamışlar; buna göre koca kral halkın dalga geçmesine dayanamamış ve kulaklarını kesmiş ama kesilen yerden sarmaşıklar otlar uzamış falan… Bazı araştırmalar Midas’ın kulaklarında yapısal bir deformasyon olduğunu göstermekteymiş, ben Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde kafatasını gördüm, bir şey fark etmedim.
Midas’ın başına gelenler bununla sınırlı değil… Yunan mitolojisinin en berduş tanrısı Diyonisos, kankası Satirleri bahçesinde ağırlayan Midas’a dile benden ne dilersen, demiş. Kralımız, malı mülkü az gelmiş olmalı ki neye dokunursam altına dönüşsün diye dilekte bulunmuş. Sen benim lirimi, ezgilerimi beğenmedin diye adama etmediğini bırakmayan tanrılar bu sefer, Midas’ın dileğini kabul etmişler; gerçi Apollo hassas ve alıngan, Diyonisos kafa dengi, kabul eder tabii. Neyse, dileği kabul edilen Midas ona dokunur, altın… buna dokunur, altın… iyi hoş da karnı acıkınca, sevdiceğini kucaklamak isteyince… haliyle durum değişmiş. Midas yana yakıla yine Diyonisos’a gidip tekrar bir dilekte bulunmuş ve eski, fakir ama mutlu günlere dönmek istemiş. Tanrılar da ‘Git, Paktalos’ta yıkan’ demiş. Midas suya girer girmez nehrin kumları altına dönüşmüş. Ama bu durum eninde sonunda Lidyalılara yaramış. Başkent Sardes bu altınlarla ihya olmuş. Başka bir efsanevi lider olan Lidya Kralı Kraisos bu yolla Karun kadar zengin olmak deyiminin kahramanı olmuş.
Bir de Gordion Kördüğümü var ki, artık efsanelerden bana da fenalık geldi. Efendim, Frigler kendilerine lider arıyorlarmış ve şehre öküz arabasıyla gelen ilk adamı kral yapmaya karar vermişler. Belli ki dört tekerlekli öküz arabası o günlerin Ferrarisi, Maseratisi… Neyse o sırada Midas’ın atası Gordios dört tekerlekli öküz arabasını çeke çeke gelmiş ve kral olmuş, öküz arabasını da öyle bir bağlamış ki, kimse çözememiş. Hatta bu düğümü çözenin Asya’nın hakimi olacağı kehaneti bile söz konusuymuş. Gel zaman git zaman, Frigler tarihe karışmış ama düğüm olduğu gibi kalmış. Taa ki, Büyük İskender gelip de düğümü çözemeyene kadar. Ama Büyük İskender bu; düğümdü, fiyongtu, anlamam, benim acelem var, deyip kılıcıyla kesivermiş düğümü. Ve bir anlamda Asya’nın da fatihi olmuş ama pek bir faydasını görememiş, genç yaşında ölmüş gitmiş gurbet ellerde.
Gordion, bütün bu efsanelerin düğüm noktası. Gordion, Polatlı İlçesine bağlı Yassıhöyük beldesinde yer almakta; Ankara’ya 93 km uzaklıkta. Gordion, Polatlı’ya da 18 km mesafede. Polatlı-Sivrihisar yol ayrımından ise 12 km’lik bir yol var.
Gordion üç ana bölümde gezilebilir; Gordion Müzesi, Midas Tümülüsü ve Gordion Antik Kenti… Ama Gordion’u daha iyi tanımak için, bu listeye bir de Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni eklemek gerek çünkü Gordion’dan çıkarılan bulguların çoğu orada.
Gordion Müzesi
Midas Tümülüs’ün karşısında bulunan Müze, Gordion’un tarihini anlatan bulgulara ev sahipliği yapıyor. 1963 yılında açılan Müze, Gordion’dan gelip geçen uygarlıklardan geriye kalanlar sergilenmekte.
