Eskişehir Anadolu’da çok sayıda turist çeken bir şehrimiz. Bir yandan tarihi dokusunu korurken, bilim, sanat, mimari ve estetik değerlere verilen önem ile Anadolu’nun ortasında çağdaş bir Avrupa kenti kimliğini kazanmış. Anadolu Üniversitesi kurucusu ve rektörü Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen gençler için kaliteli ve huzurlu eğitim alacakları bir Üniversite yaratmış. Sonrasında belediye başkanlığı ile tüm şehir halkının çağdaş bir şehirde mutlu, huzurlu yaşamasının taşlarını tek tek döşemiş görünüyor.
Eskişehir, İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeybatısında bir ilimiz. Küçük bir bölümü Ege, yine küçük bir bölümü Karadeniz Bölgesi’nin etkisinde. Ancak Eskişehir, coğrafi karakterini genellikle İç Anadolu Bölgesi’nden alır. Eskişehir, coğrafi şartları, yükseltileri, yeryüzü şekilleri, denize olan uzaklığı gibi nedenlerden dolayı kara ikliminin hakim olduğu bir ilimiz.
Eskişehir bölgesinde yerleşim MÖ. 3000 yıllarına kadar gitmektedir. İlk yerleşim Hititler döneminde olsa da, MÖ 1200 yılında Friglerin Anadolu’ya yerleşimi sonrası Eskişehir Dorylaion adı ile bir Frig kenti olmuş. Dorylaion, antik kaynaklarda önemli ticari yolların kavşak noktasında kaplıcaları ile ünlü, zengin Frigya (Phrygia) şehri olarak geçer. Friglerden sonra sırasıyla; Lidyalıların, Perslerin, Romalıların, Bizans’ın, Büyük Selçukluların ve Osmanlının yönetimine girmiştir. Türk orduları 1074 yılında Eskişehir topraklarına girmişler. Ocak 1919 da İngilizler tarafından işgal edilen şehir, 2 Eylül 1922 de kurtarılmıştır.
Tarih boyunca uygarlıklar yerleşim yerlerini su kıyılarında seçmeye çalışmışlar. Eskişehir’de Porsuk Nehri kıyısında bir şehir. Ancak 25 yıl öncesinde Eskişehir’e yolu düşenler kirli Porsuk Nehri kıyısında bakımsız, turist çekmeyen bir şehir manzarası ile karşılaştıklarını hatırlayabilirler.
Eskişehir’e İstanbul ve Ankara’dan ulaşım hızlı tren ile çok kolay. İzmir’den tren karayoluna göre daha uzun sürüyor. İzmir Eskişehir arası 415 km dolayında, yolda dinlenerek giderseniz en fazla 6 saatte oradasınız. Bir cumartesi sabahı yola çıktık, Otel için Dedeman Oteli’nde yer ayırttık. Öğle yemeğini Eskişehir’de yemeğe kararlıyız.
İlk durağımız, Kütahya yolundan geldiğimiz için yol üzerindeki Sazova Parkı. Burası bir Bilim, Sanat ve Kültür Parkı. Giriş ücretsiz ama içerideki yerlere girmek ücrete tabi. Park özellikle çocuklu aileler düşünülerek tasarlanmış. Burada bulunan yapılardan Masal Şatosu şehrin neredeyse simgesi olmuş. Şatoyu isterseniz bağımsız, isterseniz çocuklara yönelik bir rehberli turla gezebiliyorsunuz.
Dikkati çeken diğer bir yapı da yapay gölet yanında bulunan korsan gemisi. Tasarım May Flower’dan esinlenilmiş (1620 de İngiltere’den, Amerika’ya giden gemi, bugünkü Amerikalıların çekirdeğini oluşturan insanları taşımış).
Parkta ayrıca bir hayvanat bahçesi, buna bağlı bir akvaryum (123 farklı türden, 2150 adet balık var), Türk Dünyası Bilim Kültür ve Sanat Merkezi, Japon Bahçesi, Esminyatürk (Türk Dünyasından Seçme 32 yapının 1/25 ölçekli maketinin sergilendiği bölüm, Uluğ Bey Medresesi, Tac Mahal gibi), Bilim Deney Merkezi, Sabancı Uzay Evi bulunuyor. Burada ki gezi trenine binerek parkta bir tur atıyoruz. Tam tur 15 dakika dolayında. 400 000 metrekare üzerine kurulu bu Park oyun bahçeleri, çay bahçeleri ile çocukların çok seveceği bir alan.
