“Gez dünyayı, gör Konya’yı” denilirmiş. Doğru; çağımızda da Konya gezginler için bir cazibe merkezi. Gerçi ‘Hanya’yı Konya’yı görürsün’de demişler ama bizim görmek istediğimiz sadece Konya’nın güzellikleri. Bu günlerde Konya’nın mottosu  ‘İslam Dünyası Turizm Başkenti’ olmuş. Ama Konya’nın bunun ötesinde de vereceği şeyler var.

Tabii Konya denince akla ilk gelen Mevlana… Hoşgörü felsefesiyle İslam sınırlarını aşıp tüm dünyayı kucaklayan, sadece din adamı kimliğiyle değil felsefesiyle de gönüllere ulaşan  Mevlana, Konya’nın olmazsa olmazı. Zaten Konya’da her yerde rastlayacaksınız izlerine. Şehir lambalarından lokanta dekorasyonlarına kadar her yerde Mevlana ve Mevlevilikle ilgili şeyler karşınıza çıkacak.

İslam Dünyası için Konya önemli ama Türk Dünyası için de çok önemli bir yer. Türklerin Ön Asya’daki varlıklarının bir imparatorluğa dönüştüğü ilk merkezlerden biri Konya. Selçukluların (İznik sonrasında) başkenti. Mevlana ile birlikte Konya’ya damgasını vuran bir unsur da Anadolu Selçuklularından kalan eserler. Onun için Konya, çok rahat bir Selçuklu başkenti olarak da tanıtılabilir.

Ve tabii Anadolu’daki Türk beylikleri içinde özel yeri olan Karamanoğulları’nın da merkezi Konya. Osmanoğullarına ciddi rakip olan, Grek harfleriyle Türkçe yazan ve Türkçe dışında başka dil konuşulmasını yasaklayan Anadolu’nun Hristiyanlığı seçmiş Türkleri olan Karamanlılar…

Konya’nın Hristiyanlar için de sunabileceği şeyler var. Günümüzde Tarsus, Yalvaç, İzmir hattında ciddi bir Haç yolu olarak sunulabilecek bölgedeki önemli merkezlerden biri Konya.

Tarih öncesi dönemler için de önemli bir yer merkez Konya çevresi. Yani bilebildiğimiz tarihin başlangıç noktalarından biri olup hala önemli bir merkez olmayı sürdüren bir şehirden bahsediyoruz.

Bir de şehir hikayeleri var tabii. Konya, bu açıdan da çok zengin; Türkiye’de hakkında en çok geyik dönen şehirlerden biri de belki Konya’dır. Malum en çok içki tüketilen şehrimizin Konya olduğuna dair bir rivayet döner durur ortalıkta. Doğru değil tabii; Konya muhafazakar bir şehir, kendi yazılmamış kuralları olan ve bu kuralları uygulayan bir yer. Alkollü içki servis eden yerler neredeyse yok, bırakın alkollü lokantayı, alkollü içki satan yerler bile sınırlı. Şehrin gündelik sosyal hayatında alkole pek yer yok. Bu durumda en çok içki tüketen şehir olabilmesi için, akşam evlere çekilince herkesin deli gibi içki içmesi gerek. Bunun için de az sayıdaki tekel bayilerinin önünde uzun kuyruklar olması gerek. Yani yok öyle bir şey. Konya’daysanız bunu veri olarak almanız gerek; yani etli ekmeğinizi ayranla yiyeceksiniz. Ancak benim gördüğüm kadarıyla Konya, muhafazakarlığının içinde farklı yaşam biçimlerine de yer açan bir şehir, ne de olsa Mevlana’nın memleketi; Kısacası Şehrin kendine has bir ahengi var.

Artık gezimize başlayabiliriz. Önce şehir hakkında bazı bilgiler.

Tarihi

Hemen her yerde olduğu gibi, Konya’nın da ismi bir efsaneye dayanıyor.  Efsaneye göre, eski çağlarda şehri tehdit eden bir canavarı öldüren kahraman için bir anıt yaptırılmış, bu anıta da İkonion denmiş. Bu isim zamanla İcconium’a, oradan da türlü değişimlerle Konia’ya kadar uzanmış.

Konya tarih öncesi çağlardan beri insanlığın ilgi odağı olmuş bir yer.  İlk yerleşim neolitik çağa kadar uzanıyor. Çatalhöyük’te neolitik ve kalkolitik çağa ait yerleşim izleri bulunmakta. Konya merkeze yaklaşık 50 km mesafede olan Çatalhöyük’te MÖ 6000 li yıllardan beri yaşam olduğu anlaşılmış. Alaaddin Tepesi ve Karahöyük’te de ilk tunç çağına ait bulgulara rastlanmış.

Bölgede MÖ 1300’da civarında Hitit etkisi olduğu belirlenmiş. Daha sonra Frigler ve Kimmerler bölgeye hakim olmuş. MÖ 7 yüzyılda Lidyalıların, MÖ 6 yüzyılda Perslerin egemenliğinden sonra Büyük İskender’in Pers İmparatorluğu’nu yıkmasından sonra MÖ 334 yılında Makedonya Krallığına bağlanmış. MÖ 1.yüzyıl ve sonrasında Pontus ve Roma İmparatorluğu arasında sürekli el değiştiren Konya, MS 7. yüzyıl başlarında Sasaniler ve Arapların etkisine girmiş.

Daha sonra ise 1071 yılı itibariyle Anadolu’ya akınlar düzenleyen Türklerin ilerlemesi sonucu,  Alparslan’ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah Konya ve yöresini fethetmiş. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti’nin topraklarına katılan Konya, başkent İznik’in I.Haçlı Ordusu tarafından alınmasından sonra yeni Selçuklu başkenti olmuş. Bu dönemde Konya sadece siyasi bir başkent değil, Bahaeddin Veled, Mevlana Celaleddin, Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi, Muhyiddin Arabi gibi alimler, düşünürler, mutasavvıfların toplandığı kültürel başkent de olmuş.

1097 yılından 1308 yılına kadar Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliğinde kalan Konya, Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Karamanoğulları Beyliği’nin hakimiyetine girmiş. 1465 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından ortadan kaldırılan Karaman Beyliği’nden sonra Konya, Osmanlı toprağı olmuş. Fatih Sultan Mehmet, 1470 yılında dördüncü eyalet olarak Karaman Eyaletini kurmuş, başkenti de Konya yapmış. Tanzimat döneminde bu eyaletin ismi Konya Eyaleti olarak değiştirilmiş. O tarihlerde Konya,  dünyanın 69. büyük şehriymiş.

İstiklal Savaşı sırasında Batı Cephesi Akşehir’de kurulmuş. Mondros Ateşkes Anlaşması’yla Konya İtalyanlar tarafından işgal edilse de 20 Mart 1920 tarihinde işgalden kurtulmuş.

Konya, Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin tahıl ambarlığından sanayi merkezi olmaya doğru ivme kazanmış, üniversitelerle canlanmış, geçmişten gelen kültürünü çağımıza yansıtacak projelerle turizm cazibesi artıran, geleneksel ile moderniteyi içine barındırıp, sürekli büyüyen önemli bir şehir olmuştur.

Genel Bilgiler

Konya Türkiye’nin en büyük yüzölçümlü ili. Karaman’ın il olup Konya’dan ayrılmasından sonra bile  40.838 km2 lik yüzölçümüyle, Avrupa’da bazı ülkelerden daha büyük alana sahip.  Anadolu’nun neredeyse ortasından başlayıp güneybatıya doğru uzanan ilin nüfusu ise 2.161.300 kişi. 31 ilçeye sahip Şehrin en kalabalık ilçesi, merkez ilçe konumundaki Selçuklu. Meram ve Karatay, diğer merkez ilçeleri.

Akdeniz’den 250 km uzaklıkta olmasına rağmen deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 1016 metreye ulaşmaktaymış. Topraklarının % 38i ovalardan, %35i dağlardan, %27 si platolardan oluşan Konya’nın en büyük ovaları Konya ve Ereğli ovalarıymış. Platoları ise, Cihanbeyli, Obruk ve Taşeli platoları. Konya’nın önemli bir nehri yok ancak bir çok doğal ve baraj gölüne sahip. Tuzgölü’nün yanı sıra, Konya’nın doğal gölleri, Beyşehir, Akşehir, Suğla,  Akgöl, Küçük (Kulu Gölü), Acıgöl, Hotamış Gölü, Küçükhasan Gölü, Ilgın (Çavuşçu) Gölü, Terzihan Gölü, Köpek Gölü ve Devecipınar Gölü. Obruk Gölleri Obruk Yaylası üzerinde. Ayrıca Altınapa, Apa, Sille, Ayrancı, May baraj gölleri bulunmakta. Konya’nın güney doğusu dağlık, Orta Toroslardaki Aydos Dağı 3430 metre ile Konya’nın en yüksek noktasıymış.

Yer altı kaynakları açısından da, özellikle demir, bakır, çinko, krom, linyit açısından zengin olan Konya’da muhtelif maden ocakları bulunmakta. Ayrıca Konya merkez ve bir çok ilçede organize sanayi bölgeleri mevcut.

Gezilecek Yerler

Bu bilgilerden sonra gezmeye başlayabiliriz. Gezilecek yerleri belli gruplara ayırdım Kalkış noktamız ise Alaaddin Tepesi… Şehrin tam ortası olarak kabul edebileceğimiz yer, çoğu toplu taşım aracının da başlangıç noktası. Alaaddin Tepesi’nin çay bahçeleri, parklar, havuzlarla süslü Mevlana Cami’sine bakan taraf bizim kalkış noktamız. Tabii ilk istikametimiz Mevlana Türbe Camisi ve adı Mevlana ile anılan Şems Tebriz-i Camisi.

