Almanya’nın en eski kentlerinden ve Saksonya’nın ikinci büyük kenti olan Leipzig’in kuruluşu Orta Çağ’a kadar dayanıyor. Konumu nedeniyle ticaret merkezi olmuş, birçok ticaret fuarına ev sahipliği yapıyor. 15 inci yüzyıldan itibaren kitap ve yayın dünyasının merkezi olan kentte Frankfurt’dan sonra Almanya’nın ikinci büyük kitap fuarı düzenleniyor. Aynı zamanda bir üniversite kenti; öğrencileri arasında Goethe, Gottfried Leibniz, Angela Merkel, Friedrich Nietzsche gibi pek çok ünlünün bulunduğu Almanya’nın ikinci en eski üniversitesi bu kentte kurulmuş (1409).
Kentin meziyeti bunlarla sınırlı değil, klasik müzik festivalleri ve etkinlikleri ile de ön planda. Ünlü Alman besteci Johann Sebastian Bach ömrünün son 27 yılını burada geçirmiş. Kent müzisyenle o kadar bütünleşmiş ki “Bach’ın Kenti” diye de anılmakta. Robert Schumann’ın yaşadığı, Richard Wagner’in doğduğu ve müzik eğitimini aldığı kent. Yine ünlü Alman besteci Mendelssohn, yaşadığı dönemde Leipzig’i Avrupa’nın önemli müzik merkezlerinden biri haline getirmiş.
Tarihi yönlendiren önemli olaylara sahne olmuş; Katolik kilisesine karşı reform hareketi, Martin Luther’in St. Thomas Kilisesi’nde verdiği vaazlarla başlamış. 1813 yılında Napolyon bu kentte bozguna uğratılmış. Berlin duvarının yıkılmasıyla sonuçlanan toplumsal hareket 1982 yılında ilk bu kentte başlamış.
Nazım Hikmet’in yolu da ömrünün son yıllarında bu kentle kesişmiş. Kendisine yaşlılığın dayanılmaz ağırlığını hatırlatan Leipzig’li kızlara yazdığı meşhur bir şiiri de var. Gezimize bu şiirinden bir dörtlük ile başlayalım.
“Leipzigli kızların bacakları gayetle güzel,
etekleri de gayetle kısa,
ömrümün bu kadar gerilerde kaldığını görmezdim,
Leipzigli kızların bacakları böyle uzak olmasa…”
Doğrusu Leipzig gezisi aklımızda yoktu. Dokuz gün ayırdığımız Berlin gezimiz öncesinde Berlin’in çevresindeki yakın şehirleri araştırırken keşfettik ve programımıza aldık, iyi ki de almışız. Leipzig’e ulaşımda ekonomik olması nedeniyle otobüsü tercih ettik. Berlin’den otobüsle ulaşım iki saat sürüyor ve gidiş– dönüş bilet ücreti yaklaşık 15 Euro. Hızlı tren ile daha kısa zamanda ulaşmak mümkün. Şehre İstanbul’dan THY’ nin düzenli uçuşları var.
Sabah 8.00 civarında otobüsten geniş bir cadde (Goethe Strasse) üzerinde indik ve kentin ünlü meydanı Augustusplatz’a çıktık. Meydan adını ilk Saksonya kralı Frederic Augustus’dan almış. Büyük cadde ve meydanlara Martin Luther, Richard Wagner, Goethe gibi kentin önemli kişi ve sanatçılarının adları verilmiş.
Pazar sabahı geldiğimiz saatte henüz şehir uyanmamıştı, tabii biz de. Açık bir kafe ararken Augustusplatz’dan Grimmaischer sokağına girer girmez hemen sağda Lukas kafeyi gördük. Sessiz, sakin bir Pazar sabahı yeni bir şehirle tanışmanın heyecanı ve her şeyden azade huzuru içinde hayatımda yaptığım en güzel kahvaltılardan biri idi. Zaman zaman hayat çok zor geldiğinde, o sabahki ruh halime ışınlanmak istiyorum.
Tüm Avrupa kentlerinde olduğu gibi Leipzig’de de görülmeye değer çok sayıda müze var. Biz bu ilk gelişimizde müze gezmekten ziyade eski kent merkezinde dolaşmayı tercih ettik. Eski kent içinde yürüyerek her yere ulaşmak mümkün.
