Rönesansı yaratıp Avrupa Sanatını etkileyen Michelangelo, Leonardo da Vinci, Botticelli, Rafaello, Dante, Donatello ve nice sanatçının vatanı Floransa.

Dünyada, Rönesans eserlerinin sergilendiği en önemli müze Uffizi, Avrupa’da ilk Sanat Okulu Accademia ve Rönesans mimarisine esin kaynağı olan Duomo kubbesi ilk akla gelenler olmakla birlikte pek çok Rönesans dönemi sanat eserini bünyesinde barındıran sanat ve kültür şehri.

Bir İtalyan şehrini görelim, Orta Çağ sokaklarında dolaşalım, pizzamızı tadıp Floransa şarabını içelimden çok, Rönesansı anlamanın yolu Floransa’dan geçer diye yola çıktık.

Önce Video ile gezmek isterseniz

Floransa’ya gitmek için Lucca-Floransa trenine (7,5 Euro) 13.30 sularında bindik, saat 15.00 civarında Santa Maria Novella İstasyonunda indik. Otelimiz merkezi bir konumda ve istasyona yakındı, vakit kaybetmeden eşyalarımızı bırakıp, kendimizi Floransa sokaklarına attık. Burası, Roma ve gördüğümüz diğer şehirlere göre daha kalabalık ve hareketliydi.

Şehri keşfe katedral ile aynı adı taşıyan tren istasyonunun yakınındaki Santa Maria Novella (Yeni Meryem Ana) Katedrali ile başladık (5 Euro). Novella yeni anlamına geliyor. Katedral küçük bir mabet yerinin üzerine inşa edilmesi nedeniyle bu adı almış. Tarihsel açıdan Floransa’da yapılan ilk büyük kilise olma vasfını taşıyormuş. On üçüncü yüzyılda Dominiken Tarikatı tarafından Romanesk-Gotik tarzda (dışı romanesk, içi gotik ) yapılan katedral özellikle freskleriyle ünlü.

Masaccio’nun persfektif kullanımı ile öne çıkan “Üçleme”si, Uccello’nun “Yeşil Revak taki Nuh ve Tufan freskler”i (1966 yılındaki selde hasara uğramış),

Filippino Lippi’nin Strozzi Şapelindeki “Aziz Filippo ve Aziz Yahya freskler”i, Ghirlandaio’nun Tornabuoni Şapelindeki “Vaftizci Yahya’nın Yaşamı freski” ile İspanyol Şapelindeki freskler bunlardan en önemlileri.

Diğer önemli bir parça Giotto’nun Çarmıhı.

Yağlı boya tablolar ve vitray cam pencereleri de eklemek gerek. Dönemin Floransalı sanatçılarının çoğu dini temalı eserlerini izlerken sanat galerisinde geziyormuş hissine kapılıyorsunuz.

Santa Maria Novella’dan çıkıp şehrin içine yürürken Santa Maria del Fiore -Floransa Katedrali (Duomo) yu görüyoruz. Halen Floransa’nın en yüksek yapısı olma özelliğini koruyan katedrali görmemek ve farketmemek zaten mümkün değil. 1296 yılında 4. yüzyıldan kalan Santa Reparata Kilisesi yerine yapılan ve Duomo Meydanında bulunan katedralin hemen yanında 1334 yılında Giotto’nun tasarladığı bir çan kulesi ve karşısında vaftizhane bulunuyor.

Katedralin çan kulesi örnek alınarak sonradan beyaz, yeşil ve pembe renkte mermerler kullanılan dış cephesi neo-gotik tarzda yapılmış. Çan kulesine çıkıp hava kararmadan Floransa manzarası izlemek istiyoruz, bilet satan görevli kule için ayrı bilet satılmadığını kombine bilet alabileceğimizi ancak kalan sürenin yetmeyeceğini söyleyince maalesef bu isteğimizi gerçekleştiremiyoruz.