Mevlana Cami ve Türbesi – Şems-i Tebriz-Cami

Sırtınızı Alaaddin Tepesi’ne verdiğinizde biraz ileride Mevlana Türbesi’nin turkuaz çinilerle döşeli Türbesi sanki kulağınıza fısıldayacak; ‘Gel, umutsuzluk dergahı değil, bizim dergahımız’… Hiçbir araca ihtiyacınız yok, Mevlana Caddesi’nde 15 dakikalık yürüyüşle orada olacaksınız. Zaten Konya’da görmek isteyeceğiniz çoğu yer, Alaaddin Tepesi çevresi ve Mevlana Caddesi  üzerinde. Bu yürüyüş rotası üzerinde  sağ kaldırımda, Mevlana ve Şems Tebriz-i nin ilk karşılaştıkları yerde, o kavuşmanın anısına camekan içinde sekiz kulplu bir şamdan konmuş. Yine de yürümem diyorsanız Alaeddin Tepesi’nden geçen mavi renkli Adalet hatlı tramvay sizi Mevlana’ya götürecektir.

Yol boyunca size biraz Mevlana’dan bahsedeyim… Asıl adı Muhammed Celaleddin olan ve ‘Efendimiz’ anlamındaki lakabını Konya’da genç yaşında din dersleri okuturken kazanan Mevlana, 1207 yılında bugün ki Afganistan’ın Belh şehrinde doğmuş. Mevlana’nın annesi Belh emirinin kızı Mümine Hatun, babaannesi Harzemşah prensesi Melike-i Cihan Emetullah Sultan’mış. Babası ise Alimlerin Sultanı olarak ün yapan Muhammed Bahaeddin Veled. Hazreti Muhammed soyuyla bağlantısı olduğu belirtilen Bahaeddin Veled, bazı kaynaklara göre tasavvuf ilmiyle uğraşmasını çekemeyenlerin baskısı, bazı kaynaklara göre Moğol istilasından kaçmak için Belh’i terketmiş, Hac’a gitmiş, sonra da yanında oğlu Mevlana’yla muhtelif yerlerde konakladıktan sonra Konya’ya yerleşmiş. Babası Mevlana’nın ilk mürşidi, O’na Allah yolunu öğretip tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren yol göstericisiymiş. Mevlana babasının isteğiyle 18 yaşındayken ilk eşi Gevher Banu ile evlenmiş. Babasının ölümünden sonra Mevlana babasının makamına geçmiş.

Konya

Mevlana yedi yıl süren Halep ve Şam gezilerinden sonra 3 kez en az 20 günlük çile çıkarmış. Bundan sonra Mevlana’nın tamamen kemale erdiği kabul edilmiş. Bu arada Mevlana ilk eşinin ölmesinden sonra Kerra Hatun ile evlenir. O dönemde Mevlana 38 yaşındayken 60 yaşındaki Şems Tebrizi ile karşılaşmış ve bu, Mevlana’nın Hakk yolculuğunda bir dönüm noktası olmuş. Denilir ki, Mevlana Şems Tebrizi’nin gönül aynasında kendini görür ve kendi güzelliğine aşık olur; Mevlana gönlündeki Allah aşkını Şems Tebrizi’de yaşar. Bu arada Mevlana felsefesinin ritüelleri ortaya çıkar. Hatta rivayete göre, bir gün Mevlana’yı kendi etrafında dönerek sema yaparken gören bir esnaf, tüm çalışanlarını aynı şekilde kendi etraflarında döndürür, Mevlana’nı sema ritüelinin doğuşu böylece oluşur. Ancak bu arada Konya’da Mevlana’nın Şems Tebrizi’den sonra değişen halinden memnun olmayanlar ve bundan Şems Tebrizi’yi sorumlu görenler de vardır. Sonuçta  Şems Tebrizi Konya’dan ayrılır ama Mevlana bundan sonra dünyayla tüm ilişkisini kesince Mevlana’nın büyük oğlu gider, Şems Tebrizi’yi bulur ve Konya’ya geri dönmesine ikna eder.

Mevlana Camii ve Türbesi, her gün açık. 15 Nisan-Eylül sonu arası 09.00- 18.30 arası, Ekim-14 Nisan arası 09.00-16.40 arası ne zaman isterseniz Mevlana’nın çağrısına icabet edebilirsiniz. Giriş ücretsiz. Müze olarak kullanılan mekan, Selçuklu döneminde gül bahçesi iken, bahçe Sultan Alaeddin Keykubat tarafından Mevlana’nın babası Sultanü-l Bahaeddin Ulema Veled’e hediye edilmiş. Kendisi 12 Ocak 1231 tarihinde ölünce de buraya defnedilmiş, ancak Mevlana, gök kubbeden daha iyi bir türbe mi olur diye babasını mezarının üzerine türbe yaptırmamış. Daha sonra burası Mevlana’nın dergahı olmuş. Mevlana öldüğünde ise, oğlu Sultan Veled Mevlana’nın mezarı üzerine türbe yaptırılması yönündeki istekleri kabul etmiş. Yeşil Türbe anlamına gelen Kube-i Hadra denilen türbe dört kalın sütun üzerine Mimar Tebrzili Bedrettin’e yaptırılmış. Bu tarihten 19 yüzyıl sonuna kadar da mimari eklemeler devam etmiş. Dergah ve zaviyelerin yasaklanmasından sonra burası 1926 yılında ‘Konya Asar-ı Atika Müzesi’ olmuş, 1954 yılında ise adı Mevlana Müzesi olarak değiştirilmiş.

Müzenin alanı 18.000 m2 imiş. Müzeye ‘Dervişan Kapısı’ndan girilmekte. Avluda Ahmet Eflaki, Hürrem Paşa Türbesi, Sinan Paşa Türbesi, Hasan Paşa Türbesi ve Fatma Hatun Türbesi bulunmaktadır. Ayrıca derviş odaları da bu avluya bakmaktadır. Avlunun diğer ucunda Üçler Mezarlığına açılan Hamuşan (susmuşlar) Kapısı vardır. Matbah, semahane, mescit bölümleri ile Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının bulunduğu bölüm de avluya açılan diğer kısımlardır. Avluda Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile ‘Şeb-i Arus’ havuzu ve selsebil adı verilmiş çeşme dikkate değer. Kur’an-ı Kerim’ güzel sesle ve usulüne uygun olarak okumak anlamına gelen Tilavet adındaki kısımda, önceden Kur’an-ı Kerim okumaları yer almaktaymış, şimdi ise hat sanatına ayrılmış bir kısım. Burada Mahmud Celalettin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarizade gibi devrilerinin ünlü hattatlarının eserleri bulunmakta.

Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan giriliyor. Burada Mevlana’nın ünlü eserlerinden Mesnevi ve Divan-ı Kebir’ın eski nüshaları sergilenmekte. Türbe salonunda yükseltilmiş bir bölümle ayrılan bir kısımda 6 Horasan erinin sandukaları vardır. Türbe  odasının diğer tarafındaki yükseltilmiş kısımda ise Mevlana ve babası Bahaeddin Veled’in soyundan gelen, onu kadınlara ait olmak üzere 55 adet, Mevlevilikte makam sahibi olmuş kişilere ait 10 adet olmak üzere toplam 65 adet mezar bulunmakta. Yeşil kubbenin altında Mevlana ve oğlu Sultan Veled’in mezarları yer almakta.  Salonda en büyük mezar Mevlana’nın babasına ait ama en gösterişli olanı Mevlana’nın; bu bölüm çini süslemeleri ve hat eserleriyle çok etkileyici. Mevlana’nın ardından oğlunun mezarları gelmekte. Buradaki iki mezar çini kaplı. Zaten ziyaretçilerin en açık görebildiği alan da burası.

Türbe salonunda önünde kuyruklar olan bir yer de ‘Sakal-ı Şerif’… Cam bir kutunun içindeki ‘Sakal-ı Şerif’i görmek için, kutuya yerleştirilmiş büyütece gözünüzü denk getirmeniz gerekiyor. Ama kutu kenarlarındaki dört küçük hava deliği önünde insanlar kuyruktaydı, dualar okuyup o deliklerden içeri üflüyorlardı. Ben uzaktan bakabildim. 

Çerağ kapısından girilen Mescid’te çok değerli halılar ve ahşap kapı örnekleri sergilenmekte. Vitrinlerde ise değerli hat, tezhip örnekleri bulunmakta.

16 yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Semahane’de naat kürsüsü, müzisyenlerin oturdukları mutrib hücresi, mahlifler orijinal halleriyle korunurken duvarlarında halılar, vitrinlerde de madeni ve ahşap objeler sergilenmekte.

Avluya bakan ve III.Murat tarafından 1584 yılında yaptırılan 17 adet derviş hücresi, bugün postniş ve mesnevihan hücreleri olarak orijinal eşyalarıyla döşenmiştir, bazı hücreler de Mevlevilere ve dergaha ait çeşitli eşyalar sergilenmekte.  Burada dikkati çeken objelerden biri, Şems Tebriz-i’ye ait olduğu belirtilen bir serpuş ve  Sultan Veled’e ait olduğu belirtilen pamuklu kumaşı üzerinde fetih suresi, Kelime-i Tevhid ve tılsımlı yazılar ile güneş motifinin bulunduğu tılsımlı gömlek dikkat çekici. Bir de dervişlerin sabır tespihi…O tespih sırasında sabretmenin ne kadar zor olduğunun en büyük kanıtı bence.

Dergahın yemek ihtiyacının karşılandığı Matbah 1584 yılında III Murat tarafından yaptırılmış; burada yemek pişirme ve Mevlevilerin yemek yeme adabı ve sema talimlerine yönelik mankenli sergi bulunmakta. Ayrıca dervişlerin semazenlik eğitimine yönelikte mankenli sergi görülebilir. Bu arada hatırlayalım, Mevlana Müzesi’nin yaklaşık 1 km uzağında Mevlana Kültür Merkezi var ve her cumartesi burada sema gösterisi düzenlenmekte.

