Venedik simge bir şehir… En başta bir hayal dünyasını gerçeğe büründüren Karnavalı olmak üzere, Film Festivali, Bienali ile kendini gündemde tutan, dünyada şatafatın, şaşaanın, zenginliğin timsali olmuş yerlerden… Türklerin de özellikle Anadolu’daki maceraları boyunca sürekli ilişki içinde oldukları bir devlet Venedik; gün olmuş Türkler Venediklilerden toprak almış, gün olmuş Venedikliler Türkleri uğraştırmış durmuş… Ticaret ve din savaşları nedeniyle sık sık ilişki içine girilmiş, bazen kol kola, bazen yumruk yumruğa…
Napoleon tarafından ‘Avrupa’nın misafir salonu’ olarak tanımlanan San Marco Meydanı, Venedik’e dair olan her şeyin özeti… Eğer kanallar Venedik’in damarlarıysa, San Marco da kalbi. Neredeyse Venedik tarihinin geçtiği bir meydan olan San Marco, bir gezginin kayıtsız kalamayacağı bir alan. Hatta bir yanıyla San Marco Meydanı’nı görmek Venedik’i görmek gibi bir şey; eksik ama doğru.
Önce Venedik’e ulaşımla başlayalım.
Havaalanından Ulaşım
Venedik’in havalimanı Marco Polo, şehre 13 km uzaklıkta ve ana karada. Hava limanından şehre ulaşmanın bir yolu 35 numaralı ATVO otobüsleri; 20 dakikada doğrudan Piazzale Roma’ya gidiyor, ücreti 8 euro, gidiş dönüş ise 15 euro. Biletler ATVO makinalarından alınabiliyor. Otobüslere havalimanının D çıkışından ulaşılabilir. Ayrıca şehir içinde çalışan ACTV otobüslerinin de havalimanından şehre seferleri bulunmakta; 5 numaralı otobüsle 25 dakikada Piazzale Roma’ya ulaşabilirsiniz. Biletler makinelerden alınıyor ve mutlaka onaylatılarak kullanılıyor. ACTV’ler ATVO’lardan daha küçükler ve yol boyunca her durakta duruyor.
Havalimanından şehre ulaşmanın bir yolu da trenler. Bu en ucuz ama en yorucu yol. Çünkü trenle önce Mestre’ye oradan da Santa Lucia İstasyonu’na gitmeniz gerekecek. Oradan da artık oteliniz neredeyse oraya… Mestre’ye gidiş 3 euro, oradan Santa Lucia’ya ise 1 Euro.
Havalimanından şehre ulaşmanın en keyifli yolu denizden gitmek elbette. Şüphesiz Katherine Hepburn gibi eşarbınızı uçura uçura özel taksiyle Venedik’e denizden giriş yapmak çok şık olur ama cüzdanınız buna izin vermiyorsa size Alilaguna’yı önerebilirim. Havalimanının çıkışındaki iskeleden kalkan tekneler mavi ve turuncu hat üzerinden sizi şehre ulaştırabilir. Deniz taksisi kadar olmasa da yine de havanız yerinde olur, hem de tek yön 15 euroya, gidiş dönüş ise 27 euro. Şehir sizi en muhteşem haliyle karşılıyor olacak, harika görüntülerle geziye başlamak bence her şeye değer. Her iki hat da San Marco Meydanı’na uğramakta ama ara duraklara bakıp gideceğiniz yere en yakın durağı seçebilirsiniz. Unutmayın bavul sınırlaması var; eşarplarınızı falan bir bavul ile bir el çantasına sığdıracaksınız artık… Ama illa da Katherine Hepburn’den neyim eksik diyorsanız o zaman deniz taksisi için 13 Euro açılış ve her dakika için 1.80 euro ödemeniz gerekecek; eğer yanınıza bir kaç Katherine daha bulabilirseniz faturanın yükü azalabilir ama eşarbınızın uçuştuğu her dakika aleyhinize işleyecek, bilesiniz. Bunu önlemek için de önceden gidilecek yere göre internet üzerinden bilet alınabiliyor.
Gezelim Görelim
San Marco Meydanı’nda durduğunuzda önce San Marco Bazilikası’nı göreceksiniz. Meydanın doğu kenarındaki bu görkemli Katedral’in hemen kuzeyinde, iki mermer aslanın nöbet tuttuğu alan ise Piazzetta dei Leoncini. Piazzetta San Giovanni XXIII’de denilen bu küçük meydanın kenarında yer alan Neoklasik tarzdaki Patriarklık Sarayı (Palazzo Patriarcale) da, biraz geriden olmakla beraber San Marco Meydanı’nı selamlamakta.
Hemen sağda bir kemer üzerinde yükselen ise Torre dell’Orologio olarak bilinen saat kulesi, yanında ise artık sadece sergiler için kullanılan San Basso Kilisesi yer almakta.
Devamında uzanan kemerli koridor üzerine yükselen Procuratie Vecchie bugün ofislerin, lokantaların, dükkanların yer aldığı bir yapı. Alt katında Venedik’in medar-ı iftiharı cam işlemeciliğinin nadide örneklerinin satıldığı dükkanlar yanında efsanevi Caffe Quadri bulunmakta. Bu yapının sonundaki aradan girdiğinizde, yine cam ürünleri satan dükkanların sıralandığı bir ara yoldan bir büklüm yapmış kanal kenarına varacaksınız. Burası bir gondol durağı. Kanal çevresinde ise lüks oteller, cam eşya satan dükkanlar ve gecelere akabileceğiniz Hard Rock Cafe var. Bu sokağın arkası ise Venedik’in en önemli alışveriş caddesi…
Procuratie Vecchie’nin köşesinden sola dönünce, Meydanın en yeni yapısı olan Ala Napoleonica yer almakta; 1810’da Napoleon tarafından yapılan bu yapı bugün Museo Correr’e girişinin olduğu yer. Sola doğru dönen bina Procuratie Nuove, Napoleon’un üvey oğlu Eugene de Beauharnais için yapılmış ama bugün Museo Correr’e ev sahipliği yapmakta. Alt katta yine şık dükkanlar arasında Caffe Florian dikkati çekmekte.
