Azerbaycan’da son durağım Kafkasların en büyük şehri başkent Bakü. Bakü Hazar Denizi kıyısında ve Rüzgarlı Şehir olarak bilinen şehir yeniyle eskinin, zenginlikle yoksulluğun, modernizmle tutuculuğun harmanlandığı, trafik karmaşasının dibine kadar yaşandığı, halkının da bir o kadar yardımsever ve hoşgörülü olduğu bir yer.

Bakü’nün tarihçesine gelirsek daha 11. yüzyılda Şirvanşahlar zamanında başkent yapılmış. Moğol işgalinden sonra sırayla İran ve Rusya arasında el değiştirmiş. 1920 yılında da Azerbaycan’ın başkenti olmuş.

Bakü’nün tarih boyunca bu kadar önemli olmasının asıl nedeni ülkedeki petrol kaynakları ve petrol işleme sanayi. Bakü’deki petrolün varlığı 8. yüzyıldan beri bilinmekteymiş ve 15. yüzyılda sığ kuyulardan petrol çıkarılmasına başlanmış.

Nüfusu 4 milyona yaklaşan Bakü’de tarihi yerleri yani İçerişeher  bölgesi, Sovyetler döneminde inşa edilen bölgeyi ve gökdelenlerin istila ettiği modern Bakü kısmını iç içe görmek mümkün. Bakü’de toplu ulaşım çok gelişmiş ve ucuz. Metro, minibüs ve otobüsle 20 kepik ödeyerek tüm şehri gezebiliyorsunuz.

Kültür ve eğitim merkezi olan Bakü’de birçok üniversitenin yanı sıra müzik ve sanat alanına da oldukça önem verilmiş. Azerbaycan’ın eski müziği olan Mugam için bir müze açılmış. Azerbaycan Devlet Filarmonisi ülkenin ulusal filarmoni orkestrası olup klasik batı müziğinin yanı sıra Azerbaycan müziğinden de eserler sunmakta. 2012 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Bakü’de gerçekleştirildiğindenlik 25.000 kişi Kristal Salon adında çok büyük bir müzik arenası inşa edilmiş. Azerbaycan Güzel Sanatlar Müzesi’nde ise Azerbaycan, Avrupa, Rusya ve Doğu sanatına ilişkin sanat eserleri sergilenmekte. Müzenin zengin koleksiyonunda tablolar, gravürler ve heykeller bulunmakta.

Bu kısa tanıtımdan sonra haydi şimdi hep beraber şehri gezelim.

Şeki’de bindiğim minibüsten Bakü’de, Avtabosağzal Otogar’ında indim. 10 dakika yürüyerek yakındaki metro durağına ulaştım. İçerişeher tarafına gitmek için bir aktarma yapmak gerekiyor. Aktarma istasyonunda yanlışlıkla geldiğim yöne giden trene binmişim. Hemen farkına varıp bir sonraki istasyonda indim. Tekrar aktarma istasyonuna gelince durumu anladım. Aynı perondan ve aynı yönden 2 farklı tren geliyor ve ışıklı panoda ve trenin üzerinde son durağın adı bulunuyor.

İçerişeher metro istasyonundan çıkarak elimdeki haritadan kalacağım Hostel’in yönünü anlamaya çalıştım. Haritalar çok yanıltıcı olabiliyor ve yürüme mesafesinde gözüken yerler aslında çok uzak da olabiliyor. Bu durumu bizzat Bakü’de yaşamış oldum. Hava çok sıcaktı ve uzun süre yürüdüm. Bu bölge daha çok resmi binalarla dolu olduğundan sokakta yol soracak kişi bile görünmüyordu ve ortalıkta taksi de yoktu. En sonunda kan ter içinde nöbet mahallindeki bir askere yol sordum. Orası da meğerse Cumhurbaşkanlığı lojmanlarıymış. Uzattığım haritadan o da hiçbir şey anlamadığından uzaktan geçen bir taksiyi çağırdı. Çağıran kişi asker olunca hemen yönünü değiştirip gelen taksiye bindim. Bu görevliye yardımı için minnettarım. Taksi şoförü de haritayı alıp etrafta birkaç tur attı ve bulamayınca iletişim numarasını aramak zorunda kaldı. Konuştuğu kişi ona yönü tarif ettiğinden beni bir site girişinde bıraktı. Bu kısa yolculuk için 5 Manat verdim. Şoför gelip beni oradan alacaklarını söyledi. Neyse sonunda hostel çalışanlarından biri beni almaya geldi ve hostele ulaştım. Hostel sahibi kalacağım odanın anahtarını verip çay ikramında bulundu. Çayımı içip eşyalarımı da odaya koyduktan sonra günü kaçırmamak adına hemen yola koyuldum. Yokuş aşağı yürüyerek önce Alev Kulelerini gündüz ışığında gördüm.