Floransa Katedrali öncelikle büyük görkemli kubbesi ile dikkat çekiyor. Rönesans mimarisinin öncülerinden olan Filippo Brunelleschi (1377-1446) özellikle klasik dönem Roma yapıları ve anıtları üzerinde çalışmalar yapmak amacıyla Roma’ya gidiyor ve dönüşünde Floransa’daki yapıtlarında bu Roma mimari stilini kullanıyor. Kaynaklarda Rönesans mimarisinin İtalya’daki başyapıtlarından biri sayılan katedralin kubbesinin Brunelleschi tarafından Pantheon’dan ilham alınarak yapıldığı (1420-1436), Michelangelo ve diğer sanatçıların çalışmalarında da Roma tarzıyla kendi özgün stillerini birleştirme konusunda esin kaynağı olduğu ifade ediliyor. Sonrasında; İtalyan asıllı mimar ve sanatçılar Rönesans stilinde pek çok yapı gerçekleştiriyorlar ve bu sanatçıların çalışmalarına talep artıyor, Michelangelo Papa tarafından San Pietro Katedrali’nin kubbesinin tasarımı için görevlendiriliyor. İtalya’da Rönesans mimarisini yaratıp çıkaran Brunelleschi ve kubbeye biz de şapka çıkarıyoruz.

Vaftizhane ise kapıları ile nam salmış. Kapıların şöyle bir hikayesi var; Floransa’nın 1401 yılında vebadan kurtulmasının anısına yaptırılıyor. Donatello, Ghiberti, Brunelleschi gibi dönemin ünlü sanatçılarının katıldığı yarışmayı Ghiberti kazanıyor. Ghiberti’nin yarışma için sunduğu gotik tarzdan farklılık gösteren eserinin özelliği, bir erken Rönesans eseri olarak kabul edilmesiymiş. Anlaşılan o ki kapılar sanatçının ömrünü yemiş; Ghiberti Kuzey Kapılarını 28, Doğu Kapılarını 21 yılda tamamlamış. Doğu Kapılarının güzelliğine hayran kalan Michelangelo “Cennetin Kapıları” adını vermiş. Bronz kapılardaki panolarda İncil’den sahneler yer alıyor. Kapılardaki orijinal panolar katedralin müzesinde sergilenmekte. Vaftizhanenin tavanındaki 13. yüzyıla ait mozaiklerin de ayrıca görülmeye değer olduğunu ekleyip kapıyı, pardon konuyu kapatalım.

Bu küçük minyatür şehrin içinde her yere yürüyerek ulaşabilmek mümkün. Şehrin merkezinde araç trafiğine izin verilmediği için başka şansımız da yok. Floransa’da tüm yönler Katedral-Duomo merkez alınarak tarif edildiğinden, biz de kayboldukça katedrale dönerek yolumuzu bulduk.

Duomo Meydanında, vaftizhanenin karşısına düşen rastgele yürüdüğümüz sokak bizi Floransa’nın en eski köprüsü olan Ponte Vecchio ‘ya çıkarıyor.

Köprü üzerinde eskiden kasap dükkanları, demir atölyeleri ve tabakhaneler varmış. Bu dükkanların yerini ünlü mücevher markalarının ürünlerinin satıldığı dükkanlar almış. Daha otantik ve özgün sanat ürünlerini yakıştırdığım köprünün mevcut halinden hoşlanmadım. Floransa’nın simgesi olan köprü uzaktan (özellikle Uffizi müzesinin köşesindeki manzarası) daha afilli görünüyor. Haksız mıyım?

Ponte Vecchio üzerinden karşıya geçip, düz yönde devam ettiğimizde sol tarafımızda vasat bir bina görünümü veren Pitti Sarayını görüyoruz. Floransalı banker Luca Pitti’ye ait saray 1549 yılında Medici ailesi tarafından satın alınarak genişletilmiş, en son Baboli Bahçeleri Meydanı ve Parkı eklenmiş. Önceleri resmi davetlerin yapıldığı ve misafirlerin konakladığı saray 1589 yılından itibaren ailenin resmi konutu olarak kullanılmış. Resim-heykel galerileri, porselen müzesi ile kostüm müzesi de bulunan ve 32.000 m2 lik alana yayılan sarayı ve Baboli Bahçelerini gezmek için geniş zaman ayırmak gerekiyor. Floransa’yı ilk ziyaretimizde önceliği Uffizi ve Accademia müzelerine verdiğimizden bu müzeyi pas geçtik.

