Mozaik, antik Yunan-Roma uygarlığından miras kalan bir sanat. Ama tuhaftır; antik dünyada Yunan uygarlığının doğal uzantısı olarak kabul edilen Anadolu’nun batı kıyılarından ziyade (İstanbul’daki küçük müze hariç), daha çok güney-doğuda mozaik eserler çıkarılmış. Mozaik süslemeciliği, bir çok tarihi eserde uygulanmış bir yöntem ama bu yazıda sadece mozaiklerden oluşan müzeleri, en aından mozaik eserlere kapsamlı bir bölümün ayrıldığı müzeleri esas aldım. - Gaziantep Zeugma Müzesi
- Gaziantep Arkeoloji Müzesi
- Hatay Mozaik Müzesi
- Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi (Amazonlar Villası)
- Adana Misis Mozaik Müzesi
- Mersin Narlıkuyu Mozaik Müzesi
- İstanbul Büyük Saraylar Mozaik Müzesi
Anlatacağım üzere Zeugma Müzesi ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ni daha önce görmüştüm. Mart 2017 yılında yaptığım bir gezide Zeugma Müzesini tekrar görme fırsatım oldu. Gaziantep Arkeoloji Müzesi ise tadilattan dolayı kapalıydı. Ancak zaten Zeugma Müzesi kurulurken Arkeoloji Müzesindeki mozaiklerin çoğunun bu yeni yere aktarıldığı söylenmekte. Zeugma Müzesi açılmadan önce de gittiğim Arkeoloji Müzesindeki mozaikleri görmüştüm ama son durumda Arkeoloji Müzesinde hangi tablolar kaldı veya hepsi nakledildi mi, bilemiyorum. Arkeoloji Müzesi açılınca göreceğiz.
Şanlıurfa Mozaik Müzesi, İstanbul Büyük Saraylar Müzesi ve Mersin Narlıkuyu Mozaik Müzesini de 2017-Mart ayında ziyaret ettim; izlenimlerim bu yazıda…
Neyse, mozaiklere ayrılmış müzeleri sizlerle paylaşayım istedim. Yazı kapsamı 2017-Mart ayı itibariyle açık olan müzeleri içermekte. Eksikleri olabilir. Hatırlatmak isterim; ben bu konunun uzmanı değilim, teknik açıklamalar ya yok, ya da alıntı… Müzeleri önem sırasına göre sıraladım; tabii ki kişisel bir sıralama. Aslında Hatay Müzesi benim için çok özel, bunu söyledim. Ama burada, müzenin kapsamının tamamen mozaik üzerine olup olmaması, mozaiklerin hacmi, konu çeşitliliği, bütünlüğü-yıpranmışlığı gibi kriterlere göre değerlendirme yaptım. Bu durumda Zeugma Müzesi önceliği aldı. O zaman gezimize Zeugma Müzesi’nden başlayalım.
Gaziantep’in Nizip ilçesinde Fırat kıyısındaki barajın, sular altında bırakacağı alanlarda yapılan arkeolojik kazılar, fevkalade bir müzenin doğmasına neden olmuş. 1999 yılında yoğunlaşan kazı çalışmaları sırasında, tesadüfen Gaziantep’te olduğum için kazı alanını ve bazı mozaikleri grme şansım olmuştu.
Zeugma, MÖ 300 yüzyılda Büyük İskender tarafından Selevkia Euphrates adıyla kurulmuş. Romalı komutan Pompeius MÖ 64 yılında kenti I.Antiachos’a vermiş. Kommagene Krallığının 4. Büyük şehri olan kent, MÖ 31’den itibaren Roma İmparatorluğu’na bağlanmış ve ‘köprü, geçiş’ anlamına gelen Zeugma adını almış. İşte bu bölgeden çıkarılan mozaikler, Mars heykeli ve kil mühürler Müze’ye taşınmış.
Bazı müzelerde sık sık karşımıza çıkan aynı konular var, hatta bazıları farklı yerlerde, neredeyse aynı şekilde resmedilmişler. Mesela şarap ve bağ bozumu tanrısı Dionysos, sarhoş haliyle, bir çok müzede karşımıza çıkan bir figür (Deniz tanrısı Oceanus ve tanrıçası Tethrys figürleri farklı müzelerde, neredeyse aynı biçimde tasvir edilerek çok sık rastladığım mozaik tablolar). Genelde panolarda Dionysos, yaka bağır açık, hatta neredeyse çıplak, mainadlar ve satirler tarafından kör kütük sarhoş halde taşınırken resmedilmiş. Dionysos adına düzenlenen şenliklerde şaraplar sel gibi akarmış, haliyle sarhoşluk da konunun muhteviyatında bir durum, hatta buradan yola çıkarak Dionysos insanın yoldan çıkmasını da temsil ediyormuş, bu nedenle böyle resmedilmesi normal… Üzümdü, şaraptı diye düşününce bir yandan kendisiyle kanka olabilirmişim gibi geliyor bana ama tabii bir tanrının böyle perperişan, yarı çıplak, satirlerin, hatta şenliğe katılan hanımkızların kollarında küfelik olarak taşınması da hoş bir manzara değil. Gerçi, kendi içiyor kimseye zararı yok, hem ölümsüz olduğu için karaciğer sorunu da yok. Peki ya o Zeus’a ne demeli, yok boğa olur, yok kuğu olur, genç kızların ırzına geçer… Bu arada Zeus’un maceraları da mozaik tabloların sık kullandığı konular arasında.