Alev Kuleleri, 190 metre yüksekliğinde 3 binadan oluşan yapılar grubu. Gün ışığında diğer çok katlı binalardan farklı gözükmüyor. Alev Kulelerini daha iyi fotoğraflamak için Parlamento Binasının merdivenlerini çıktım. Orada nöbet tutan asker bana baktı ama bir şey söylemedi. Diğer taraftaki asker müdahale edip merdivenlerden uzaklaşmamı söyleyecekken tolerans gösteren kişi sorun yok sadece fotoğraf çekiyor dedi.

Esas bu Kulelerin güzelliği akşam hava kararınca ortaya çıkıyor. Işık oyunlarıyla tam bir görsel şov başlıyor. Yeri gelmişken akşam görüntülerini de burada paylaşayım.

Burası da Azerbaycan Parlamento Binası.

Alev Kulelerinin tam karşısındaki Şehitler Meydanı ve Şehitlik Camisi bulunuyor.

Şehitler Anıtı‘na (Şehitler Hıyabanı) gittiğimde çok etkileyici bir manzarayla karşılaştım. Burası 1918 yılında savaşlarda şehit düşmüş Azerbaycanlı ve Türk askerlerinin gömüldükleri bir yermiş. Sovyet döneminde 1924-1990 yıllarında bu mezarlık lağvedilmiş ve yerine Dağüstü Park (eğlence merkezi) yapılmış.

1990 yılında Sovyet-Rus askeri birliklerinin Bakü’de sivil ahaliye karşı yapmış oldukları toplu 20 Ocak katliamından sonra arazi yeniden Şehitler Hıyabanı olarak adlandırılmış ve Ocak katliamı şehitleri de oraya gömülmüş. Hıyabanda bunlardan başka, Karabağ Savaşı şehitlerinin bir kısmı da defnedilmiş.

Şehitler Hıyabanı yurt dışından gelen resmi heyetlerin protokol ziyaret yerlerindenmiş ve ben de tesadüfen bu gruplarda biriyle aynı zamana denk geldim. Hızlı hızlı gezmeye çalışarak bu protokole denk gelmemeye çalıştım. Buradan doğrudan sahile inmek isteyenler için bir füniküler yapılmış. Saatleri uygun olmadığından benim kullanma şansım olmadı. Ancak aklınızda olsun; böyle bir imkan var.

Tepeden Bakü’nün bir zamanlar Dünyanın en büyük bayrağı olan Bayrak Meydanı’nı da çok net bir şekilde görebildim. Bayrağı hem tepeden hem de Bakü Bulvarı’ndaki  parkta gezerken fotoğraflama şansım oldu. Meydandaki  bayrağın direğinin yüksekliği 162 metre olup kaide 220 tonmuş. Bayrağın eni 35 metre, uzunluğu 70 metre, toplam alanı 2450 metrekare, kütlesi ise yaklaşık 350 kilogram imiş. Bayrak Meydanı’nda bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arması, devlet marşının metni ve ülke haritası altın kaplı bronzdan hazırlanmış. Bu yükseklikle bayrak direği 2010 yılında Guinness Dünya rekorları arasına girmiş. Ancak, 2011 yılında Tacikistan, yüksekliği 165 metre olan bayrak direği yapmış ve böylece bu unvan Tacikistan’a geçmiş.

Yokuş aşağı olduğundan zorlanmadan kısa bir yürüyüş yaparak Metro istasyonunun arkasında bulunan Kale girişinden geçerek İçerişeher’e ulaştım.

İçerişehir, Bakü’nün, aynı zamanda Doğu’nun en eski tarihi merkezlerinden biri. Arkeologlara göre, kale sahasında bronz döneminde yerleşim alanı olmuş. İçerişehre halk arasında Kale de denmekteymiş. Hazar Denizi’nin kıyısında, tepe üzerinde yapılmış. Yerleşim merkezi yüksekliği 8-10 metre, genişliği 3,5 metre olan yüksek duvarlarla çevrelenmiş. Yüz ölçümü 22 hektarlık bir alanı kapsamaktaymış. Üçlü surlar, Kız Kalesi ve diğer binalarla beraber şehir bir savunma kalesi görünümünde. Şehrin yapı planı askeri üstünlük ve savaş taktiği düşünüldüğünde sanki gerçek bir labirente benzemekte.

