Gökçeada Türkiye topraklarında güneşin en son battığı Anadolu parçası, Deniz Tanrısı Poseidon’un atlarını dinlendirdiği, bereketli topraklarında bağları, zeytinlikleri, özgün mimarili evleri, asırlık çınar ağaçları, özgürce dolaşan keçileri ve koyunları, tertemiz denizi ve koyları, plajları ile gezilesi, görülesi bir ada…
Biz Gökçeada ve Bozcaada’yı aynı gezi programımıza aldık. İki tarihi Rum adasını karşılaştırmak istedik. İki ada da mutlaka görülmesi gereken, ancak coğrafi yapıları, kültürleri ve günümüze kalanları ile birbirlerinden farklı adalar…
Bozcaada’yı Bozcaada Gezi Rehberi linkteki yazımız ile detaylı gezebilirsiniz. Gökçeada gezinizin üzerine Bozcaada’yı da programınıza almak isteyeceksiniz.
İmbros adanın tarihi adı; 1970’den sonra ise Gökçeada adı verilmiş. Gökçeada Türkiye topraklarının en batı ucunda, çok stratejik bir nokta; Çanakkale Boğazı’nın girişinde yer alan Türkiye’nin en büyük adası. Adanın yüzölçümü 280 km2. Türkiye’nin en büyük adası desek de, gözümüzde büyük bir ada canlandırmayalım. 93 km kıyı şeridine sahip; kuzey-güney arası 13 km, doğu-batı arası ise 29,5 km uzunlukta…
Gökçeada Gelibolu Yarımadası’na 20 km uzaklıkta; en yakın komşu adaları da Bozcaada (Tenedos), Semadirek (Samothrake) ve Limni (Lemnos).
Adını Bereket Tanrısı İmbrassos’dan almış. Kuzey Ege’nin derin sularının, Achilles’in annesi Tanrıça Thetis’in İmbros – Semadirek arasındaki sarayını koruduğuna, İmbros – Bozcaada arasında ise Poseidon’un kanatlı atlarını barındırdığına inanılıyor. Kefalou ve Alykes isimli doğal limanlar sanki denizde yol alan gemileri Deniz Tanrısı Poseidon’un gazabından korumak için oluşmuş bu adada…
Niçin Gökçeada?
- Türkiye topraklarında güneşin en son uğurlandığı ada,
- Deniz, tarih, kültür ve yeme içme hepsi bir arada,
- Tarihi M.Ö 3000’lere dayanan, stratejik önemi nedeni ile her dönem yabancı işgallerine açık bir ada,
- Yıllarca adada yaşayan Rum nüfusun özenle baktığı adanın doğal taşlarından evleri, Arnavut kaldırımlı sokakları, korunmaya alınıp dokunun bozulmasına izin verilmemesi şansımız.
- Özellikle Rum köyleri dolaşmaya, yemeğe, içmeye, konaklamaya ve kalan Rum nüfusu ile sohbete uygun bir ada.
- Ulaşımı kolay ve keyifli bir gemi yolculuğu sunuyor.
Gökçeada Tarihi – Meraklısına
Gökçeada stratejik konumu nedeni ile tarih boyunca birçok hükümranlığın ilgisini çekmiş. Gökçeada gezimize başlamadan meraklılar için biraz tarihine değinelim. İsteyenler bu bölümü atlayıp doğrudan gezilecek yerlere geçebilir.
Yenibademli höyük kazılarında MÖ 3000’lere tarihlenen yerleşimlerden kalıntılar bulunmuş. Bu kalıntılar Çanakkale Müzesi’nde sergilenmekte. MÖ 500’lerde Atina şehir devletine bağlanan adada yerleşim Kaleköy tarafında iken, Roma hakimiyetinde ise halk güneye yerleşimi tercih etmiş. Bizans döneminde bölgede ticari faaliyeti artan Venedik ve Cenevizlilerin ilgisini çekmiş. Venedikliler ele geçirdikleri bu toprakları ikmal, vergi toplama ve tuz kaynağı olarak kullanmış.
1456’da Fatih tarafından Osmanlığı İmparatorluğu topraklarına katılmış, Limni, Taşoz ve Semadirek ile birlikte Gelibolu Sancağı’na bağlı yönetilmiş. Piri Reis haritasında Kala-i İmroz (Kaleköy) ve Kala-i İskinit (Dereköy) öne çıkıyor.
Kaleköy’ün ilçe merkezi olduğu Osmanlı döneminde tüm ahali Rum kökenli, Türkler sadece adadaki Osmanlı memurları olarak yerleşmişler, adada bulunan en eski Türk mezar taşı 1768 tarihlenmekte.