Dünyayı sarmalayan o hoşgörü felsefesinin yoğrulduğu yerden ayrılmakta zorlanıyor insan. Ama sırada Mevlana’nın ruh eşi Şems Tebriz-i’nin Cami ve Türbesi var. Mevlana’ya geldiğiniz yoldan geri dönerken sağ tarafta karşınız çıkan (İplikçi Cami’nin karşısında) alana girin, Şerafettin Cami’yi geçip ilerleyince önünüze bir park, parkın içinde de bir camii göreceksiniz. Şems Tebrizi’nin (bazılarına göre temsili) türbesi orası. Bu Caminin yapımı 13 yüzyıla tarihlenmekte. Bugünkü yapı Abdürrezzakoğlu Emir İshak Bey tarafından genişletilmiş haliymiş. Türbe mescit ile bitişik, mezarın üzerinde de bir serpuş bulunmakta. Türbe mescide, ince işçiliğe sahip ahşap bir kemerle açılmakta. Tavanda ise geometrik desenler var. Mescidin üstü Selçuklu kümbet külahı ile kaplanmış. Burası, Mevlana Camii ve Türbesine göre çok daha ufak ve sade bir yapı.

Gelelim Şems Tebriz-i’ye; 1185 yılında Tebriz’de doğan Şems Tebrizi, Melik Dad oğlu Ali isimli birinin oğluymuş. Dinin güneşi anlamına gelen Şemseddin lakabıyla anılan Tebrizi küçük yaşlardan itibaren manevi ilimlerle ilgilenmiş, Tebrizli Ebubekir Sellad’a mürtid olmuş, farklı din alemlerinden feyz almak için sürekli seyahat halinde olmuş, bu nedenle kendisine Şemseddin Perende (Uçan Şemseddin) denirmiş. Manevi bir işaret üzerine Mevlana’ya ulaşmış ve üç buçuk yıl süren birliktelikleri süresince Mevlana’da yeni ufuklar açılmasına neden olmuş ve O’nu kamil bir Hakk aşığı yapmayı başarmış.

Yukarda bahsetmiştik, Şems Tebrizi Konya’ya ve Mevlana’ya geri dönmüş, Şems Tebrizi’nin yokluğuyla sarsılan Mevlana için bu hayata dönüş gibi bir şey olmuş. Ancak Şems Tebrizi’nin dönüşüne sevinmeyen bir çok kimse de varmış, bunların arasına Mevlana’nın küçük oğlu da dahilmiş. Sonuçta Şems Tebrizi bir gün yok olmuş, bazı rivayete göre bu düşmanlığa karşı sessizce şehirden ayrılmış, bazısına göre çekemeyenler tarafından öldürülmüş ve başı kesilerek kuyuya atılmış. Yani bir ihtimal, Konya’daki türbe gerçekten Şems Tebrizi’ye ait olmayabilir. Zira, Niğde’deki kesik baş türbesi de Şems Tebrizi’ye izafe edilmekteymiş. Ayrıca Tebriz’de Geçil Mezarlığında ve aynı bölgedeki Hoy’da, Pakistan’daki Multon şehrinde de Şems Tebrizi türbe ve makamları bulunmaktaymış. Ben, orayı Şems Tebrizi’nin Türbesi niyetine ziyaret ettim.

Şems Tebrizi, Mevlana’nın önündeki perdeyi kaldıran kişi olarak gösteriliyor ve Mevlana’nın derin dünyası bugün tüm dünyaya ışık tutuyor. Yoğun maneviyatı dışında  Mevlana’nın dünyasında gündelik hayata da yer var, hele Mesnevisinde öyle öyküler var ki, insan o günün Konya’sını merak etmeden duramıyor.

Türlü rivayetler, muhtelif söylentiler olabilir ama Mevlana’nin insanların iç dünyalarına sunduğu ışık yüzyıllar ötesinden parlamakta; mühim olan bu. Bu ışık, benim kişisel öykümde de, her fırsatta beni Mevlana’ya getirecek gibi görünüyor.

Alaaddin Tepesi – Alaaddin Cami – Seyir Köşkü

Alaaddin Tepesi, Konya’nın tam merkezi demiştik. Burası Şehrin belki de en güzel parkı. Geçmişin görkemini yaşarken, bir yandan da hemen yanı başınızdaki çılgın şehir karmaşasına bulaşmadan parkın serinliğinin tadını çıkarabilirsiniz.

Buradaki en önemli yer şüphesi Alaaddin Cami… Burası Konya’da Anadolu Selçuklularından kalan en eski ve en büyük camiymiş. Caminin yapımına Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud I döneminde başlanılmış, Kılıçaslan II döneminde inşası sürdürülmüş, 1221 yılında Sultan Alaeddin Keykubad I tarafından da tamamlanmış. Dikdörtgen tarzda ve üstü çatılı bir yapı. İçerisinde Bizans dönemine de ait 41 adet sütun bulunmakta. Cami içinde kullanılan malzemeler arasında eski çağ kitabeleri, Grekçe parçalar, kilise yapı malzemeleri varmış. İç tavan kütüklerle desteklenmiş. Minberdeki ahşap işçiliği dikkat çekici; abanoz ağacından birbirine geçmiş parçalardan oluşmakta, 1155 yılında Ahlatlı Mengum Berti tarafından yapılmış. Mihrabın çini işçiliği de ayrıca dikkate değer. Mihrabın kubbesi de çinilerle süslenmiş.  Geniş cami içi ahşap işçiliği ve çini süslemeciliği açısından dönemin en nadide örnekleri olarak kabul ediliyormuş. Yapıya giriş doğudaki kapıdan oluyor ancak kuzey tarafında üç kapısı daha bulunmakta. Cami’de halen restorasyon devam etmekteydi. Cami avlusunda II.Kılıç Aslan ve I.İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan iki kümbet var; ilki ongen, ikincisi sekizgen. Restorasyondan dolayı kümbetlere giriş yoktu ama önceki gelişlerimde gezmiştim. Caminin minaresi ise Osmanlı döneminde yapılmış. Cami yanında şu an restorasyondan dolayı kapalı olan Kılıçaslan veya Alaaddin Köşkü olarak bilinen seyran yapısı bulunmakta. Burası iç kale surlarının üstünde 1190’lı yıllarda II.Kılıçaslan tarafından yaptırılmış. 1960 yılında ise beton bir şemsiye ile koruma altına alınmış. Yapılan kazılarda çıkan dönemin en güzel çinilerin bir kısmı bugün Karatay Müzesi’nde görülebilir.

Tepenin kalan bölgeleri yürüyüş alanlarına, çay bahçelerine, çiçekliklere ayrılmış. Mevlana Caddesi’ne bakan tarafta ise bir şelale şeklinde havuzlar bulunmakta. Sıcak yaz günlerinde soluklanmak için gayet güzel bir yer. Ayrıca buranın önündeki durak, kullanacağımız otobüslerin ana noktası…

Şimdi Alaaddin Tepesi çevresinden çok ayrılmadan Konya’daki (Mevlana Müzesi dışındaki) müzeleri gezelim.

Müzeler

Alaaddin Tepesi çevresinde önemli iki müze var, bunlar Selçuklu döneminin medreseleri, ayrıca o dönemin en güzel yapı örneklerinden.

Karatay Medresesi – Müzesi

Alaaddin Tepesinin kuzey tarafında yer alan Müze, her gün  15 Nisan- 02 Ekim tarihlerinde  09.00-19.00 saatleri, 03 Ekim-14 Ekim tarihlerinde 09.00-17.00 saatleri arasında açık olup giriş 5,-TL. II.İzzettin Keykavus döneminde Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmış Medreseye, Selçuklu tarzı taş işçiliğiyle bezeleri ana kapıdan giriliyor. Medresenin tavan kubbesi örtülü ama havalandırma aralığı bulunmakta, geçiş güneş motifleri ile süslü. Karatay Medresesi’nde hadis ve tefsir eğitimi verilmekteymiş. Medrese kapısında yapımı ile ilgili bir kitabe var. Medrese içindeki hücre kapılarında ise ayet-i kürsi, besmele yer almakta. Kubbeye geçişte ise, İsa, Musa, Davut, Muhammed peygamberlerin ve ilk dört halifenin isimleri bulunuyor.  Osmanlı döneminde de kullanılan Medrese, 19 yüzyıl sonunda terk edilmiş.

Anadolu Selçuklu döneminin çiniciliğinde önemli bir yeri olan Medrese, 1955 yılından itibaren çini müzesi olarak kullanılmakta. Medresede kullanılan çiniler turkuaz, siyah ve lacivert renkte. Karatay Medresesi’nde, Medresenin kendi çinileri yanında, II.Kılıçarslan Köşkü ve Kubad Abad Sarayı’ndan çıkarılan çiniler de yer almakta. Selçuklu dönemine ait özellikle stilize hayvan desenli çiniler ve güneş motifli kubbe görülmeye değer.

İnce Minare

Alaaddin Tepesinin batısında yer alan Medrese, Sultan II.Keykavus döneminde vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1264 yılında hadis ilmi öğretilmek üzere inşa edilmiş. Tek eyvanlı avlusu kapalı tarzda. Yapının ön cephesi kesme taştan olup özellikle taç kapının taç işçiliği hayranlık uyandırıcı . Kubbe çevresindeki kasnaktan ışık alıyormuş. Yapıya adını veren minaresi ise,  kaidesi kesme taş kaplama, minare ise tuğla örülü olup turkuaz çinilerle süslü. Yapı 1956 yılında taş ve ahşap işçiliği müzesinde dönüşmüşmüş. Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi’ne ait yüksek kabartma rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri ve mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmekte. Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürlerinin en güzel örnekleri de bu Müzede görebilirsiniz. Müze  hergün 15 Nisan- 02 Ekim tarihlerinde 09.00-18.40,  03 Ekim-14 Nisan tarihlerinde  09.00-16.40 saatleri arasında açık ve giriş 5,-TL.

Şimdi Alaaddin Tepesinden uzaklaşıp diğer müzelere gidelim…

Atatürk Müzesi

Alaaddin Tepesi’nin yanındaki Zafer Mahallesi’nde  Atatürk Caddesi üzerinde bulunan 1921 yapımı bu iki katlı bina, Vali Konağı olarak kullanılıp ziyaretleri sırasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e tahsis edilirmiş.  Atatürk, Konya’yı ilki 03.08.1920, son defa 20.11.1937 tarihinde olmak üzere 13 defa ziyaret etmiş. Taş ve tuğladan yapılmış bina, 1928 yılında Konyalılar tarafından Atatürk’e hediye edilmiş, 1940 yılında İl Özel İdaresi tarafından satın alınmış, 1963 yılına kadar Vali Konağı olarak kullanılmış, sonra da Müze olmuş.