Floransa ve Pitti Sarayı demişken Rönesans döneminin (tabii ki Floransa’nın) oluşmasında büyük katkısı olan Medici ailesinden bahsetmek gerekiyor. 1434-1743 yılları arasında Floransa’yı yöneten güçlü ve sanatsever ailenin izlerini şehrin her yerinde görmek mümkün. Sanatçıların kilisenin ve varlıklı ailelerin koruması altında olduğu bu dönemde ailenin himayesi altında çalışan sanatçılar arasında kimler yok ki; Botticelli, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Raffaello en bilinenleri. Hatta sürgüne gönderilen Galileo’ya da aile sahip çıkıyor. Aynı zamanda şair ve müzisyen olan Lorenzo de Medici -namı diğer Muhteşem Lorenzo dönemi (1469-1492), Medicilerin en parlak ve sanata desteğinin en yoğun olduğu dönem olarak biliniyor. Mediciler sadece görsel sanatları değil, bilimi de desteklemişler. Floransa Üniversitesini Muhteşem Lorenzo kurmuş.

Mediciler, 1565 yılında ailenin mimarı Vasari’ye Pitti Sarayı, Vecchio Palazzo ile Uffizi’yi birbirine bağlayan ve Ponte Vecchio üzerinden geçen bir geçit yaptırarak, güvenli bir şekilde yönetim binası ve ikametgahları arasında gidip, gelmişler. Bu esnada sanatsal estetikten de yoksun kalmayarak koridoru sanat galerisine dönüştürmüşler. Yönetimin sanata olan bu yoğun ilgisini cidden hayranlık verici bulduğumu söylemeliyim. “Vasari Koridoru” adıyla anılan bu koridorda ünlü ressamların oto portre koleksiyonu ile 17. ve 18. yüzyıla ait tablolar sergileniyor. Randevu alarak, özel tur ile gezilebiliyor.

Pitti Sarayından sonra geri dönüp Ponte Vecchio’yu geçip, Ponte alle Grazie köprüsü yönünde devam ederken tesadüfen Uffizi müzesine ulaşıyoruz. Ertesi gün sabah programımızda olan müzenin yerini öğrenmekten çok mutlu oluyoruz. Uffizi’nin yanından meşhur Piazza del Signoria’ya çıkıyoruz. Açık hava müzesini andıran meydanda pek çok anıt ve heykel bulunuyor; Michelangelo’nun Davut heykeli ve hemen yanında Bandinelli tarafından yapılan Herkül heykelinin kopyaları var.

Yine Medici ailesinin törenleri izlemeleri için yapılan Loggia dei Lanzi adlı revakta da heykeller bulunmakta. Celllini’ye ait bronz Perseus heykeli ile Giambologna’ya ait “Sabine Kadınlarının Kaçırılması” heykelinin kopyası en önemlileri. Bartolomeo Ammannati tarafından yapılan “Neptün Çeşmesi” ile meydanın ortasında yer alan Giambologna’nın yaptığı “Cosimo Medici” heykeli meydandaki diğer eserler.

Meydanın yanında 14. yüzyıldan kalan ve Arnolfo di Cambio tarafından inşa edilmiş, kale görünümlü Medici ailesinin ilk resmi konutu Vecchio Palazzo (Eski Saray) yer alıyor. Halkı yangın, sel ve düşman saldırılarına karşı uyarmak ve toplantılara çağırmak amacıyla kullanılan 94 metre yüksekliğindeki kulesi ile göze çarpıyor. Günümüzde Floransa Belediye Sarayı olarak kullanılan sarayın müze bölümünde yer alan, duvar süslemelerini Vasari’nin yaptığı 500’ler Salonu, Dante’nin ölüm maskesi (Ünlü edebiyatçının öldüğünde çıkarılan orijinal yüz maskesi) ile Michelangelo’nun “Zafer Heykeli” ni bir daha ki gelişimizde mutlaka görmek üzere kaydediyoruz.