İmbros Balkan Savaşı sırasında İtalyan, 1. Dünya Savaşı sırasında İngiliz, kısa bir süre de Yunanistan egemenliğinde kalır. 1912 tarihinde Osmanlı donanması ile Yunan donanması arasında İmroz Deniz Muharebesi yapılır. İki taraf da kazandığını iddia eder ancak Osmanlı Ege’deki tüm adaları kaybeder. Çanakkale Savaşları sırasında İngilizler havalimanı inşa eder ve ada müttefiklerin karargahı haline gelir. Bu arada Eşelek Köyü yakınlarındaki göl ise, İngilizlerin birliklerine tatlı su elde etmek için dereleri bir araya toplayarak oluşturdukları göletin kalıcı hale gelmesi ve günümüzde doğal bir göle dönüşmüştür. Sevr Anlaşması’nda Bozcaada ile birlikte Yunanistan’a bırakılır. Nihayet 1923 yılında Lozan Anlaşması ile Gökçeada ve Bozcaada Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılır. Ancak Lozan Anlaşması’nda yer alan özel hüküm ile Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar mübadeleye zorunlu kılınmaz ve hakları korunur.
Bir zamanlar on dört binin üzerinde Rum’un yaşadığı İmbros, günümüzde 10.000 civarında toplam nüfus içinde sadece çoğunluğu 70 yaş üzeri 300 civarında Rum’un yaşadığı bir ada. 1960’ta Kıbrıs’taki olaylar sonrası adada Türkleştirme politikası başlar, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden Türk aileleri adaya yerleştirilir. 1965 yılında adada yarı açık cezaevi açılması adadaki sosyal yaşam etkiler, hırsızlık, tecavüz, talan olayları başlar.
Okullarda, 1964 yılına kadar yarım gün Rumca yarım gün Türkçe eğitim verilirken, bu tarihten sonra Rumca yasaklanıyor, Rumlar başta Yunanistan olmak üzere dünyanın her yerine dağılmaya başlar, 1974 Kıbrıs Harekatı sonrası bu göç hızlanır.
1960’lara kadar yoğun Rum nüfus nedeniyle bağcılık, şarap üretimi, zeytin ve (koyun ve keçi sütünden yapılan) peynir üretimi öne çıkıyor ancak Rumların adayı terk etmeye başlamasıyla, sahip oldukları koyun ve keçiler doğaya salınırlar, 50 yıldır bu hayvanlar serbest dolaşıyorlar, açıkta barınıyorlar, onlara tehdit oluşturacak vahşi hayvanların olmamasının yanı sıra, adanın bitki örtüsü de beslenmelerine ve korunmalarına uygun yapıda. Yılda bir kez toplanıp işaretleniyorlar. Zirai mücadele için adaya 1982’den bu yana keçi girişi yasaklanmış. Adada halen 8-9 bin civarında keçi, iki katı kadar koyun bulunuyor. Ancak bu hayvanların ırkları yeterince beslenememeleri nedeniyle küçük yapılı hale gelmiş. Kendilerine güvenle yalnız veya gruplar halinde dolaşan keçiler, koyunlar her an karşınıza çıkabilir.
Adanın coğrafi yapısı da değişik, %77’si dağlık, engebeli ve volkanik kütlelerden oluşuyor.
Ege Denizi’nin en fazla temiz su kaynağına sahip adası Gökçeada. Küçük bir ada olsa da üzerinde üç baraj var. Adada su kaynakları denizle ve göletlerle sınırlı değil. Marmaros Şelalesi de ilgi çeken yerler arasında. Ormanlık bir alandan geçilerek ulaşılan şelalenin suyu 38 metre yükseklikten aşağıya süzülüyor ve ilginç bir görüntü bırakıyor.
Adanın su kaynaklarının bolluğu nedeni ile organik tarım potansiyeli yüksek. Tarih boyunca süren bağcılık ve zeytincilik günümüzde de üretimi devam eden ürünler. Arıcılık da önemli gelir kaynakları arasında. Adanın derin suları da balıkçılık için önemli fırsat yaratıyor. Ayrıca turizm potansiyeli de yüksek adada, bu alanlara daha çok yatırım ve destek gerekirken maalesef adada uygulanan politika ile nüfusunun çoğunluğu işçi ve memurlardan oluşmakta.
Ulaşım
Ada’nın ulaşımı doğal olarak deniz yoluyla sağlanmakta. Yaz dönemi daha sık olan vapur seferleri, kış dönemi hava koşulları nedeniyle azaltılmakta, zaman zaman iptaller de olmakta. Arabalı vapur Çanakkale Kabatepe Limanı’ndan kalkmakta, 75 dakika sürmektedir. Yukarıdaki haritada Çanakkale limanından ulaşım görünmekle beraber daha önceki yıllarda buradan kalkan deniz otobüsleri seferler son yıllarda yapılmamaktadır. Bu arada Kabatepe Limanı’nda çam ormanları içinde deniz kenarında bir milli park olduğunu hatırlatalım. Feribot beklerken zamanınız olursa sadece limana beş dakika uzaklıkta ve feribotu görebileceğiniz parkta zaman geçirebilirsiniz. Biz feribot beklerken kahvemizi bu parktaki kafede içtik.
