Bolivya, dünyanın en yüksek rakımlı başkentine sahip, denize kıyısı olmayan bir ülke. Orta ve Güney Amerika halklarının bağımsızlık mücadelesi öncüsü Simon Bolivar’ın memleketi. 10 milyon civarında nüfusu olan bu ülke Güney Amerika’nın en yoksul ülkeleri arasında. Kişi başı gelir 3.500 Amerikan Doları civarında. Tropikal iklim bölgesinin girişinde yer alan Bolivya’da yüksek yaylalar soğuk; alçak bölgeler bunaltıcı sıcak. Nüfusun çoğu 4000-4500 metre yükseklikteki Antiplano Platosu’nda yaşıyor. Burası rüzgarın ve yağışın az olduğu bir bölge. Ülkenin kuzey doğusu tropikal yağış ormanları ile kaplı. Maden yatakları açısından çok zengin bir ülke.

Nüfusun % 15’i beyaz. Halkın % 60’ı kırsal alanlarda yaşıyor. Başşehri Sucre, fakat Bakanlar Kurulu La Paz’da ve ülke buradan yönetiliyor. Bolivya denince akla 9 Ekim 1967’de burada öldürülen Che geliyor. Adı hala duvarlarda yazılı. Güney Amerika ülkelerinin çoğunda olduğu gibi yönetim sosyalist. Buralar Anti-Amerikancı. Mc Donald‘ın iflas ettiği ülke. Halk yabancı tatları sevmiyor ve karşı. Devlet Başkanı Eva Morales ulusallaştırma yönünde bir politika izliyor.

Bolivya‘ya, Peru’dan kara yolu ile geldik; gümrükte bekliyoruz. Bana Arjantin’den Şili’ye girdiğimiz gümrüğü hatırlattı. Pasaportta en ufak bir sıyrığı olana zorluk çıkartıyorlar. Ülke genelinde otobüs şoförlerinin grevi var. Gümrük işlemlerinden sonra kırlık bir alandan yürüyerek 20-25 kişilik bir tekneye binip, Titicaca Gölü’nden Copacabana’ya gidiyoruz.

Peru ve Bolivya arasındaki Titicaca Gölü’nden Peru Gezi Rehberi yazısında bahsetmiştik.

Copacabana, Titicaca Gölü kıyısında turistik bir Bolivya kasabası. 3841 metre yükseklikteki, 10 bini geçmeyen nüfusu ile şirin bir kasaba. Buranın önemi Kutsal Güneş ve Ay Adaları’na tekneyle gidiş noktası olması. Kasabaya gelir gelmez otele eşyalarımızı bırakıyor, tekneye atlıyor, gölde bir gezintiye çıkıyoruz.

İki saat sonra Isla del Sol (Güneş Adası)’dayız. Mazot kokulu tekneler pek konforlu değil. İnka Mitolojisinde Güneş Tanrısı Inti tarafından büyütülen İnka kralı Manco Capac‘ın bu gölden doğduğuna inanılıyor. Güneş Adası 14,3 kilometrekarelik büyüklüğü ile gölün en büyük adası. Yapılaşma fazla değil. Yaşayanlar çoğunlukla Keçua ve Aymaralar.

Burada çok lezzetli bir öğle yemeği yiyoruz; çuval gibi bir kumaş parçası içinde sunulan mısır ve patates çeşitleri inanılmaz lezzetli!

Birkaç da arkeolojik alan var; bunları görmek için merdivenleri tırmanıyor, iniyoruz.

Eskiden gölde kullanılan, sazdan yapma Titicaca kayıklarını gösteriyorlar; tabii bunlar bugün kullanılmıyor. Dönüşte yine kutsal bir ada olan Isla del Luna (Ay Adası)’yı görüyoruz. Bu adaları mutlak görmek gerekir mi? Bana göre görülecek pek bir şey yok.