Oldukça acıktığımız ve yorgun düştüğümüz için fazla zaman kaybetmeden gözümüze ilk kestirdiğimiz bir cafe-restoranda yemek molası veriyoruz. Yemek sonrasında tekrar sokaklara dönüp bu kez Floransa’nın marketlerini (Pegna) inceleme alanımıza alıyoruz. İyi ki yemek sonrasına denk getirmişiz; makarna, peynir, mantar, zeytinyağı ve şarap reyonları arasında insan kendini kaybediyor.

Floransa’nın Roma’dan daha soğuk olduğunu biliyorduk, ama bu kadarını tahmin etmemiştik. Hava ciddi derecede soğuyunca otele dönüp dinlenmek en iyi seçenek geliyor.

Ertesi sabah güne güzel ve zengin bir kahvaltı ile başlıyoruz. Poşet de olsa çay içerek kahvaltı yapmayı özlemişiz. Böylece beğeni çıtamızı giderek yükselten küçük otel “Sempione” yi (1 gecelik ücreti vergiler dahil 33 Euro) rahatlıkla önerebilirim.

Accademia Müzesinin, Uffizi’nin yakınında olduğu konusunda o kadar emindik ki haritaya bakma ihtiyacı duymadık. Bu rahatlıkla kahvaltı muhabbetimizi uzattık. Tabii yanlış bilgiye sahipmişiz, Duomo’ya dönüp, Via Ricasoli sokağını aradık. 15, 20 dakika gecikme ile telaşlı bir koşturma sonrası müzeye vasıl olduk, olsun Davut için değerdi.

4′ er Euro rezevasyon ücreti ödeyip, biletlerimizi online aldık. Uffizi için 12, Accademia için 16,50 Euro ödedik.

Accademia Müzesi

1561 yılında Medicilerin isteği üzerine kurulan Accademia, Avrupa’daki çizim, resim ve heykel tekniklerinin öğretildiği ilk okul olarak biliniyor. Yine müzede sergilenen eserlerin de özellikle öğrencilere çalışma malzemesi sağlamak için toplandığı ifade ediliyor.

Floransa’ya gelmişken tüm zamanların en iyi heykeltıraşı olduğu söylenen Michelangelo’nun Rönesans döneminin heykelde başyapıtı kabul edilen bu eserini görmemek olmazdı.

Davut

Davut; Donatello, Bernini ve diğer İtalyan sanatçılar tarafından da kullanılan, konusu İncil’e dayanan, Hz. Davut’un dev Golyat’la mücadelesini anlatan meşhur bir figür.

Michelangelo’nun 26 yaşında iki yıl sürekli çalışarak oluşturduğu eserinde, diğer Davut heykellerinden farklı olarak Davut’u savaştan önce tasvir etmiş olması gösteriliyor, dinsel bir kahramanı devrimci bir kahramana dönüştürdüğü ifade ediliyor. Olağanüstü özgüvene ve düşmanına saldırmaya hazırlanan gergin bir insanın müthiş konsantrasyonuna sahip olmasını vurgulamak suretiyle Michelangelo’nun aslında Rönesans insanının “Düşünce Adamı”na atıf yaptığı da önemli yorumlar arasında.

Oldukça etkileyici bulduğumuz ve insan anatomisinin tüm özelliklerini taşıyan heykel hakkında konuşmaya ne sanat bilgim, ne de kelimelerim yeterli olmayacak, bu nedenle sözü Michelangelo ile aynı dönemde yaşayan öğrencisi ressam, mimar ve ilk sanat tarihi kitabının yazarı Giorgio Vasari ‘ye bırakıyorum. * “Bu yapıt, bütün çağdaş ve klasik heykellerin -ister Yunan, ister Latin olsun- ününü elinden aldı ve bu yapıtı gören kişi, bizim dönemimizde ya da başka dönemlerde herhangi bir sanatçı tarafından yapılmış başka bir heykeli görmese de olur

Yaptığı sanata aşık Michelangelo’nun yaşamı hakkındaki şu bilgileri öğrenince böyle bir mükemmelliğe nasıl ulaştığına şaşırmıyorsunuz. Michelangelo, yoksul hastalar için küçük bir düşkünler evinin de yer aldığı Santo Spirito (Kutsal Ruh) Manastırına giderek o dönemde yasak olduğu halde suç ortağı baş rahibin bilgisi ve desteği dahilinde gizli gizli kadavralar üzerinde çalışarak insan anatomisini inceliyor.