Mimari olarak bizim tarihi evlerimize çok benzeyen evleri ve binaları seyrederek yürümeye başladım. 18.yüzyılda inşa edilen Ağa Mirayıl Hamamı bugünlerde artık cafe olarak kullanılıyor.

İçerişehir’e ara bir yoldan giderken önünde değişik heykellerin bulunduğu bir hamam gördüm. Binanın önünde fotoğraf çekerken Türk olduğumu anlayan polisler halen kullanılan hamamın iç kısmına girmek için bana izin verdiler. Azerbaycan’da karşılaştığım neredeyse tüm insanlar gerçekten çok nazik ve yardımseverdi. Hamamın adı Taze Bey Hamamıydı ve 1886 yılında inşa edilmiş ve 2003 yılında da restore edilmiş. İçindeki ve dışındaki heykeller ve tablolarla hamam değil adeta bir müzeyi ve sanat galerisini andırıyordu.

Burada, Atatürk’ün bir portresini görmek çok şaşırtıcı ve gurur verici oldu.

İçerişehir’de ki üç anıt (Kız Kulesi, Şirvanşahlar Sarayı, Muhammed Cami) ülkenin en önemli eserleri arasında. 2000 yılının Aralık ayında Kız Kalesi ve Şirvanşahlar Sarayı UNESCO Dünya Kültürel Miras listesine alınmış.

Tarihi bölge günümüzde yerleşim alanı olarak da kullanılmaktaymış. Burada 1300 aile yaşıyormuş. Zaten turistik amaçla pek çok bina otel ve hostel tarzında kullanılmakta ve ayrıca birçok dükkanda turistik eşya da satılmaktaydı.

İçerişeher’de sokaklara girip çıkarak önce Şirvanşahlar Sarayı‘na geldim. Sarayın giriş ücreti 10 Manattı ve hemen biletimi alıp gezmeye başladım. Burası 9. yüzyıl ve 16. yüzyıllar arasında Şirvan Devleti’nin hükümdarlarına ev sahipliği yapmış bir saray. Şirvanşahlar Sarayı, 15. yüzyılda Bakü’nün ekonomik ve siyasi öneminin artması sonucunda Şirvanşahlar Hanedanının Şahı İbrahim Halilullah’ın döneminde yapılmış. Halilullah, Sarayını Şamahı’dan Hazar Denizi’nde önemli bir liman kenti ve yenilmez kale olan Bakü’ye aktarmış.

Sarayın içinde de çeşitli müze eşyaları sergilenmekteydi.

Sarayın tümü aynı zamanda inşa edilmemiş. Rölyefe göre inşası, üç düzeyde yükseltilen birkaç yapıdan oluşuyormuş. Sarayın ana binası 1420’lerde, türbeler 1435’de, Minareli Şah Cami 1441’de, Divanhane ve Seyyid Yahya Bakuvi Türbesi 1450’lerde yapılmış. Saray’ın doğusunda Murad kapıları (1585), avdan ve hamam kalıntıları yer alıyor. 1964 yılında Şirvanşahlar Sarayı müze ilan edilerek devlet korumasına alınmış ve daha önce de bahsettiğim gibi UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine 2000 yılında girmiş.

Kusursuz oymaları ve pencereleri ile keskin hatlara sahip olan saray, kocaman, etkileyici ve muhteşem gözüküyor. Saray kompleksinin içinde, pek çok kapı, cami, hamam ve anıt görülebiliyor. Bu Saray, yakın doğunun en görkemli mimari eserlerinden birisi olarak kabul edilmekteymiş.

Şah Camisi iki ibadet salonundan oluşuyor. Birisi şah ve diğer saray erkanı için diğeri kadınlar için ayrılmış.

Bu komplekste Seyit Yahya Bakuvi’nin Türbesi bulunuyor.Seyit Yahya I. Halilullah döneminde yaşamış bir alimmiş. Mistik – sufi karakterler taşıyan yaklaşık 30 eseri bugünlere kadar gelebilmiş. Şirvanşahlara ait mezarları da bu bölgede görebiliyorsunuz.

Hamam ise 15. yüzyılda yapılmış ve burada kullanılan su yeraltı kaynaklarından sağlanmış. Hamamın içi ve dışı seramiklerle süslenmiş. Gerçi şimdilerde pek bir şey kalmamış.

Yürüyerek Kız Kulesi’nin önüne geldim. Giriş için 10 Manat ödeyerek yukarı tırmanmaya başladım. Her katta değişik sergiler vardı ve çıkılmasa da olurmuş diye düşündüm. Zaten son kata kadar çıkılmasına izin verilmiyor, sadece 5 kat çıkabiliyorsunuz. Dışarıdan görüntüsü çok daha etkileyiciydi.