Akşam acı sosların bol olduğu, çok güzel bir yemek yiyoruz, altı kişilik grubumuz çok eğlenceli; çok gülüyoruz ve yemek sonrası otele giderken ayağım burkuluyor; kırıldığını düşünüyorum. Otelde sabaha kadar buz koyuyorum. Sabah ayak şiş! Bir ayağıma oğlumun 43 numara ayakkabısını, diğer ayağıma kendiminkini giyiyorum. Copacabana’dan ayrılıp Tiwanaku‘ya gidiyoruz. Yolu kısaltmak için Titicaca Gölü’ne burun yapmış, iki kara parçası arasında arabalar sal ile taşınıyor.

San Pedro de Tiquina’da insanlar arabadan iniyor, arabalar sala biniyor; insanlar ayrı, arabalar ayrı San Pablo’de Tiquina’ya geçiyor. Yollarda bol bol fotoğraf çekiyorum.

Tiwanaku Aymara dilinde “merkezdeki taş” demek. Pre-İnka kültürüne ait harabelerin olduğu bir arkeolojik alan. Yüzey kalıntıları 4 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. 2000 yılından beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde. Bu tarihi şehirin M.Ö 1500-M.S 1200 yılları arası Titikaka çevresinin dini ve yönetimsel merkezi olduğu düşünülse de, karbon çalışmaları tarih konusunu tartışmalı hale getirdi.Buradaki en dikkat çekici yapı çapraz bir piramit (Akapana). Ayrıca megalitik bloklarla kaplı dikdörtgen teraslı bir toprak höyük olan Pumapunku da görülmeye değer. Bu arkeolojik alanı ağ geçitleri, höyükleri ile amatör gözüyle gezmek için bir saat yeterli. Burası La Paz‘a 70 km.

El Alto’ya doğru ilerliyoruz. El Alto eskiden La Paz’ın banliyösü iken şimdi ayrı bir şehir kabul ediliyor. Yolda binaların çoğunun kerpiç olduğunu görüyoruz. Demokrasiye 1982’li yıllarda geçmişler. 1992-1993 yıllarında özelleştirme başlamış. 2005 yılında Aymara kökenli sosyalist cumhurbaşkanı seçimleri kazanınca 2006’da özelleştirmeye son verilmiş. Özelleştirilen işletmelerin % 85 i devletin, % 15 özel sektörün gibi. El Alto’da ne bir otel, ne bir seyahat acentesi var. Yıllık hava sıcaklığı ortalaması 10 derece dolayında. La Paz Havaalanı El Alto’da. 4061 metre ile dünyanın en yüksek uluslararası havalimanı. Uçağın kapıları açıldığında yolcular basınçtaki düşüşün hemen farkına varabiliyorlar. La Paz’ın girişinde duruyor ve fotoğraf çekiyoruz. Evlerin çoğunun sıvaları yok. Tuğlalı bırakılmış. Şehirde dünyanın her tarafında olduğu gibi insanlar varlıklarına göre belli semtlerde oturuyorlar. Düşük gelirliler de çevre tepelerdeki derme çatma tuğlalı evlerde yaşıyor. Bu yüzden buraya kırmızı şehir de deniyor.

La Paz 900 bin civarında nüfuslu bir şehir ama bugün banliyösü sayılan Viacha ve El Alto ile birlikte nüfusu 2,5 milyona yaklaşıyor. Denizden 3650 metre yükseklikte. Antiplano’nun yüksek dağlarla çevrili bir çöküntüsünde kurulmuş. Gerçi asıl başkent Sucre; ama pratikte burası…

Yazlar yağışlı, kışlar kurak, yani subtropikal yayla iklimi var. La Paz‘da su 88 santigrat derecede kaynıyor. FİFA 2500 metreden daha yüksek stadyumlarda resmi maç düzenlenmesini yasaklamasına rağmen La Paz bu düzenlemenin dışında. 1548’de İspanyollar tarafından kurulan şehirde koloniyel mimariden çok apartmanlar, yeni yapılar var. Restorasyonu pahalı olduğu için çoğu eski yapı metruk veya yıkılıp apartman yapılıyor.