Müze’deki en eski bulgular MÖ 3000’lere Erken Tunç Çağı’na kadar uzanıyor; gaga ağızlı seramikler bu dönemin belirleyici özelliğiymiş. MÖ 2000’lerin ilk yarısına tarihlenen Orta Tunç Çağı’yla ilgili bulgular ise gömülerden elde edilen objelermiş. Özellikle kil bir mühür Hitit bağlantısını göstermekteymiş. MÖ 1500’lere tekabül eden Geç Tunç Çağı’na ait eserler ise tamamen Hitit hakimiyetini göstermekteymiş. MÖ 1000’lerde başlayan Frig dönemine ait erken dönem Frig çömlekleri, Güney Avrupa tarzıyla benzerlikler göstermekteymiş, bu da Friglerin geldiği topraklar hakkında bir fikir veriyor olmalı… Bu dönem Frig Krallığının da başlangıcı olarak kabul edilmekte. Bu dönemde Frig kalesinin ilk izlerine de rastlanmaktaymış.
Friglerin çeşitli dönemlerdeki gündelik hayatına ışık tutan objeler yanında Frig sanatı ile ilgili nadide örnekler görülebilir. Frig el sanatının temel özelliği deve tüyü renginin kullanılması ve geometrik desenlermiş; MÖ 9. yüzyıldan yıkılışa kadar gerek seramik, gerek ahşap gerekse metal işçiliğinde bol bol geometrik desenler kullanılmış. Bir başka önemli husus ise mozaik taş döşemeciliği. Hepsi müzede görülebilir. Frig sanatı önceleri Hitit etkisindeyken sonra Yunan etkisine girmiş. Bu etkileşime rağmen kendi karakteristiğini taşıyan Frig sanatı, Mö 5. yüzyıldan itibaren tamamen Helenistik özellikler kazanıp özgünlüğünü kaybetmiş. Yunan etkisiyle çömleklerde deve tüyü rengi yerini zamanla siyaha bırakmış.
Müze’de çömlekçilik temelinde Gordion’daki evreler dikkati çekmekte; Erken dönem Frig çömlekçiliği ile başlayıp Orta ve Geç Tunç Çağı’na ait eserler, Erken Demir Çağı Çömlek parçaları, Orta Geç Frig çömlekleri, özellikle İmparator Augustus dönemine denk gelen Roma dönemi çömlekleri, Yunanistan’dan ithal edilen çömlekler ile devam etmekte. Müzede ayrıca Midas Tümülüsü’nden çıkan bronz eserler, Orta Tunç Çağı’na ait gömüler, Geç Tunç Çağı’na ait bulgular, Frig dokuma malzemeleri, demir işçiliği örnekleri, cam objeler, mühürler, mimari parçaları, Helenistik döneme ait heykeller, çömlekler, Lidya dönemine ait eşyalar, sikkeler, gömü canlandırması yer almakta. Müzenin bahçesinde ise MÖ 9. yüzyıldan kalma, Gordion Antik Kenti’nden getirilen dünyanın en eski çakıl mozaik döşemesi görülebilir. Müzenin hemen yanındaki parkta ise Galat Mezarı ve mimari kalıntılar yer almakta.
Müze, yaz döneminde (15 Nisan-31 Ekim) 10.00-19.00 , kış döneminde (31 Ekim-15 Nisan) 8.30-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmekte.Müzeye giriş 10,-TL, müze kartına ücretsiz. Bu bilet ile Midas Tümülüsü de gezilebiliyor.
Midas Tümülüsü
Gordion deyince akla Tümülüs geliyor. Bölgede 80 civarındaki tümülüsün en büyüğü olduğu için en ünlü Frig Kralı Midas ile ilişkilendirilmiş ama tarihsel veriler ışığında Midas’tan daha önceki bir kral için yapılmış olduğu, hatta Midas’ın babası Gordios için yaptırdığı rivayet edilmekte. 300 metre çapı ve 53 metre yüksekliğiyle heybetli bir görüntüsü olan tümülüsün içinde 100 metrelik bir koridorla mezar odasına varılıyor. Çam ve ardıç ağaçlarından yapılma büyük bir sandukayı andıran mezar odası, bir zamanlar ölüye adanan hediyelerle doluymuş; şimdi bunların çoğu Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmekte.
Tümülüs geleneği Friglerle Anadolu’ya gelmiş. Kral ve soylular için öldüklerinde dikdörtgen bir çukurdaki ahşap mezar odasına yerleştirilip üstleri yığma toprak ve taşla örtülmesinden oluşan tümülüsler birer anıt mezar niteliğinde. Midas Tümülüsü’nde ahşap mezar odası 80 cm kalınlığında taş bir duvarla çevrili.