Abşeron’un kulelerinden en büyüğü ve haşmetlisi olduğu belirtilen Kız Kulesinin eşsiz ve Doğuda benzeri olmayan bir sanat yapısı olduğu ifade ediliyor. Kız kulesi 12. yüzyılda mimar Masud ibn Davut tarafından inşa edilmiş. Kulenin kapısının üzerinde büyük bir taşa Kufi hatla yazılmış bir kitabe bulunmaktaymış. Burada “Davud’un oğlu, Mesud’un kulesi” sözleri yazılmış. Bu kitabe kalenin 15. yüzyılın birinci yarısında Selçuk Sultanı Mesut tarafından yapıldığını akla getiriyormuş.

Kız Kulesi hakkında da çeşitli efsaneler varmış. Efsaneye göre, kralın çok güzel bir kızı varmış ve kral kendi öz kızına aşık olmuş ve evlenmek istemiş. Bu düğünü ertelemek isteyen kızcağız babasından çok büyük bir kule inşa ettirmesini istemiş. Kule tamamlanınca kız kuleye çıkmış ve sonra kendini Hazar Denizi’nin sularına bırakmış.

Afrasiyab Badalbeyli tarafından bestelenen ve Azerbaycan’ın ilk bale gösterisi olan Qız Qalası baleti (1940) ise bu efsaneyi biraz farklı bir şekilde işliyormuş. Bu yorumlama bana daha mantıklı geldi. Savaştan dönen kral karısının bir oğul yerine bir kız doğurduğunu öğrenmiş ve buna çok öfkelenerek kızının öldürülmesini emretmiş. Ancak kızın dadısı bebeği kaçırmayı başarmış ve onu gizli bir yerde büyütmüş. Bu bebek 17 yıl sonra çok güzel bir kız olmuş. Kızı olduğunu bilmeyen kral bir gün kızı görmüş ve onunla evlenmek istemiş. Kız nişanlı olduğundan onu kaçırarak bu yüksek kuleye kapatmış. Kızın nişanlısı peşlerinden gelerek kralı öldürmüş ve kızı kurtarmak için kuleye gitmiş. Kulenin merdivenlerinde ayak sesleri duyan kız, kralın geldiğini düşünerek kulenin tepesinden kendini atmış. Ne acı bir son!

Yüksekliği 28 metre, çapı 16-16,5 metre, duvarlarının kalınlığı dip tarafta 5 metre, yukarı tarafta ise 4 metre olan Kız Kulesi silindir biçimli asıl kaleden ve güney taraftan ona birleşmiş olan büyük destek duvardan oluşmaktaymış. Bu yapının hangi amaçla kullanıldığı henüz tespit edilememiş. Sekiz kata ayrılan kulenin her katı taş tavanlı ve kubbeli yapılmış. Bu katlar duvar içine inşa edilmiş taş merdiven aracılığıyla birbirine bağlanmış.

Çıkılmasına izin verilen açık alanda çektiğim şehir manzarasını da paylaşmadan olmaz.

Tarihi bölgede biraz da sokaklarda kaybolarak gezmeye devam ettim.

Tesadüfen oldukça ilginç bir sanat galerisine denk geldim. İnsanlar yaratıcılıkta sınır tanımıyorlar!

Dolaşırken dikdörtgen kalenin içi de sanat galeri olarak düzenlenmiş.

Bu kalenin içinde de sergiler bulunuyordu.

Buradan yürümeye devam edince Gosha Gala yani İkiz Kapıya geldim.

İlk önce 1078-1079 tarihinde yaptırılan Muhammed Camisini gördüm.

Daha sonra sokaklarda gezinirken minaresi restore edilen ve 1899 yılında yaptırılan Cuma Camisini gördüm.