Ada içi ulaşıma gelirsek adada arabanın gerekli olduğunu belirtmeliyim. Kuzu Limanı’nda feribottan indiğin andan araba ihtiyacı başlıyor. Biz Gökçeada programımız öncesi Assos ve Bozcaada’yı gezmiştik. Bozcaada’yı arabasız gezebilmek mümkün iken, Gökçeada için mutlaka araç gerekiyor. Adada asıl gezilecek yerler merkezde değil, her biri birbirinden farklı dokudaki Rum köyleri ve koyları gezmek demek Gökçeada gezisi. Mesafeler birbirinden uzak olmasa da araçsız toplu ulaşım ile gezmek kolay değil.
Konaklama
Adada konaklama seçeneklerini dikkatli seçmek gerekiyor. Ada merkezinde veya köylerde kalınabilir. Öncelikle bizim deneyimizden söz etmek istiyorum. Ada hakkında fikrimiz yoktu ve köylerin bu kadar renkli ve özel olduğu konusunda bilgimiz yoktu. Otelimizi bir arkadaşımızın önerisi ile merkezde ayırttık. Merkezin önemli, köylerin ise kısa sürede gezilecek yerler olduğunu düşünmüştük. Ancak adaya ulaşıp, merkezde gezilecek yer olmadığını asıl ada keyfinin köylerde ve koylarda çıkartılacağını anlayınca bir gece merkezde kalıp sonraki iki gecemizde Zeytinliköy’de İmroz Yeşil Ev Otel’ de kalmayı tercih ettik.
Merkezdeki otelimiz klasik üç yıldızlı, çok katlı adaya özgü ruhu olmayan bir otel idi. Gökçeada’da adaya özgü bir otel arayanların mutlaka Rum köylerinde kalmasını önereceğim. Köyleri tek tek gezerken konaklama seçenekleri olan köylerden söz edeceğim. Bu arada 1960 yılı sonra kurulan köylerin bazılarında ev pansiyonculuğu da yapılmakta.
Gezelim Görelim
Biz Gökçeada’ya 3 gece ayırdık. İlk gün sabah erken Bozcaada’dan yola çıktık. Çanakkale’de Kabatepe’den kalkan feribot, adanın kuzeyinde Kuzu Limanı’na yanaştı. Gökçeada merkezi Kuzu Limanı’ndan 7 km uzaklıkta.
Feribottan iner iner inmez merkeze doğru yola çıktık. Merkezdeki otelimiz yaya trafiğine kapalı, kafelerin, dükkanların olduğu merkeze göre iyi konumda bir sokaktaydı. Otelimize eşyalarımızı bırakıp önümüzdeki yarım günü ve akşamı değerlendirmek istedik. Otel sahibinin bir köye veya plaja gitmemiz önerisi merkeze zaman ayırmamız gerekmediğini ortaya çıkarttı.
Ada’da ilçe merkezi dışında 9 köy var: Bu köyler içinde Kaleköy, Eski Bademli, Zeytinliköy, Tepeköy, Dereköy tarihi olarak yıllarca Rumların yaşadığı, günümüzde hala bu kimliğini ve mimarisini koruyan, sayıları çok az kalsa da hala Rumların yaşadığı köyler. Kalan dört köy ise; Yeni Bademli, Uğurlu, Eşelek, Şirinköy ise ada tarihi bölümünde bahsi geçen adanın Türkleştirilmesi politikası ile 1960’lardan sonra devlet eli ile kurulup, ada dışından nüfusun getirilip yerleştirildiği köyler.
Gökçeada gezimizde özellikle Rum köylerini tek tek dolaştık, anıt çınar ağaçlarını gördük, çamaşırhanelerini gezdik, çiçeklerle süslü taş evlerin arasında, parke taşlı sokaklarında yürüdük, kahvelerini içtik, yemeklerini yedik, tavernasında eğlendik. Ancak sonradan oluşturulan köyler ilgimizi çekmedi.
Yeşil Ev Otelin hazırladığı detaylı ada haritası eşliğinde dolaşmaya başlayabiliriz.
Zeytinli Köyü (Ayia Theodori)
Adada ilk köyümüz, ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, bir tepenin yamacında, zeytin ağaçları arasında kurulmuş, hala daha çok Rum vatandaşlarımızın yaşadığı Zeytinliköy oldu. Yaz kış adanın en çok ilgi gören köylerinden biri.
