Mustafapaşa köyü, antik dönemden kalan adı ile Sinasos (Güneşin Şehri) Kapadokya gezisinde kesinlikle programa alınması gereken özel bir yer.

Kapadokya’da, doğanın mimarisiyle milyonlarca yılda yaratılmış olağanüstü şekilleri, peri bacaları, vadilerin yanında, insan eli ile yaratılmış manastırlar, kiliseler, yeraltı şehirleri, mağara evlerinin olduğu coğrafyada, karşınıza bambaşka bir köy çıkıyor. Cumhuriyet öncesi Osmanlının son dönemlerinde 700 den fazla sanat eseri gibi işlenmiş taş konakları yapılan köy, bölge dokusundan çok farklı bir ruh taşıyor.

Bu gösterişli konaklarda yaşayanları, taşları işleyen  ustaları, köyün tarihini ve öykülerini merak ediyor insan. Sinasoslu ancak İstanbul’da ticaret ile uğraşan zengin Ortodoks  Rumlar memleketlerine taş konaklar yaptırıp, bu köyü sayfiye yeri olarak kullanmışlar. Zengin ve estetik değerleri gelişmiş ve nüfusun % 80’ini oluşturan Rum halkın yanında köyde yaşayan Türkler daha fakir, topraktan ve Rum sakinlerin hizmet işlerinden geçim sağlayan kesim imiş.

Bu güzel köyde yaşayan Rumlar, 1924 yılında mübadele ile evlerine, köylerine veda etmek zorunda kalmışlar. Köye Yunanistan’dan karşılıklı olarak mübadeleye tabi tutulan Türkler yerleştirilmiş.

Bugün köy Kültür Bakanlığı’nın koruması altında ve 1981 yılında turizme açılmış. Ancak 700 konağın tamamı bugünlere ulaşamamış, şu anda 93 konak, 30 dan fazla kilise ve şapel bulunmaktadır.  Köyün mübadele öncesi zenginliği kalmasa, geçen zaman içinde dokusunda bozulma olsa da tarihi dokusundan kalan izler hala köyü özel kılıyor.

Mustafapaşa Kapadokya rotanızda kolay ulaşılacak ve hatta konaklanabilecek bir yer, Ürgüp’e sadece 6 km uzaklıkta.

Gezelim Görelim

Mustafapaşayı nasıl gezelim derseniz cevabımız, adım adım yürüyerek olacaktır. Hadi başlayalım gezmeye.

Konstantin-Helena Kilisesi

Önce Cumhuriyet Meydanı’ndaki kiliseden başlayalım. Osmanlı Sultanı I. Ahmet zamanında halkın katkıları ile kilise inşasına başlanmış, 1729 yılında tamamlanmış. Kilise 19.yy’da köydeki iki kiliseden biri imiş. Diğer kiliseden geriye bir şey kalmamış. Bu kilise fresklerinden pek bir şey kalmasa da yapısı ayakta kalabilmiş ve ziyarete açık. Giriş ücreti olarak 3 TL ödenip, bu kilise ve manastır gezilebiliyor. 

Bu kutsal kiliseyi görebilmemizin kolay olmadığını belirtmeliyim. Mustafapaşa’yı Haziran 2021 de gezdik. Tam şehrin meydanındaki kilise ilk durağımız idi ancak kapısı kapalı idi, kiliseden umudumuzu kesip Aziz Nikola Kilisesi’ne yürüdük, sürpriz  manastır da kapalı idi. Hayal kırıklığı ile meydana geri dönerken  şans yüzümüze güldü ve karşımıza  kilisesinin yanındaki dükkanında hediyelik eşyalar satan Cavit beyi çıkardı. Cavit bey bizi dükkanına davet etti, dükkanının bulunduğu Marika Konağı’nı gezdirdi ve köyün tarihini anlattı. Sohbetimiz sonunda hem kiliseyi hem manastırı görmenin bizim için önemli olduğunu anlatınca hemen yanında çalışan delikanlıyı gönderip muhtardan kilisenin anahtarını aldırıp kiliseyi açtırdı. Giriş ücreti de olduğuna göre herhalde muhtarlık sorumluluğuna bırakılmış bu tarihi eserler. 