Sokaklarda yürürken en sonunda aradığım minyatür kitap müzesini buldum. Dünya’nın ilk ve tek Minyatür Kitap Müzesi’nde 66 ülkeden kitaplar sergileniyormuş. Sadece 7,5 cm ve bundan küçük olan kitapların minyatür kabul edildiği bu müze, Guinness Rekorlar Kitabına da girmiş. Müze Azerbaycan’ın meşhur ressamlarından Tahir Salahov’un kız kardeşi Filolog Zarife Salahova’nın gittiği her ülkeden minyatür kitap toplamasıyla başlamış. Salahova, hem kendi imkanlarıyla hem de Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı’nın desteği ile 25 yılda topladığı 6 binden fazla kitabı içeren koleksiyonunu en sonunda bir müzeye dönüştürmüş. Müzenin en küçük kitabı 0,75×0,75 milimetre ebadındaki “Dört Mevsim Çiçekleri” adındaki kitapmış. 22 sayfalık bu kitabı ancak özel mikroskopla okumak mümkünmüş. Müzedeki bir diğer özel kitap ise minyatür Kuran-ı Kerim’miş. Polonyalı bir Katolik olan Mihali Şorç isimli kitap sever, Suudi Arabistan’da 1672 yılında büyük şekilde basılan Kuran-ı Kerim’in orijinalinden 19. yüzyılda basit bir makine kullanarak minyatürlerini çıkarmış. Polonyalı Şorç bu Kuran-ı Kerim’leri korumak için demirden bir muhafaza yapmış ve üzerine de bir büyüteç yerleştirmiş. Zarife Salahova, minyatür Kuran-ı Kerim’le ilgili , “Bu Kuran-ı Kerim’i de bana yaşlı bir kadın hediye etti. Kadın bu Kur’an-ı Kerim’i bana verdiğinde, bu kitabın yüzyıldan fazla onların ailelerinde bulunduğunu, nesilden nesile geçtiğini söylemişti” demiş.

Girişin ücretsiz olduğu bu müzede, hediyelik bölümünden minyatür kitap satın alınabiliyor. Vaktim olsa daha uzun süre kalıp kitapları incelemek isterdim. Müze’de Zarife Salahova ile tanışmak da mümkün.

Gezimi tamamladıktan sonra gece sahile doğru çıktığım kapıyı buldum ve doğruca Halı Müzesi’ne gittim.

Burada fotoğraf çekmek isterseniz ilave ücret ödüyorsunuz. Halının kralı bizim ülkemizde dokunduğundan fotoğraf çekmeye gerek görmedim. Çok eski halıları ve kilimleri, yöresel kıyafetleri giriş katı dışındaki 2 kata çok güzel bir şekilde yerleştirmişlerdi. Halılar ve kilimler çok güzeldi ama beni etkileyen her kata yerleştirilen halı tezgahlarında canlı olarak halı dokunmasıydı. Rehberli gelen bir grup halı dokunuşunu izlerken rehber dokuyucudan daha yavaş hareketlerle ilmekleri atmasını istedi. O kadar hızlı hareketleri vardı ki takip etmek imkansızdı. Elleri artık makine gibi hareket ediyordu.

Hazar denizi kıyısında çevre düzenlemeleri ile çok güzel bir park yapılmış. Burada uzun yürüyüşler yapabiliyorsunuz, çocuklar için oyun parkları var, cafeler, restorantlar ve alışveriş merkezleri var, müze var, opera binası var, yani varoğlu var. Denizin rengini çok fazla sevmemekle birlikte yine de deniz havasını içime çekip bir süre sahil boyunca yürüyüş yaptım.

Baku Çevre Gezisi

Bakü Çevresi için turumu bir gün önce ayırtmıştım. Sabah tur arabası için bekledim, tur saati geçmişti. Telefonumun operatörünü değiştirip yurt dışına açtırmayı unuttuğum için telefonla da kimseyi arayamıyordum. Televizyon binasının girişindeki güvenlik görevlilerine durumu anlatarak acentayı arayıp arayamayacaklarını sordum. Verdiğim numarayı hemen arayıp telefonu bana verdiler. Sitemle nerede olduklarını sordum. Meğer tur şirketi beni unutmuş ve hatırlatınca hemen bir araç göndereceklerini söylediler. Birazdan beyaz ve çok güzel bir jeep geldi. Önce aracın turdan gönderildiğini anlamadım. Beklemeye devam ettiğimi gören şoför mahallinde oturan genç bana seslendikten sonra araca yöneldim. Arabaya yerleştiğimde benden başka kimse olmadığını gördüm. Meğerse tur için başka başvuru olmayınca hem şoförüm hem de rehberim olan genç sadece beni gezdirecekmiş. Ohhh canıma minnet dedim. Bol sohbetle yola koyulduk ve ilk gezi noktamız olan Gobustan’a geldik.

Gobustan girişi için 2 Manat ödeyerek bölgede çıkarılan bazı eserlerin sergilendiği ve Gobustan bölgesinin tanıtımının yapıldığı Gobustan Rock Art Cultural Landscape adlı müzeyi gezdik. Müzede sergilenen buluntular çok ilginçti.