Bu yapının sonunda ise Sansonina Kütüphanesi yer almakta. Tam karşısında ise, tüm şehre tepeden bakan Campanile yer almakta. Kule’ye bitişik olan zarif yapı ise Loggetta del Sansovino olarak biliniyor, Dükler Sarayına girmek için bekleyen patrikler için yapılmış bir yer. Buradan Kanala doğru açılan alan Piazzetta di San Marco ise Dükler Sarayı ve Sansovino Kütüphanesi ile çevrelenmiş durumda. Arkeoloji Müzesi de bu bina içinde. Yapının Kanala bakan tarafında ise Zecca denilen Darphane bulunmakta. Piazzetta’nın Kanala cephe oluşturan tarafında ise, Venedik’in iki koruyucu azizi olan Aziz Mark ve Aziz Theodore heykellerinin taçlandırdığı iki sütun gezimizin son durağı olmakta. Buradan San Marco Basilica’ya doğru geri döndüğümüzde ise Dükler Sarayı’nı göreceğiz.
Şimdi San Marco Meydanı’nda bir geziye çıkacağız, gezimiz bittiğinde Venedik’i genel hatlarıyla görmüş olacağız. Venedik’te bütün yollan San Marco Meydanı’na çıkar, o nedenle nerdeyim, nasıl geldim gibi konulara hiç girmeyeceğim. O zaman gezimize Meydana damgasını vuran San Marco Basilikası’ndan başlayalım.
Basilica di San Marco
Bizans tarzı kubbeleri, altın yaldızlı mozaikleri ile gözünüzü alamayacağınız San Marco Basilikası, kaç kere ziyaret etseniz yeni bir şeyler görebileceğiniz zenginlikte bir yer. 828’de Venedikli tacirlerin İskenderiye’den kaçırdıkları Aziz Markos’un naaşını saklamak için yapımına başlanan ve 832’de tamamlanan ilk kilise, 976’da bir isyan sırasında yanmış. Daha sonra 1063’te buraya daha büyük bir kilise yapılmış ve yüzyıllar içinde bu kiliseye başka bölümler eklenmiş, ahşap kısımlar taş ve tuğlaya dönüşmüş. Burası 1807 yılına kadar dükün özel şapeli olarak kullanılmış, sonra şehir katedrali ilan edilmiş, Castello’daki San Pietro Kilisesi’nin yerini almış. 1094’te Aziz Marco’nun naaşı, zamanın Dükü tarafından burada bulunmuş. Bu dönemde bugün Hazine olan alçak kule yapılmış. Kilise İtalyan ve Bizans tarzında bir yapı. 13 yüzyılda Kilise’nin dış cephesi, mozaiklerin çoğu tamamlanmış ve kubbeler yükseltilmiş.
Gotik havalı ana giriş taş işçiliğiyle süslenmiş beş kemerli kapılardan oluşuyor. Kapılar mermer sütunlarla ayrılmış, özellikle taç kapıyı çevreleyen taş işçiliği dikkat çekici. Kapı üstlükleri ise mozaiklerle süslenmiş. Mozaiklerde İsa’nın hayatıyla ilgili öyküler resmedilmiş. Dış cephe mozaiklerinde işlenen bir konu da Aziz Markos’un naaşının İskenderiye’den kaçırılışı; bu tablolardan en soldaki orjinalmiş ve 13.yüzyılda yapılmış. Heykeller ise daha çok yukarı bölümün süslemelerinde kullanılmış. Üstte ortada Aziz Markos dahil dört savaşçı aziz ile Aziz Markos’un ve Venedik’in nişanesi kanatlı aslan görülebilir…
Ön cephede dikkatimizi çeken en önemli şey ise, üst kattan aşağıya bakan dört nala at heykelleri… Bunlar İstanbul’dan getirilen heykellerin replikaları. Kilisenin zenginliklerine zenginlik katan ise özellikle 1204’de Haçlıların İstanbul’dan getirdiği servetlermiş; İstanbul’da gerek Bizans gerekse diğer kültürlerden getirilen mozaikler, sütunlar, freskler Katedralin bünyesine girmiş. Ama bu atlar, Haçlıların İstanbul’u yağmalamalarının simgesi olmuş gibi. Konstantinopol Hipodromu’ndan getirildiği düşünülen atlar, 1797’de Napoleon tarafından Paris’e götürülmüş ancak 1815’te Venedik’e iade edilmiş. Terasta replikalarını gördüğümüz atların asılları San Marco Kilisesi’nin teras katındaki müzede sergileniyor.
Basilika içine girdiğinizde her yandan çarpan ihtişam insanı sarıyor. 12. yüzyıla ait yer döşemesi cam ve mermeden; birbirinin içine geçmiş şekillerle ve hayvan figürleriyle bir doğu halısını andırıyor. Altın sarısının hakim olduğu mozaikler ise 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan bir zaman dilimine aitler. Girişteki Atriyum Mozaikleri, kuş ve balık desenleriyle yaratılış öyküsünü tasvir etmekte.
Kilise içindeki Pentekostes Kubbesi’ni süsleyen 12. yüzyıla ait mozaikler ile Göğe Yükseliş Kubbesi’ndeki 13. yüzyıla ait mozaikler en çarpıcı freskler; buradaki İsa, Meryem, havariler ve melekler, Bizans tarzında ama Venedikli ustalar tarafından yapılmış. Pentekostes Kubbesi’nde, Kutsal Ruh’un bir güvercin olarak dünyaya inişi betimlenmiş.
Sonraki yıllara ait mozaikler ise Tintoretto, Veronese, Tiziano eserleri. Girişteki taç kapının yanında bulunan mozaikler ise 11. yüzyıla ait ve Kilise’nin en eskileri. Diğer İtalyan kiliselerinin aksine freskler, tüm Basilikayı kaplamakta; yukarı bölümlerde 19.yüzyıla uzanan mozaik işçiliği hakim, özellikle Murano’daki cam sanayini desteklemek için bu yola gidildiği söylenmekte. Çoğu mozaikleri Büyük Kanal gezimiz sırasında malikanesinden bahsettiğimiz Salviati ailesi sağlamış.
Yukarı kattaki Museo Marciano’ya çıkınca bu mozaiklerin bir kısmına yakından bakma fırsatınız olacak. Ayrıca bu bölümde Aziz Markos konulu pano ve Orta Çağ yazmaları yanında İstanbul’dan getirilen şahane atlar da görülebilir. Bu bölüme açılan terasta ise harika bir San Marco Meydanı manzarası sizi bekliyor.
