Pasargad Persepolis’e 78 km, Şiraz’a 130 km uzaklıkta tarihi bölge. 2004 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne eklenen Pasargad, Ahameniş Hanedanı’nın ilk başkentiymiş. Büyük Kiros (Keyhüsrev) M.Ö. 550 yılında Med Kralı Astiages’le yaptığı savaşta zafer kazanmış ve Med devletini tarihten silmiş. Büyük Kiros zafer kazandığı savaş alanına yakın olduğu için buranın başkent yapılmasını emretmiş. Kentin adının ise en büyük Pers kabilesini oluşturan Pasargad’lardan geldiği düşünülmekteymiş. I. Dareios’un tahta geçmesinden sonra M.Ö. 522’de Persepolis başkent olmuş.

Kiros’un ve karısının mezarları burada bulunmakta. Kiros’un mezarı çok sağlam durumda. Beyaz renkli büyük kireç taşı bloklarından yapılan mezar, altı basamaklı bir kaide ile dikdörtgen planlı, beşik çatılı bir mezar odasından oluşmakta. İslam döneminde bu mezarın Süleyman’ın annesine ait olduğuna inanıldığından kutsal sayılmış. Belki de bu yüzden mezar günümüze kadar yıkılmadan ayakta kalabilmiş. Kiros’un Mezarı şehri fetheden Büyük İskender tarafından da ziyaret edilmiş.

Mezarın yakınlarında ise eski kentin kalıntıları var. Halen o bölgede arkeolojik kazılar devam etmekte.

Ahamenişler, Pasargad’ı öyle bir dizayn etmişler ki kentteki görkemli ve yalın mimarlık hemen dikkati çekmekte. Kentin iç kalesi, koni biçimli alçak bir tepeye kurulmuş, taş kaplı çok geniş bir platformun üstünde yer alıyor. İç kalenin güneyinde, içinde kraliyet yapılarının yer aldığı parkın tek giriş yapısının üstünde dört kanatlı, taçlı bir figürden oluşan bir kraliyet arması bulunuyor. Bu armanın, Asur saraylarının kapılarında rastlanan dört kanatlı koruyucu ruh betimlemesinin Ahamenişler tarafından uyarlanmış biçimi olduğu düşünülmekte.

Kentin güneyinde kayalara oyulmuş kanal şeklindeki izler ise bir zamanlar Pasargad’ı Persepolis’e bağlayan yolun kalıntısı.

Hızlı Pasargad tanıtımı sonrası, Persepolis’e doğru yolumuza devam ettik. En nihayet Şiraz’a yaklaşık 80 km uzaklıkta olan ve 1979’da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Persepolis’e ulaştık. 

Büyük Pers İmparatorluğunun başkenti olan Persepolis Yunancada Pers ülkesinin başşehri anlamına geliyormuş. İranlılar bu tarihi yere Farsçada Taht-ı Cemşid (Cemşid’in tahtı) ismini vermişler. Böyle görkemli bir yerleşim yerinin ancak İran kültürüne ait olması gerektiğini düşünerek, mitolojik İran kahramanı olan Cemşid’in tahtı olması gerektiğini düşünmüş olsalar gerek.

Persopolis’in I.Dareios tarafından M.Ö. 521 yılında yaptırılmaya başlandığı ve tamamlanmasının yaklaşık 150 yıl kadar sürdüğü tahmin ediliyor. Antik İran hakkındaki edinilen bilgiler, o dönemden kalan yazıtlardan ve kalıntılardan elde ediliyormuş. Pers kralları Birinci Dareios ve ondan sonra gelen Artaxerkes, Xerkes, Kurus gibi hükümdarlar büyük eserler yaratmışlar. Persepolis’teki bazı sarayların yine yazıtlardan ve kalıntılardan anlaşıldığı üzere Ahameniş imparatorlarının yazlık sarayı ve tören alanı olarak yaptırıldığı belirlenmiş.

Yapılan araştırmalarda o dönemin büyük uygarlıkları olan Suşa, Babil ve Ekbatan’daki şehir devletlerinden gelen temsilcilerin şimdiki Nevruz ile aynı zamana rastlayan Noruz döneminde, krala çeşitli hediyeler getirerek saygılarını sundukları biliniyormuş.

Persepolis, uzun bir dönem altın çağını yaşadıktan sonra, M.Ö. 330 yılında Makedonyalı Büyük İskender şehri ele geçirip yakıp yıkmış. Zerdüştlük dinini yasaklamış ve tüm Avesta kitaplarını yaktırmış. Sonrası şehir toprak yığınları altında kendi haline terkedilmiş. 1930’larda başlayan arkeolojik çalışmalarla şehir yeniden ortaya çıkarılmış.