Kent turumuza Augustusplatz‘dan başlıyoruz. Geçmişte Napolyon’un bozguna uğratıldığı meydan, günümüzde kentin müzik merkezine dönüşmüş. Dünyanın en eski (1781) senfoni orkestralarından Leipzig Gawendhaus Orkestrasına ev sahipliği yapan Gawendhaus binası bu meydanda bulunuyor. 1981 yılında yapılan orkestranın bu üçüncü binasının en önemli özelliği, akustiği ile (en büyüğü 9,5 mt., en küçüğü 8 cm. olan ve 6638 borudan oluşan) devasa orgu imiş. Felix Mendelssohn (1835-1847) ve Kurt Mansur (1970-1996) da orkestranın şefliğini yapmışlar. Ayrıca orkestranın şöyle bir mottosu varmış: “Gerçek Keyif Mühim Meseledir”. Demek oluyor ki bu orkestra dinlenecek!
Konser salonunun hemen önünde Leipzig’in en büyük anıt çeşmesi olan Mende Çeşmesi (The Mende Fountain- 1883-1886) yer alıyor.
Gawendhaus’un tam karşısında ise Avrupa’nın en eski operalarından (1693) birine hizmet veren Leipzig Opera Binasını görüyoruz. Operanın bağımsız bir orkestrası olmadığından temsillerde Gawendhaus Orkestrası eşlik ediyormuş.
Miler Hermann Hanselmann tarafından açık bir kitap şeklinde tasarlanan ve 1968-1972 yıllarında yapılan City- Hochhaus binası da yine meydanın yakınında yer alıyor. Eskiden Leipzig Üniversitesi tarafından kullanılan binada bürolar, restoranlar ve bir gözlem platformu bulunuyormuş.
Leipzig Üniversitesi’ne ait Paulinum binası, yerine inşa edildiği Aziz Paul Kilisesi’ne atfen kilise şeklinde tasarlanmış. City- Hochhaus ile birlikte hoş bir profil oluşturmuşlar.
Meydandan Grimmaischer sokağına girildiğinde heykeltraş Bernd Göbel’in eseri “Zamansız Çağdaşlar- 1886-89” heykelini görüyoruz. Anlamını çözmeye uğraşmayın güzel bir heykel deyip geçelim!
Leipzig’de her köşe başında karşınıza bir sokak müzisyeni çıkıyor. Sokaklar müzik çınlıyor.
Yürümeye devam ediyoruz aslan heykellerinin olduğu tarihi bir çeşmenin arkasındaki meydanda, kentin ilk barok binalarından Borsa binası bulunuyor. Eskiden Leipzigli işadamları burada buluşurlarmış. Johann Georg Starcke tarafından tasarlanan bina 1678-87 yıllarında inşa edilmiş. Ancak, kentteki birçok yapı gibi İkinci Dünya Savaşı sonunda yeniden yapılmış. Binanın önünde Alman edebiyatçı Goethe’nin (1749-1832) heykeli yer alıyor.
Meydanın yanında eski kent merkezindeki en çekici bina olan Altes Rathaus (Eski Belediye Binası) uzanıyor. 1556-57 yılları arasında Rönesans tarzında inşa edilen bina 1909 yılına kadar belediye hizmet binası olarak kullanılmış. Şu anda Leipzig Kent Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. Müzenin bu konuda Avrupa’nın en zengin koleksiyonuna sahip olduğu ifade ediliyor.
Altes Rathaus’un diğer tarafında ise Pazar (Markt) Meydanı bulunuyor. Meydanda çeşitli eşyalar ve içeceklerin satıldığı tezgahlar kurulmuş. Gün içinde giderek canlanan Meydandan birkaç kez geçtik, birinde bize nostalji yaşatan bir pop konserine denk geldik.
Borsa binasının tam karşı yönünde geçmişte ticaret ve sergi merkezi olarak kullanılan Madler-Passage yer alıyor. Kentin geçmişini yansıtan en önemli tarihi yapılardan biri olan pasaj oldukça etkileyici ve zarif görünüyor.
Grimmaischer sokağına bakan yönünden pasaja girdiğinizde sizi Goethe’nin Faust adlı eserinden sahneler gösteren iki heykel karşılıyor. Heykellerin yanındaki merdivenlerden indiğinizde Goethe’nin Faust’ unda bahsi geçen tarihi “Auerbachs Keller” restoranına ulaşıyorsunuz.