Pazartesi hariç her gün 08.30-17.30 arası ziyarete açık ve ücretsiz. Atatürk’ün bu evde yazdığı günlük, kullandığı eşyalar, kahve takımından daktiloya kadar objeler, Konya’daki günlerine ait resimler ve Atatürk’ün kullandığı elbiseler görülebilir.

Arkeoloji Müzesi

Sahibata Mahallesi’nde, Atatürk Heykeli’nden başlayan Sahibata Caddesi üzerinde bulunan Arkeoloji Müzesi, 1901 yılında açılmış, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden sonra ikinci arkeoloji müzesiymiş, bugünkü yerine de 1961 yılında taşınmış. Müze  pazartesi hariç 15 Nisan- 02 Ekim tarihlerinde 09.00-18.40,  03 Ekim-14 Nisan tarihlerinde  09.00-16.40 saatleri arasında açık ve giriş 5 TL.

Arkeoloji Müzesi’nde, Prehistorik dönem, Demir Çağı, Roma dönemine ait eserler yer almakta. Benim en çok ilgimi çekenler ise mozaikler oldu. Türkiye’nin Mozaik Müzeleri yazısını hazırlarken gezdiğim bazı müzelerden çok daha fazla mozaik esere sahip. Tabii neolitik dönemden Çatalhöyük başta olmak üzere Erbaba, Süberde’den çıkan objeler de yabana atılamaz. Hele Çatalhöyük’ten gelen boyalı el izleri, çağlar öncesinden bize uzanan bir el gibi. Bunun yanında muhteşem lahitler, Frig kapları, Roma mücevherleri de ilgiyi hak ediyor. Müze bahçesinde ise, mezar döşemeleri, yazıtlar bulunmakta; özellikle Aziz Paul’ün geçtiği şehirler olan Icanium (Konya), Lystra ve Derbe yazıtları dikkate değer.

Etnoğrafya Müzesi 

Arkeoloji Müzesi’nin yanında bulunan  Etnoğrafya Müzesi, 1975 yılında hizmete açılmış. Bodrum katta halılar zemin katta ise, Konya çevresine ait el sanat ürünleri sergilenmekte. Koleksiyon kapsamında çakmaklı ve kapsüllü tabanca tüfekten hat sanatı örneklerine, mutfak eşyalarından anahtar ve kilit takımlarına, süs malzemelerinden giyim eşyalarına uzanan bir sergi bulunmakta. Müze  her gün 15 Nisan- 02 Ekim tarihlerinde 09.00-19.00,  03 Ekim-14 Nisan tarihlerinde  08.00-17.00 saatleri arasında açık ve giriş ücretsiz.

Müze-i Hümayun

Anadolu’nun ilk müzelerinden olan Müze-i Hümayun 1901 yılında tek katlı, iki odalı taş ve tuğladan yapılmış bir bina. Alaeaddin Tepesi yakınlarında Ankara Caddesi üzerindeki bina restore edilip yeniden hizmete sunulmuş ancak henüz ziyarete açık değil, bina üzerinde ‘….imam hatip okuluna kayıt ve nakilleri başlamıştır’ yazılı bir afiş bulunmakta, o nedenle  kullanım amacını anlayamadım.

İzzet Koyunoğlu Müzesi

Kerimdede Mahallesinde bulunan Müze, şehir merkezine biraz uzak, Karatay Belediyesi’nin önünden geçen dolmuşlarla gidebilirsiniz. Ayrıca Mevlana Kültür Merkezi’nden de yürüyerek gidebilirsiniz. Ahmet Rasih İzzet Koyunluoğlu’nın 1913 yılından itibaren kurmaya başladığı müze ve kütüphanesinden oluşturulmuş bir koleksiyon. Müze aslında A.R.İ. Koyunluoğlu’nun konağının etrafında şekillenmiş bir kompleks.

Zaten Müze avlusunda, bir zamanlar yaşadığı ev hala duruyor. İki katlı, cumbalı bu kagir yapı, A.R.İ.Koyunluoğlu’nun isteği üzerine Konya Evi olarak döşenmiş, öyle sergilenmekte. Avlusunda, ocak, tandır, fırın gibi unsurlar var. Ayrıca avlunun parçası olduğu bahçe de, çeşitli dönemlere ait taş ve mermer kaideler, lahitler, toprak eşyalar, büst ve heykeller yer almakta. Söz konusu ev koruma altına alınıp çevresiyle birlikte istimlak edilerek İzzet Koyunluoğlu Kütüphane ve Müzesi 1984 yılında hizmete girmiş.

Müzede neler yok ki; mamut kemiğinden volkan bombalarına, hat eserlerinden eski paralara, Türkiye’nin ilk fotoğrafçısından Roma dönemi heykelciklerine kadar türlü bölümlerden oluşuyor. Kütüphanede, eski el yazması kitapları yanında kâğıt, hat, minyatür, tezhip, tezyinat, cilt ve ciltbend  sanatlarının seçkin örneklerini de görebilirsiniz. Müze bölümünde Tabiat Tarihi, Anadolu Medeniyetleri, Etnoğrafya, Arşiv ve Hat Salonları bulunmakta.

Müzede Foto Hasan Behçet’e ayrılan bölüm özellikle ilginç; Türkiye’nin ilk fotoğrafçısıymış, 1900’lerin ilk yıllarından kalan siyah beyaz resimler hem o dönem hakkında fikir veriyor, hem de bir an için o insanlarla sanki bir temas kurmuş oluyorsunuz. Müzenin Hat Salonunu da kaçırmayın, çok etkileyici ve zarif.

Parklar

Konya çok yeşil bir şehir. Türkiye’nin yeşil unvanlı diğer şehirlerine rakip olabilecek kadar parklar, bahçeler, yeşillikler ile süslü şehir. Bir çok park var şehirde ama bunların içinde Alaaddin Tepesi’nin ayrı bir yeri var, yHem Selçuklu döneminin nadide eserlerini barındırması, hem şehrin merkezinde olması, hem de bakımlı, çiçeklendirilmiş bir yer olması nedeniyle ilk tercih olabilecek yerlerden. Ama başka parklar da var.

Kültür Parkı 

Kültür Parkı da, Alaaddin Tepesi gibi şehrin tam merkezinde ve ana ulaşım duraklarına yakın bir yer, hatta Alaaddin Tepesi’nin devamı olarak bile görülebilir. 2000’li yıllardan beri Konya’ya gidip geldiğim için burasının yapılış aşamasına tanık oldum. Şimdi özellikle yaz geceleri Konya’nın, kaçış noktası, soluk alacağı bir yer olmuş. Alaeddin Tepesinden Hacı Veyiszade Camii’ye kadar uzanan alanı kapsayan alanda göletler, gül bahçeleri, kafeler, lokantalar, hatta Selçuklu kümbeti bile var. Parkın diğer tarafı Alaaddin Tepesi, öbür tarafı da Şehir Meydanı. Şehir Meydanı’nda bir Selçuklu miğferi heykeli var, ama biraz Yıldız Savaşları’ndaki Darth Vader’in miğferi gibi olmuş; çehresiz olması mı, çehre yerine başka sembolize unsurlar konmasından mı, bilemedim.

Kyoto Japon Bahçesi

Burası şehir merkezine biraz uzak. Kosova Mahallesinde Veysel Karani Sokak üzerinde. Alaaddin Tepesinden kalkan yeşil (H3) tramvayı ile gidebilirsiniz. Kendi isminde durağı var. Japon mimarisinin hakim olduğu 30 000 m2 alana yayılan park, türlü yeşillikler ve çiçeklerle bezeli. Kardeş şehir olduğu Kyoto Belediyesi’ne danışılarak Japon kültürü ve  mimari tarzına uygun olarak düzenlenen ve 2010 yılında açılan Parkın içinde köprülerle geçişi sağlanan birbirine bağlı iki gölet ve bir havuz, seyir terasları, kamelyalar, bir de lokanta var; hepsi Japon mimari tarzında. Parka girince gerçekten Japon havasını solumuş olursunuz ama ortam tamamen Anadolu; sanmayın ki suşiler sarılıyor, tavalarda tempuralar kızartılıyor. Hayır, her kamelyada leğen leğen kısırlar, mercimek köfteleri, semaverler; çayırlara uzanan insanlar Japon Bahçesi’nin keyfini çıkarıyorlar. Lokantada öyle; etli ekmek, tandır baş yemek… Araya noodle sıkıştırmışlar ama o da siparişten 45 dakika sonra bile gelmemişti. Teknik bir sorun oluşmuş; sanırsın termik santral işletiyorlar, tek müşteri benim, onlarca garson ama ortada servis yok. O kadar zaman sonra yemeği göremeden kalktım. Yani bahçe Japon ama içerik nereli, onu bilemem…

Meram Bağları 

Konya deyince akla gelen bir diğer yer de Meram bağları… Tabii, artık burayı  Meram bağları değil Meram lokantaları olarak anmak gerek. Buraya Alaaddin Tepesi’nden kalkan 2,4 numaralı otobüslerle gidebilirsiniz. Aslında her iki otobüste aynı yerden geçiyorlar, birinin gidiş yolu diğerinin geliş yolu oluyor.4 numaralı otobüsün geçtiği yolda, orta sınıftan üst orta sınıfa uzanan yerleşim yerleri, villalar, ara sıra da konsept restorantlar var. 2 numaralı otobüs ise şık kafelerin,  gösterişli lokantaların, butik mağazaların olduğu yer, yani şehrin daha ciks bölgesi…Ama gelinen yer aynı; Meram çayının genişlediği piknik ve gezinti alanı…Konya’ya yaklaşık 6 km mesafede olan Meram, eski Konya’nın yazlık alanı gibiymiş, yazın Konyalılar buradaki konaklarına göç ederlermiş. Şimdi ise akşam eğlencesi için bile gelinebilecek bir yer. Ama dönüşümü Meramdaki hamamdan anlayın, Karamanoğlu Beyliği’nden kalan 1424 yılına ait hamam bile lokanta olmuş.