Ahameniş İmparatorluğu’nun yıkılışı ve bu görkemli şehrin yanması ile ilgili farklı görüşler bulunuyormuş. Bunlardan birisi Makedonyalı Büyük İskender’in III. Dareios’u mağlup ettikten sonra önce Babil’i alması, ardından İran içlerine yönelip Xerkes’in Yunanistan’da yaptıklarına misilleme olarak Persepolis’te I.Xerkes’in sarayını törenle yakmasıymış. Rivayete göre Xerkes de Akropolis’i yağmalamış.

Diğer bir iddia ise İran Milli Destanı olarak kabul edilen Şehname’de, İskender’den çok sonra yaşamış olan Firdevsi’nin İskender’i Pers imparatorluğunun varisi ilan ederken, İskender’in annesinin de Pers olduğunu söylemesiymiş. Buna yönelik kanıtlar olduğu, İskender’in davranışlarıyla adeta bir Doğu despotuna dönüştüğü ve Pers hükümdarları gibi davranarak Pers geleneklerini benimsediği belirtilmekteymiş.

Persepolis’in tarihiyle ilgili bu bilgileri verdikten sonra şimdi Antik Şehri gezmeye başlayabiliriz.

Persepolis, Kuh-i Rahmet (Rahmet Dağı) eteklerinde 125 bin metrekare bir alanda kurulmuş. Büyük bir kompleksin içinde saraylar, tören salonu, kral mezarları ve diğer kraliyet yapıları görülebilmekteymiş.

Persepolis’deki kral sarayları taşıma toprakla yapılan, yapay bir tepe üzerinde bulunmaktaymış. Şehrin kuruluşu birkaç aşamada gerçekleşmiş. Darius ilk önce zemini düzleştirmiş ve planlamayı yaptıktan sonra alanın güneydoğu tarafında hazine odasını inşa ettirmiş.

Kente merdivenli bir girişle çıkılıyor. Kentin az zarar görmüş ve özgün halde kalmış olan bu merdivenleri, yaklaşık yedi metre uzunlukta ve taştan oymaymış. Her bir taş blok, oyularak üzerine beşer basamak yapılmış ve daha sonra bunlar yerleştirilerek yaklaşık 40 basamaklı bir merdiven yapılmış. Basamakların L şeklinde dizilen basamak yükseklikleri öyle güzel düzenlenmiş ki önemli ziyaretçiler atlarıyla burayı rahatça tırmanabiliyorlarmış.

Persepolis’in yapımında çok sayıda Yunanlı mimar ve taşçı ustası çalıştığı yapılan araştırmalarda ortaya konmuş. Persepolis’in inşasında savaş tutsakları değil, ücretli işçiler çalıştırılmış. Persepolis kabartmalarında, Efes şehrine benzer elbiseler görülmesi bunu kanıtlamaktaymış. Suş’da bulunan büyük Dareios’a ait yazıtta da bu nokta belirtilmekteymiş.

Platformun altında bulunan su kanallarının uzunluğu yaklaşık 1,5 kilometreymiş ve içinde bir insan yürüyecek kadar genişmiş. Merdivenlerin dayandığı paneller ve üzerlerindeki rölyefler çok iyi durumdaymış. Merdivenlerdeki çivi yazılarında Elamca, Babilce ve Eski Farsça dilleri kullanılmış. Rölyeflerde dini içerikli semboller ve Yeni Yıl (Nevruz) kutlamaları anlatılmaktaymış. Bu rölyefler incelendiğinde kuzeydeki panel, Perslerin ve Medlerin saraya kabul edilmelerini, güneydeki panel ise başka milletlerin saraya kabullerini resimlerle anlatmaktaymış.

Kabartmaların kullanılması M.Ö. 1. bin yılda sanatsal bir gelenek olarak Yeni Asur döneminde geliştirilmiş. Ancak bu kabartmalarda Asur hükümdarları genelde çoğunlukla şiddet uygulayan, Ahameniş kralları ise kendilerini halka iyilik eden ve onları koruyan hayırseverler olarak betimlemeyi seçmişler. Çoğunlukla halkın huzura kabulü veya kendilerine itaat edenler tasvir edilmiş.