İkinci durağımız Odunpazarı. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde övgü ile söz edilen bu yer, Seyahatnamede adı geçen 5 sokağı aynı isimle korunuyor. Evler geleneksel Türk Mimarisi örnekleri. Kıvrımlı yollar, çıkmaz sokaklar, cumbalı evler… Bu tarihi ve kültürel mirasımız UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Proje kapsamında geleneksel Odunpazarı evlerinin yoğun bulunduğu 30 sokakta; 300 ev, 3 cami, 1 külliye, 2 kervansaray, 15 çeşme, 1 han aslına uygun olarak restore edilmiş, yapımı gerçekleştirilmiş. Çivit Mavisi, sarı, kırmızı renkli, ahşap pencereleri evler sizi tarihin derinliklerine sürüklüyor.
Odunpazarı’ndaki restore edilmiş yapılar kültür/tarih/turizm odaklı ilginç aktivite merkezlerine dönüştürülmüş. Çoğunluğu kafe, restoran ve hediyelik eşyalara çevrilmiş renkli konakların yemeklerimizi yedik, kahvelerimizi içtik, alışverişimizi yaptık. Odunpazarı tüm gününüzü alacak bir bölge. Bu sokaklar arasında ayrıca tam 35 adet farklı konseptlerde müze bulunmakta. Hepsini gezemediğimiz için en önemlilerinden başlayalım.
Odunpazarı’nda önce Kurşunlu Külliyesi’ni ziyaret ediyoruz. 16.yüzyıl Osmanlı dönemine ait bir eser. Mimarının Mimar Sinan’dan önceki mimarbaşı olan Acem Ali olduğu düşünülüyor. Klasik Osmanlı mimarlığının ilk mimarbaşı. Külliye adını içindeki kare planlı caminin tepesinin kurşunla kaplı olmasından alıyor. Külliyede cami, şadırvan, zaviye (küçük tekke), talimhane, harem, imaret, türbe, 2 kervansaray var. Bu yapılar bugün restorasyon sonrası farklı amaçlarla kullanılıyor.
Dünyanın ilk Lületaşı Müzesi burada. Ayrıca Ahşap Eserler Müzesi, Sıcak Cam Üfleme Atölyesi ve Cam Sanatları Merkezi de var. Külliyenin Subyan Mektebi bölümü bugün kütüphane olarak hizmet veriyor.
Öğle yemeği vakti geçti. Yemeğimizi burada bulunan “Köfteci Ahmet” te yiyoruz. Piyaz kalmamış. Sadece balaban köfte ve kadayıf yiyoruz. Fiyat makul köfte ve tatlı 25 TL. Köfteci Ahmet ve Atlıhan karşı karşıya. Atlıhan’ı geziyoruz. Şimdi de Şerbet Evi‘ndeyiz. Ben Demirhindi şerbeti içiyorum. Şerbet evi 180 yıllık bir konakta, günde 18 çeşit şerbet yaptıklarını söylüyorlar.
Odunpazarı sokaklarında, tarihi konakların arasında yürüyoruz. Kırım tatar Kültür Çi Börek Evini görüyoruz. Gerçekten çok lezzetli, fiyatlar makul.
Akşam yaklaşıyor, bizde hava kararmadan Eskişehir’i panoramik görmek istiyoruz. Bu nedenle Şelale Park‘tayız. 38000 metrekarelik bir alanda kurulu olan park, Eskişehir’in en büyük şelalesine ev sahipliği yapıyor. Çocuk oyun alanları, spor alanları, yürüme yolları, seyir terası, kafeteryası, mini anfitiyatrosu ile halkın soluk alacağı pek çok yerden biri. Eskişehir yemyeşil bir şehir.