Mezar odasındaki bir kerevette 60 yaşlarında 159 cm boyunda bir adamın cesedi bulunmuş… Şimdi o vücuttan sadece kafatası kalmış, o da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmekte. Ayrıca kakma ve oyma tekniğiyle yapılmış ahşap masa ve panolar, 3 büyük kazan, 160 bronz kap, 154 fibulada buradan çıkan ölü hediyelerinden. Altınlara çok düşkün olan Midas’in Tümülüsünden altın ve değerli maden objelerin çıkmaması, özellikle Kimmerlerin yağmalamasına dayandırılıyor; benim aklıma pek yatmadı, hiç mi kalmaz geriye altın, gümüş bir şeyler…
1901’de Koerte kardeşler tarafndan keşfedilen tümülüste mezar odasının içine girilmiyor ama ahşap yapının penceresinden bir kısmı görülebiliyor. Mezar odası 5.15×6.20 metre boyutundaymış, tavan yüksekliğiyse 3.25 metreymiş. Bunun üzerine de 4 metre boyunca taşlar yığılmış, kil tabakası ile kaplanıp tümülüs oluşturulmuş.
Gordion Antik Kenti
Midas Tümülüsü’ne gelmeden 2 km önce ‘Gorion Antik Kenti’ tabelasını göreceksiniz. Baktığınızda bir şeye benzemediği için geçip gideceğiniz bir yer. Ama Gordion Antik Kent tabelasına gelmeden önce (Benzinlik karşısındaki) tepe, Gordion’u genel olarak yukarıdan görebileceğiniz bir nokta. Taşlık bir patikada 20 metre ilerledikten sonra tırmandığınızda sur ve saray yapılarından kalanları görebileceksiniz.
Gordion’un ilk yerleşimlerinin izleri en alt (7B) katmanda görülmüş; Tek katlı, dikdörtgen planlı, bitişik haldeki ilkel mimarinin görüldüğü bu katmanda bulunan koyu çömlekler Troia’daki kazılarda aynı katmanda bulunanlarla benzeşmekteymiş. Bir üst katmanda ise (7A), Balkanlarda uygulanan ahşap destekli yapının dallar ile kaplanıp çamurla sıvanmasından oluşan yapılaşma örnekleri tespit edilmiş. Bu dönemde Frig sanatının temelini oluşturan deve tüyü renkte çanaklara denk gelinmiş.
Frig krallığının izleri ise 6B katında gözlemlenmiş. Erken Frig olarak kabul edilen, MÖ 10 ve 9 yüzyıla tarihlenen ve ilk kurucu kralların göründüğü bu dönemde şehir surlarla çevrelenmiş, yönetici sınıfa ait serendamlı evler bulunmuştur. Ama Friglerin asıl parladığı dönem 6A katına tekabül etmekteymiş. Gordios ile başlayıp Midas ile devam eden yapılaşma bu döneme ait. Kale, sur, saraylar ile Gordion en şaşaalı dönemine ulaşmış.
Bugün kafamızda birleştirmemiz çok güç olan kalıntılar, ovadan yaklaşık 10 metre yükseklikte 500×350 metre ölçülerinde bir sitadel ile Midas’ın sarayı ve tapınaklara ait olduğu düşünülmekte. Gerçekte 15 metre civarında olduğu sanılan kulelerle girilen Eski Gordion Kalesi içinde duvarlarla ayrılmış iki avlu etrafında çevrelenmiş yapılar mevcut. Saray bölgesi olarak nitelendirilen avlular, megaron tipinde geniş bir koridor ya da taraça ile çevrelenmiş. İlk megaron kerpiç ve ahşap ile yapılmış. İkinci megaron ise ahşap iskeletli taş bir yapı. Binanın taban döşemesi geometrik desenli mozaikle kaplanmış; Müze bahçesinde gördüğümüz mozaik parçaları bunun örneği. İç avludaki yapılar muhtemelen Kral Midas’a aitmiş. 400 m2’lik alana yayılan bir megaronun ise Midas’ın sarayı olduğu kabul edilmekteymiş. Burada fildişi süslemeli ahşap mobilyalar bulunmuş, dönemi için oldukça gösterişli olan bu mobilyalar bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmekte. Çevresindeki yapılar ise idari binalar ve yönetici konutları, saray gereksinimleri için üretim atölyeleri olarak belirlenmiş. Bu eski kale, Kimmer saldırıları sonucu tahrip olmuş.