Ama Basilikanın görülmeden çıkılmaması gereken kısmı Pala D’Oro… Gotik dönemin şahikası olan heykellerle girilen altın varaklı taban üzerine minelerle ve değerli taşlarla süslenmiş bu büyük, çok parçalı panonun yapımı MS 976’da Dük Pietro Orseolo zamanında başlamış ve tamamlanması yüzyıllarca sürmüş, hatta Napoleon panodan bazı değerli taşları almış götürmüş.
Altarda üst kısımda Hazreti İsa’nın acıları yer alırken alt tarafta Aziz Marcos’un’ın hayatından kesitler bulunmakta, bu kısım 1105’te İstanbul’da Dük Ordelaffo Failer tarafından yaptırılmış. Alt tarafta ayrıca 12 havari ile çevrelenmiş şekilde Hazreti İsa durmakta. Hazreti Meryem’in etrafında ise Bizans İmparatoriçesi Irene ile biraz kafası orantısız olmakla birlikte Dük Failer’in resimleri bulunmakta. 3 metreye, 2 metre boyutundaki altın ve gümüşten yapılma altar, sayısız değerli taşlarla, incilerle süslenmiş. İnci, zümrüt, yakut, topaz, safir gibi değerli taşların sayısı farklı kaynaklarda değişiklikler gösteriyor; ben oturup saymadım elbette ama ışıl ışıl, parıl parıl, göz alıcı Pala D’Oro, Gotik bir hazine olarak Kilise’de sergilenmekte, en iyisi kendiniz gidip görün.
Hazine demişken, Basilica’nın Hazine dairesi de görmeye değer. Her ne kadar Venedik Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra, buradan kaynak aktarımı adı altında tırtıklamalar olsa da, Bizans’tan getirilmiş kutsal emanet sandıkları, ayin kadehleri, dini eşyalar yanında beş kubbeli basilika şeklindeki 11. yüzyıl sandığı hala görülebilir. 283 parça altın, gümüş, cam, değerli taşlarla süslü eserlerin göz bebeği İstanbul’dan 1204 istilası sırasında getirilenler; bunlar arasında azizlere ait kemiklerin ayrı bir önemi var. İslam sanatının örnekleri, özellikle turkuaz cam kase de Hazine’de görülebilir.
Basilika’nın vaftizhanesi de uğranılması gereken bir yer. Dük Andrea Dandolo’nun ve buradaki vaftiz kurnasını tasarlayan mimar Sansovino’nun gömülü olduğu bu kısımda İsa’nın ve Vaftizci Yahya’nın hayatını anlatan mozaikler öne çıkıyor. Basilica içindeki şapeller de çeşitli dini öykülerin tasvir edildiği fresklerle zenginleştirilmiş. Bunlar arasında Giresun civarındaki bir kent olan Nikopolis Madonnası, Bizanstan yağmalanlar listesinde. Bakire Meryem’in hayatıntan kesitlerin anlatıldığı 17 yüzyıldan kalma Mascoli Şapeli ise, adından da anlaşılacağı üzere sadece erkeklerin girdiği bir yermiş.
Vaftizhane’nin dış cephesinde ise Konstantinopolis’teki bir kiliseden getirilen yarım sütunlar ile 1204’teki Haçlılar Seferi sırasında Konstantinapolis’ten getirilen ve Roma İmparatorluğu’nun 3. yüzyılda geçirdiği bunalımlı dönemi atlatmasına yardımcı olan dörtlü yönetimini tasvir eden Tetrarchia heykeli görülebilir. Diocletianus, Maximianus, Valerius ve Constantius’u simgeleyen heykellerden birinin ayağı yok; o ayak 1960’da İstanbul’da bulunmuş.
Basilica çok biricik bir yer; Venedik’te sadece bir yer görecekseniz o da burası olmalı. Özellikle İstanbul’dan getirilen parçalar bizler için daha da ilginç kılıyor burayı. Basilica Pazar hariç her gün 09.30-17.00 arası ziyaret edilebilir; pazarları ise ziyaret saatleri 14.00-16.00 arası ama yazın kapanış saati 17.00’ye kadar uzamakta. Basilica’ya giriş ücretsiz ancak Müze 5 euro, Hazine 3 euro, Pala d’Oro 2 euro… Vaporetto ile 1, 2, 41, 42, 51, 52, N, LN hatları ile San Marco veya San Zaccaria iskelelerini kullanarak ulaşabilirsiniz. Yalnız buraya gelirken giysinize dikkat etmeniz gerekiyor; omuzlar ve diz arası kapalı olacak, ayrıca sırt çantası gibi şeylerle gelmeyin, almıyorlar, bunları bırakacağınız yer de biraz mesafeli (Ateneo San Basso; saat kulesinin altı), boşuna dert almayın.
Palazzo Ducale
Venedik’te görmeden dönmemeniz gereken bir yer de Dükler Sarayı… Bu muhteşem Gotik mucizesi Sarayın geçmişi 9. yüzyıla kadar gitmekte.
Dük Ziani zamanında (1172-1178) Saray, bugünkü yerine taşınmış ancak birkaç Bizans-Venedik mimari kalıntılar dışında bu yapıdan bugüne ulaşan pek bir şey yok. Daha sonra defalarca atlatılan yangınlar sonucu Saray, 1309-1424 yılları arasında bugünkü ana görüntüsüne kavuşmuş. Daha sonra da gerek yangınlardan gerek üye sayısının artmasından dolayı defalarca değişikliklere gidilmiş. Venedik’i yöneten dükaların köşkü olarak yapılan, adalet sarayı ve hükümet konağı olarak da kullanılan bu görkemli yapı, bir yanıyla Büyük Kanalın ağzına, bir yanıyla San Marco Meydanı’na bakmakta. Saray’ın en eski kısmı Kanala bakan tarafı. 1797’deki Napoleon etkisi ile Saray’ın kaderi değişmiş, önce Fransa, sonra Avusturya, nihayet 1866’da İtalya hakimiyeti ile Sarayın kullanımı el değiştirmiş. Dış cephesi revaklar üzerinde yükselen, şık bir kutuyu andıran bu Gotik şahaserin açık cephelerinde taş işçiliği ile süslenmiş balkonlar var; rıhtıma bakan 15. yüzyıla ait balkonun tam karşısında Piazzetta’ya bakan 16. yüzyıl yapımı balkon gözünüze çarpacaktır. Dış cephenin Piazzetta köşesinde Adem ile Havva işlemesi, rıhtım köşesinde ise 15. yüzyıl yapımı Nuh’un sarhoşluğu heykeli dış süslemeler açısından dikkat çekici.