Restoran “Grosser Keller” ve “Historische Weinstuben” adlı karşılıklı iki farklı mekandan oluşuyor. Pasaja akşam saatinde tekrar geldiğimizde Goethe’nin müdavimi olduğu “Historische Weinstuben” kapalıydı. Merakımızdan “Grosser Keller” a ise şöyle bir bakıp çıktık. Geniş zamanı ve parası olanlar için hoş bir atmosferi olan restoranda Saksonya yemekleri tadılabilir.
Zeitgeschictliches Forum Leipzig binasının önündeki “Step of the Century” heykeli. Heykel Wolfgang Matthever tarafından 1984 yılında yapılmış.
St. Thomas Kilisesi yolunda karşılaştığımız hoş mimarisi ile Commerzbank binasını farketmemek imkansız.
St. Thomas Kilisesi’ne geliyoruz. Geç gotik dönemi kilisesi St. Thomas, Leipzig için büyük öneme sahip; Dünyanın en eski (1212) “Thomanerchor” erkekler korosu bu kilisede konser veriyor. Martin Luther reformu tanıtan vaazlarını bu kilisede vermiş.
Diğer kiliselerde rastlamadığımız “dua hacı” çok ilginç geliyor. 1989 yılındaki toplumsal olayların hemen öncesinde insanlar geleceğe yönelik düşünce, dilek ve umutlarını kilisedeki bir dua tahtasında dile getirmişler ve 2001 yılında dua tahtasının yerine bu dua hacı konulmuş.
Bach’ın mezarı da uzun yıllar koro şefliğini yaptığı bu Kilisede bulunuyor. Kilisenin dışındaki Bach heykeli ile sanatçının anısı yaşamaya devam ediyor.
St. Thomas Kilisesi’nin tam karşısındaki Bach’ın yaşadığı ev müzeye dönüştürülmüş. Müzede saat 15.00 de Bach konseri olduğunu öğrenince programımızı ayarlayıp bu güzel fırsatı değerlendiriyoruz. Bir bilet için 15 Euro ödediğimiz keyifli konser 1 saat sürüyor.
St. Thomas Kilisesi’nin hemen yakınında küçük bir parkta Mendelssohn’un Heykeli’ni görüyoruz. Bu sanatçının 2008 yılında yapılan ikinci heykeli imiş. 1892 yılında Gawendhaus binası yanındaki ilk heykeli Nazizmi savunan bir Leipzig Belediye Başkanının döneminde yıkılmış.
Martin Luther ringi üzerinde karşımıza çıkan ve müze diye düşündüğümüz görkemli binanın Almanya’nın beş yüksek mahkemesinden biri olan Federal İdare Mahkemesi olduğunu öğreniyoruz.
Aynı yol üzerinde eski kentin güneybatı köşesinde 1905 yılında Alman geç Rönesans tarzında yapılan yeni Belediye (Neuses Rathaus) binası bulunuyor. Bu gezimizde diğer Alman kentlerindeki belediye binalarının da benzer anıtsal yapılar şeklinde tasarlandığını gördük, sanırım içlerinde en heybetlisi bu binaydı.
Yeni Belediye binasının yanından üniversite yönünde yürürken minimalist tarzda son derece modern bir kiliseye (Propsteikirche St. Trınıtatıs) rastladık, ayin yeni bitmişti, yetişemedik. Bu sade ama etkileyici kilisenin mimari tasarımı yarışma sonucunda belirlenmiş.
Nihayet Goldschmid Caddesi’ndeki Mendelssohn Evi ve Müzesine ulaşıyoruz Sanatçının son iki yılını geçirdiği bu bina, Dünyada kalan tek Mendelssohn eviymiş. Sanatçı ünlü “Elijah” oratoryosunu bu evde bestelemiş. Teknik olarak nota vb. belgeleri anlamayacağımız düşüncesiyle müzeyi gezmedik.
Müzenin dışındaki küçük sergi salonunda, Parisli bir sanatçı tarafından Mendelssohn’un anısına düzenlenen resim sergisini gezdik. Müzede Pazar günleri saat 11.00 de konser veriliyor. Konseri kaçırıyoruz.