Esirler: Michelangelo’nun Papa II. Julius’un mezarı için yaptığı eserlerinin adı. Bu çalışmada sanatçının çevrelerindeki yontulmamış taş kütlelerinden kurtulmaya çalışan varlıkları anlatmaya çalıştığı ifade ediliyor.

Müzede geniş bir zamanı Davut ve Esirler’in sergilendiği “Esirler Salonu” nda geçirdik. Gençlerin aralarında eğlenerek Pisa Kulesini kaldırma çabalarının benzerini Davut’a uyguladıklarını ve boyları yetmediğinden epeyce zorlandıklarını izlemek de ayrıca hoştu.

Venüs ve Cupido: Jacopo Pontormo’nun Michelangelo’nun bir taslağına göre yaptığı ifade edilen eseri.

Yaşam Ağacı: Pacino di Bonagudia’nın bu eseri 13. ve 14. yüzyıl dinsel ve Bizans sanatını en iyi yansıtan eserler arasında sayılmakta.

Bu sayılan başlıca eserlerin yanında Filippino Lippi, Bartolomeo, Ghirlandio, Bronzino gibi Floransalı ressamlara ait eserler de yine bu müzede sergileniyor. Hemen hemen tüm ressamlar bir “Madonna” resmi yapmış. Bunların arasında Boticelli’ye atfedilen “Deniz Madonna” öne çıkıyor.

Müze için ayırdığımız iki saatlik süre yeterli geldi. Müzenin satış mağazasını da kısa bir zamanda gezerek Davut heykelini görebilmek için verdiğimiz çabayı hatırlayalım diye birer Davut magneti aldık.

Uffizi Müzesi

1560-1580 yılları arasında Vasari tarafından Dük I. Cosimo’nun çalışma ofisleri olarak yapılmış, zaten “Uffizi” de ofisler anlamına geliyor. İtalyan Rönesans dönemi eserlerinin sergilendiği müzenin binası da önemli bir Rönesans eseri sayılıyor.

Müzenin girişinden 2. kata çıkılıyor. U şeklindeki 2. katın koridorunda antik Roma döneminden heykeller, tavanında ise aralarında Osmanlı padişahlarına ait portrelerin de yer aldığı pek çok portre sergileniyor.

Bu katta koridora bakan 45 oda (galeri) var. Vaktiniz sınırlı ise Francesca’nın erken dönem Rönesans eseri sayılan “Urbino Dükü ve Düşesi” 1472-75.

Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu”, “İlkbahar”, 1482

Hermaphrodite M.Ö 1.yy dan Roma Sanatı

Michelangelo’nun” Kutsal Aile”, 1506

Filippo Lippi’nin “Çocuklu Meryem ve İki Melek” 1460-65

Uccello’nun “San Romano Savaşı” 1436-40

bu katta sergilenen eserlerden özellikle görülmesi gerekenler. Birinci katın sonunda Loggia dei Lanzi revakının üstünde, müzenin, Piazza del Signoria’ya bakan bir kafeteryası var. Şöyle bir bakıp hemen çıktık ve alt kattaki galerileri tamamladıktan sonra rahat rahat oturalım diye düşündük. Ancak, geri dönüş olmadığından kafeteryada oturamadık. Alt kata geçmeden kafeteryada meydanın manzarasına bakarak şöyle bir soluklanıp, keyifle oturmakta ve zamanı buna göre ayarlamakta fayda var.

Alt katta daha yakın dönem eserler ile yabancı ressamların eserleri çoğunlukta.

Leonardo da Vinci’nin ilk dönem eserlerinden“Meryem’e Müjde” si, 1472-75

Parmigianina’nın Maniyerizm akımına örnek gösterilen “Uzun Boyunlu Meryem”i 1534

Tiziano’nun önemli bir yüksek Rönesans eseri sayılan “Urbino Venüs”ü, 1538

Raffaello’nun “10. Leo ile Kardinal Giulio de’Medici ve Rossi “adlı portresi, 1518  alt kattaki önemli eserler.