1923’ten itibaren müze olarak kullanılan Saray’a Piazzetta tarafına bakan Porta della Carta’dan giriliyor; burası 1442’de Bon kardeşlerce geç Gotik tarzda yapılmış ana giriş kapısı. İnce oymalı işçiliğiyle her bir noktası dikkate değer bu kapının en önemli figürü, Aziz Marcus karşısında eğilen Dük Foscari işlemesi. Buradan tonozlu bir geçitle kırmızı Verona mermeriyle yapılan Arco Foscari ve iç avluya geçilmekte. Bu bölümde Museo dell’Opera’dan geçeceksiniz; burada Sarayda replikaları kullanılan bazı heykel ve sütunların asılları sergilenmekte, özellikle Marcus Aslanı heykeli girişte sizi selamlamakta…
Avluya girince büyüleneceksiniz. Venedik sokaklarında sık sık karşılaşacağınız sarnıçların en iyi örneklerinden 16 yüzyıla ait iki bronz sarnıç avluyu süslemekte. Karşıda, Sarayın tek kapalı kenarında bulunan Basilica’nın kemerleri altında timsah üzerinde duran Aziz Teodoro heykeli duruyor, Aziz Teodoro, Aziz Marcus’tan önce şehrin koruyucu aziziymiş ve Mısır bağlantısı timsahla temsil edilmiş.
Avludan Sansovino’nu 1567 tarihli eserleri Mars ve Neptun’e ait heykellerin süslediği Devler Merdiveni/Scala dei Giganti ile sütunlu-revaklı üst katlara çıkılıyor. Bu heykeller Venedik’in deniz ve karadaki gücünü temsil ediyormuş. Bu merdiven Düklerin görevlendirilme yerleri olduğu için de önemli.
Ama yukarıya çıkarken Devler Merdivenini değil, düklerin salonlarına çıkan Scala d’Oro’yu kullanıyoruz. Bu merdivenler 1538-1559 arasında yapılmış ve parıl parıl altın yaldızlı süslemelerden dolayı bu adı almış. 1483’teki yangından sonra yapılan düklere ait salonlar görkemli ama boş çünkü genel olarak Napoleon döneminde yağmalanmış; görkem ise odaların duvarları ve tavanlarında her biri bir sanat eseri olan resimlerinden, fresklerden, heykellerden gelmekte… Birbirine geçmeli odalar, koridorlar Orta Çağ’dan günümüze uzanan bir sanat galerisi gibi. Dönemin ünlü sanatçıları Tintoretto, Tiepolo, Titian’ın izleri Sarayın odalarında bugüne ulaşmış, bizi büyülüyor.
Yukarı kata çıkmadan arada, Düklerin özel dairelerine geçilen bir bölüm var; Venedikli ressamların eserlerinin sergilendiği bir alan. Venedik panoramasının hakim olduğu Vedutism akımının Antonio Canova ile doruğuna ulaştığı çeşitli ressamların eserleri, düklerin şahsi odalarında sizleri bekliyor. Ayrı bir biletle girilen bölümde benim ziyaret ettiğim dönem Venedik ve Büyük Kanal ile ilgili resimlerin sergilendiği Canaletto- Venezia sergisi mevcuttu.
Yukarı katta ilk oda Sala di Scarlatti; tavandaki Titian ve Salviati freskleri yanında Lombardo elinden çıkma Dük Loredan’ı Hz Meryem’in ayakları dibinde tasvir eden kabartma eser dikkatinizi çekecektir. Daha sonra gelen Sala dello Scudo ise duvarlarını kaplayan haritalardan dolayı harita odası olarak biliniyor, odanın ortasında ise 18.yüzyıla ait dev yerküre görülebilir, dük armaları da odanın başka özelliği. İlerideki galeride ise Venedik’in gururu Giovanni Bellini’nin resimleri görülebilir.
Dük Francesco Erizzo’ya adanan Erizzo odası ise, diğer odalar gibi ahşap işçiliği ile bezeli tavanı ile dikkat çekici. Priuli de denen Stucchi odasının tavan ve duvarlarında İsa’nın hayatını anlatan resimler mevcut. Önceden 12 filozofun resmi olduğu için Filozoflar Odası olarak bilinen oda da Titian’ın Aziz Christopher freski dikkate değer. Dük Giovanni Corner’ın resimlerinin bulunduğu Corner Odası’nda mermer işçiliğiyle süslü şömine de dikkat çekici.
Üçüncü katta konsey salonları mevcut. 1574’teki yangından sonra Tintoretto’nun İncil’den sahnelerle süslediği Sala delle Quatro’dan sonra, delege ve elçilerin bekleme odası olan Anticollegio’ya varılıyor; eskiden deri işlemeleri ile kaplı duvarlara 1716’da yapılan mitolojik sahneleri konu alan freskolar Tintoretto eseri, ayrıca Tiepolo’nun Venedik tasviri de dikkat çekici.
Sala del Collegio ise, Venedik senatosu işlerinin yürütüldüğü bir bölüm. Buranın özelliği ise tavanı; 1575-1578 yıllarında yapılan resim Veronese’in en iyi eserlerinden biri olarak görülüyor. Sala dei Senato ise, Venedik senatörlerinin toplanıp karar aldıkları bir yer; Venedik tarihinden olaylarla ilgili resimler ilginç.
Daha sonra Sala del Consiglio dei Dieci’ye geçiliyor. Ponchino eseri tavan süslemeleri ile Onlar Meclisi’nin gücünün anlatıldığı bu salon, biraz da Venedik’in geçmişi çünkü 1310’daki bir Tiepolo tarafından yapılan bir darbe girişimi sonrası devletin güvenliği ile ilgili suçların soruşturulması için kurulup sonra kontrol edilemez bir güce dönüşen Onlar Meclisi Konseyi’nin toplantı salonu burası… Tavan süslemelerinin bazıları Napoleon tarafından götürülse de 1554 tarihli iki tablo sonradan geri alınmış. Engizisyonun karanlık günlerine de tanıklık eden bu odanın devamında, suçluların yargılandığı Sala della Bussola’ya geçilmekte. Muhteşem süslemelerin gözümüzü kamaştırdığı bu salon aslında acılarla dolu bir yer, özellikle duvarda imzasız ihbar mektuplarının atıldığı aslan ağzına (bocca di Leone) dikkat.