Maraşoğlu Köprüsü

Kiliseden manastıra doğru yürürken altından geçtiğimiz Maraşoğlu Köprüsü, iki payandaya oturtulmuş, üç kemerli, kesme taştan yapılmış. Köprü 1865 yılında, köyün zenginlerinden Vasil Dimitri  Maraşoğlu tarafından üst tarafta Hamam Mahallesi ile Manastır Mahallesini birbirine bağlamak için yaptırılmış. Manastıra giderken yolun iki yanında kayalara oyulmuş şapeller, yerleşim yerleri, peri bacaları görünüyor.

Manastır Vadisi

Aziz Nicholas Manastırı’nın da içinde bulunduğu vadi Manastır Açık Hava Müzesi olarak adlandırılmış. Vadide  Aziz Stefanos, Aziz Yuhannis Theologos, Vaftizci Yahya ve Azize Barbara kiliselerinin bulunduğu levhada belirtiliyor. Ancak hepsinin kapalı olduğu belirtildiğinden diğerlerine yürümeye çabalamadık. Herhalde pandemi dönemi turist sayısının azlığı nedeni ile yeterli ilgi gösterilmiyor, diğer zamanlarda turistlerin rahatlıkla ziyaret edebileceklerini umuyoruz. 

Aziz Nicholas Manastırı

Şehir meydanına 1 km uzaklıkta, 15 dakikada ulaşılan Aziz Nicholas Manastırı’na süslerle bezeli kemerli taş bir kapıdan giriliyor.

Manastırın 19.yy’da yapıldığı tahmin ediliyor. Bir kısmı kayanın içine oyulmuş, bir kısmı kesme taşlardan yapılmış manastırın. Alt katta birbirine geçişler olan bölümler, üst katında birkaç oda bulunuyor. Alt katta kapının karşısında freskler yer alıyor. Manastırın bahçesinde şifalı suyun cilt hastalıklarına iyi geldiği düşünülen bir ayazma var. Müslüman ve Hristiyan halk şifa amaçlı manastır ziyaretlerini sürdürmüşler yıllarca. Manastırın bugünkü görünümü yepyeni, pırıl pırıl. Yeni restorasyonu tamamlanmış, freskler de fazlası ile ışıl ışıl renklerde yeniden canlandırılmış. İçeriye adım atar atmaz tarihi bir yerde olduğu duygusundan uzaklaşıyor insan. Restorasyon ayrı bir uzmanlık alanı, başarılı bir restorasyon mu diye düşünmekten alamıyor insan kendini. Buruk duygularla çevreyi incelerken panolarda manastırın önceki görüntüleri karşımıza çıktı. Soldaki foto 1920’li yıllardaki fotosu, orijinal hali, sağdaki fotoda ise 2012 yılında çevre duvarları yıkılmış, harap haldeki manastır. Hiç olmazsa toparlanmış, halka açılmış bir manastır haline gelmiş, umarız restorasyon esaslarına uyulmuştur

Ortodoks Rumlar için önemli bu iki kutsal mekandan sonra köy içi gezimize devam edebiliriz.

Meydanda bir sokağın başında köyün en eski camisi Cami-i Kabir yer almakta, gezilebilir.

Mehmet Şakir Paşa Medresesi

Caminin karşısında ise  Osmanlı döneminden kalma taş bina hemen dikkatimizi çekti. Gerek binanın taş işçiliği, gerek ahşap süslü taç kapısı tarihi bir eserin kapısında olduğumuzu gösteriyordu. Yaklaştık ancak kapı kilitli idi binanın duvarları boyunca ilerleyince diğer kapıda ‘Kapadokya Üniversitesi- Mehmet Şakir Paşa Medresesi’ yazısı ile karşılaştık. Türkiye Cumhuriyeti Üniversitesi altında Medrese yazısı kafa karıştırıcı idi. Üniversitenin kapsamında medrese eğitimi varmış gibi bir algı oluşturan bu ifade yerine, binasının medrese binası olduğunun yazılması daha doğru olsa gerek.