Ülkenin en önemli tarihi yerlerinden birisi olan Bakü’ye 64 km uzaklıktaki Gobustan’da antik mağaralar, kalıntılar, çamur volkanları ve grizu kayası oluşumları bulunuyormuş. Gobustan’ın adı Kobu (çamur volkanlarının oluşturduğu kuru dereler) kelimesinden gelmekteymiş. Gobustan ilgili literatürde “kobular ve oyuklar memleketi” olarak açıklanıyor. Bölgedeki dağlar Büyüktaş, Küçüktaş, Jıngırdağ ve Yazılı Tepe 1966 yılında devletin koruması altına alınmış. Çok eski kaya oymalarının ve resimlerinin çokluğu ve kalitesi nedeniyle bu bölge “olağanüstü evrensel değer” olarak kabul edilerek UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Gobustan’da burada yaşayan ilk insanların kültürünü yansıtan 35.000 yıl öncesine dayanan 6 binden fazla eski resim bulunmuş. Bunlar yarı çöl sayılabilecek bir alanda üç kayalık platoda bulunmaktaymış. Ayrıca eski yerleşim birimlerinde 20 mağara, 40 kurgan tipi mezar ve 100 binden fazla kültür eşyası tespit edilmiş. En eski resimlerin Mezozoik zamana ait olduğu düşünülmekteymiş. Ancak bu dönemden önce de burada insanların yaşadığı ihtimal dahilindeymiş.

Ancak müzeden daha ilginç ve etkileyici olanı biraz yürüyerek gittiğimiz kayalıklardaki resimlerdi. Bu resimler gerçekten inanılmaz! Mutlaka gidip görmelisiniz. Çok zaman geçtiği için izler belli belirsiz olduğundan arkeologlar zarar vermeden resimleri biraz belirgin hale getirmişler. Gobustan’daki bu kaya oymaları ve resimleri tarih öncesi dönemlerdeki avcılık, yaşam, hayvanlar ve bitki örtüsü hakkında önemli bilgiler veriyormuş. Rehberim resimleri göstererek resmedilen hayvanları ve bunların hikayelerini de anlattı.

Bu resimlerde genellikle kadın ve erkek ile keçi, öküz, maral,ceylan ve arslan gibi hayvanlar bulunuyormuş. Kayalar üzerine kazınmış içlerinde insan olan kayıklar, 2 tekerleği olan arabalar, yılan, balık, kertenkele resimleri av, savaş, tarım, ibadet ve oyun oynama sahnelerini yansıtıyormuş. Resimler işleme tekniği, ölçü ve kompozisyon farklılıkları itibarıyla yapıldıkları yıllara göre değişiklik gösteriyormuş. Mesela daha eski resimlerde siluet tarzında ve büyük ölçekte resimlere rastlanırken daha sonraları resimler daha belirginleşip ölçeği küçülmüş.

Kayalıkların arasında yürürken bir kıpırtı oldu ve rehberim bir yılanın geçtiğini söyledi. Zaten bu bölgede kurt, vahşi fare, kaplumbağa gibi hayvanlara rastlanabiliyormuş. Bölge denize çok yakın ve ufka baktığımda denizi görebiliyordum. Hatta kazılarda elde edilen bulgulara göre bir zamanlar deniz suyu kayalıkların çok yakınına kadar geliyormuş. 

40 bin yıllık tarihi olan bir yeri gezmek, yürüdüğüm bu yerlerde bir zamanlar neredeyse ilk insanların yaşadığını bilmek tuhaf bir duygu veriyor.

Gezecek daha çok yer vardı ve sonraki durağımız Mud Vulcano yani volkan çamuruydu. Hatta acentedeki kız yanıma bir kap almamı ve bu çamurla doldurarak daha sonra yüzüme maske yapmamı tavsiye etmişti. Ne yazık ki kapaklı bir şişe almayı unutmuşum ve bunu rehberime anlatınca zaten çamurun özelliğinin kaybolacağını ve gereksiz yere taşımış olacağımı söyleyerek beni rahatlattı.

Burası gerçekten çok hoş bir yer ve rehberim de turistlerin volkan çamurlarını çok sevdiklerini ve bu nedenle son yıllarda tur programına burayı da dahil ettiklerini anlattı.

Fışkıran çamur öbeklerine çok fazla yaklaşmadan fotoğraflarını çektim. Hiç beklemediğiniz bir anda gazla birlikte çamur yükseliyor ve çok hoş bir görüntüsü oluyordu. Kısa bir mesafe yürüyerek yakındaki çok büyük olan krater havuzuna doğru yürüdük. Rehber buranın çok derin ve tehlikeli olduğunu söyledi.

Bu arada rehberim boş durmamış gelen başka bir tur minibüsünden iki Rus kızla sohbet etmiş, kızlar da kendi rehberlerinin Rusça bilmediğini ve gittikleri yerleri fazla anlatmadığını söyleyerek bizim araca gelmek istediler. Rehber bir sakıncası olup olmayacağını bana sorunca gelsinler dedim. Üniversite öğrencisi olan kızlar çok sempatiklerdi ve yol boyunca rehber onlarla Rusça benimle de Türkçe sohbet etti.