Sala della Bussola ismini büyük ahşap pusuladan alıyor; Adalet heykeliyle birlikte duran dev pusula Onlar Konseyi’nin üç başkanının odası olan Sala dei Tre Capi’nin girişini gizlemekte. Tavan süslemeleri Veronese’ye, şömine tasarımı Sansovino’ya ait. Buradan ise bir yolla cephaneliğe ve hapishaneye geçilmekte. Tekrar aşağı, ikinci kata inerken Sala dei Guariento’dan geçeceğiz; 1365’te Guariento’nun yaptığı ancak 1577 yangınından sonra ancak bir parçası kalan Kutsal Bakire’nin Taç Giymesi freskine göz atın.
Esas muhteşem oda Büyük Konsey Salonu olarak geçen Sala del Maggior Consiglio… Bu salona girilen verandada Antonio Rizzo’nun Adem ve Havva heykellerini göreceksiniz, sonra da bakmalara doyamayacağınız süslemeleri ile Büyük Konsey’in yasa yapmak, üst düzey memurları seçmek için toplandığı, en çok Fransa Kalı III Henri için verilen muazzam davet ile hatırlanan salona geleceksiniz. Bu salon 14. yüzyılda yapılmış. Binlerce siyasi olaya tanık etmiş, 53X25 metre boyutlarıyla Avrupa’nın en büyük salonlarından biri olan Büyük Konsey Salonu, adeta bir sanat galerisi gibi; Guariento, Vittore Carpaccio, Giovanni Bellini, Titian, Alvise Vivarini, Pisanello, Veronese gibi dönemin en ünlü sanatçılarının eserlerinin yer aldığı salonda Tintoretto’nun 1592’de biten 7.45X24.65 metre boyutundaki devasa Cennet tablosu, başlı başına bir ilgi merkezi; bu tablo dünyanın en büyük tablolarındanmış. Duvarlarda ve tavanda Venedik tarihinden sahneler yer almakta. Ayrıca 76 dükün portresi de duvarlarda görülebilir; geri kalan 42 dükün portreleri ise Sala dello Scrutinio’da. (Malikanesinden Büyük Kanal yazımızda bahsettiğimiz) 1355’te bir darbeye karışan ve idam edilen Dük Marin Faliero’nun portresi ise siyah örtüyle kapatılmış. Sala dello Scrutino ise 1540’larda Dük Foscani döneminde kütüphane olarak yapılan bir kısımmış ama Marciana Kütüphanesi’nin yapılmasından sonra seçimlerde kullanılır olmuş.
Aradaki yargı sürecine dahil sansür heyeti (Sala di Censori), avukatlar gibi kurumlara ayrılan ve yine portrelerle, Venedik sahneleriyle süslü odalardan, önce eski hapishaneye oradan Ahlar Köprüsü ile yeni hapishaneye geçilmekte. Eski hapishanenin geçmişi 12. yüzyıla kadar dayanıyor ve konukları arasında Giacomo Casanova gibi renkli kişilikler de var. Piombi kurşun demekmiş ve adını çatıdaki kurşun kaplamalardan alıyormuş; bu nedenle eski hapishanenin üst katlarına piombi deniliyormuş. Eski hapishanede her hücrede uygulanan eziyet belki aynıymış ama üst kattakiler en azından güneş ışığını görebildikleri için karanlık ve rutubetten etkilenmiyorlarmış. Ayrıca Casanova gibi çatıdan bir gedik bulup kaçabilme şansı da üst katların artısı olsa gerek.
1595’te tamamlanana Ahlar Köprüsü ise 1614’te Sarayı yeni hapishaneye bağlamak için yapılmış ve adını engizisyon sorgulamalarından hapishaneye götürülen mahkumların feryatlarından almış. Bu köprüyü görmek için biraz ilerdeki Ponte della Paglia’ya gitmeniz gerekecek; bu köprü ilk defa 1360’ta inşa edimiş ama bugünkü halini 1847’de almış.
Hücreleri gezerken mahkumlardan kalan çizimler, resimler iç burkucu. Tabii sergilenenler arasında bazı erotik çizimler de var ama en çok rastlanan resimler güzel yüzlü kadınlar ve sefere çıkan gemiler…
Dükler Sarayı Azerbeycan’dan A.B.D’ye bir çok yapıya ilham kaynağı olmuş, filmlerden video oyunlarına, karşımıza çıkan bu muhteşem yapı Venedik gezinizin olmazsa olmazı. Saray, her gün 08.30-17.30 arasında ziyarete açık, Nisan-Ekim arası kapanış saati 17.00 oluyor. Giriş 19 euro. Bu bilet Dükler Sarayı, Museo Correr, Arkeoloji Müzesi ve Marciana Kütüphanesi için geçerli. Ancak düklerin özel odalarını gezmek için ayrıca 4 euro ödemeniz gerekiyor. Sarayda Sırlara Yolculuk ya da Sarayın Gecesi gibi turlarla da gezilebiliyor.
Campanile
San Marco Basilica’sının tam karşısında duran ve 98,6 metre ile Venedik’in simgelerinden biri olan bu kule, 1173’te deniz feneri olarak yapılıp 1514’te bugünkü halini almış. Venedik’in en yüksek binası olan Campanile tepesinde Bartolomeo Bon’un tasarımı altın rüzgar gülü ile taçlanmış. Piramit şeklindeki tepesinin hemen altında Venedik Cumhuriyeti döneminde her birinin ayrı anlamı olan beş çan bulunmakta; bir çan iş günü başlangıcını, bir çan infazları, biri Büyük Konsey toplantılarını haber verirmiş… Kule Orta Çağ’da, hapishane olarak da kullanılmış. Kule Logetta denilen bölüm üzerinde yükselmekte; 16 yüzyılda Sansovino tarafından yapılan kısım Cumhuriyeti simgeleyen kırmızı Verona mermerlerinden yapılan kabartmalarla süslenmiş.
Galileo 1609’da teleskopunu Dük Leonardo Dona’ya burada takdim etmiş ama henüz o vakit asansör yokmuş. Asansör 1692’de yapılmış. Gerçi Kule, 1902’de aniden çökmüş; ertesi yıl ‘olduğu yerde olduğu gibi’ sözlerinin kazılı olduğu temel taşı yerleştirilmiş ve 1912’de yeni kule açılmış. Ziyaret etmek isterseniz; Mart, Nisan, Ekim’de 09.00-19.00, Kasım-Şubat arası 09.30-15.45, Haziran-Eylül arası 08.30-21.30 saatlerinde 8 euro karşılığı yapabilirsiniz.
