sicilya

Sicilya hakkında bilgim genelde coğrafya dersinden ve mafya filmlerinden kaynaklanıyor; Akdeniz’in en büyük adası, sıcak hava, sıcak renkler, pizzalar ve mafya…

Hep merak etmiştim. Ve gittim, gördüm, gezdim ve yazıyorum. Yine de sınırları belirlemek lazım; gördüğüm yerler Palermo, Katanya, Sirakusa, Noto, Taormina, Trapani, Marsala, Cefalu ve tam olmasa da Messina ve Agrigento. Aslında 8 günlük bir süre yetmedi, her şehirde eksik kalan bir şeyler oldu yine de bu güzel ada hakkında bir fikrim de oluştu tabii…

Akdeniz iklimi ama benim gezi süremde bana düşen yağmur, kıyamet oldu. Mavi gök, mavi deniz olduğu belli ama sanırım Nisan-Ekim arasında gidilirse bu maviliğe daha çok tanık olunabilir (Benim gezi tarihim Mart ortalarıydı). Bu arada Haziran-Ağustos arası da Akdeniz ikliminin yakıcı yüzü ile karşılaşabilirsiniz.

Sicilya hakkında özet olarak ne söyleyebilirim? Sıcak bir hava hakim; iklim olarak değil, insan ilişkilerinde. Bir an kaptırsanız vay bilader, muhabbetine girebilir insan. Sıcak, samimi, genelde İngilizce veya başka bir yabancı dil bilinmese de iletişim kurmaya hevesli, yardımsever insanlarla karşılaştım. İngilizce yol sorun, size İtalyanca olarak hararetli hararetli bir yol tarif edeceklerdir kesinlikle; ama o yol nereye gider, bilinmez. Mafya ile ilgili bir gözlemim olmadı ama ben kimim ki orada mafyayla saç baş olacağım. Bilmem, insanlar tedirgin görünmüyorlardı.

Sicilya çok ucuz olmasa da, makul bir yer denebilir. Yemek, içmek ucuz. Ama trafik cezaları yüksek. Araba kiralayanlar, sakın arabanızı gelişigüzel park etmeyin, pahalıya mal olur. Gece uygun park yeri olarak görünen bir yer (otopark alanı bile olabilir) ertesi gün hareketli bir sokak pazarına dönmüş olabilir ve arabanız da trafik polisinin park yerine çekilmiş…65 Euroya arabanızı geri alıyorsunuz (2016 yılı itibariyle). Ama arabayı bulmak için tüm polis ve esnaf seferber oldu; doğruya doğru.

Sicilya şehirlerinde binalar köhne. Sanki görkemli geçmişlerini bir kül tabakasıyla örtmeye çalışır gibiler, özellikle Palermo. Bizin Beyoğlu’ndaki binaların 80’lerdeki halini düşünün; aynı grilik, pislik, köhnelik. İnsanın damacanalarla sabunlu suyu üstlerine dökesi geliyor. Yapmışlardır belki ama şimdilik işe yaramamış.

Ve kaktüsler, sukulentler. Ben Ankara’da kaktüslerim bir dal versin diye didinip dururken orada sokaklarda ağaç kaktüsleri, balkonlarda sukulent sarmaşıkları görünce kendi beceriksizliğime mi yanayım, kaktüslerimin nankörlüğüne mi… Sorunu Ankara’nın kuru havasına bağladım ve bağrıma kaktüs basıp gezmeye başladım.

Önce Sicilya’nın doğu yakası var programda. Ama baştan söyleyeyim; Sicilya’da tek bir yere gidecekseniz o Palermo olmalı (Ben Katanya ile başladım).