Biz La Paz’da uluslararası banka ve firmaların, diplomatik kuruluşların olduğu San Jorge bölgesinde bulunan Ritz Otel’de kalacağız.

La Paz’da önce Ay Vadisi’ne gidiyoruz. Şehir merkezine 10 kilometre. Killi bir topraktan oluşan dağı erozyon bizim Kapadokya’mız haline getirmiş.

Ay Vadisi’nden ayrılıyor, semtin şık bir mahallesindeki özel bir polikliniğe gidiyorum. Ayağım kırık mı? Öğrenme vakti geldi. Bizim standart polikliniklerimize benziyor. Önce genç bir doktor filme yönlendiriyor. Sonra yaşlı bir ortopedist değerlendiriyor. Bir bandaj uyguluyorlar. Kırık yok diyorlar (ama gelince aynı filmde kardeşim 5. metetars kırığını görüyor). Ortopedist, doktor olduğumu öğrenince benim danışmanlık ücretimi yazmayın diyor. 60-70 Dolar civarında bir ücret ödeyerek klinikten ayrılıyoruz.

La Paz sokaklarına dönüyoruz. La Paz karışık mimarili bir şehir; bazı bölgelerde uzun köprüler iki semti birbirine bağlıyor.

San Francisco Kilisesi, Metropolitan Katedrali, Plaza Murillo, Cadılar Çarşısı ve buralarda yaşayan halkı ile görülmeye değer ilginç bir yerleşim.

Biraz da insan manzaraları…

Güzel bir akşam yemeği yerken, aldığımız tatsız bir haber moralimi bozuyor. Yarın Bolivya’nın Cobija sınır kapısından Brezilya’ya geçme planımız var. Brezilya Türkiye’den gelenlerden sarı humma aşısı istemiyor. Ama Bolivya’dan sarı humma aşısız insan kabul etmiyor. Sakat bir ayak, tehlikeli bir hastalıkla yüz yüze kalma, zar zor doğurulmuş bir evlat… Geriye dönmek istiyorum; ama Lima ulaşımım çok zor. Türkiye için en yakın uçuş noktası olarak da Lima var. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum. Parayla sahte bir sarı humma aşı belgesi alınıyor, kontrolün az, hatta hiç olmadığı gümrük kapıları araştırılıyor. 6 kişilik gurubumuzda sarı hummadan korkan 2 doktoruz. Ritz Otel’in penceresinden La Paz gecesini izlerken huzursuzum.

O gece Ritz’den sabaha karşı ayrılıyor, El Alto Havalimanı’ndan Cobija yerine Bolivya’nın ortasındaki Trinidad’a uçuyoruz. Uçak 20 kişilik dolmuş uçaklardan. Uçakta W.C yok, hostes yok. Uçağa girerken bir kasa su koymuşlar; isteyen alıyor. Uçakta 8 sıra var. Trinidad’a varınca kısa bir bekleyişten sonra yine aynı tip bir uçakla Bolivya’nın kuzeyinde bir sınır kasabası olan Guayaramerin’e uçuyoruz.

Altta uçsuz bucaksız Amazon Ormanları ve kıvrılarak uzanan Amazon Nehri; ıslak havzalar…

Guayaramerin Havaalanı şaşkınlık yaratıyor. Havaalanı gibi değil burası. Amazon Nehri’nin kıyısındaki bu küçük Bolivya kasabasının karşı tarafı Brezilya…

Uçaktan inince hemen taksiye atlıyoruz. Kasabada bir sokakta duruyoruz. Burası gümrükten çıkış işlemlerini yapacağımız devlet dairesi imiş. Burada pasaportlarımızı damgalatıyoruz; geri taksilere binip, küçük teknelerin bulunduğu kıyıya geliyoruz. Tekneler dolunca hareket ediyor. Valizlerimizi sürükleyerek basamaklardan aşağı indiriyor ve teknelere yerleşiyoruz. Melon Şapkalı İnsanların Ülkesi Bolivya’ya “allahaısmarladık” diyoruz.

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here