Torre Dell’Orologio
San Marco Meydanı’nın bir diğer süsü de Meydanın kuzeyinde yer alan Saat Kulesi; şehrin alışveriş bölgesi olan Merceria girişindeki 15. yüzyıl yapımı erken Rönesans tarzındaki bu Kule, tepesindeki çanı, altın yıldızlarla süslü mavi satıh üzerindeki Marcus Aslanı, daha altta Hazreti Meryem heykeli ve saat ile dikkatinizi çekecektir. Tepedeki çanı ellerindeki çekiçle çalan iki heykelden biri yaşlı, biri genç adam figürü ise acımasızca geçen zamanı temsil ediyormuş…Çan ise 1497 yapımı. Bana denk gelmedi ama bazı dini günlerde saatin iki yanındaki Müneccim Kral figürleri, bölmelerden çıkıp Meryem’i selamlıyormuş. Kulenin altı kemerli bir geçitle Rialto’ya bağlanan yola açılıyor. Kulenin etrafında ise daha çok Murano cam işçiliğinin en iyi örneklerinin bulunabileceği dükkanlar var ama kaliteye yüksek fiyatlar da eşlik etmekte…
San Marco San Teodoro Sütunları
San Marco Meydanı’nın Dükler Sarayı kenarından Kanala doğru uzanan bölümünde yer alan bu iki sütun, şehre ulaşımın sadece deniz yoluyla olduğu dönemlerde Venedik’in ana girişini süslemekteymiş; şimdi ise turistik bir simge olan bu sütunlar Konstantinopolis’ten getirilen ganimetlerdenmiş. Sütunlardan birinin üstünde Venedik’in Aziz Marcos’tan önceki koruyucu azizi olan Teodoros’un heykeli bulunmakta; gerçi bu heykel bir replika, aslı Dükler Sarayı’nda sergilenmekte. Diğer sütunda ise Aziz Marcos’un kanatlı aslan heykeli görülmekte ama rivayet odur ki, bu aslında kanat takılmış bir Çin ejderiymiş…Şimdi şehrin gündelik curcunasına kaytsızca tanıklık eden bu iki sütun aslında Venedik tarihinin kötü anlarının bir simgesi çünkü 18. yüzyıl ortalarına kadar idam cezaları burada infaz edilirmiş.
Procuratie
Bir ucu San Marco Basilikası ile kaplı olan San Marco Meydanı’nın diğer üç tarafını çevreleyen binalar Procutarie binaları olarak adlandırılıyor. Kemerler üzerinde iki katlı olarak alanı çevreleyen bu binalar, genel olarak yöneticilerin ofisleri için yapılmış.
Sırtınızı Basilica’ya verirseniz sağınızda kalan kanat en eski bölüm olan Procuratie Vecchie; 12. yüzyılda yöneticilerin ofis ve evi olarak yapılmış; 16 yüzyılda atlattığı yangından hasar görse de eski Gotik havasından esintilerle yeniden yapılmış. Meydanın güney tarafına denk gelen kısım ise Procuratie Nuove olarak biliniyor; 1586’da Klasik stilde başlanıp 1640’da tamamlanmış. İki yapı arasında bulunan kanat, 1810’da, orada bulunan bir kilise yıkılarak Neo klasik tarzda yapılan Ala Napoleonica; burası Venedik Cumhuriyetinin yıkılmasından sonra Napoleon tarafından rezidans, balo salonu ve yönetim binası olarak yaptırılmış, daha sonra Avusturyalı yöneticiler tarafından kullanılmıştır. Bu bina silsilesinin Kanal tarafı Zecca olarak biliniyor; Dük Andrea Gritti tarafından Meydan düzenlenmesi için 1536-1540 arasında darphane olarak tasarlanan bina 1870’e kadar bu amaçla kullanılmış; bugünse Biblioteca Marciana’ya ev sahipliği yapmakta.
Bir zamanlar Venedik’in ileri gelen aileleri, kendi malikaneleri dışında, sefahat alemleri için bu yapılarda küçük birer daire tutarlarmış. Bugünse Ala Napoleonica ve Procuratie Nuove, başta Correr Müzesi olmak üzere üç önemli ziyaret noktasına ev sahipliği yapmakta… Ama gezginler için asıl, bu yapıların en alt katında kemerli revaklarla süslü bölüm ilgi çekici. Çünkü sıra sıra dizilmiş ve Venedik’in gururu cam işçiliğinin nadide örneklerinin satıldığı şık ve pahalı dükkanlar gerçekten insanın aklını çelecek kadar muhteşem. Neredeyse aklınıza gelecek herşeyin cam versiyonunu görebilirsiniz. Ama burada asıl iki cafeden bahsetmek gerek… İkisi de şık ve pahalı olan bu kafelerin simgesel anlamları da var. Procuratie Vecchie tarafındaki Cafe Quadri, 1775’te açılmış ve Avusturya hakimiyeti döneminde Avusturyalı askerlerin gözde mekanıymış. 1720’de açılan Cafe Florian ise Procuratie Nuove tarafında; burası Cafe Quadri’ye inat o dönemde Venediklilerin tercih ettiği bir yermiş, ama Venedik destekçileri yanında Byron, Proust, Dickens gibi yazarlar da buranın müdavimleri arasındaymış. Kanala bakan taraftaki Cafe Lavena ise 1750’de açılmış; burası da Richard Wagner ve de bendenizin tercih ettiği yer olarak kayıtlara geçsin.
Museo Correr
Venedik’in tarihi ve sanatına tanıklık eden nadide eşyaları muhteşem bir sarayda görmek isterseniz Correr Müzesi’ne gitmelisiniz. Teodoro Correr’in koleksiyonuyla kurulan Müze, 1836’da açılmış. 1797’de Venedik Cumhuriyetinin sona ermesiyle bir çok asil aile eşyalarını satmış, Correr ise koleksiyonunun büyük kısmını bu nadide parçalardan oluşturmuş. Müze önce Palazzo Correr’de açılmış ama 1922’de bugünkü yerine taşınmış.