Sicilya (Doğu Kıyısı)

Katanya

‘Denizine küskün şehir’; Ben bu sözü başka bir şehir (Kazablanka) için kullanmıştım ama Katanya’da da aynı hisse kapıldım. Akdeniz’le kucak kucağa olan bir şehir ama merkezdeyseniz denizi göremiyorsunuz, çünkü şehir merkezinde liman ve demiryolu var. Alışmışız; deniz kenarında oturup çay-kahve içmek, çekirdek çitlemek istiyor insan. Mümkün değil; demiryolu, epey bir süre şehirle deniz arasına giriyor ve bu durum Piazza Europa’ya kadar sürüyor. 
.
Katanya, 1693 depreminden sonra yeniden inşa edilmiş bir şehir. Bu nedenle barok mimari şehre damgasını vurmuş. Havaalanından şehre giderken insan hafiften nereye geldim ben diyor ama şehrin merkezi farklı; barok mimarinin kıvrımları, hareketliliği şehre hakim oluyor. Görülecek yerler birbirine yakın. Tabii tam ortada Catania Duomo’su var (Cattedrale di Sant Agata). Duomo, genelde her Avrupa şehrinde olduğu üzere bir meydana bakıyor. Meydanda Mısır Dikilitaşını taşıyan bir fil ve çevresinde havuzlar var.

Meydanın çevresi kafeler, pastaneler, dükkanlarla dolu. Gezi tarihim paskalya öncesine denk geldiği için kafelerin vitrinleri, sebze-meyve şeklinde marzipanlarla süslüydü. Ama kremalı babarumlar, cannoliler de var tabii…Rikotta peyniri ile yapılan connoliler, Sicilya gezisinin olmazsa olmazı. Babarum ise bizim Şambali tatlısıyla akraba ama rom katkılı; yeterince yenirse Sicilya’yı bambaşka gözlerle görebilirsiniz (Mesela korkunç bir yağmur, bir kaç babarum tatlısından sonra bana bahar çisentisi olarak geldi)

Taş/mermer işçiliği harika ama Sicilya’da bu o kadar sıradan bir hale dönüyor ki, sanırsın taşlar dantel ipliğidir, binalar da dantel örtüler. Sant Agata, Katanya için önemli bir figür. Bir Hristiyan azizesi; din için boğazından hançerlenerek öldürülüyor. Bu durum, travmatik bir hal almış gibi; her yerde, bayraklarda bile resmini görüyorsunuz.

Sant Agata sadece Duomu ile ilgili değil. Duomo’nun hemen yanında bir Sant’Agata Kilisesi daha var (Chiesa della Badia di Sant Agata). Ve şehrin en işlek caddesi Via Ethna’nın ortalarında bir tane daha (Sant Agata Alcelcere; burada Sant Agata hapsedilmiş).

Katanya’da barok tarzı bir sürü kilise ve saray var. Benim gördüğüm kiliseler (muhtelif Sant Agatalar dışında) San Benedetto, San Michelle Arcengelo, San Biagio, San Domenica…


Bunlar arasında San Benedetto’yu özellikle tavsiye ederim, kilise yanında müze de var ve gerçekten hayran kalınacak bir taş, mermer işçiliğine sahip.

San Michelle Arcengello’ya da bir göz atın derim; taş ve mermer işçiliğinin göz kamaştırıcı başka örneklerini göreceksiniz.

Vaktiniz varsa diğer kiliseler San Niccolo ve San Francesco Borgia da görmeniz tavsiye edilenler arasında ama ben görmedim.

Görülmeye değer bir yer de şehir kalesi Castello Ursino. Ben gittiğimde kalede Chagall sergisi vardı. İçinde küçük, iddiasız bir de müze var. Şehirde bir çok saray, malikane var. Çoğu belediye binası, otel, yerleşim yeri olarak kullanılıyor. Bunlar arasında Palazzo Valle ve Palazzo Biscari öne çıkıyor. Bunların bazıları ikametgah olarak kullanılıyormuş. Kapıdan avluya girince, avluyu çevreleyen katlar bulunuyor, katlardaki odalar ya da kat tümden kiralanıyormuş. Bazılarında tuvalet ve yıkanma bölümleri ortak oluyormuş. Sorulduğunda da sarayda oturuyorum diyorlardır. Ama yolunuz üstünde bakar olun, üstü kir pas kaplı olsa da muhteşem taş işçiliğine sahip bu saray/malikanelere rastlayacaksınız. Bir durup bakın.