Apadana Tören Salonu’nun doğuya bakan basamaklarında, Hindistan’dan Afrika’ya 23 heyetten temsilcinin Pers kralına armağanlar verip sadakatlerini sunarken resmeden kabartmalar bulunmaktaymış. İmparatorlukta yaşayan bütün milletlerin birbirinden farklı giyimleri, saç stilleri ve kültürleri bu tören sırasında bir arada görülebiliyormuş. Ülkelerin elçileri bir selvi ağacı (hayat ağacı) ile diğer ülkelerin elçilerinden ayrılmış. 

Bu kabartmalarda her ülkenin kültürel önemi ve geçmişi göz önünde tutulmuş. Medler, Elamlar, Babilliler, Asurlar diğer ülkelere kıyasla daha üstün ve önemli olduklarından ön sıralarda gösterilmiş. Persler ise kurucu olduklarından vergi vermekten muaf tutulmuş ve hediye getirenler arasında gösterilmiş.

Kuzey merdivenin orta kısmında levhalarda Pers, Babil ve Elam dillerinde yazılar varmış. Güneyde Babil ve Elam, kuzeyde ise Persçe yazılar varmış. Araştırmalarda bu yazıların Kserkses zamanında yazıldığı ve yaptığı işleri anlattığı belirtilmekteymiş.

Merdivenin sol tarafında 23 sahne üç sıra halinde yer almaktaymış. Üst sıra yedi sahneden oluşuyormuş ve Med, Suse, Harat, Harauvatis, Mısır, Part, Asagarta ülkelerinin temsilcileri yer almaktaymış. Orta sırada altı sahne varmış. Her sahnede Ermenistan, Babil, Kilikia, Saka, Gandara,Suguda ülkelerinin elçileri gösterilmiş. Alt sırada ise Suriye, Kappadokia, İyonia, Bactry, Hindistan, Trakya, Zaranka, Libya,Habeşistan ülkeleri yer almaktaymış.

Merdivenlerin en üstü ziyaretçileri karşılayan, trompetçilerin bulunduğu bir avluya açılıyormuş. Önemli ziyaretçilerin gelişi borular çalınarak buradan duyuruluyormuş.

Ksenophon M.Ö. 4. yüzyılda şöyle yazmış “Bütün halklar eğer Kyros’a topraklarının en güzel ürünlerini, en güzel hayvanlarını veya sanat eserlerini göndermezlerse gözden düşeceklerine inanırlardı.”

Merdivenlerden sonra ulaşılan avludan “Gate of All Nations” (Tüm Milletler Kapısı)’na geliniyormuş. Bu Kapı I. Xerkes zamanında yapılmış ve büyük heybetli yapısıyla çok etkileyiciymiş. I.Xerkes Apadana Sarayı’nı bitirmiş ve güney tarafına Dareios’un Sarayı’nı yaptırmış. Apadana Sarayı’nın kuzeyine de Tüm Milletler Kapısı’nı yaptırmış. Sarayın iki büyük sütunla tutturulan kapısının yüksekliği 11 metreyi buluyormuş.

Batı tarafındaki kapıdaki sütunların önünde dev boyutlarda iki boğa heykeli bulunuyormuş. Kapı’nın doğu tarafındaki kısmında ise sakallı insan şeklinde boğa figürleri (lamassu) kapıyı koruyorlarmış. Boğa sembolü, antik dönemlerde kralı ve kralın gücünü temsil edermiş.

Persepolis’te büyük sütun kaideler üzerinde, Perslerin inançlarını yansıtan heykeller bulunuyormuş. Bunlar iyilik sembolü olan yarı insan bir savaşçı ile kötülük sembolü olan bir canavarın mücadelesini ve iyilik sembolünün zaferini gösteren heykellermiş.

Tüm Milletler Kapısı’nın her iki tarafındaki alınlıklarda çivi yazısı ile yazılmış Persçe, Elamca ve Babil dilinde eş anlamlı üç yazıt varmış. Yazıtlardaki Kserkses’in “Bu kapıyı ben yaptırdım ki bütün ülkeler ondan geçiyor.” ibaresi bulunuyormuş. Kserkses, ayrıca bu sarayın iki katı büyüklüğünde, Kserkses Sarayı olarak bilinen ikinci bir yapıyı daha inşa ettirmiş.

Tüm Milletler Kapısı’ndan geçildiğinde dört ayrı yöne gidilebiliyormuş. Batı yönüne gidildiğinde ana saraya giriliyormuş. Duvarları hurma dallarıyla süslenmiş olan bu koridorlar ziyaretçilerin 100 Sütunlu Salona alınmadan önce bekletildiği dört sütunlu küçük salona açılmaktaymış. Koridorların duvarlarının sadece alt kısımları günümüze kalabilmiş.