Bir sonraki gezi durağımız Ateşgah.

Bakü’ye 30 km mesafede bulunan Ateşgah, Dünyadaki 3 Mecusi Tapınağından biri olup Azerbaycan’daki en ilginç tarihi yapılardanmış.. “Ateşgah” sözcüğü ateş mabedi anlamına geliyor.

İslam öncesi dönemde İpek Yolu üzerinde olan bu bölgede ateş görülmesi nedeniyle ateşperest Hintliler tarafından yapılmış eski bir tapınak olduğu söylenmekte.

Hücreler ve mabedin her bir kısmı 12-19. yüzyıllar boyunca çeşitli dönemlerde inşa edilmiş. Merkezi secdegahı ise 1810 yılında tacir Kançanagaran tarafından yaptırılmış. Dönemsel inşaatlar Bakü’de yaşayan ve üyelerinin çoğunluğu Kuzey Hindistan’dan gelmiş sikhler kastına mensup olan Hint topluluğu tarafından yapılmış. Kervansaraya benzeyen yapı, kapalı beş köşe biçiminde olan ve bir zamanlar ziyaretçilere hizmet için kullanılan 24 hücreden ve bir odadan ibaretmiş.

Tam orta yerinde hiç sönmeyen ve doğalgaz ateşiyle yanan büyük bir ateş vardı. İran’da Yezd şehrinde gördüğüm Ateşgah’daki ateş özel odunlarla sürekli beslenen ve görevlinin özel bir şekilde giyinerek yaklaşabildiği bir ateşti. Zerdüştlere göre ateş temiz ve tanrısal sayılıyor ve insan elinin ve hatta nefesinin kirli olduğu için ateşi kirleteceğine inanılıyor. Bu nedenle ateşe odun atan görevli boydan boya beyaz bir giysi giyiyor, ellerine eldiven, başına bone ve yüzüne de burnunu kapatacak şekilde maske takıyor. Burada bu işleme de gerek kalmamış ve doğal bir ateş yüzlerce yıldır yanıp durmakta.

Ateşgah girişi için 2 Manat ödeyerek ana kapıdan geçince önce hücreleri gezdik ve buralarda kullanılma amacını yansıtan dekorları ve sahneleri görmüş olduk. Bir nevi çilehaneye benzeyen ibadet yerleriydi. İnsanların ibadet diye kendi kendilerine işkence etmeleri inanılır gibi değil.

Hücreleri gezdikten sonra ateşin yanına geldik ve rehberimiz çok yaklaşmamamızı söyledi. Zaten etrafına bariyer konulmuştu ve bunların ötesindeyken dahi rüzgarın etkisiyle alevlerin sıcaklığını hissedebiliyorduk. Burada da birkaç fotoğraf çektikten sonra tekrar araca binip yola koyulduk.

Artık saatle yarışmamız gereken bir yer kalmadığından rahat bir şekilde bir sonraki gezi noktamız olan Yanardağ’a gittik. Buranın girişine de 2 Manat ödedik. Burası o kadar enteresan bir yer değildi çünkü Bakü’nün neredeyse bütün yeraltı tabakası doğal gaz ve petrol yatağı durumunda. Burada kayalıkların arasından sızan gaz devamlı yanmaktaymış. Aynı bizim Olympos’da yanan ateşe benziyor.

Aslında tur programımızda Gala Köyü ve Haydar Aliyev Merkezi de vardı ancak rehberimiz Merkezi araçla yakınından geçerken uzaktan gösterdi ve Merkez yerine daha farklı bir yere götüreceğini söyleyerek yeni inşa edilmiş Cuma camisi olan Haydar Aliyev Camisi’ne götürdü. Tek kelimeyle bu Cami bir “harika”.

Eski Devlet başkanı adına 1994-2013 yılları arasında inşa edilen ve 20 yılda tamamlanan Cami 2014 yılında hizmete açılmış. Şirvan-Abşeron mimari tarzıyla ve özel taşlarla inşa edilen Cami 95 metre yüksekliğe sahipmiş. 4 Minareli Cami Dünyanın 10. ve Kafkasların en büyük camisiymiş. Üst katları halka sadece cuma günleri açık olan cami diğer günlerde özel izinle gezilebiliyor.

Her yer bembeyaz olduğu ve tavanlar da çok yüksek olduğundan bir sonsuzluk ve huzur hissiyatı veriyor. Buraya protokol heyetleri getiriliyormuş.

Bu arada Baku sokaklarında gezerken fotoğrafladığım bazı yerlere bakalım.