Caravaggio odasında “Medusa” ile “İshak’ın Kurban Edilişi” vardı. Sanatçının “Bacchus” eseri müzeyi gezdiğimiz tarihte yerinde yoktu. Medusa, son derece gerçekçi ve dehşet verici bakışlarla karşılaştığınız anda içinizi ürperten bir resim.

Caravaggio’un İsak’ın Kurban Edilişi, 1603

Gezdiğimiz tarihte bu kattaki galeriler 101 no’lu oda ile sonlanıyordu.

Gezi öncesinde Uffizi hakkında yaptığım araştırmada; Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” ve “İlkbahar” resimlerinin altı özellikle çiziliyordu, tam anlamı ile kavrayamamıştım.  Müzedeki tüm resimleri gördükten sonra evet sanatçının, bu resimlerinin rengi, ışığı, figürlerinin zarifliği, dini değil mitolojiyi referans alması, erotizmi kullanması açılarından neden farklı bir yerde durduğunu idrak ettim.

Kısaca “Kutsal Aile” resmine de bir parantez açmak istiyorum. Michelangelo sanata resimle başlamış, ancak kendisini heykeltıraş olarak tanımlamış, resme mesafeli durmuş. Bu resim sanatçının şövale üzerinde çalışıp günümüze ulaşan tek eseriymiş. Resimdeki figürlerin hareketli olması, canlı renkler kullanması ile takip eden dönemde Maniyerizm akımının öncüsü olmuş. Heykel dışında nadir yaptığı resim sanatında da farklılığını ve yaratıcılığını ortaya koymuş. Vatikan’da Sistine Şapel’indeki freskleri Papanın zorlaması ile yapmış. İyi ki Papa zorlamış yoksa insanlar bu muhteşem resimlerinden mahrum kalacakmış.

Uffiziyi o kadar keyifle gezdik ki 3 saatin nasıl geçtiğini anlayamadık, keşke tüm gün ayırabilseydik.

Müze gezisi sonrası deri ürünleri ve hediyelik eşyaların satıldığı “Yeni Pazar’ a uğradık, sadece baktık. Fiyatlar yüksek ve kesinlikle pazarlık yapmıyorlar. Pazar yerinin önündeki bronz domuz heykelinin burnunu okşayarak, yeniden Floransa’ya gelmeyi garantiledik.

Diğer İtalyan şehirleri gibi Floransa’da da çok güzel meydanlar bulunmakta. Kalan zamanımızı meydanlarda geçirdik. Piazza Della Repubblica’ya bakan kafelerden birinde dondurma yedik (Türkiye’de daha güzellerini yediğimiz için tavsiye edemiyeceğim!) Yine aynı meydanda el yapımı ve tasarım ürünlerin satıldığı standtlar kurulmuştu, onları gezip, alışveriş yaptık. Piazza Di San Giovanni’de profesyonel olduğunu düşündüğümüz bir sokak şarkıcısının konserine denk geldik. 1-2 arya daha derken zor ayrıldık.

Floransa’yı ilk ziyaretimizde Accademia ve Uffizi müzelerini gezmeyi ve şehrin genel havasını görmeyi, vakit bulursak Fiesole’ye gitmeyi planlamıştık. Kısa zamanda beklentilerimizin ötesinde her yönden çok doyurucu bir gezi oldu. Tekrar geldiğimizde yapılacaklar listemizi şimdiden oluşturduk.

Müzeler ve sanat şehri Floransa’da sanatla ilgilenmeyenler için de ünlü markaların ürünlerinin satıldığı şık mağazalar, ayakkabı müzesi “Ferragamo”, Toscana mutfağı, Fiesole gibi farklı alternatifler olduğunu belirtelim.

İlk fırsatta sanat yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğimizi düşünerek Rönesans’ın rüya şehrine şimdilik veda ettik…

Fotoğraflar: Gülten İŞÇİMEN

Kaynak: Bruno Nardini Michelangelo (Bir Dahinin Yaşamı), Can Yayınları, 2. Baskı, 2011.

                                                         

2 COMMENTS

  1. tam da oralara gitmeden önce okuduğum yazınızı çok beğendim, gözlerinize ve ellerinize sağlık, okudukça gidip de gezeceğim diye iyice heveslendim, daha nice gezilerde buluşmak dileğiyle..

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here