Duomo Meydanı’nın bir yanında da balık pazarına giden yol ve onun hemen başında bir havuz/çeşme (Lamenano) var.

Balık pazarında kurulan çarşıda türlü peynir, balık, et ve deniz ürünü bulabilirsiniz. Bir şey almadan gezmesi bile güzel. Yolunuz buraya düşmüşken La Paglia’ya gidip taze balık/deniz ürünlerini tadın.

Bizim esnaf lokantası kıvamında, çok şirin, çalışanları cana yakın. Lokanta önünde konuşurken garson İstanbul diye sordu. Türkiye’ye gelmiş ve Türkçeyi tınısından tanımış. Lokantadaki yemeklerin tazeliği bir yana, bu fiyata Türkiye’de yenemez. Benden size bir deniz ürünleri salatası, afiyetler…

Katanya’da antik Yunan-Roma kalıntıları var; rastlarsanız bakın ama fazla vakit kaybetmeyin. Daha iyi örnekleri var. Bellini’nin parkı, evi ilginizi çekebilir. Benim çekerdi ama zaman…

Alışveriş için Etnea Caddesi’nde aradığınız her bir şeyi bulabilirsiniz. AVM olarak bir seçeneğe rastlamadım, daha çok dükkanlar var.

E tabii insan, bu Akdeniz şehrinde denizi görmek istiyor; bu hiç kolay değil. Önce liman, sonra demiryolu engel oluyor şehrin denizle bağlantısına. Ancak Piazza Europa’da yol deniz kenarına yaklaşıyor. Burada da bir kaç balık lokantası var. Ben Andrews Faro’yu tercih ettim; deniz ürünlü gnocchi ve kalamar dolması (rikotta peyniri iledoldurulmuş) yedim; çok memnun kaldım. Pizza isteyenlere Eat Pizzeria’yı öneririm.

Katanya, 1-2 günde gezilebilecek bir şehir. Hava ılıman, ulaşabilirseniz deniz güzel, şehrin geçmişini yansıtan ve ilgiliyseniz sizi hoşnut edecek tarihi mekanlar var, yemekler bizim damak tadımıza uygun ve lezzetli. Ama ikinci kez gelir miyim, bilemem. Bazı yerler insanı (beni) çeker. Katanya güzel, sıcak, sevimli ama bir kez daha görmek için heves uyandırmadı bende. Şehrin her yerini görmedim ama işin ilginci, pek merak da etmedim (inanın bu olağan dışı, gittiğim yerlerin ara sokakları bile çekicidir benim için). Ara sokak demişken, insan ara sokaklara girerken tedirgin oluyor. Şehir tüm Sicilya gibi köhnemiş bir yüze sahip, binalar eski ve kirli duruyor; bu durum da tekinsiz atmosferi destekliyor. Sicilya, kesinlikle restorasyona ihtiyaç duyuyor bence. Adanın en çok siyahi nüfusa sahip şehri sanırım burası. Çok hoş sokak pazarları var, hemen her gün hem de…(Via Santa Maria di Betlem’de hemen her gün pazar kuruluyor. Şehirde trafik biraz kaotik gerçi biz çok alışkınız buna, yalnız park yerlerine dikkat, Park yerinin uygunluğunu iyice öğrenin, varsa paralı otoparka koyun arabanızı. Mavi şeritli park yerleri, park edebileceğiniz yerleri gösterir.