Müzedeki ilginç bir pano da, Zosimos villasından çıkarılan, MS 2-3 yüzyıla tarihlenen ve üstünde mozaikle ‘Synanstosai’ yani ‘Kahvaltı Sofrasındakiler’ yazısı bulunan tablo. Üç kadın, iki genç kızın bir masa etrafında gösterildiği tablo, Menander’in bir komedisine atfedilmiş. Benzer mozaik tablolar, Napoli’de ve Yunanistan’da da bulunmuş.
Ve tabii Çingene Kızı tablosu… Karanlık labirentlerle girilen ve etkili bir şekilde aydınlatılmış tabloda, yüzyıllar ötesinden yüzümüze yüzümüze bakan kaplara gözlerden etkilenmemek mümkün değil. Mona Lisa tablosunda da kullanılan teknikle hangi açıda olursanız olun, size bakan bir durumda. Zeugma kazıları başlamadan 1992 yılında Menad villasından çıkarılmış. Kime ait, belli değil. Büyük İskender’in portresi olduğu bile iddia edilmiş, asma yapraklarından dolayı tanrı soylarının çıktığı ilk element olarak görülen ve erkek element olmadan çevresini saran gök, dağ ve denizi yaratan yer tanrısı Gaia olduğu ileri sürülmüş ama benim en çok hoşuma giden yorum, sıradan bir çingene kızı olanı… Başındaki şeffaf örtüden çıkan siyah saçları, kara gözleri, çıkık yanakları, dolgun dudakları ve küpeleri ile daha Zeugma kazıları başlamadan çok önce hayatımıza giren o yüz, bugün Gaziantep’in de sembolü gibi…Hatay Arkeoloji Müzesi
Antakya ve çevresinde, Harbiye, Narlıca, Güzelburç, Samandağ gibi yerlerde yapılan kazılarda elde edilen tarihi eserlerin sergilenmesi için açılan Müzenin ilk yeri, Asi Nehrinin kenarında, şehir parkının hemen yanında. Gerek parktaki, gerekse müze bahçesindeki ağaçlar, özellikle turunç ağaçlarının rahiyası, özellikle bahar aylarında burayı cennet bahçesi haline sokuyordu. Ağaçlar, bahçede sergilenen eserler, nehir; hepsi birden Müze’nin etkisini arttırıyordu. Ama küçüktü; ek bina yapılsa da 8 sergi salonlu 1140 m2’lik bu Müze, kendi zenginliğini sergilemekte yetersizdi. Bu nedenle burası 28.12.2014 tarihinde, St. Pierre Kilisesi’nin yakınında çok daha büyük, modern bir yere taşındı; 32.784,16 m2 oturum alanı ve 10.700 m2 sergi alanı olan, 1.340 m2’lik mozaik tablonun sergilendiği müthiş bir müzeye dönüştü. Müze pazartesileri kapalı, kış döneminde 8-16.30, yaz döneminde 9-18.30 saatleri arasında açık ve giriş 8,-TL. Burası sadece mozaik müzesi değil, taşdevrinden İslam uygarlığına kadar uzanan bir dönemi kapsayan eserleri de barındıran bir yer. Ama yazımızın konusundan dolayı, odak noktamız mozaikler… Buradaki mozaikler MS 1-5 arasına tarihlenmişler ve hepsi taban döşemesiymiş.
Ayrıca hokkabazlar, perilerin eğlenceleri, sporcu ya da önemli kişilerin portreleri, hatta Yunanistan’daki Ladon ve Psalis nehirleri de Müze’deki tablolar… Av sahneleriyle çevrelenmiş büyük ruhun (megalopsykhia) konu edildiği tablo da dikkat çekici. Mısır tanrıçası İsis’in konu edildiği panolar da dönemin kültür etkileşmesi açısından ilginç. Bazı tablolar ise baya bir müstehcen; MS 2 yüzyıla tarihlenen ‘bahtiyar kambur’, öyle duvara asayım da baktıkça bakayım, denecek cinsten bir tablo değil, kamburumuz beline taktığı bir kemer dışında anadan üryan… Acaba bu tablo ne tür bir yeri süslüyordu?