Niyazi Caddesinde restorasyon nedeniyle kapalı olan Ulusal Güzel Sanatlar Müzesini gördüm. Bu Müze Azerbaycan’ın en büyük sanat müzesiymiş. Müze 1936 yılında kurulmuş ve 1943 yılında ünlü Azeri tiyatro set tasarımcısı ve tiyatro sanatçısı Rüstem Mustafayev’in adını almış. Müzenin içindeki nadide eserlerin dışında binası da tarihi. Neoklasik tarzda 1885’de inşa edilmiş “De Bur Sarayı” ile 1895’de inşa edilmiş “Mariinski Kız lisesi” müze olarak kullanılmakta.

Haydar Aliyev Sarayı

1926 yılında yaptırılan Demiryolu Gar binası.

Üzeyir Hacıbeyli Müzik Akademisi

Azerbaycan Devlet Tiyatrosu

Devlet Filarmoni Binası

Gençlik durağında sağıma soluma bakıp çevreyi tanımaya çalışırken gözlerime inanamadım. Bakü’nün en gözde ve canlı bölgesinde karşıma “Atatürk Parkı” çıkmıştı.

Lüks mağazaların, restorantların ve cafelerin bulunduğu bölge. İğne atsanız düşmeyecek bir kalabalık vardı. Cumartesi akşamı olmasının da kalabalığın çok olmasında etkisi vardı.

Son gün uçak saatine kadar sokaklarda tekrar dolaşarak Baku ile vedalaştım. Dönüş yolunda Azerbeycan Havaalanına giden otobüsleri Köroğlu denilen Meşhedi Azizbekov durağından kalkıyor. Üzerinde uçak resmi olan otobüse binmek gerek. 40 kepik sadece havaalanına ulaşım ücreti. Havalimanında çok zorlanmadan check-in yaptırarak uçuş kapısını buldum. Çok büyük bir havalimanı değildi ancak iç kısmı güzel dizayn edilmiş.

Ne Yedim Ne İçtim

Cafelerde özellikle siz istemedikçe bardakla çay gelmiyor, demlik getiriyorlar. Çay bardağının da bizim usul ince belli cam bardak olmasına dikkatinizi çekmek isterim. Yurt dışında rastlamak pek mümkün değil bilirsiniz.

Bir akşam yemeğim için Kale girişinde kapıdan geçer geçmez gözüme çarpan ve güzel bir mekan olduğu belli olan Muse Cafee’ye oturdum. Hemen yan tarafta Muse Hotel de bulunuyordu ve yemekler burada hazırlanıp geliyormuş. Şiş, ayran ve ekmek sepeti siparişi verdim ve gelenler o kadar lezzetliydi ki sildim süpürdüm. Bu yemek için 1 manat bahşiş ilave ederek toplam 15 Manat verdim.

Döğme çorbası,

Kuzu pirzola ve ayran.

Bunların hepsine 15 Manat ödedim.

Tatlı denemem sokakta oldu. Bakü’ye özgü bir tatlı olan pışka tatlılarından aldım. Satan genç beni acemi görüp 10 adet tatlıyı 2 Manata sattı. Sıcak kızartılmış hamur tatlılarının üzerierine pudra şekeri serpilmişti. Sıcak sıcak çok güzel geldi ve 3-4 tanesini hemen bitirdim. 10 tatlının hepsini yiyemeyince kalanını sonra yerim dedim. Ancak soğuduklarında pek bir lezzeti kalmıyor bu yüzden alırsanız yiyebileceğiniz kadar isteyin.

Bakü’de gezemediğim çok yer kaldı ama bir şehri üç-dört gün içinde tamamen gezebilmek zaten mümkün değil.

Yazdıklarımın dışında Bakü’de görülebilecek diğer yerleri sıralarsak: Taza Pir Cami, Nizami Azerbaycan Edebiyat Müzesi, Hayvanat Bahçesi, Rus Kilisesi, Nariman Narimanov Evi Müzesi, El Yazmaları Müzesi, Tagiyev Tarih Müzesi, Aleksander Nevski Rus Ortodoks Katedrali, Bibi Heybet Cami, Mirzabekov Apartmanı, Antika Eşya Müzesi, Modern Sanat Müzesi, Etnoğrafya Müzesi, Ermeni Kilisesi.

Son Söz

Bakü gezdiğim diğer Azerbaycan şehirlerine göre daha karmaşık ve hareketli bir şehir. Deniz olması büyük bir avantaj ve bu nedenle turizmi de bir hayli canlı geçiyor. Şeki ve Gence gibi başkent Baku’de  görülmeye değer.

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here