Katanya, Akdeniz ortasında Akdeniz gibi yaşayan, yaşantısı, insanları açısından bizlerle benzerlik taşıyan, eğlenceli zaman geçirebileceğiniz, sizi kısa bir süre için oyalayacak bir şehir. Eğer Adanın doğu yakasında çevre yerleşim yerlerini gezmeyi planlıyorsanız Katanya iyi bir merkez. Hem ulaşım kolay, hem çevre de çok gidilecek yer var (Etna, Sirakusa, Taormina), hem de şehir olarak kaldığınız sürede bir çok ihtiyacı karşılayabileceğiniz bir yer.

Bu durumda Katanya’yı merkez alıp önce güneye inelim; Sirakusa ve Noto’yu gezelim.

Sirakusa

Sirakusa, Katanya’dan yaklaşık bir saat uzaklıkta, şirin bir şehir. Turistler için ilginç olan eski şehir, surlarla çevrili ve ana karaya köprüyle bağlı Ortygia Adası’nda. 1693 depremi Sirakusa’yı da etkilemiş; bu nedenle barok tarzı binalar buralarda da göze çarpıyor. Ama Adanın iç sokakları dar, taş döşemeli, dolambaçlı Orta Çağ şehirlerine özgü yollardan oluşuyor.

Adaya girerken önce Zeus Olimpia Tapınağı’nı görüyoruz. O sırada alanda bir protesto gösterisi vardı. İnsanlar sakin sakin ya dinliyor ya da yoluna devam ediyordu. Polisler de öyle. Ana yoldan devam edince Duomo’ya varıyoruz. Barok cepheli bina etkileyici. Katedral, Athena Tapınağı ile birleştirilmiş. Tapınağı görmeye gerek yok (Giriş 3 Euro).

Duomo Meydanı çevresinde birbirinden gösterişli binalar yer almakta. Burada ana yoldan ayrılıp şehrin içine, dar ve loş sokaklara dalabilirsiniz, sukulentler sarkan balkonlar arasında Orta Çağ havasını soluyarak dolaşabilirsiniz. Böyle bir gezinti sırasında ‘Retro’da oturup bir antipasta tabağıyla soluk aldım ben.Yola devam edince Maniace Kalesi’ne varıyorsunuz. Bu 13 .yüzyıl kalesi, en azından sunduğu deniz manzarası için gezilmeye değer.

Şehri gezerken Arethusa Çeşmesi‘ni göreceksiniz, çok güzel bir çeşme. Mitolojik öyküsü gayet bildik: çapkın tanrılardan birinin peri kızına duyduğu arzu ve şehvetin hikayesi. Kabak her zaman ki gibi arzunun nesnesinde patlıyor, peri kızı çeşme oluyor. Yunan mitolojisinde kadınlar kuğu oluyor, çeşme oluyor, defne ağacı oluyor. Biz de arzu nesnesi kadınlar bıçaklanıyor, öldürülüyor. Mitoloji gerçeğe estetiğini kaybederek dönüşüyor.

Duomo dışında, San Paola, Santa Lucia Kilisesi’ni ve Santa Maria della Concezione Kilisesi’ni gezdim. Zamanınız varsa Santa Lucia Kilisesini gezin.

Adanın etrafında Porta Marina’da yürüyüş yapıp manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Şehrin dar, uzun yolları, sahile açılıyor, buradan yürüyüşünüze kıyı boyunca devam edebilirsiniz. Gezginler genelde Adaya odaklanıyor ama Şehir, ana karada da sürüyor; yeni yerleşim ana karada. Zamansızlıktan dolayı ben bu kısmı göremedim. Öte yandan Dionysios’un Kulağı denilen insan oyması mağarayı da içeren arkeoloji parkı ile yerel sanatla ilgili bir müzeyi barındıran Bellomo Sarayı’nı gezemedim. O gün içinde gidilecek Noto vardı.