Kapıdaki güvenlik görevlisine binayı sorduk. Görevli binanın tarihi medrese olduğunu, şu anda Üniversite binası olduğundan giremeyeceğimizi belirtti. Ancak biz ısrarla blog yazdığımızı ve binayı gezmek istediğimizi söyleyince bizi kırmadı.

Binayı gezmeden bu önemli Osmanlı eserinden söz edelim. Mehmet Şakir Paşa Medresesi 1890 yılında Mehmet Şakir Paşa tarafından yaptırılmış. Medrese asimetrik U planlı, giriş kapısının üzerinde mermer bir kitabesi bulunmakta. Taç kapıdan bir avluya giriliyor ve avlu cephelerinde kemerli revak yer alıyormuş. O bölümde idari ofisler bulunduğundan biz o bölümü gezemedik.

Yurtdışında birçok tarihi üniversite binası gezmiştik, Oxford, Bologna gibi şehirlerde Orta Çağ’dan kalan binalarda öğrencilerin ders görmesi bizi heyecanlandırmıştı. Aynı duyguyu bu tarihi binada da hissettik. Binanın bir bölümü tarihi medrese iken bitişik binalardaki konaklar eklenmiş. Son derece otantik, tarihi bir binanın bugün eğitim kurumu olarak kullanılması çok güzel olmuş. Bina kesinlikle ziyaretçilere açılmalı, gururla gezdirilmeli. Köy için tarihi bir değerin görülmesi gezilmesi gerekir. En azından eğitim dönemi dışında böyle bir uygulama olabilir. Biz ısrarımız ile böyle bir şansı yaratabildik.

Medrese -Üniversite binası çıkışında birbirinden güzel konaklar ve büyükçe bir parkın yanından geçerek Asmalı Konağa yöneldik.

Asmalı Konak

Mustafapaşa’nın popülerliği TV de ünlü Asmalı Konak dizisinin bu köyde bir konakta çekilmesi ile artmış. Dizi sonrası Türk turistler akın etmiş köye. Asmalı Konak’ın ilk bölümleri burada çekilmiş daha sonra senaryoda bir yangın sahnesi ile konak çekimleri Ürgüp’te başka bir konağa taşınmış. Gösterişli konak İstanbullu Yorgos Vasilio’nun yazlık evi olarak 1887 yılında yapılmış. Mübadele ile sahibi köyü terk ederken bir Türk aileye bırakmış. 1938 yılında da Öztürk ailesi tarafından satın alınmış halen bu ailenin sahip olduğu konak bugün butik otel ve restoran olarak hizmet veriyor. Otele verilen isim de kökenlerine atıf yapılmak için olsa gerek ‘Old Greek House’ adını almış. 

Asmalı Konağın hemen solundan devam edince bölge üzümlerden yapılan yerel şarap üretim yerlerinden birini görebilirsiniz. Geleneksel şaraphanelerden yerel şarap alabilirsiniz. Bu atölyelerden birine kısa bir ziyaret sonrası bize çekici gelen köyün seyir tepesine yöneldik. 300-400 metrelik bir yürüyüş ile veya araba ile seyir tepesine çıkabilirsiniz.

Seyir Tepesi

Köye tam hakim tepede etkileyici köy manzarasını izleyebilirsiniz, bir  restoran kafe  var. Tabii yine pandemi dönemi beklenen durum kapılar kapalı idi. Manzara seyrederken kahvemizi içemesek de tepeye ulaşmaktan memnun bol bol foto çektik.