Eski kalenin yıkılmasından sonra en geç MÖ 6. yüzyıl başlarında oldukça yüksek yeni bir kalenin inşaatına başlanmış. Eski kalenin planına uygun olarak megaron tarzındaki binalarla geliştirilen yeni kale Geç Frig dönemi olan MÖ 4 yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş.
Burası aynı zamanda Friglerin hakim olduğu Eskişehir-Afyon-Kütahya arasındaki bölgeye uzanan 550 km civarındaki Frigya Yolu’nun da başlangıcı. Yolun bir ucu Afyon’daki Kırkinlere kadar uzanmakta.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi Frigya Bölümü
Gordion, Friglerin ruhunu hissetmemiz için gezilecek bir yer ama zenginliği ancak Anadolu Medeniyetleri Müzesi gezilerek anlaşılabilir. Gerek Midas Tümülüs, gerekse Antik Kent kazılarında çıkarılan eserler burada sergilenmekte. Friglerin ahşap işçiliğindeki ustalıklarının işareti masa ve paravanlar, göbekli cam taslar, gaga ağızlı seramik çanaklar, çocuk oyuncakları, situlalar (törensel kutsama kapları), terra cota vazolar, metal işçiliğinin mükemmelliğini gösteren tunç kazanlar, iğneler, bıçaklar, fibulalar, kulak karıştırıcıları, takılar belli başlı eserler. Tunç kazanları süsleyen hayvan ve insan protomları, kaz biçimli kaplar Frig sanatının boyutlarını göstermekte. Müzede sergilenen Midas’ın kafatası da, özellikle Midas ile ilgili rivayetlere ışık tutuyor.
Müze’nin Frig bölümünün belki de en nadide eseri Boğazköy’de bulunan Kibele heykeli. İnsan biçimli tasvir edilen tanrı, Frigçe anne anlamına gelen ‘matar’ ve dağ anlamına gelen ‘Kybele’ imiş. Kybele genelde birkaç kattan oluşan başlıkla ve ayaklarına kadar inen bir elbise ile tasvir edilmiş. Elindeki nar, kase, kuş tanrısallığının işaretiymiş. Müzedeki Kybele’nin iki yanında flüt ve lir çalan iki erkek çocuğu bulunmakta. Kybele’nin baş tanrı olduğu Frigler, belki erkek egemen bir tarih yazmışlar ama tanrılar katında kadının erkekler karşısında kaybettiği yeri geri vermişler gibi görünüyor.
Gordion benim için çok büyülü bir alan, bu biraz da ne beklediğiniz ile ilgili. Gordion Müzesi, Anadolu Medeniyetlerinden kalanların sergilendiği mütevazı bir yer; Tümülüs ise içinde sanduka bulunan bir tepe olarak görülebilir. Antik kent ise zaten gezmeye, dolaşmaya çok uygun değil. E, o zaman neden Antalya’ya, İzmir’e bir an evvel gitmek varken sapalım bu yola diyebilirsiniz.
Ama Gordion’da soluklandığınız bu yer belki de Büyük İskender’in kör düğümü kesmek üzere kılıcını savurduğu yerdi ya da o ağaç, belki de Midas’ın dokunuşuyla bir zamanlar altına dönüşmüştü, hatta biraz dinleseniz rüzgar hala Midas’ın kulakları eşek kulakları diye fısıldıyordur belki de… Burada yüzyılların efsaneleri, sizin tatil noktanıza bir an önce ulaşma telaşınıza çarpar ve yine olduğu yerde kalır, yeni gelenlere o günleri anlatmak üzere; siz geçer gidersiniz…
- Yazı da temel olarak İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü ‘Anadolu Demir Çağı Devletleri’ ders kitabından ve ilgili Müzelerin bilgilendirme notlarından da faydalanılmıştır.
Gordion’a gitmek istiyorum yemek yenilecek yerler var mı orada acaba
Gordion 1-2 saatte gezilebilecek bir yer. Konaklama ve yeme içme yerleri yok ve ihtiyaç duyulmuyor. Tarihi kısım geziliyor sadece. Ankara yolu üzerinde tesisler var.