Bir ana cadde üzerine sıralanmış birçok ev ve kafeler, arada bol çiçekli birkaç sokaktan oluşuyor köyün hepsi. Girişte köyün otoparkında arabamızı bırakıp yürüyüşe başlayabiliriz. Hemen sağda köyün kilisesi yer alıyor. Kilisenin hemen yanında Rum İlkokulu, okulun önünde Patrik Bartholomeos çocukluğunu temsil eden kitap okuyan bir çocuk heykeli. Gökçeada doğumlu, evi de Zeytinliköy’de olan Patrik Bartholomeos halen İstanbul Ortodoks Patrikhanesi Patriği ve İstanbul Başpiskoposudur.
Okulun önünden yumuşak yokuştan tırmanmaya başlıyoruz. Yokuşun sonlarına doğru küçük bir köy meydanı kenarlarına kafeler sıralanmış. Adanın meşhur dibek kahvesi meydan kafelerinde içilebilir. En ünlü dibek kahvecisi Madamın Dibek Kahvesini yıllarca Madam işletmiş ve köyün en ünlü markası olmuş. On yıl önce ölünce oğlu Kosla devralmış annesinin mirasını bir süre, onun da ölümü ile bu yaz gelini Yunanistan’dan gelerek açmış kahveyi. Köyün diğer ünlü markası Hristo’nun mekanı imiş. Zeytinliköy’e sakızlı muhallebi ve tatlıları getiren ve marka olan Hristo’nun yeri de kendisinin ölmesi ile kapanmış. Köyün diğer kahvelerinin işleticilerinin çoğu Zeytinliköy’ü terk etmeyen yaşlı Rumlar, dibek kahvesini herhangi bir kahvede içebilirsiniz.
Köyde Gökçeada şarabı tatmak isterseniz şarap evleri de hizmet sunmakta.
Renkli, canlı, çiçeklerle süslü, Arnavut kaldırımlı sokaklarında dolaştık Zeytinliköy’ün.
Bu şirin köyden sadece dibek kahvesi içip ayrılmak yerine köyün havasını daha uzun süre koklamak, akşam yemeğini orada yemek istedik. Yol üzerinde Yeşilev Otel’in restoranına oturduk. Bu şekilde Yeşilev’in işletmecisi Sema Hanım ile tanıştık. İstanbullu matematik öğretmeni Sema Hanım ve özel sektörde yönetici eşi her yıl tatillerini geçirdikleri Zeytinliköy’de önce bir ev almışlar daha sonra evlerini butik otele çevirmişler. Son yıllarda iki yeni yer daha eklemişler. Otellerinin biri köyün girişinde ve karşısında kafe restoranı bulunuyor. Biz akşam yemeğimizi bu küçük, sevimli, yeşiller içerisindeki restoranda yerken, merkez yerine böylesine doğal bir ortamda geceleme kararı aldık. İlk akşamdan Sema hanımın elleri ile yaptığı adanın geleneksel yemeği oğlak tandır ve tadına doyulmaz çıtır mantısını tattık. Sonraki iki gün bu şirin otelde geceleyip, Sema hanımın kahvaltıları ile güne başladık.
Köyde başka konaklama seçenekleri de bulunmakta. Meydanda Zerdali Butik Otel köyün en büyük oteli, Son Vapur Oteli aynı anda çok kaliteli balık restoranına da sahip biz denemedik ancak güzel referansları bulunuyor.
Kaleköy
Gökçeada gezinizde uğramadan geçilemeyecek diğer Rum köyü Kaleköy. İlçe merkezine 4 km uzaklıkta ve Gökçeada’nın en eski köyü. Köy iki bölümden oluşuyor; Aşağı ve Yukarı Kaleköy.
Yukarı Kaleköy’de, tam tepede adanın en eski tarihi yapısı İskiter Kalesi bulunuyor. Cenevizliler tarafından inşa edilen kalenin surları halen ayakta, bu bölgede 9 manastır, tarihi kilise, çok sayıda Rum evi yer alıyor. Gökçeada gezginleri için asıl olmazsa olmaz bu tepede güneş batırmak. Kale surlarının yanında tam tepede, Semadirek Adası’na karşı Poseidon Restoran’da günü sonlandıralım. Restoran, olağanüstü manzarası, lezzetli mezeleri ve son derece kaliteli servisi ile bir akşamı ayırmanız gereken bir yer. Ancak yoğun sezonda ve hafta sonunda mutlaka önceden rezervasyon yapmak gerekiyor bu özel yer için. Biz ikinci gecemizi Poseidon Restoran’a ayırdık, yaz sezonu başı ve hafta arası olmasına rağmen bir gün önce zorlukla yer bulabildik.