Tepeden ağır ağır indik ve köyde biraz daha zaman geçirme isteği ile köyün ara sokaklarına daldık. Yaşanan ve restore edilmiş evler arasında en çok kapılar ilgimizi çekti. Özellikle mavi kapılar yapılmış bu güzel taş konaklara. Mavi kapının özel anlamı varmış, köyde Cevat beyden dinlediğimiz öyküye göre. Bunu da paylaşmadan geçmeyelim. Köyün kuruluşunda bu topraklarda çok sayıda akrep olduğunu gören halk, akrebin mavi rengi sevmediği ve mavi kapılı evlere girmeyeceği inancı ile kapılarını maviye boyamışlar. Yaşanan evlerin önünde asmalar da yeşermişti. 

Mustafapaşa, bugün 700 konak kalmasa da kalanların restore edilmesi, köyün korunmaya alınması ile özellikle son yıllarda Kapadokya’nın özgün, görülmesi gereken köyleri arasına girmiş.

Yine köye özgü Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi 150 yıllık restore edilmiş bir konakta yer alıyor. Türkiye’nin ilk özel bebek müzesi ve yine köy geçmişine ilişkin kompozisyonla görebileceğiniz bir müze. Ancak bizim için yine pandemi nedeni ile açık bulamadığımız bir müze olarak kaldı.

Mustafapaşa Ürgüp yolunda, Mustafapaşa’ya 5 km uzaklıkta Gomeda Vadisi de zamanı olanlar için gezilebilir. Ihlara Vadisi’ne benzer şekilde kayalara oyulmuş kiliseler, güvercinlikler, içinde akan deresi ile görülebileceği öneriliyor. Biz Kapadokya’nın diğer bölgelerinde çok sayıda vadi gezdik son günümüzde bu vadiye zaman ayıramadık.

Köyde konaklamak isteyenler için de zengin seçenekler sunulmaktadır. Ara sokakta dolaşırken Peri Masalı Hotel ile karşılaştık, sahipleri bu sevimli otelin odalarını gezdirdiler, tam bir mağara oteli üstelik yüksekte köy manzaralı. Köyde daha büyük oteller de var. Aslında Mustafapaşa’da ister mağara otelde, isterseniz bir konakta kalma şansınız var tercih sizin.

Biz Mustafapaşa’nın 5 km güneyinde Ayvalı Köyü’nde kaldık. Yeri gelmişken kısaca bu köyden de söz edelim. Ayvalı köyü Ürgüp’e 10 km uzaklıkta. Köy mağara evleri ile ünlü. Hala bu evlerde yaşayan aileler var. Köyde konaklamak için mağaralarda küçük pansiyonlar da bulabilirsiniz. Biz bu köyde özellikle Kapadokya’nın en eski mağara oteli Gamirasu Oteli’nde kalmak istedik. Gamirasu Otel Bizans döneminde bir inziva manastırına kurulmuş, içinde 11. yy’dan kalan Bizans kilisesini korumuş, özenle ve otantik dekore edilmiş, doğal, huzurlu bir butik otel. Özellikle tavsiye edebilirim.

Bu arada Ayvalı Köyü ve otelimizden görüntüyü de ekleyelim.

Kapadokya’da Ürgüp, Göreme, Uçhisar bölgelerinde değişik otel seçenekleri bulunmakta. Ancak doğal ortamında, bir köyde, gerçek dokusuna en uygun şekilde planlanmış butik oteller değerlendirilmeli. 

Son Söz

Mustafapaşa bizim dört dolu günde Kapadokya’nın birçok yerini dolaştıktan sonra yarım günden daha çok zaman ayırdığımız, sokaklarında geçmişin kokuları ile dolaştığımız güzel bir köy. Dolaştığımız köyde konakların, kiliselerin taşları Ürgüp’te başka binalara taş olmuş olsa da kalanlar bize tarihi dokuyu yaşattı, günümüzde böylesine tarihi yolculuk yaptığımız köyde, acaba 1920’lerde dolaşsak nasıl olurdu diye düşünmekten alıkoyamadık kendimizi. Keşke koruyabilse idik 1920’lerin  köyünü bir hazine olarak. 

 

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here