Noto

Noto, Sirakusa’ya çok yakın, dağ yamacında kurulmuş, küçük ama çok yoğun bir kent. Hep bahsettiğimiz 1693 depremi burada da etkili olmuş. Yıkılan kent, tamamen barok tarzda yeniden inşa edilmiş. Şehrin eni dar ve birbirine paralel yollardan yamaç aşağı uzanıyor. Enine bakıldığında, Şehrin ana eksenindeki yollar yaklaşık Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne kadar uzanan bir mesafe ancak binaların yüzü o kadar ince taş işçiliğine sahip ki, sanki bir barok mimari konulu açık hava müzesindesiniz. Yoğunluk açısından burası herhalde barok mimarinin şahikasıdır. Noto’nun ana caddesi olan Corso Vittorio Emanuele üzerinde bir yürüyüş size Şehir hakkında önemli bilgi verecektir.

Yol üzerinde katedraller, saraylar, tiyatrolar yan yana dizilmişken hangi birine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Ancak ara sokaklardaki daha küçük binalar da barok tarzdan nasibini almış. San Domenico Kilisesi, San Nicola de Mira Katedrali ve San Francesco d’Assisi Kilisesi özellikle ilgiyi hak ediyor.

Palazzo Alfano, balkon demirlerine kadar işlenmiş haliyle zaten görmemezlikten gelemeyeceğiniz bir diğer yapı. 

Caddenin diğer yanında Tiyatro binası ve Belediye Binası olarak kullanılan Palazzo Ducezio’da dikkate değer binalar.

Noto görülmeye değer bir yer. Evet, barok mimari biraz aşırı doz oluyor ve bir süre sonra bakıp geçiyorsunuz. Her biri bir şehri güzelleştirecek binalar yan yana sıralanınca insan kayıtsızlaşıyor. Düşünüyorum da, bir dağın yamacındaki bu minik şehir, neden bu kadar önemli. Etna ve Taormina var sırada.

Taormina

Etna’ya gideceğim gün, ortalık yine yağmur, fırtına, felaketti. Dağın eteklerindeki kasabalarda bir süre dolandıktan sonra Taormina’ya yöneldim. Ancak yolda bir kasaba kilisesinde gördüklerim paylaşmaya değerdi. Dağ yolundaki Saint Caterina d Alessandria Kilisesi içindeki tasvirler beni şaşırttı.

Çok kilise, katedral gördüm ve türlü dini tasvire rastladım ancakabu başka bir yorumdu. Gerçi sanırım resim öğrencilerinin dini idollerle ilgili eskiz denilecek çizimleriydi yine de ilginç geldi bana. İsa’nın insanlığın günahları için seçilmiş bir koyun, bir tür günah keçisi olduğunu biliyordum. Bir kasaba kilisesinde, kuzuyu sırtlanmış top model kılıklı birini dini tasvir olarak görünce şaşırdım. Bu bizim tanıdığımız çilekeş İsa ya da başka bir dini kişilik gibi durmuyor. Bana ilginç geldi.

Gelelim Taormina’ya. Şehrin otoparkına girdim. Taormina, bir yamaca kurulmuş bir yer ama sahili aşağıda. Bu nedenle önce nereye gideceğimi bilemedim. Ana yerleşim yerinin daha yukarıda olduğunu öğrenince 300-500 metrelik bir yürüyüşle kasabaya vardım. Taormina hemen insanı içine alıyor, büyülüyor. Buranın da bir efsanesi var; Yunanistan’daki zorba kraldan kaçan halk gelmiş, bu tepelik yere yerleşmiş falan filan… Çok iyi etmişler. Gelir gelmez de, denize nazır bir tiyatro yapmışlar. Tiyatronun; bir yanında Etna, bir yanında İyon Denizi, öyle bir manzarası var ki, insan o manzara karşısında olup da tragedya korosunun ‘Ah Agamemnon, Agamemnon’ diye bağırmasına ne kadar etkilenebilir, bilemiyorum. Manzara konusuna yine değineceğim çünkü Kasabanın manzara taraçaları var. Zaten kasaba taraçalarla denize kadar iniyor; taraçalarda villalar, lokantalar, dükkanlar…

Yunan ve Roma dönemlerinden kalan başka antik kalıntılar da var (müzik gösterileri için Odeon ve savaş oyunları için Naumacha) ama çok ilgilenmeden kasabanın yollarında ilerledim Kasabaya girdiğinizde sizi İside ve Serapide Kilisesi karşılıyor, sonra Kasabanın meydanına varıyorsunuz. Orada da Largo Sant Caterina Kilisesi var.