Olur ya Poseidon Restoran’da akşam yemeği için yer bulamazsanız Aşağı Kaleköy’de sahilde restoranlar arasında seçim yapabilirsiniz.
Bu arada Yukarı Kaleköy’de Mustafa’nın Kayfesi’nden de söz etmemek olmaz. Güneş batışını izlemeye çıkmadan önce yeşillikler içinde, Eski ve Yeni Bademli manzarası karşısında çınar ağaçları altında kahvenizi içebilirsiniz.
Aşağı Kaleköy 20.yy’ın başında buharlı gemilerin yanaşma yeri, adanın dışarıya açılan kapısıymış. Bugün gemiler Kuzu Limanı’na yanaşıyor ancak tarihi limanı burası. Bu limanda tüm ada halkı bir ibadet gibi bayramlık giysileriyle gemiyi beklermiş. Bugün gemiler yanaşmasa da Aşağı Kaleköy sahil kenarında yerleşim olan tek Rum köyü. Adanın ruhunu hissedeceğiniz, hem deniz kıyısında konaklamak, hem de akşam yemekleri ve eğlenmek için en hareketli yeri.
Eskibademli Köyü (Gilyky)
Eski Bademli adanın balkonu. Kaleköy gibi Eski Bademli de güneş batışı manzaralı, adanın bütün eski köyleri gibi o da tepelere kurulmuş.
Köy ilçe merkezine 4 km uzaklıkta. Diğer Rum köyleri gibi adanın doğal taşlarından yapılma evleri görülmeye değer, köyün taş yollarında kendi adımlarınızı duyarsınız sadece. Köyün içine girince önce en güzel manzaralı restoranında sabah kahvemizi içtik. Akşam yemekleri için de düşünülebilecek bir restoran. Restoranın yanındaki eski okul şu anda otele dönüştürülmüş, köyün girişinde yine kilise yer alıyor. Köyün sevimli sokaklarında yürümeye devam ettik. Yine yüksek tepede sevimli, manzaralı küçük kafeler misafirleri davet ediyor.
Köy sokaklarını ağır ağır dolaştıktan sonra tarihi anıt çınar ağacı ve çamaşırhaneye yöneldik. Çınar ağacının yanındaki çamaşırhane köyün kadınlarının belirli çamaşır günlerinde toplanıp, hep birlikte çamaşır yıkayıp, piknik havasında sosyalleştikleri bir alan olarak kullanılmış yıllarca. Tüm Rum köylerinde böyle çamaşırhaneler kurulmuş. Çamaşırhaneler genellikle çeşme kenarında tek katlı, kapısız, içinde ocak, su olukları ve çamaşır dövmek için taş bulunan yapılar.
Eski Bademli’de paskalya için kuzu doldurma geleneği olduğunu da öğrendik. Ayrıca Eski Bademli de misafirlerine konaklama için butik otel ve pansiyon hizmetleri veriyor ada halkı.
Biz ayrıca çamaşırhane yolundan devam edip Gökhan’ın Bal Çiftliği’ne ulaştık. Yıllarca İstanbul’da yaşayan Gökhan Bey, baba topraklarına dönüp bal üretimine başlamış. Bizi önce bal üretimi ve ürünleri konusunda bilgilendirdi. Bu doğal ortamdan gönül rahatlığı ile bal, polen ve propolis aldık.
Tepeköy (Agridia)
Adadaki tüm Rum köylerinin yerleşim yerleri yüksek noktalarda. Doğal olarak tüm tarihi boyunca, korsanlar ve başka devletlerin işgali endişesi ile yaşayan halk deniz kıyılarına değil tepelere kurmuşlar yerleşim yerlerini. Adanın en yüksek yerleşim yerine 17.yy’da Tepeköy kurulmuş. İlçe merkezine uzaklığı 10 km. civarında. Adada Rum vatandaşlarımızın halen yoğun yaşadığı köylerden biri.
Her yıl 15 Ağustosta Rumlar tarafından kutlanan Meryem Ana etkinliklerinde dünyanın dört bir tarafından Rumlar Tepeköy’e akın ediyor.
Bir akşam üzeri gittiğimiz köyde taş evlerin, zakkumlar arasında Arnavut kaldırımlı sokaklarında dolaştık. Diğer yandan tavernaları ile ünlü bu köyde bir akşam geçirmek niyetindeydik. Köyde üç taverna bulunuyor, ünlülerden biri Barba Yorgo’nun tavernası ve şarap evi. Şaraplarını tadıp, canlı müzik eşliğinde eğlenilecek bir taverna olarak öneriliyor. Ancak biz Angelikis’in Tavernasını tercih ettik. Köyün meydanında, son derece lezzetli yemekleri, Rum ve Türk havaları eşliğinde son derece güzel bir gece geçirdik. Tavernanın sıcakkanlı sahibi Angelikis’in misafirleri olarak masamıza ilgisi de yediklerimize, içtiklerimize ayrı bir tat kattı. Gecenin sonunda kırılan tabaklar eşliğinde sirtaki çalarken, komşu adalarda bir tavernadaymışız gibi bir duyguya kapıldık. Pandemi döneminde ülke dışında bir gece yaşıyormuş havası iyi geldi bize.