Burada sergilenen eserler yanında yapının kendisi bile başlı başına görmeye değer. Müzenin bugün bulunduğu Napoleon Kanatı, Procuratie Nuove’daki tadilatla beraber Neoklasik tarzda Giuseppe Soli ve Lorenzo Santi tarafından tasarlanmış. İç dekorasyonlar ressam Giuseppe Borsato’nun eseri. Ana girişteki Neptün freski ise 1838 tarihli. Napoleon hakimiyeti zamanında yeni iktidarın sarayı olarak kullanılmış. Ama 1814’te bina tamamlandığında, Avusturya hakimiyeti sırasında Habsburg Hanedanının malikanesi olmuş. Sarayın en önemli odaları, Balo Odası, Taç Odası ve Ziyafet Odası…Bu odaların şatafatı yanında Antonio Canova’nın Neoklasik tarzdaki heykelleri de görsel şölenin bir parçası. Müze, Venedik hayatının ve kültürünün yansımalarını bugüne taşıyor. 15-16. yüzyıldan kalma haritalar, 16-18. yüzyıldan kalma nadir baskılar, sikkeler, denizcilikle ilgili araçlar, silahlar, Venedik’in muhtelif dönemlerine ait gravürler, resimler ile Müze, Venedik’in geçmişini bugüne taşımakta.
Müzede ayrıca Giovanni Bellini’den Vittore Carpaccio’ya bir çok ressamın eseri görülebilir; Antonello da Messina, Cosme Tura, Paolo Veneziano, Lorenzo Veneziano, Stefano Veneziano, Jacobello di Bonomo, Michele Giambono, Jacobello del Fiore, Gentile da Fabriano, Pisanello, Matteo Giovannetti, Bartolomeo Vivarini, Leonardo Boldrini, Pieter Bruegel, Jacopo Bellini, Alvise Vivarini, Cima da Conegliano, Lorenzo Lotto, Boccaccio Boccaccino gibi Venedikli ya da Venedik resmini etkilemiş Avrupalı ressamların eserleri bu bölümde yer almakta. Bunlar arasında Giovanni Bellini’nin Çarmıha Gerilme, Madonna ve Çocuğu ile Vittore Carpaccio’nun Kırmızı Şapkalı Adam ve İki Venedik Hanımı resimleri dikkatinizi çekecek.
Müze Kasım-Mart arası 09.00-17.00; Nisan-Ekim arası 09.00-19.00 saatleri arasında gezilebilir, giriş 19 euro. Bu bilet Dükler Sarayı, Museo Correr, Arkeoloji Müzesi ve Marciana Kütüphanesi için geçerli.
Libreria Sansoviniana
Marciana Kütüphanesi de denen bu Rönesans tarzı yapı, İtalya’nın en büyük ve en önemli kütüphanesi. Piazzetta’ya bakan ve darphane binasını da içine alan Kütüphane, Sansovino tasarımı olarak 1537’de yapımına başlanmış ve 1588’de Scamozzi tarafından bitirilmiş. Yapının tavanı çökünce Sansovino bir ara tutuklanmış ve epey bir ceza ödeyerek hapisten kurtulmuş. Binanın iç dekorları Titian, Paolo Veronese, Tintoretto, Alessandro Vittoria, Batista Franco, Bartolomeo Ammannati eserleri ile tamamlanmış. Dor ve Iyon tarzı sütunlar ve heykellerle süslü bu kütüphanenin ilk kitapları ise 1468’deki Kardinal Bressarione’nin tarafından bağışlanmış. Kütüphanenin duvarlarındaki yaldızlı alçı süslemeleri ve freskleri ayrı bir güzellik ama tabii, buranın esas zenginliği yüzyıllar ötesinden kalan eserler; bunlar arasında Venedik’te basılan ilk kitap ile 5 yüzyıldan kalma el yazmaları Kütüphanenin göz bebeği. Venedik tarihi, klasik felsefe ve antik haritalar da burada yer almakta.
Museo Archeologico di Venezia
Libreria Sansoviniana ve Procuratie Nuove’nin salonlarına yayılmış olan Milli Arkeoloji Müzesi, Dük Antonio Grimani’nin oğlu Kardinal Domenico Grimani’nin 1523’te koleksiyonunu bağışlamasıyla oluşturulmuş. Müze antik çağlara uzanan Roma ve Yunan eserleriyle öne çıkıyor. Mücevherden heykele, vazolardan sikkelere uzanan gemiş bir koleksiyonu barındırmakta.
Zengin bir numismatik koleksiyonu hem Roma hem Bizans sikkeleri ile ilgilenenler için bulunmaz bir hazine. Ama taş işçiliği, özellikle heykeller en çarpıcı eserler. Bizans dini resimleri de ayrıca ilginç. Müze’de Bizans’ın son günlerine atfedilen bir bölüm var; burada yine İstanbul’dan getirilmiş bir çok eser, dini kitap yanında Fatih Sultan Mehmet’in orta yaşlarını gösteren portresi de yer alıyor.
Sonuçta akılda kalan daha çok Roma ve Yunan heykelleri. Tabii ki, Roma-Yunan heykellerine gayet aşinayız, bizim müzelerimizde de gayet seçkin örnekleri var ama buradakiler belki sayıca az ama sanki daha cüretkar…
Müze Kasım-Mart arası 09.00-17.00; Nisan-Ekim arası 09.00-19.00 saatleri arasında gezilebilir, giriş 19 euro. Bu bilet Dükler Sarayı, Museo Correr, Arkeoloji Müzesi ve Marciana Kütüphanesi için geçerli.
Ancak burada bir de Müze pasosundan bahsetmek gerek. 24 euro tutarındaki bu paso ile San Marco Meydanındaki dört müzeye (Dükler Sarayı-özel odalar hariç-, Correr Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve Kütüphane) ek olarak, Musei Civici Venice kapsamında yer alan Ca’ Rezzonico, Palazzo Mocenigo, Ca’ Pesaro, Casa Goldini, Murano ve Burano müzeleri ile Doğa Tarihi Müzesini de gezebilirsiniz. Eğer zamanınız, gücünüz ve isteğiniz varsa, San Marco Meydanında yer alan müzeleri gezmek için bu, en uygun seçenek. İnternetten alabileceğiniz bu pasoyu, listede yer alan herhangi bir müzeden onaylatarak kullanabiliyorsunuz.