Amazonlar Villası, Şanlıurfa Müzesi’nin hemen yanında, ayrı bir binada olduğu halde Şanlıurfa Müzesi’nin bir bölümü olan bir yer. Şanlıurfa ve çevresinde yapılan kazılarda bulunan mozaik panoları sergilenmekte. Şanlıurfa Müzesi, Nisan-Ekim döneminde 8-19, Kasım-Mart döneminde 8-17 saatleri arasında açık, pazartesileri kapalı ve giriş 8,-TL… Şehir içinden Müzeye ulaşmak karışık gibi görünebilir ama Balıklı Göl’ün oradaki Rizvaniye Camii’nin bitiminden şehre doğru yürürseniz (sağınızda mağara evler kalarak) Müzeye ulaşabilirsiniz. Şehir içinden yerine şehir mezarlığı arasından geçerek varabilirsiniz. Müze karşısında şehrin en büyük alışveriş merkezi bulunmakta.
Müzenin girişinde Akhielleus’un hayatından kesitleri tasvir eden bir pano ile karşılaşıyorsunuz. Sonra şehirlerin ve yapıların koruyucusu Ktisis büstü yer almakta. Müzenin en dikkat çekici parçası ise, yurtdışına kaçırıldıktan sonra önce İstanbul Arkeoloji Müzesine, sonra Şanlıurfa Müzesine getirilen Orpheus Mozaiği; panoda Frig başlığı takan Ozan, bir tarafında etobur, bir tarafında otobur hayvanlar arasında lir çalarken betimlenmiş… MS 194 yılına ait olan tablo, Müze’deki en eski eser olup ayrıca üstünde yapan sanatçı ismi (Bar Saged) ve Süryanice yazılar bulunmakta. Müzedeki mozaikler arasında yer ve duvar panoları yanında, kapı ve mezar süsü olarak tasarlanmış mozaikler de bulunmakta.İşin açığı, yolunuz Şanlıurfa’ya düşerse, Arkeoloji Müzesi mutlaka görülmesi gereken bir yer ama Müze’nin önemi, mozaiklerinden daha çok Göbeklitepe’de sürdürülen kazıda çıkarılan, belki de dünya tarihini değiştirecek bulgulardan geliyor. Dünyanın bu ana kadar bulunan en eski tapınağının replikası mutlaka ilginizi çekecektir
İstanbul’da Sultan Ahmet Camii’nin hemen arkasında yer alan Arasta Çarşısının ortalarından girişi olan Büyük Saraylar Mozaik Müzesi, pazartesi hariç her gün 9-17 saatleri arası ziyaret edilebiliyor, giriş bedeli 15 TL. Büyük Saraylar Mozaik Müzesi 1953 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesine bağlı olarak kurulmuş, 1979 yılında Ayasofya Müzesine bağlanmış. Müze, Bizans İmparator Saraylarının döşemesinde kullanılan mozaikleri barındırmakta. İmparator Konstantin, MS 328 yılında başkent ilan ettiği Konstantinopolis’te, bugünkü Sultanahmet civarında, meydandan sahile kadar inen kısımda Palatium Magnum (Büyük Saray)’u yaptırmış; daha doğrusu başa geçen her imparator ekledikleri yeni bölümlerle taraçalar halinde Sarayı, Marmara Denizine kadar genişletmiş. Saray Tepesi olarak adlandırılan bu bölge, aslında burada hüküm süren her uygarlığın yönetim bölgesi olmuş. 11 yüzyıla kadar kullanılan Saray, ilk olarak İmparator Konstantin zamanında yan yana inşa edilmiş, ayrı ama birbiriyle bütünlüğü olan avlular, taht salonları, arzhaneler, kiliseler, dua odaları, kuyular, kütüphanelerden oluşmaktaymış. Araştırmalara göre denize kadar inen altı terastan oluşan Saray, zaman içinde eklenen Bukoleon Sarayı, Blakhernai Sarayı gibi yapılarla genişlemiş. Saray kompleksinin kuzey doğusuna denk gelen ve sarayları birbirine bağlayan ortası açık sütunlu ve revaklı avlu (Peristy) ise, bugün karşısında durduğumuz mozaiklerin kaynağı…
Müze bu avlu üzerine kurulmuş ve avlunun diğer yerlerindeki mozaikler de sökülüp buranın duvarlarına monte edilmiş. İmparator I. Jüstinyen’in (MS 527-565) Saray’da tadilat yaptırdığı sırada döşenen mozaikler olduğu sanılıyor, alt katmanda 5 yüzyıldan kalma mozaik izlerine de rastlanmış. 1872 m2’lik bir kısmıortaya çıkarılan mozaik tasvirlerinin beyaz fon kısmında balık pulu tekniği kullanılmış (bir noktadan yelpaze gibi dışa açılan gruplar)…Mozaik taşları ise 5 mm boyutunda, kireç taşı, pişmiştoprak ve renkli taşlardan oluşmaktaymış. Mozaiklerin tarihleri, biraz da tablodaki öğelerden saptanmış. Örneğin ‘Kuş Avında Maymun’ mozaiğinde, bir maymun ciddi bir ifadeyle elindeki uzun ökse çubuğuyla kuşyakalamaya çalışırken resmedilmiş; bu çubuk ise MS 6 yüzyılın ikinci yarısında kullanılmaktaymış.