Tepeköy’de diğer bir mekan ise Pınarbaşı, köye doğru tırmanırken sola dönmeden, düz devam edince adanın en güzel manzaralı bir köşesi karşımıza çıktı. Koruma altındaki asırlık çınarlar buraya ayrı bir güzellik katıyor. Öncelikle 625 yaşında olduğu tahmin edilen anıt çınar ağacını ziyaret edip, bir ailenin işlettiği müthiş manzaralı kahvesinde sıcak, soğuk içecekler, gözleme, pide eşliğinde manzaranın keyfini çıkartıp Tepeköy’e geçmenizi öneririz, biz öyle yaptık.
Dereköy (İskinit)
Gelelim adanın en hüzünlü köyüne. Gezimizde öncelikle yukarıda bahsettiğimiz tüm köyleri keyifle dolaştık, birinde geceledik, üç akşam yemeğimizi de köylerde yedik. Dördüncüsünde adım adım sokakları dolaşıp, balkon manzarası seyredip, bal çiftliğini dolaştık. Sokaklarında adımlarken içimizi burkan, görmeyi en sona bıraktığımız Dereköy oldu. Adanın en eski köylerinden, ilçe merkezine 16,5 km. uzaklıkta bu köy.
1950-60’lı yıllarda nüfus ve hane olarak Türkiye’nin en büyük köyü; 1.950 hane, 3.000 nüfus, büyük kilise, çok sayıda manastır, iki sinema, kuyumcu, zeytinyağı fabrikaları ve tavernası ile,
Bugün sadece 25 Rum aile ve çok sayıda Güneydoğulu aile virane evleri ile harabe köyde yaşıyor. Hüznün adası adı en çok bu köyde belli ediyor kendini. Tüm Rum köylerinde karşılaştığımız çamaşırhanelerin en büyüğü burada, kilisesi de diğer binalara göre daha iyi durumda görünüyor.
Koylar, Plajlar
Gökçeada bir çok irili ufaklı koyu bünyesinde barındırmakta. Adadaki uçsuz bucaksız bakir plajlar, sahil ve deniz temizliği açısından Türkiye’nin en iyileri arasında ve hepsi de mavi bayraklı. Sürekli rüzgar esen adada, rüzgarın ters istikametinde denize girilecek bir sahil mutlaka vardır. Ada rüzgarı sörf tutkunlarının da ilgisini çekiyor adaya.
Denize girmek isteyenlerin en fazla ilgi gösterdiği yerler; Aydıncık Plajı, Laz Koyu, Gizli Liman, Kuzu Limanı ve Yıldızkoy’dur.
Biz üç günlük ada gezimizin bir gününü denize ayırdık. Plaj tercihimizi de en popüler olan Aydıncık Plajı’ndan yana kullandık. Altın renkli kumlu, 1200 metre uzunluktaki sahilde beklentimizin üzerinde sıcaklıkta bir deniz ile karşılaştık. Plajda şemsiye ve şezlong kiralanabiliyor ve plajdaki restoranda da yeme içme için zengin alternatifler bulunuyor. Aydıncık plajı özellikle sörf tutkunlarının da tercih ettiği plaj.
Diğer plajları ise tüm ada turu yaparken tek tek dolaşsak da deniz suyu ve plaj testi yapmadık. Laz Koyu da oldukça popüler plajlar arasında. Gizli Liman ise çok geniş bir sahil ancak tesis bulunmamakta. Kuzu Limanı Feribot İskelesi’nin yanında adanın kuzey doğusunda yer almaktadır.
Gökçeada Türkiye’nin ilk ve tek sualtı parkına (Yelkenkaya-Yıldızkoy arası) ev sahipliği yapıyor. Dalış meraklıları için de uygun bir mekan ada. Ada çevresinde pek çok batık bulunuyor.
Tuz Gölü
Aydıncık sahilinde plaja 1-2 km uzaklıkta Tuz Gölü’nü ziyaret etmeden geçmeyelim. Araba ile kıyısına yaklaştığımız ve bembeyaz renkte görmeyi düşündüğümüz Tuz Gölü’nden çıkıp, bize doğru gelenleri görünce şaşırmadık diyemeyeceğiz. Her mevsim bu renk olmuyormuş. Yaz aylarında sıcaklarla birlikte suyun kurumasıyla Tuz Gölü’nde siyah renkli çamur oluşuyor.