Konya

Eh tabii, eşeğin aklına karpuz kabuğu düştü…Meram denince akla gelen bir şey de Konya’nın oturak alemleri. Konu, Sabahattin Ali’nin Gramofon Avrat isimli kitabında ve bu kitap esas alınarak Yusuf Kurçenli’nin 1987 yılı yapımı filminde işlenmiş. Türkan Şoray’ın Hakan Balamir ile baş rollerini paylaştığı film, 1930 yılların Konya’sını ve oturak alemlerini dansçı Cemile üzerinden anlatır. 

Tropikal Kelebek Bahçesi

Burası Konya’nın biraz uzağında, Sille Parsana Mahallesi’nde…Kültürpark’ın önündeki duraktan kalkan 47 numaralı otobüsle yarım saatte ulaşabilirsiniz. Pazartesi hariç her gün 9.30-18.30 saatleri arasında gezilebilir. Ben buraya gittim ama benim küt bakış açımla anlatsam hiç bir şeye benzemeyecek. Siz en iyisi burayı arkadaşım Neriman Yaşar’in kaleminden okuyun; büyüleneceksiniz…Yazı linkte.

Konya Kelebek Vadisi

Mengüç Caddesi

Açık havada dolaşabileceğiniz, kahve-nargile içebileceğiniz, yemek yiyebileceğiniz, eski Konya havasını soluklayabileceğiniz bir sokak. Mevlana Müzesi’nin yanındaki Üçler Mezarlığı’nın arkasında bir sokak.  2010 yılında Belediye tarafından 500 yıl öncesinin Konyası’nı yeniden yaşatmak amacıyla projelendirilmiş.  Restore edilmiş eski Konya evleri, şimdi lokanta ya da kafe olarak hizmet veriyor. Keyifli bir yer, özellikle yaz akşamlarında…

Konya çok yeşil bir yer, bir çok bahçesi var. Artık sıra camilerde, medreselerde, türbelerde, kümbetlerde…

Camiler, Türbeler, Kümbetler, Medreseler, Hamamlar

Meraklısına 

Bu bölümü ‘Meraklısına’ adı altında yazıyorum çünkü bir gezi için biraz fazla cami, türbe, hamam, medrese gezim. Bunların bir kısmı atlanabilecek yerler. Zaten Konya’daki en çarpıcı cami ve türbeleri yazının önceki bölümlerinde anlatmıştım. Ama yine de bunlar dışında kalıp hararetle görmenizi tavsiye edeceğim yerler var. Ben gezdiğim yerleri anlatayım ama özellikle beğendiklerimi ayrıca belirteyim. Bir de ben özellikle Selçuklu ve biraz da Osmanlı mirası yerleri gezime esas aldım. Yani 1900’ler sonrası pek yok bu yazıda. Yoksa mesela camilerden bahsedeceksek, Konya’nın siluetine damgasını vuran Hacı Veyiszade  Camii’den bahsetmek gerekirdi. Gittim, gezdim tabii ama yeni bir Camii burası, 1996 yılında ibadete açılmış. Ama yazının konsepti dışında kaldığı için  yeni yapılara  ‘bizimle değilsin’ diyorum.

Sahib Ata Cami ve Külliyesi

Selçuklu Veziri Hacı Ebubekirzade Hüseyinoğlu Sahib Ata Fahreddin Ali tarafından 1258 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev sultanlığı döneminde yaptırılan külliye, cami, hamam, türbe, hanigah, çeşme ve dükkanlardan oluşmakta. Larende Caddesi üzerinde olup Etnoğrafya ve Arkeoloji Müzesi ile yan yana. Cami, eski Konya surunun Larende kapısında olduğu için Larende Cami olarak da tanınıyormuş. 1871 yılında yıldırım düşmesi sonucu hasar gören cami aynı yıl tekrar yapılmış. Ayrıca Cami, 1702, 1825, 1848 yıllarında onarılmış. Taç kapıda mimarların ismi geçiyor; Amele Körük ve Bin Abdullah olarak iki kayıt var, bu Ortodoks iken Müslüman olan ve Sahip Ata’nın bir çok eserinde imzası bulunan bir mimarmış.

Caminin minaresi, Külliyenin ana giriş kapısında yer almakta, ayrıca çeşme de burada. Minare üstündeki kırmızı, turkuaz renkli çinilerle yapılan geometrik süslemeler göz alıcı. Tuğla çıkma minare üzerindeki bu çini döşemeleriyle Konya içindeki diğer camilerden ayrılıyor. Külliyenin kapısı da Selçuklu kapılarının güzel bir örneği. Turkuaz çinilerle örgü ve geometrik desen süslemeleri, kapının sivrileşen ana girişinin yanında göz alıcı bir şekilde yükselmekte.

Külliyenin Hanigahı ise, yapının doğusundaki Selçuklu taç kapısından girilmekte. Hanigah (Hankah), Farsça eşik anlamına gelmekteymiş ve genellikle büyük bir şeyhin türbesinin etrafında şekillenen tarikat yapıları, dergahlarmış. Hanigah mimarı belli değilse de 13 yüzyıla ait Selçuklu tekke ve hankahlarının bilinen  en büyüğüymüş. Hanigah bugün ise Sahib Ata Vakıf Müzesi olarak açık, giriş ücretsiz. Hanigahın girişi Selçuklu mimari özelliklerini taşıyan görkemli bir kapı. İçi dört ana bölüme ayrılmış tuğla ve çini örgülü. Aradan geçen yolun karşısında ise hamamı bulunmakta. Tarihi dokusunu bilemem ama hamamda kese ve masaj muhteşem. (Bu arada diğer bir tarihi hamam seçeneği de Şerafettin Camisi’nin arkasındaki Mahkeme Hamamı; tarihi kısmını pek anlamadım).

İplikçi Cami 

Mevlana Caddesi üzerindeki Cami, 1201 yılında Şemsettin Altınoba tarafından yaptırılmış, Somuncu Ebubekir tarafından genişletilmiş. 1951-1960 yılları arasında Klasik Eserler Müzesi olan yapı, 1960’da tekrar ibadete açılmış. Dikdörtgen tuğla örgülü Cami, tek minareli ve bence çok sade ama bir o kadar da etkileyici. Hakkında dillendirilen efsanelere kulak asmayın, sadece İplikçiler çarşısında bulunduğu için bu ismi taşıyormuş.

Caminin bulunduğu yerde önceden Altunaba Medresesi bulunmaktaymış, bu Medresenin vakfının mütevellisinin isminin İplikçi Necibüddin Ayaz olması da bu ismin nedeni olarak görülüyor. (Efsaneye göre, bu Camiyi yaptıran çok zengin kişi, cami yapımında kimseden yardım alınmasın da sevabı tamamen benim olsun diyormuş; mahallenin takıntılı kadınlarından biri de  ben de katkıda bulunayım, sevaba dahil olmak istiyorum, diyormuş ama teklifi sürekli reddediliyormuş, iplikçi olan bu kadın bakmış ki sözünü dinleyen yok, bir gece ipliklerini kırpıp kırpıp harca katmış ve cami bu şekilde tamamlanmış. Camii bitince bir gece bir derviş cami banisinin rüyasına girip bu caminin sevabı sana değil, iplikçi kadına yazıldı çünkü ipliklerini harca kattı, demiş. Şimdi nedir bu; E be kadın, git sen de başka bir cami yaptır, ne karışırsın adamcağızın işine, dur bu namazın bir kısmını da ben kılayım sevabı paylaşalım diyor musun, paran yoksa bütçene göre bir iş yap, olmadı ipliklerini çeyiz hazırlayan gariban kızlara ver, o da sevap… Ya o derviş; neden her şey bittikten sonra ortaya çıkıyorsun, oh işte, sevap senin olmadı diyorsun, baştan uyarsana. Adamcağız bir cami yaptırmaya kalkmış, her iki dünyadan da yapmadıklarını bırakmamışlar. Sevmedim ben bu efsaneyi.)

Şeyh Sadreddin Konevi Cami ve Türbesi

Sadreddin Konevi 13. Yüzyılda Konya’da yaşamış büyük ilim, fikir ve tasaavuf üstadı olup zamanında Konya’nın en büyük alimi ve şeyhi imiş. Aslında 1208 yılında Malatya’da doğmuş. Zenginliğinin yanında bilgin, edip olan ve Konya’nın velilerinden olduğuna inanılan Hace-i Cihan’ın oğlu Ali Han’ı iyileştirmesinden sonra Konya Meram Çeşmekapı Konağ’ında müderrisliğe başlamış. Ölümünden sonra 1274 yılında burası cami ve türbe olarak düzenlenmiş.

Ekberiye geleneğinin kurucusu ve  temsilcisi olan ve Şeyhi Kebir olarak da anılan Şeyh Sadreddin Konevi’nin zamanı Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı ve siyasetin karışık olduğu dönemler. Vasiyeti meşhurmuş; Sadreddin Konevi vasiyetinde Selçuklu devletinin yıkılışına kadar varacak olan karışıklıkları ‘Yakında burada bir takım fitneler zuhur edecek’ şeklinde haber vermiş.

Meram’ın Şeyh Sadreddin Mahallesinde olan camii ve türbe bir bahçe içinde yer almakta. Türbe Selçuklu kümbetlerini andıran bir kafes içinde olup açık türbe şeklinde.

Mahmudiye Medresesi 

Kültür Parkın arkasına düşen yapı Ali Gav Zaviyesi olarak da biliniyor. Kitabesi olmadığından kim tarafından, ne zaman yaptırıldığı bilinemese de, yapı tekniğinden 12-13 yüzyılda yapılmış bir Selçuklu eseri olduğu düşünülüyormuş. Dikdörtgen planlı, tek katlı, taş örülü ve kapalı tür medreselerdenmiş. Ali Gav’ın Selçukluların Konya’yı  kuşatması sırasında bir türlü alınamayan kaleye öküz postuna bürünüp sığırlarla birlikte kale içine sızıp, akşam kale kapısını açan Ali isimli bir asker olduğuna inanılıyor (Farsçada gav, öküz demekmiş). Sultan II Mahmud döneminde aslına uygun olarak restore edilip Mahmudiye adını almış. Sultan Ali Gav’ın  türbesi yapı içinde yer almaktayken, bina dışında da bir Bektaşi şeyhi olan Ali Kemter Baba’nn türbesi bulunmakta. Avlusunda su sistemi olan Medrese 2013 yılında da restorasyon geçirmiş. Halen Konya Meslek Edindirme Kurslarına ev sahipliği yapmakta.