Leipzig’in Bach’ın kenti olduğundan bahsetmiştik. Ancak, Bach’ı yeniden yaratan müzisyenin Mendelssohn olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yaşadığı dönemde ünlenen Bach’ın ölümünden sonra eserleri demode bulunuyor ve zaman içinde unutuluyor. Mendelssohn Bach’ın eserlerini tesadüfen keşfedip etkileniyor, sahip çıkarak 100 yıl sonra yeniden popülerleştiriyor.
Leipzig’de 1843 yılında Almanya’nın ilk konservatuarını kuruyor. On dokuzuncu yüzyılda Leipzig’i Avrupa’nın müzik merkezi haline getiriyor. Kısacası kentin müzik tarihinde sanatçının yeri çok büyük.
Mendelssohn evi ile eski kentin etrafındaki turumuzu tamamlıyoruz. Yeniden kent merkezine bu kez Nicholas Kilisesi’ne yöneliyoruz. Orta Çağ’dan (1165) kalma Nicholas Kilisesi’nin iç kısmı 1790 yılında neo klasik tarzda yenilenmiş. Dış görünümüne bakıp içini gezmedik ama siz bu hatayı yapmayın, iç mekanın güzelliğini kaçırmayın! Kilise 1982 yılından itibaren rejim karşıtlarınca pazartesi akşamları yapılan barış duaları ile biliniyor. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ile sonuçlanan toplumsal hareket bu kilisede başlamış. Bach, “St. John Passion” adlı eserinin ilk prömiyerini ve bir çok eserini bu kilisede çalmış.
Kentin mimari dokusunu Art Nouveau ve Barok tarzda binalar oluşturuyor.
Eski kent sokaklarında dolaşarak Coffe Baum’a geliyoruz. Almanya’nın en eski (1711) kahve evlerinden Coffe Baum’un giriş katında kafe, 1 inci katında bir restoran bulunuyor. Diğer katlar kahve kültürüne ait objelerin sergilendiği kahve müzesi olarak düzenlenmiş. Bir zamanlar Bach, Goethe, Schumann, Lizst, Wagner hatta Napolyon kahve evinin müşterileri arasındaymış. Müzeyi gezdikten sonra biz de bu tarihi mekanda pasta ve kahve eşliğinde bir süre dinlendik. En az iki asır sonra bu kişilerle aynı mekanı paylaşmanın hissiyatı, kelimelerle anlatılır gibi değil.
Kentte çirkin bir şey göremiyorsunuz. Otopark olarak kullanılan boş alanın yanındaki binanın cephesi bile renklendirilmiş, insanın içi açılıyor.
Kent küçük ama Avrupa’nın en büyük tren garına (Hauptbahnhof) sahip. Ticaretin gelişmiş olması kenti demiryolu ağının merkezi konumuna getirmiş.Tren garında aynı zamanda yeme-içme mekanları ve alışveriş mağazalarının bulunduğu alışveriş merkezi bulunuyor. Tesadüfen öğlen yemeği saatine denk geldiğinden “North Shields” e uğradık. Otobüsümüzün kalkacağı caddeye yakın olduğundan akşam için buradaki Ludwig Kafe (kitaplı kafe)’yi gözümüze kestirdik.
Yabancıların çok rağbet etmediği Kentte bulunduğumuz süre içinde bir Türk’e rastlamasak da, Türkiye’ye gelmiş ve yeniden gelmeyi planlayan bir Alman’la tanıştık.
Daha fazla zamanımız olsaydı;
- Napolyon’un yenilgisiyle sonuçlanan savaşın 100 üncü yıldönümünde yapılan “Ulusların Muhaberesi Anıtı”nı,
- Avrupa’nın en büyük pamuk fabrikasının sanat atölyeleri ve sanat galerilerine dönüştürüldüğü Spinnere’yi,
- Doğu Almanya’nın gizli polis birimi Stasi’nin çalışma yöntemleri ve yapısını fotoğraf, koku deposu, mini kamera vb doküman ile anlatan “Stasi Müzesi Runda Ecke” ni görmek isterdim.
Son Söz
Leipzig’i nasıl bilirsiniz derseniz, sokaklarında 7/24 müzik çınlayan bir kent derim. Almanya’nın yeni yeni keşfedilen, gezmesi kolay bu müzik ve sanat kentini Berlin veya Dresden ile programınıza almanızı şiddetle öneririm. Hele ıhlamur ağaçlarının açtığı zamana ve bir festivale denk gelirseniz değmeyin keyfinize. Söylemedi demeyin!
İlgili