İçerdiği kimyasal bileşenleri romatizma, sedef ve kireçlenme gibi rahatsızlıklara iyi gelen şifalı sulara biz dalamadık, sabahtan önce bu sularla tedavi olup sonrası plaja gitmek daha iyi olabilirdi. Dönüş yolunda çamura bulanmayı göze alamadık doğal olarak.
İnsanların, kuş ve diğer hayvanların tuz ihtiyacını karşılayan göl, pek çok canlı türü için de beslenme alanı oluşturuyor. Göç eden pelikan, flamingo, yaban ördeği ve kazı gibi kuşlar da değişik dönemlerde bu gölde konaklamaktalar. Bizim bulunduğumuz dönemde çok sayıda flamingolar göl keyfi yapıyorlardı.
Kaşkaval Burnu (Peynir Kayalıkları)
Kuzulimanı’nın doğusunda, üst üste sıralanmış kaşar peynir kalıplarını andıran ilginç kaya oluşumlarıyla dikkat çekiyor.
Bu kayalıklar karadan görünmüyor, ancak tekne ile denizden görülebiliyor. Adanın görsel güzelliğe sahip doğal oluşumlarından biri. Kayalıkların efsanesini de paylaşalım; Sayısız keçi ve koyuna sahip olan zengin, inatçı, cimri ve yaşlı bir kadın, cennete gidebilmek amacıyla bir çok yuvarlak kalıp peynir yapmış ve bunları üst üste sıralamış. Ama kimseyle paylaşmamış. Tanrı ona kızmış ve cezalandırmış. Mart ayının birinde, yağmur, kar ve şiddetli rüzgarlar göndermiş yaşlı kadının üzerine. Kadın ve peynirler donmuşlar. Peynir kalıpları taşa dönüşmüş. Kayalara da peynir kayaları adı verilmiş.
Adada yeterince gezmeye zamanı olanlar için iki yerden daha söz edebiliriz. Biz zaman bulamadık buralar için.
Karayolları Çeşmesi
Adanın gözde piknik alanlarından biri, ilçe merkezine 22 km. uzaklıkta. Yaz kış çeşmesinden akan su ve çınar ağaçları ve çevresindeki ormanlık alan ile güzel bir piknik alanı.
Kaya Mezarı
Kokina mevkiinde, ilçe merkezine uzaklığı 18 km olan kaya içerisine oyulmuş iki kişilik kaya mezarı da adaya özgü görülecekler arasında. Mezarın yaşı tam olarak bilinmemekte, Roma Dönemi’ne ait olduğunu tahmin edilmektedir.
Gökçeada ilçe merkezi, ruhu hala yaşatılan Rum köylerinden sonra tam bir hayal kırıklığı idi bizim için, bu nedenle en son yazıyorum.
İlçe Merkezi (Gökçeada, Panayia)
İlçe merkezi tüm resmi daireler ve alışveriş mekanları bulunan ve beş mahalleden oluşan yerleşim yeri. Biz gezginler için adaya özgü değişik çekici gelen şeyler yazamayacağım merkez için. Klasik bir Anadolu kasabasından farklı bir doku ile karşılaşamadık. Rum köylerinin düzenli, bakımlı, temiz sokaklarından sonra sokak aralarının düzensizliği ve toplanmamış çöpleri ve inşaat artıkları gözümüze daha fazla battı diyebilirim. Sokaklarında kısa bir tur attıktan sonra lokantalarında oğlak tandır, gözleme, efi kurabiyesi yiyip, adaya özgü ürünlerin alışverişini yapabilirsiniz.
Yeme-İçme
Sulak ada, verimli topraklar, zeytincilik, bağcılık, organik tarım, özgürce dolaşan, kekikle beslenen keçiler, koyunlar, adanın derin sularından çıkan 180 civarında deniz ürünleri çok çeşitli lezzetler sunuyor sofralarımıza. Zengin Rum mutfağının, Türk mutfağı ile harmanlanması ile ortaya çıkan tatları anlatamayacağım, mutlaka tatmak lazım diyebileceğim.
Biz en ünlü restoranlarda adanın lezzetlerini tatmak istedik. Köyleri tanıtırken bahsettim ancak bu başlık altında özetlemek istersek; sabah kahvaltılarımızı Zeytinliköy Yeşil Ev Otel’de yaptık, dibek kahvemizi ve adanın meşhur oğlak tandırını Zeytinliköy’de tattık. Oğlak tandırını mutlaka denemelisiniz, merkezde oğlak tandırı yapan restoranlarda ya da köylerde yemeklerinizde de menüde varsa kaçırmayın.