Şerafettin Cami

Mevlana Caddesi’nde Hükümet Konağı ile Şems Tebrizi Cami arasında kalıyor. İplikçi Cami’nin karşısı. 12 yüzyılda Şeyh Şerafettin tarafından yapılmış, 1636 yılında tamamen yıkılarak Çavuş oğlu Mehmet Bey tarafından yeniden inşa edilmiş. Böylece Osmanlı mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan bir camiye dönüşmüş. Tek minaresi sonradan eklenmiş. Cami gövdesi kesme taşlarla örülü olup üstünde büyük bir kubbesi var, güney tarafında yarım bir kubbesi bulunmakta. Kenarlar altı sütun üstündeki yedi küçük kubbe ile örtülmüş. Cami içinde yazı ve nakış süslemeleri dikkate değer. Caminin caddeye bakan kısmında Şeyh Şerafettin’in türbesi bulunmakta; Selçuklu kümbeti şeklinde olan Türbe ile Osmanlı tarzındaki Caminin yan yana uyumu görülmeye değer.

Kapu Cami

Bedesten çevresinde Sarraflar Caddesi’ndeki Cami, Konya’da Osmanlı döneminden kalan en büyük camiymiş. Eski Konya Kalesi’nin kapılarından birinin yanında yapıldığı için bu isimle anılıyormuş. Düzgün kesme taşlarla yapılan  Cami, Mevlana’nın torunlarından Şeyh Hüseyin Çelebi 1658 yılında yaptırmış. Daha sonra yıkılan Cami, 1811 yılında Konya Müftüsü Esenlerlizade Seyyid Abdurrahman Efendi tarafından yeniden yaptırılmış. Cami 1867 yılında yanmış ve 1868 yılında yeniden yaptırılmış. Cami bünyesi ve çevresinde muhtelif dükkanlar bulunmakta. Mihrabındaki çiniler göz alıcı.

Aziziye Cami

Aziziye Mahallesinde Bedestenin tam ortasında bulunan Cami, Konya’daki önemli Osmanlı camilerinden. Aynı yerde 1671-1676 yılları arasında IV.Mehmet’in kızlarından Hatice Sultan’ın eşi Damat Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Yüksek Cami yanınca yerine Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyel Sultan tarafından yeniden yaptırılmış. Cami kesme taştan, altı mermer sütunlu, iki yan duvarında beş girişi olan ve yivli minareleri ile dikkati çeken Osmanlı tarzı barok-rokoko tarzında bir yapı. Minare ve değişik şerefeleriyle bu tarzın en ilginç örneklerinden birini oluşturmakta.

Selimiye Cami 

Mevlana Müzesi’nin batısındaki Cami, 1558 yılında II. Beyazıt Konya’da şehzadeyken yapımına başlanmış 1567 yılında tamamlanmış. Cami, klasik Osmanlı mimarisinin Konya’daki en önemli temsilcisi. Gerçekten İstanbul’daki heybetli selatin camilerinden hiç farkı yok. Kuzey tarafındaki altı sütuna yapılmış yedi kubbesi dikkat çekici. Tek şerefeli iki minaresi var. Ahşap kapıların sağındakinde, ‘Mescit i Mümin suda balık gibidir’ , solundakinde ise ‘Münafık kafeste bunalan kuş gibidir’ ibareleri bulunmakta.

Tahir Paşa Cami

Alaaddin Tepesi’nin yakınında Abdülaziz Mahallesindeki bu Cami, Osmanlıların kuruluşu sırasında önemli bir rol oynayan Dursun Fakih’in oğlu tarafından yaptırılmış ancak 1885 yılında Tahir Paşa tarafından tadilattan geçirtildiği için onun ismiyle anılmaya başlamış. Cami minaresi daha sonra yapılmış. İlginci cami sütunlarından birinde Yunanca yazılar olması. Ayrıca sütunlardaki yaprak kabartmalarının da Bizans stili güvercin kabartmalarından bozularak yapıldığı belirtiliyor.  Osmanlının ilk hutbesinin 1389 yılında bu Camide okunduğu belirtiliyor. Bir rivayet de Fatih Sultan Mehmet’in burada Cuma namazı kıldığı yönünde. Bir özelliği de bahçesinde açık kütüphanesinin olması.

Sahip Ata Cami (Bu Cami, Arkeoloji Müzesinin yanında)  haricinde buraya kadar anlattıklarım Alaaddin Tepesi çevresinde ya da Mevlana Müzesine giden yol üzerinde olan camilerdi. Yani kısa bir Konya gezisinde, her durumda gözünüze çarpacak, merakınızı uyandıracak yapılardı. Bunları gördüğünüzde Konya’daki camiler, medreseler hakkında oldukça bilginiz olmuş olacak. Şimdi biraz şehrin derinliklerine dalacağız ya da ufak, daha göze çarpmayan yapılara uğrayacağız. Eğer zamanınız varsa buraları da ziyaret edebilirsiniz.

Piri Mehmet Paşa Cami ve Zaviyesi

Mengüç Sokağı çevresinde olan bu Cami Yavuz Sultan Selim’in son, Kanuni Süleyman’ın ilk sadrazamı olan Piri Mehmet Paşa tarafından 1523 yılında yaptırılmış. Burası, Konya’daki en eski Osmanlı eserlerinden. Tek kubbeli caminin son cemaat yeri üç minik kubbeyle örtülü. Taş ve tuğladan oluşan binanın minaresi de aynı malzemeden. Caminin hemen yanında Siyavuş Paşa Türbesi bulunmakta. Siyavuş Paşa’nın kimliği açık değilmiş; II Keykavus’un oğlu olduğuna dair inanışlar var. Kümbet şeklindeki türbe cami ile bitişik. Camiye bağlı 12 odalı medrese ise bugün baharatçıların, antikacıların mekanı durumunda.

Fakıh Baba Cami ve Türbesi

Şeker Fabrikasının güneyinde yer alan 13 yüzyıl Selçuklu yapısı olan Fakih Baba Külliyesi, Meram’a giden 4 numaralı otobüs yolunun üzerinde. Dönemin mutasavvıflarından Hoca Fakih Baba 1221 yılında öldüğünde buraya gömülmüş.  Avlu duvarında yan yana çeşme, sarnıç ve sebil bulunmakta. Cami kısmı çatılı bir yapı olup içinden türbe kısmına geçilmekte. Türbenin üstü ise kubbeli.  Caminin Osmanlı döneminde ait olduğu düşünülmekte ve minaresiz. Avlusunda mezarlar bulunan Külliyenin yanında ise 1248 yılına tarihlenen Celaleddin Karatay’ın kardeşi  Kemaleddin Rumtaş tarafından yaptırılan Karatay Mescidi denilen kubbeli bir yapı bulunmakta. Araştırmalar bu bölgenin o dönemler, şimdi Şeker Fabrikasının sınırları içinde kalan Şekerfuruş türbesini de içine alacak şekilde cami, dergah, ev, medreseden oluşan geniş bir külliye olduğunu gösteriyormuş.

Horozlu Han

Horozlu Han, Selçuklu dönemine ait bir kervan saray. Burası Konya’ya 7 km mesafede, eski kervan yolu üzerinde Konya’ya en yakın kervansaraymış. Gitmek isterseniz Alaaddin Tepesinden 44 numaralı otobüse binip Yeni Ayakkabıcılar Sitesinde iniyor, oradan da karşıya geçiyorsunuz. Mermer kitabesi yazısızmış ancak buranın 1246-1249 yılları arasında yaptırıldığı düşünülmekte; banisi de II.Keykavus’un atabeyi Emir Esedüddin Rüzbe…Zaten Kervansaray’ın ismi de Rüzbe’nin zaman içinde dönüşmüş haliymiş. Kemerli geçişlerle ayrılmış bölümlerden oluşan Kervansaray’ın sade taş işçiliğinin hakim olduğu taç kapısının  bazı yerleri, eksik bırakılmış gibiymiş. Bu durum yazısız kitabe ile birleştirilince buranın Rüzbe’nin öldürüldüğü tarihe yakın bir zamanda yapıldığına işaretmiş. Burası şehir merkezi civarında Selçuklulardan kalan bir kervansaray, o açıdan önemli. Ancak buraya şehirden ulaşmak zor. Ayrıca ben gittiğimde tadilattaydı. Karar sizin.

Tavus Baba Türbesi ve Has Bey Mescidi

Meram Bağları olarak bilinen bölgede olan Tavus Baba Türbesi ve Has Bey Mescidi birbirine geçişli bir bahçe içindeler. Tavus Baba Türbesi, I.Alaaddin Keykubat döneminde Konya’ya gelen Şeyh Tavus Mehmet el-Hindi’ye aitmiş. Kendisi hakkında bilgi olarak, Tavus Baba’nın doğayı coşturacak kadar etkili ney üflediğini okudum. Hatta Mevlana’nın kendisi ney üflerken kaldığı yerin yakınına gelip kendisini dinlediği, bir gün beklediği ney sesi bir türlü gelmeyince bakmaları için birilerini gönderdiği, gidenlerin de o mütevazı odada bir avuç tavus kuşu tüyü gördüğü yönünde bir rivayet var. O tüyler oraya gömülür ve burası Tavus Baba Türbesi olarak kabul edilir.