Persepoliste bulunan en büyük kalıntı 100 Sütunlu Salon’muş. Kral Darius’un halkı huzuruna kabul ettiği gümüş ve altın işlemeli süsleri olan Apadana Tören Salonu’nunda her biri 20 metre yükseklikte olan ve üzerinde 2 metre yükseklikte üzerinde boğa ve insan şeklinde başlıkları olan 100 sütun bulunuyormuş.

Mısır’daki ocaklardan getirilen blok taşlarla yapılmış tören salonu 10.000 kişi alıyormuş. Bu kadar büyük bir kapalı salon o dönemde başka hiçbir sarayda görülmemiş. Apadana Sarayı yüksek sütunları, değişik biçimde hayvan başlı sütun başlıkları ve sayısız kabartmaları ile Persepolis’in başta gelen saraylarından birisiymiş. Etrafındaki teras ve odalarla birlikte 15.000 metrekarelik bir alana yayılıyormuş.

Sarayda bulunan avlu ve teras sütunlarından bugün sadece 13 tanesi ayaktaymış. Diğer sütunların bir kısmı Büyük İskender tarafından M.Ö. 331 yılında Persepolis yakıldığında tahrip edilmiş, bir kısmı da yaklaşık 2500 yıllık bir zaman içinde doğal aşınma ve insanların tahribi neticesinde yıkılmış. Bu 13 sütunun da bir kısmı çevredeki köylüler tarafından değirmen taşı yapmak için kesilip götürülmüş. Kalan sütun başlıklarındaki boğa şekilleri de zamanla yok olmuş.

Bu salona girmeden önce ziyaretçiler ana salonun karşısında bekletilir ve 100 sütunlu saraya iki boğa heykelinin arasından girerlermiş. Kral hediye getirenleri ödüllendirir ve gelen hediyeler güney kapısından çıkartılarak hazineye götürülürmüş. Başka ülkelerden gelen temsilciler ülkelerine dönmeden önce kayıt bürosuna kaydedilirmiş. Bu bilgileri içeren çivi yazılı 3.500 kadar kil tablet günümüze kadar korunabilmiş.

Krallık ambarının ve cephaneliğin bulunduğu hazinede, renkli ve süslü alçılarla kaplı tahta sütunları olan dört revaklı bir avlu varmış. Bu yapıların duvarları, sıra sıra insanları gösteren alçak kabartmalarla süslüymüş. Bu kabartmalarda Persler ve Medler, askerler ve ganimetleri taşıyan insanlar görülmekteymiş. Hazine odası, ganimetlerin ve Perslerin dini bayramı olan, aynı zamanda kralın da yüceliğini perçinleyen Yeni Yıl Festivali’nde (Nevruz) gönderilen yıllık vergilerin depolanması için kullanılırmış.

Apadana Sarayı’nın güneyinde yer alan Dareios’un Tachara’sı (Kışlık Saray) Persepolis’de yapılar için oluşturulan terasta inşa edilen ilk binaymış. Güney girişindeki 3 dilde hazırlanmış yazıtlara göre Apadana Sarayı’ndan 2 metre kadar yüksekte olacak şekilde inşa edilmiş. Tachara’nın üzerinde bulunan yazıtta, buranın Büyük Darius tarafından yapıldığı yazmaktaymış.

Bir diğer özelliği bu Saraydaki sütunların taştan değil ahşaptan olmasıymış. Bu Saray resmi törenlerden çok seremonilerde kullanılıyormuş. 1160 metrekarelik bir alanı kapladığından kentteki en küçük saraymış.

Persepolis’de yer alan bir diğer yapı ise bugün Persepolis Müzesi olarak kullanılan Harem’miş. Harem hakkında günümüze ulaşmış fazla bilgi bulunmamakta.

Saraylardan biraz yukarıda, kayalık dağın yamaçlarında kayalar oyularak yapılan son Ahameniş kralları II. Artarkserkses, III. Artarkserkses ve III. Darius’a ait kaya mezarları bulunuyormuş. Taş mezarda Kral ve eşi defnedilmiş olup mezardaki kabartmada Kral ve Ahura Mazda resmedilmiş. Bu resim, o dönemin Zerdüşt inancını yansıtmaktaymış. Ancak biz bu mezarların olduğu bölüme vaktimiz olmadığından gidemedik.

Böyle büyük bir alan tüm gün gezmeyi hak ediyor. Biz tur programımız kapsamında birkaç saatte gezmeye çalıştık. Daha çok vakit ayrılmasını öneririm.

 

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here