Otelimize dönüyoruz. Odamıza eşyalarımızı bırakıp, tekrar sokaklardayız. Gece yaşamı canlı. Porsuk’un iki tarafında tıklım tıklım gençlerle dolu olan kafeler, lokantalar… Sanki bir Avrupa şehrindesiniz. Her yerden yaşam fışkırıyor. Yanık Ülke Şarapçılığın yerini görüyorum, böyle bir yer İzmir’de yok. Avrupa’da ki Enoteca’lar gibi. Hiç bilmediğim bir üzümden yapılmış, bir şarap söylüyorum. Catarratto Bianco Sicilya’da yaygın olan bir beyaz üzüm. Ben Cataratto 2017 açtırdım. Orta gövde, orta Asidite, orta bitiş. Burunda Şeftali, greyfurt var. Geceye gitti. Daha sonra barlar sokağına gidiyoruz. Her yer dolu. Ama kimse rahatsız etmiyor, burası gerçekten Avrupa olmuş.
Ertesi sabah ilk işimiz, 24 Ocak 1993 yılında bombalı bir saldırı sonucu öldürülen, yurtsever Uğur Mumcu’nun saldırıya uğradığı arabasını görmeye gitmek. Araba Uğur Mumcu Parkı’nda özel bir cam bölmede sergileniyor. “Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi”
Kahvaltı için Kent Park‘ın yolunu tutuyoruz. Kent Park 300.000 metrekarelik bir alanda, Porsuk Çayı kenarında kurulmuş. İçinde açık, kapalı yüzme havuzları, 350 metre uzunluğunda bir yapay plaj, at binme parkurları /klübü, yürüyüş parkurları, çocuklar için oyun alanları, restoranlar var.
Kahvaltıyı burada ki Kırım Çi Börekçisi’nde yapacağız. Henüz açılmadığı için parkı baştan sona yürüyüp, dönüyorum. Önce yine Çi Börek gibi Tatar Mutfağından bir seçim yaparak, Sorpa Çorbası içiyorum, başarılı bir çorba, ama buranın Çi Böreği dün Odunpazarı’nda yediğimiz kadar güzel değil.
Kahvaltı sonrası, tekrar Odunpazarındayız. Müzeleri ziyaret zamanı. Öncelik Odunpazarı’nın girişindeki Odunpazarı Modern Müze, 2019 yılında açılan müze bölgenin tarihi özellikleri yanında çağdaş mimari özellikleri gösteriyor. Japon mimarlar tarafından tasarlanan bina Osmanlı kubbe mimarisi, geleneksel Japon mimarisi ve Odunpazarı mimarisinden esinlenilmiş. Gerek mimarisi, gerek içeride düzenlenen sergiler ile Türkiye için de tam bir çağdaş sanat müzesi. Görmeden geçilemez.
Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi’ni geziyoruz. Yılmaz Büyükerşen’in, Eskişehir Belediyesi’ne bağışladığı yerli ve yabancı ünlülerin balmumu heykelleri var. Müze benzerlerinin Türkiye’deki ilk örneği. Heykellerin bazıları aslına çok benziyor. Heykeller gerçek boyutlu.
Bir sonraki durağımız, Eti Arkeoloji Müzesi. Burası Türkiye’de özel sektör tarafından hayata geçirilen ilk müze. Tapusu devlete ait. 2011 yılında açılan müzenin 4000 metrekarelik bir kullanım alanı var. Müze de, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Hitit, Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemini kapsayan yaklaşık 22.500 taşınır kültür varlığı varmış ama 2000 tanesi sergileniyor, diğerleri depoda.
Şimdide Mestanoğlu Halil Konağında bulunan Kurtuluş Müzesi’ndeyiz. Burada gençlere Kurtuluş Mücadelemiz, Lozan Barış Konferansı Süreçleri anlatılıyor. Döneme ait, karikatürler, gazeteler var. Gösterim odasında, dönemin barkovizyonu sunuluyor. Kendiniz o yılların içine girerek foto çekebiliyorsunuz.
Şehrin turistik/tarihi olmayan sokaklarında yürüyoruz. Met Helvası (pişmaniye benzeri bir helva. Met oyunu sonucu yenilen tarafın, uzun kış gecelerinde helva çekmesi geleneğinin ürünü), yaz helvası alıyoruz. Balkan Şekerleme ve Helvacısı’nı tercih ediyoruz.
Artık Eskişehir’den ayrılık vakti geldi. İzmir’e dönüş başlıyor. Belediyecilik anlayışı ve gençlerin/üniversitenin kente kattıkları Eskişehir’i farklılaştırmış. Bu kentten ayrılırken düşüncem bu. Darısı güzel ülkemin diğer kentlerinin başına.