Has Bey Mescisi ise birkaç basamak aşağıda ve 1424 yılında Hacı Hasbeyoğlu Mehmed tarafından yaptırılmış.  Önünde duran tabelada ‘ Meram Tavus Baba Mescid’ine bitişik olarak inşa edilmiş olan tek kubbeli Daru’l-huffaz (hazırlık okulu) nun bitişik olduğunu mescidden önce yaptırılmış olduğu mimari izlerinden anlaşılmaktadır. Daru’l-huffaz’ın cephesi ait pencerelerin kemer hizasına kadar kesme taştan, üzeri ise tuğladan yapılmıştır. Doğu cephesinde bulunan giriş kapısı bir taç kapı anlayışında yaptırılmıştır. Taç kapı iki yanda yüzeyden içeriye iki kademeli iç bükey, düz silme kuşağıyla çevrelenmiştir. Kapı nişinin iki yanında küp başlıklı zikzaklarla oyulmuş sutünçeleri bulunmaktadır. Mescidin mihrabı, dış kapıda olduğu gibi iki yanı küp başlıklı düz sutünçelerle sınırlandırılmış, mukarnası çevreleyen kemerin ” Ayete’l Kürsi ” yazılı kuşakla çevrilmiştir.’ denilmektedir. Tek kubbeli Hafız Okulu yanındaki bölümden yüksek ahşap sütunlu girişiyle çatılı Camiye giriliyor. Meram ağaçlığının arasında olan bu Cami ve Türbe, Meram’a gittiğinizde uğrayacağınız bir yer.

Şazibey Cami (Akcami)

Konya Kültür Park Alanının hemen köşesinde yer alan küçük bir cami. 2007 yılında orijinaline uygun olarak restore edilen caminin ne zaman yapıldığına dair kesin bilgi yok. En önemli özelliği, caminin giriş kapısının minarenin altında olması.

Şifahane (Sakahane Mescidi)

Davutağa Mescidi olarak da bilinen ve  Kültür Park Alanının hemen yanında yer alan bu küçük yapının ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmese de Selçukluların son dönemine tarihleniyor. Günümüzde kapısında ‘Konya Müftülüğü, Aile ve Dini Rehberlik Bürosu, İrfan Mektebi’ yazılı bir tabela var.

Süt Tekkesi Çeşmesi

Kültür Park Alanının kenarında mahalle halkı tarafından 1878 yılında yaptırılan bir çeşme; kitabesi de var.

Beşarebey Mescidi

Kültür Park civarında yer alan Beşarebey Mescidi, giriş kapısının üzerindeki kitabeye göre Emir-i Ahır Başarabey tarafından 1219 yılında yaptırılmıştır. 2017 yılı itibariyle restorasyondaydı.

Turgutoğlu Türbesi

Turgutoğullarından Ahmet Bey tarafından 1431 yılında yaptırılan Türbe, Şeyh Sadreddin Konevi Caminin bünyesinde bulunuyor. Selçuklu türbe mimarisi özelliklerine hakim türbenin içinde sanduka bulunmamakta.

Hoca Hasan Cami

Meram İlçesi, Beyhekim Mahallesinde kitabesi bulunmayan bu Caminin 12 yüzyılda yapıldığı düşünülüyor. Kare planlı ve kubbeli olan Cami, tuğla örgülü, minaresinde laciveret ve turkuaz çiniler görülmekte. Bu Caminin en ilginç yanı minaresi; kare tuğla örgülü kaide üzerinde yükselen minaresi şerefeden sonra silindirik bir şekil almakta.

İshak Paşa Türbesi

Şems Tebrizi Camisinin bahçesinde bulunan türbenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte 13 yüzyıla tarihlenmekte.  1510 yılında Abdülrezzakoğlu Emir İshak Bey tarafından mescitle birlikte düzenlenip genişletilmiş. Küçük bir yapı olan Türbenin cami kubbesi tarzındaki çatısında yer alan piramitsel çıkıntılar dikkat çekici.

Hacı Hasan Cami 

Valilik binasının yan tarafına düşen Cami,1800 yılında yapılmış kırma çatılı bir yapı. Tek şerefeli bir minaresi olup sade bir cami. Kapı yanlarındaki iki aynı tarzdaki çeşmesi tek göze çarpan süslemesi.

Zenburi Mescidi

Karatay İlçesinde Zenburi Mahallesinde bulunan bu küçük caminin kesin yapılış tarihi ve banisi bilinmemekte. Şerefesinden itibaren yıkılan minaresinden dolayı Kütük Minare Mescidi  olarak da bilinmekte.  Minarede minik çini parçaları da göze çarpmakta.

Hasbey Dar’ül Huffazi

1421 yılında Karamanoğlu Mehmet II devrinde Mehmet Bey tarafından hafız evi olarak yaptırılmış küçük ama muhteşem taş işçiliği olan bir yapı. Kubbesinde çini süslemeleri ve piramitsel çıkıntılarıyla çok hoş bir görüntüsü var. Yeri Alaaddin Tepesi’nin hemen arkasına düşen Gazialemşah Mahallesinde.

Erdemşah Mescidi

1220 yılında Selçuklu devlet adamlarından Şemseddin Erdemşah tarafından taş duvar üstüne tuğla kubbe şeklinde yapılmıştır. Kale-i Celp Mahallesinde bulunan Mescid kapalıydı, içini göremedim.

Sırça Medrese

Meram’daki Medrese, 1242 yılında Selçuklu Emiri Bedreddin Muslih tarafından Muhammed-et Tusi’ye yaptırılmış. Ziyarete kapalıydı ama ismini göz alıcı çinilerinden alıyormuş. Ancak ön cephedeki taş işçiliği de göz ardı edilecek gibi değil. Medrese içindeki öğrenci odaları 19 yüzyılda yıkılmış. Halen Mezar Anıtları Müzesi olarak kullanılmakta, tabii açık yakalarsanız.

Kadı Mürsel Cami

Alaaddin Tepesinin alt tarafına düşen  Gazi Alemşah Mahallesindeki bu Cami kitabesinden  Karamanoğlu Mehmed Bey zamanında 1409 yılında Hacı Mustafa oğlu Mürsel tarafından yaptırıldığı anlaşılmakta. Kitabenin yanında ise küfi hat ile kazınmış  güneş saati var.

Tahir ile Zühre Mescidi

Meram’da Gedavet Parkında bulunan kitabesiz bu mescid aynı zamanda Arzu ile Kanber veya Dön Baba Mescidi olarak da biliniyormuş. Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 13 yüzyıl sonunda yaptırıldığı düşünülmekteymiş. Dikdörtgen ve tuğla örülü yapının kapı ve pencere çevresi çini süslemeciliğine sahip.

Kadı Hacı Efendi Daru’l Kurrası

Şems Tebrizi Mahallesindeki  yapı 1428 yılında yapılmış,  kare şeklinde ve üstünde sekizgen bir taş kasnaktan sonra kubbesi başlamakta. Bu küçük yapı, halen (asıl amacına uygun olarak) Kur’an kıraati, tevcit üzerine eğitimlerin verildiği bir yer.

Zevle Sultan Türbesi ve Mescidi

Alaaddin Tepesinin batısında bulunan bu türbe ve mescid bir Selçuklu dönemi yapısı ama yapılış tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemekte. Zelve Sultan’ın kimliği hakkında da bir bilgi yokmuş.

Tacül Vezir Türbesi

Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev devri emirlerinden Tacü’l Vezir olarak bilinen Taceddin Seyid Mehmet tarafından 1239-1240 yıllarında yaptırılmış. Sekizgen olan türbenin yanında eskiden medrese bulunmaktaymış, ancak günümüze ulaşmamış. Kültür Parkın sonunda bulunan türbe yanında eski bir kiliseye ait olduğu düşünülen  sütun parçaları ve başlıkları bulunmakta.

Asmalı Hatip Sultan Cami

Mevlana Müzesinin gül bahçesi kısmında yer alan cami Osmanlıların son dönemlerinden kalma küçük, çatılı bir bina. 1821 yılında yapılan ve süslemeleri olmayan cami, tek şerefeli bir minareye sahip.

Amber Reis Cami

Anıt Alanındaki Cami 1911 yılında Konya Valisi Arifi Paşa zamanında aynı isimli caminin yerine yaptırılmış olup çatı altı ile pencereleri arasındaki turkuaz çinileriyle dikkat çekici.

Tercüman Cami

Şems Tebrizi mahallesindeki minaresiz kare tuğla örülü minik cami. Hakkında pek bir bilgi yok.

Ateşbaz Veli Türbesi

Meram Yolu üzerinde Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesinin arkasına düşen  bir bölge de olan Türbe, Mevlana’nın müridlerinden İzzeddinoğlu Yusuf’a ait olup 1285 yılında yaptırılmış. Kızıl taşlarla örülü türbe sekizgendir. Unvanı hakkında rivayetler mevcut; ateş oyunları yaptığı da söyleniyor Mevlana’nın aşçısı olduğu da…

Üçler Mezarlığı

Mevlana Müzesinin hemen arkasında Üçler Mezarlığı var. Buradaki sanduka şeklindeki üç Selçuklu mezarından dolayı bu isim verildiği söylenmekte; haçlılara şehit düşen üç genç kız için yapılmış mezarlarmış. Bu mezarlardan üç taş alanın da özellikle izdivaç isteklerinin kabul gördüğü yolunda bir inanış var, dileğiniz gerçekleştiğinde taşı geri getirmek şartıyla. Ama artık bu mezarlar tüm taşlardan temizlenmiş durumda. Bunun dışında bu Mezarlık bünyesinde İstiklal Savaşı Şehitliği de bulunmakta. Ayrıca bir çok Mevlevi üstadının mezarı da buradaymış.

Aziz Pavlus Kilisesi

Hristiyanlığın yaygınlaşmasında önemli rolü olan Aziz Pavlus anısına, 1910 yılında Assomptionistes rahipleri tarafından yaptırılmıştır. Alaaddin Tepesinin karşısında olan Kilise halen faaliyette olmasına rağmen ben hiç açık görmedim.

20.yy ve Cumhuriyet Dönemi Yapıları

Konya her dönem önemli bir merkez olduğu için, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi Cumhuriyetimizin ilk dönemlerine ait de bir çok yapı görülmeye değer.