Ben Sicilya’dayken henüz canlı sezon başlamamıştı ama sıkı sıkı siestalarını uyguluyorlardı. Kasaba, hem yağmur, hem daha mevsiminin gelmemesi, hem de siesta nedeniye durgundu. Ama insan yaz dönemlerinde buranın nasıl olacağını tahmin edebiliyor.

Kıvrıla kıvrıla sahile kadar inilen yollardaki (teleferik de var) çiçek, kaktüs, sukulent dolu balkonlu evler, minik hediyelik dükkanlar (özellikle seramikçiler), lokantalar buranın canlı hayatının bir kanıtı.

Yolları takip ederseniz, manzara taraçaları ve parkına (Taormina Bahçeleri) varırsınız. Burada durup soluklanın; bahçe yeşilin her tonuyla dolu, ayrıca manzara nefes kesici. Sahile inemedim. Yağmur ve zaman darlığı buna engel oldu. Yazın tepeden sahile inmek için teleferik var.


Taormina’da Tauro Dağı’ndaki Orta Çağ kalesi ve içindeki Madonna della Rocca görülebilir ama bir hayli uzak görünüyordu, özel bir zaman ayırmak gerek. Palazzo Corjava’ya da gidemedim, halen müze olarak kullanılıyor. Gezdim, dolaştım, acıktım; tesadüfen seçtiğim Baccalane lokantasının hem içi hem yemekleri çok güzeldi. Minestrone ve kalamar dolma aldım. İtalya’da minestroneyi farklı yerlerde farklı biçilerde yapıyorlar. Bazı yerlerde sadece sebzelerden bazı yerlerde tahıllardan oluşuyor çorbanın içeriği. Burada karmaydı. Kalamar dolma ise çok lezzizdi (en az Katanya’da yediğim dolma kadar ama burada çok daha küçüktü).

Taormina, ünlülerin de tercih ettiği bir sayfiye yeri. D.H.Lawrence bir süre burada yaşamış. Evelyn Waugh, Goethe buranın ünlü konuklarından. Richard Burton-Elizabeth Taylor buradan geçmiş. Taormina gerçekten çok sevimli bir tatil kasabası.

Uzun bir zamanda gelip ana caddesi Corso Umberto’da dolaşmak, dükkanlara girip çıkmak, müzesini, kilisesini, antik alanları rahatça gezmek ve sonra denize girmek, akşam da Sicilya şarapları eşliğinde yemek yemek, burada oyalanmak isterdim. Ama arkana bakma yolcu; daha Palermo var. Öncesinde de Messina’dan geçilecek. Missina’yı gördüm diyemem ama yaklaştıkça karşıda İtalya ana karası (çizmenin ucu) ve Sicilya kıyıları çok güzel görüntüler oluşturuyordu. Messina’ya girdiğimde yine siesta arasıydı. Duomo’yu gördüm. Görkemli, çarpıcı ve güzeldi. Duomo meydanındaki Fontana d’orione Çeşmesi, Sicilya’nın en güzel çeşmeleri arasında sayılıyormuş.

Duomo’da Meryem ve kucağında bebek İsa’nın altın çerçeveli resminin aynısı Duomu Müzesi’nde, yüz resimleri boş, sadece altın çerçeve olarak vardı. 

Messina ile Doğu Sicilya’ya veda ettim. Acele etmeliyim. Akşama Palermo’da olacağım. Arada Cefalu var. Milazzo ve Tindari’yi mecburen atlayacağım.

 

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here