Yeme – İçme
İtalya’da genelde nerede yersen ye mutlaka iyi bir lezzete denk gelinir, diye düşünürdüm ama bu Venedik için doğru değil. Venedik için gondolcuların yediği yerlerde yiyin, derler… Bunun için size Castello bölgesini tavsiye ederim, Riva degli Schiavoni’nin ilerisi, Arsenal civarında yer alan ve daha az turistik olan yerler, belki bu açıdan tercih edilebilir…
Kaldığım yerdeki bir görevli San Polo’daki Autico Callice’yi gondolcuların yeri olarak tavsiye etti ama daha çok armatörlük yolunda gidenlerin uğradığı bir yerdi; fazlasıyla turistik, kötü yemek ve sonuçta aç kalkılan bir masa… Son gezimde beni en çok sokak aralarındaki atıştırmalık yerler mutlu etti, bunlardan pizza çeşitlemeleri sunan Farini ile minik deniz ürünleri seçkisiyle Aqua e maic… Ama illa sağınızda solunuzda Michelin yıldızlarını görmek istiyorsanız Venedik bu konuda çok zengin… 2019’da yıldız parlatan yerler arasında Met, Amo, Club del Doge, Local, Arva, Antino’a Lounge, Al Covo, Oro, Ai Mercanti, Terrzaza Danielli, Quadri, Il Ridotto gibi yerler var.
Alışveriş
Gitmişken alışveriş yapmadan olmaz tabii… İtalya’ya özgü her şeyi Venedik’te de bulabilirsiniz. Ama Venedik’e özgü bir şeyler ararsanız birbirinden güzel cam objeler ve maskeler tercihiniz olmalı… Venedik’te her keseye uygun bir şeyler bulabilirsiniz. Ama kaliteli olanı daha uygun fiyata almak isterseniz turistik merkezlerin biraz dışına çıkmakta fayda var. Maske konusunda La Bauta, buna bir örnek, Campo San Toma’da… San Toma, cam konusunda da daha uygun birşeyler bulabileceğiniz bir bölge. Ayrıca cam eşyalar için San Geremia’ya da uğrayın derim. Fortuny Müzesi civarındaki yerlerde de ucuz cam eşyalar bulabilirsiniz.
Hazır Venedik’e gelmişken buradan bir gondolcu edasıyla dönmek isterseniz, Emilio Ceccato’da şık bir gondolcu olabilirsiniz, Eurolarınızı hazırlayın. Belairfine art ise hem modern sanat galerisi hem de özgün eserler alabileceğiniz bir yer.
Venedik’teyken bir şey almasanız da mutlaka uğramanız gereken bir yer de Libreria Acqua Alta Kitapevi… Dünyanın en ilginç kitabevlerinden biri olan bu depo-dükkan daha çok sahaf havasında; belki de bir kapısı kanala açıldığı için su yükselmeleri sırasında kitapları kurtarmak için olsa gerek, ortada içi kitap dolu kocaman bir gondol durmakta… Eski, yeni kitaplar, dergiler, plaklar, magnetler alabilirsiniz, tabii üzerlerinde uyuklamakta olan kediler izin verirse…
Venedik pahalı bir şehir. Bir gezginin de en büyük masrafı giriş ücretleri. Venedik’te 10-15 euro civarında giriş ücreti olan müzeler var. Ama muhtelif müze ve şehir kartlarıyla bu masrafı azaltabilirsiniz. Mesela San Marco Meydanı’ndaki müzeleri (Dükler Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Corner Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Milli Kütüphane) 23.40 euro… Bu konuda başka bir seçenek ise, 11 müzeyi (Dükler Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Corner Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Milli Kütüphane, Rezzonico, Mocenigo, Carlo Goldoni, Pesaro, Murano Cam Müzesi, Burano Dantel Müzesi, Doğal Tarih Müzesi) içeren 32.40 Euro’luk bir kart… Ayrıca Venedik’te müzelere giriş ve ulaşım seçenekleri de içeren Venezia Unica Card’lar da var; Gümüş, Altın ve Platin olarak ayrılmakta… Gümüş kart, Dükler Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Corner müzesi, Arkeoloji Müzesi, Milli Kütüphane, seçilen 3 kilise girişi içermekte, 29 yaş altındaysanız 21,90 Euro, 30 yaş üzeriyseniz 33,90 Euro. Bu fiyat, eklenen başka müzeler ve turlarla değişmekte. Altın kart, (yukarıda bahsedilen) müze kartı kapsamındaki 11 müzeye ek olarak 16 paralı kiliseye giriş sağlamakta; buna ek olarak Yahudi Müzesi’ne giriş, 3 günlük toplu taşım ve 1 günlük internet bağlantısı da bu karta dahil, fiyatlar 58,90 eurodan başlıyor, ek müze ve turlarla bu fiyat artıyor. Platin kart ise, altın karta ek olarak Fenice Operası ve Bovolo Malikanesine giriş içermekte; 70,90 eurodan başlayan fiyatlara hava alanı transferi, tekne turu gibi özellikler eklendikçe bu fiyat artıyor. Bu konuda ayrıntılı bilgi ‘veneziaunica.it’ adresinden alınabilir.
Son Söz
Böylece San Marco Meydanı’nı ayrıntılı bir şekilde gezdik. Bu kadarı bile Venedik’i gördüm demek için yeterli belki de. Ama daha önce de bahsettiğimiz gibi bu Meydanın sunacağı başka seçenekler de var. Gecesi ayrı ışıltılı, gündüzü ayrı renkli cam işleri, vitrinlerde sizi bekliyor.
Ya da biraz soluklanın. Çünkü burası, bir şekilde Venedik’in eğlence merkezi de. Her an bir konser havanızı değiştirebilir. Özellikle Karnaval zamanı, burası türlü çeşitli müzik gruplarıyla şenleniyor. Dinlenmek için seçenekler; yukarıda anlatmıştık, artık tercihinize göre Caffe Quadri mi olur, yoksa Caffe Flori mi, oturup Dünyanın En Muhteşem Salonuna son bir kez göz atın, belki de aklınızda sadece bu an kalacaktır…
Venedik gezimizde bu yazıda anlatılan San Marco Meydanı ve Bazilikası ve civarındaki yerler ve müzeleri gezdik, sırada tekne ile Büyük Kanal gezisi bulunuyor. Tekne gezisinde göreceğiniz yerleri, binaları, müzeleri okumak isterseniz; Venedik Gezi Rehberi II: Canal Grande – Dünyanın En Güzel Bulvarı
Venedik Adaları Murano, Burano ve Torcello’yu gezmek isterseniz; Venedik’in Üç İncisi: Murano, Burano, Torcello
Venedik’i ünlü Venedik Karnavalı zamanı gezmek isterseniz; Venedik Karnavalı; Bir Maskeyi Sevmek
[…] Venedik Gezi Rehberi I: San Marco Meydanı – Venedik’e Dair Her Şey […]
[…] Venedik Gezi Rehberi I: San Marco Meydanı – Venedik’e Dair Her Şey […]