Türkiye’nin en batısında akşam güneşini batırmak için ilk tercihimiz Poseidon Restoran oldu. Ağırlıklı deniz ürünleri ve zeytinyağlı mezeler son derece lezzetli, servis çok kaliteli. Et yemekleri seçenekleri de bulunmakta Poseidon Restoran’da, bir iki gün önce rezervasyon yaptırmayı unutmamanızı hatırlatalım. Poseidon’da yer bulamazsanız Aşağı Kaleköy’de sahilde balık ve et restoranları, kafeler, barlarda güzel bir gece geçirebilirsiniz. Gün batımına karşı yemek yemekte ısrarlı iseniz Eski Bademli de Günbatımı Restoran’da hem Kaleköy hem güneş batımı manzarası yemeklerinizde eşlik edecektir size. Zeytinliköy’de Son Vapur Restoran da balık ürünleri için tavsiye edilen restoranlar arasında. Ege Denizi’nde adada bir Rum tavernasında yemek yemeden olmaz derseniz Tepeköy ilk adres. Barbo Yorgo’nun kendi adı ile ürettiği şarapları sunduğu taverna, köy meydanında Angelikis’in Tavernası diğer bir seçenek. Angelikis’in Tavernası’nın yanındaki Meraklis köyün üçüncü tavernası. Seçim sizin artık.
Alışveriş
Gökçeada’da yemek içmek ile yetinmeyip, yanımızda da götürmek isteyeceğimiz doğal ürünler mutlaka olacaktır. Zeytincilik ile ünlü adamızdan zeytin ve zeytinyağları, ev yapımı çok çeşitli reçeller, bal, zeytinyağlı sabun, özgür keçilerin sütlerinden keçi peyniri, yerel üretim şaraplar bunlar arasında.
Adada Bozcaada kadar markalaşmış şarap üreticisi olmasa da yine de adanın üzüm bağlarının şaraplarından alabilirsiniz. Tepeköy’de kendi markası ile şarap üreten Barba Yorgo Şarapları ve Nusret Bey Şarapları markalı alabileceğiniz şaraplar. Son yıllarda adada yerel şarap üretimi artmakta. Merkezde Meydani Pastanesi, Madam Eftelya’nın tarifi ile ürettiği Efi bademli kurabiyeleri de Gökçeada için markaya dönüştürmüş.
Son Söz
Pandemi arasında üç gece kaldığımız Gökçeada hafızamda çok özel bir yere kaydoldu. Gerek adaları, gerekçe tarihi köyleri gezmeyi özellikle severim. Her köşesinde tarihten izler kazınmış, terk edilmek zorunda kalınmış evler, sokaklar daha bir hüzünlendiriyor insanı. Adalara ve köylere ilgime rağmen bunca yıldır Gökçeada hakkında ne coğrafi ne tarihi olarak bilgi sahibi olmamam en çok beni şaşırttı. Arkadaşlarım sayesinde bir şekilde gezi programıma giren Gökçeada her anlamda hayran bıraktı kendine.
Sulak, verimli topraklarında asırlık anıt çınar ağaçları serinliğini, gölgesini, yine asırlık zeytin ağaçları, üzüm bağları, derin sularında çok çeşitli deniz canlıları, özgür dolaşan keçileri ürünlerini sunuyor.
Bakir, doğal, tertemiz serin suları, rüzgar sörfüne elverişli koyları ile ister tarih kültür turu, ister deniz-plaj tatili, isterseniz yeme içme turu, ya da hepsi bir arada Gökçeada’da. Henüz bu özel adayı keşfetmeyen gezginler için halen bakir, halen uygun fiyatlı, halen karmaşadan, kalabalıktan uzak bu adayı programlarına almalarını önermekten başka söz söyleyemem.
Adaya veda ederken; İlkbahar, sonbahar, yaz, yine, yeniden geleceğim Gökçeada.
Bir arkadaşımla bu sene gitmek isteyip gidememenin verdiği üzüntüyü anlatamam…bu güzel anlatımlarınızla adeta gitmiş kadar oldum. Ve seneye kesin olarak gideceğime söz verdim kendine . gerekirse tek başıma..
Çok tşk ederim..
İlginiz ve güzel yorumlarınız için çok teşekkürler.Sizi gitmiş hissettirdi isem ne mutlu bana. Merak etmeyin adayı tanımak sizi oraya mutlaka götürecektir. Ben de üç yıldır düşünüyordum ancak bu yıl programa alabildik. Ancak ben hiçbir fikrim olmadan gitmiştim. Birçok açıdan etkilendim. Yazımda da mümkün olduğu kadar detaylı, adanın sunduklarını yazmak istedim.
Yıllardır görmek, gezmek istediğim bir yeri bu kadar capcanlı bana gezdirdiğiniz için teşekkürler..
Çok teşekkürler güzel yorumlarınız için. En kısa sürede bu güzel adaya adım atmanızı dilerim.