Saray mozaikleri arasında genelde hayvanların birbiriyle mücadeleleri konu edilmiş, insan figürünün olduğu av sahneleri de mevcut… Bunun yanında deve üstünde çocuklar, kaz güden çocuklar, eşek besleyenler, keçi sağan adam, çocuğu emziren anne, çemberle oynayan çocuklar gibi gündelik hayat tasvirleri de var. Mozaikler arasında efsanevi yaratıklar da görülmekte; grifonlar buna örnek… Mevcut mozaik tabloları içinde, Yunan mitolojisine gönderme yapan pek bir tablo bulunmamakta; sadece Pan’ın omuzundaki çocuk Dionysos figürü buna bir örnek… Dini konular ise hiç tasvir edilmemiş.İstanbul Büyük Saraylar Mozaik Müzesi, hem İstanbul’un Bizans yanı hakkında biraz daha bilgi verecek, hem de hemen yanında yer alan Arasta Çarşısı ile birlikte İstanbul’un bir başka yüzünü görme fırsatınız olacak; gidin derim.
Narlıkuyu Mozaik Müzesi
Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Narlıkuyu mevkiinde bulunan bu 65,28 m2’lik küçük Müze, bir Roma Hamamından kalan yıkanma bölümünün mozaik tabanı ve su yalağı üzerine yapılmış. Girişi ücretsiz olan Müze, yaz sezonunda 08:30 ve 19:00, kış sezonundaysa 08:00 ve 17:00 saatleri arasında ziyaretçilere açık. Mersin-Silifke arasındaki otobüslerle ulaşabileceğiniz, Silifke’ye 20 km mesafedeki Müze, Narlıkuyu’nun balık lokantalarıyla ünlü koyunda… Roma İmparatorluğu döneminde önemli bir ziyaret yeri olan Korykion-Antron (Cennet-Cehennem Mağaraları)’dan doğan tatlı su kaynağının denize döküldüğü yerde yapılan hamam, MS IV yüzyıla tarihlenmekte.
Bu döşeme yıllarca, bir kahvehanenin tabanı olarak kullanıldıktan sonra 1975-1979 yıllarında bir müzeye dönüştürülmüştür. Antik Calamie kentinin geniş alanı ise Erdemli’den Narlıkuyu’ya kadar size eşlik edecektir. Müze ziyaretinden sonra bu antik kenti de dolaşabilirsiniz ama ziyaret için zorlu bir alan… Başka bir öneri ise, bu kadar yolu geldikten sonra Narlıkuyu’nun tadını çıkarmak, bir balık lokantasında biraz demlenmek… Yalnız sonra tadınız kaçmasın, masaya siz istemeden bir sürü salata, yeşillik, zeytin tabağı getiriyorlar, bunlar ikram değil, sonra hesapta göreceksiniz, onun için eğer istemiyorsanız, almayın. Burası diğerleri yanında küçük bir müze ama Narlıkuyu’da geçireceğiniz bir güne renk katacak güzellikte bir yer… Tek başına burası için gelinir mi; siz en iyisi mayonuzu da yanınıza alın…
Gördüğüm müzeler bunlar… Ben Türkiye’nin antik mozaik eserleri açısından çok zengin olduğunu düşünüyorum, sanırım gelecek dönemlerde yeni kazılarda yeni eserler gün ışığına çıkacak. En azından sırada halen tadilatta olan Adana Müzesi var, yeni mozaikler beklenebilir… Bu yazı, mozaiklerin çağrısına kayıtsız kalmayacaklar için kaleme alındı; var olan eserlerin peşinde gitmek isteyenlere küçük bir rehber olsun istedim. Umarım mozaiklerin renkli dünyasından aldığım keyfi size de aktarabilmişimdir. Mozaiklerin dünyasına dalmışken belki de bir Dionysos şenliğinde karşılaşırız, kim bilir…






































Beğenmenize çok sevindim, ben gezerken ve yazarken çok keyif almıştım, bu keyfi size de geçirebildiysem ne mutlu…
Çok güzel, adeta o çağları yaşadım, elinize, yüreğinize,
kaleminize sağlık…..