Tren Garı Evleri

Konya Hızlı Tren Garı’nın yanında, Alman evleri olarak bilinen yapılar 1896 yılında Almanlar tarafından inşa edilmiş. Demiryolu personeli için yapılan binalar yeni restorasyondan geçmiş, şimdi şehrin yeni cazibe merkezi olması için hizmete açılmayı bekliyorlar.

Konya Valilik Binası

Mevlana Caddesi üzerindeki meydanda yer alan Hükümet Konağı Binası, 1885-1886 yılları arasında vali Said Paşa döneminde yapılmış, taşlar ise Konya Dış Kalesinden sağlanmış.

Sanayi Mektebi

Osmanlının son dönemlerinde çağdaşlaşma ve eğitime verilen önemin bir göstergesi olarak Sultan II Abdülhamit döneminde 1898 yılında Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa tarafından yapımına başlanıp 1901 yılında tamamlanan ve öğretime açılan, Mevlana Caddesi üzerinde bir yapı. Binanın bazı kitabeleri kaybolmuş, bir kısmı üstü sıvayla kaplandığı için bugüne kadar gelebilmiş, bir tanesinin üzerinde ‘Padişahım Çok Yaşa’ yazısı varmış. Binanın çinileri dönemin Kütahya Çini Fabrikası öğrencilerinden Mehmet Efendiye ait. Bugün İl Özel İdare Müdürlüğü olarak kullanılmakta. 

Atatürk Anıtı

Atatürk’ün Sarayburnu Gülhane Parkında yapılan heykelinden sonra yapılan ikinci heykeli. Konya Belediyesi tarafından 1926 yılında Heinrich Krippel’ yaptırılmış. Kaidesi 6,50 metre, heykel ise 2,80 metre boyundadır. Ferit Paşa Caddesi üzerinde, caddenin Amber Reis Caddesi ile kesiştiği noktaya yakın yerde.

Konya’da bu döneme ait diğer dikkate değer yapılar Selçuklu Üniversitesi Rektörlük Binası, Hükümet konağı yanındaki Merkez Telekom Binası, Mevlana Caddesi üzerindeki Yapı Kredi Bankası Merkez Şubesi, İsmet Paşa İlk Öğretim Okulu gibi yapılardır.

Sille

 Konya’nın 8 km kuzeybatısında yer alan Sille’ye Alaaaddin Tepesinden 64 numaralı otobüsle ulaşabiliyorsunuz. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra tamamen farklı atmosferi olan bu şirin köye ulaşıyor. Burası son dönemlerdeki restorasyonlarla bir turizm cazibe merkezi haline getirilmeye çalışılıyor. Hak ediyor da.

Tarihi MÖ yy’a uzanan Kral Yolu üzerindeki Sille’de ,Aziz Paul’un izlerini, Aya Elenia Kilisesi’ni, kaya mezarlarını, Ak Manastır, Ak Hamam, Mevlana’nın yedi gün ve gece kaldığı su kaynağını, Zaman Müzesini, Çay Camiyi, Tepe Camiyi gezip kısaca her dönemden, kültürden izler bulacaksınız. Sille ayrı bir yazı konusu, linkte yer alan,

 Sille – Konya’nın Bir Başka Yüzü  yazım ilginizi çekecektik.

Günümüz Konyası

Konya sürekli gelişen, bu arada çehresi de sürekli değişen bir şehir. 2000’li yılların başında yaptığım ziyaretlerde daha çok şantiyeyi andıran yerler şimdi dört başı mamur alanlar olmuş. Demiştik; Konya yeşil bir şehir, şehir gelişirken yeşilini de muhafaza etmiş. Bu çağdaş görünüm içinde karşınıza sık sık çıkan kümbetler, bir Selçuklu medresesi, bir Osmanlı camisi şehre çok güzel bir hava katıyor. Ama bu arada şehrin silüeti hızla değişiyor.

Kule Sitesi, Bera İş Merkezi gibi yapılar, Konya görüntüsüne ayrı bir renk katmış. Hele Kule’nin tepesindeki Mevlana Türbesini andıran bitiş, güzel bir sentez olmuş. Modern Konya’dan bir görüntü de Torku Stadyumunun ilginç yapısı.  Konya kendi özünü koruyarak modernleşiyor.

Ama bu arada şehrin merkezi denilecek bazı yerlerde, özellikle Şems Tebrizi Mahallesinin arka bölümleri ile kentsel dönüşüm geçiren ve neredeyse Alaaddin Tepesinin iki arka sokağında bulunan Gazialemşah ve Kale-i Celp mahallelerinin çehresi tamamen değişik. Buralarda neredeyseTürkçe bile konuşulmuyor, tüm dükkanlarda arapça afişler, konuşulan dil arapça. İki sokak ile Arabistan’a ama fakir bir versiyonuna geçmiş oluyor insan. İç içe geçmiş iki dünya gibi. Biraz ötede ki Nalçacı ise sanki şehrin canlı, gösterişli bölgesi. İstanbul’un Bağdar Caddesi, Ankara’nın Tunalısı, İzmir’in Alsancağı gibi… Tabii alkolsüz hali. Şık kafeler, ciks haller burada. Keza Meram Yolu da Konya’nın hipster bölgesi.

Konya kendi tarzını yaratan bir şehir. Grafitileri bile kendi tarzına uydurmuş. Sonuçta Konya  bir gezgine çeşitli seçenekler sunuyor, siz gelin hangisini isterseniz onun tadını çıkarın.

Ulaşım

Ben Konya’ya Ankara’dan hızlı trenle ile gittim. Konya’ya tren, otobüs veya uçakla ulaşmak mümkün. Havaalanından Alaaddin Tepesine 44  numaralı otobüsle, Zafer’e 10A tramvay hattıyla ulaşabilirsiniz.

Otobüs terminali ile Alaaddin Tepesi arasında 10A tramvay hattı, havaalanı arasında 102A-44G otobüs hattı, tren garı arasında 85B otobüs hattı işlemekte.

Tren garı ile Alaaddin Tepesi arasında 67A, 73A, 4B otobüs hattı, Havaalanı arasında ise 67-44 otobüs hattı işlemekte.

Şehir içinde gezilerinizi,  1 TL tutarına alacağınız Konya hattına yapacağınız yükleme ile tüm toplu taşım araçlarını her bir kullanım için 1.90 TL’dan yapabilirsiniz.

Konaklama

Konya’da tüm ünlü otel zincirleri mevcut. Hilton, Mevlana Kültür Mekezi civarında. Ramada, Riksos, Dedeman, Anemon gibi otel zincirleri ise merkeze biraz mesafeli. Ben önceki gidişlerimde Bera Otelde kalmıştım ama son zamanlarda Alaaddin Tepesinin hemen yanındaki Selçuk Otel’de kaldım. Burası Mevlana ve Şems Tebrizi isminde yan yana ama  iki farklı otel olarak hizmet veriyor. İkisi de dört yıldızlı ama Şems Tebrizi biraz daha konforlu bir yer, hem iki otelin de kahvaltı servisi Şems Tebrizi kısmında.

Alışveriş

Konya’da alış veriş yapacaksanız tabii ki tarihi Bedesten’i tercih edin, hem tarihi dokuyu teneffüs edersiniz, hem bu sırada bir çok görülmeye değer cami, medreseyi görürsünüz hem de Konya’ya özgü istediğiniz şeyleri bulabilirsiniz. Ayrıca Kültür Park bünyesinde Konya El Sanatlarını sunan ve satan yerde el işi çini tabaklar, panolar, çeşitli hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Ama illa AVM diyorsanız; Kule Site, M1Tepe AVM, Kipa AVM gibi yerler sizi tatmin edecektir. AVM’lerin çoğu yeşil tramvay hattı üzerinde.

Yeme İçme

Konya’ya özgü akla gelen ilk yemek etli ekmek… Aslında kıymalı pideye benzeyen bu yemeği farklı yerlerde denedim; bazısı tam kıymalı pide şeklindeydi, bazısı kıymalı pidenin yağlı versiyonuydu, bazısı ise kıymalı pidenin sanki yufkayla yapılmış hali gibiydi. Ben bu son halini beğendim, Mevlana Caddesi üzerinde Nezih Lokantasında bulabilirsiniz.

Diğer bir lezzet ise tandır… Ağır ateşte tadını çıkara çıkara pişirilen bu yemek konusunda size Hacı Şükrü’yü tavsiye edebilirim. Merkeze yakın, küçük bir lokanta. Otantik dekorasyonu içinde istediğiniz miktarda eti servis ediyorlar.  Mevlana Müzesi yakınlarındaki Konya Mutfağı’da hem Konya’nın ünlü bamya çorbasını, hem de diğer özel yöresel yemekleri bulabileceğiniz bir lokanta.

Balık derseniz; ben Ankara Caddesi üzerindeki Taka Lokantasını denedim. Çifte kümbetlerin arasında havuzlu, ağaçlı, keyifli bir yer. Balık yanında başka seçenekler de var. Öyle meze, ara sıcak aramayın, balık seçenekleri bile sınırlı ama sırf ortam için bile gidilebilir.

Dondurma için ise Ankara Caddesindeki Asıl Dondurmacısını tavsiye ederim. Sırf orası için yürüme rotasını değiştirmelisiniz.

İçkili lokanta Konya’da pek yok, gar çevresinde bir yer gördüm (Riba Restoran) ama denemedim. Ayrıca Meram’da da alkol servis edilen lokanta varmış, gitmedim. Ancak Alaaddin Tepesi çevresinde birkaç tekel bayisi var.

Son Söz

Başlangıçta demiştik; ‘Gez dünyayı, gör Konyayı’… Bence de Konya mutlaka görülmeli. Gerek dünyayı kucaklayan geniş gönül dünyası ile Mevlana’nın peşinden gitmek için, gerekse Anadolu Selçuklularının  izlerini takip etmek için; İç Anadolu’da günden güne değişen bir şehrin hayatına tanık olmak için, Sille’de ortadan yok olan asıl sakinleri ile aslında ne kadar ortak geçmişimizin olduğunu anlamak için, iç huzuru bulmak için, Meram’da coşmak için, doğaya koşmak için, etli ekmek yemek için, tandırı tatmak için, ete doymak için Konya görülmeli. Anlatması bizden gitmesi sizde

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here