Boğa güreşi, flamenko müziği-dansı, tapası-sangriası, sineması, futbol ve basketbol takımları, Gaudi, Cervantes, Picasso, Salvador Dali, Lorca ve listenin uzayıp gideceği dünyaca ünlü sanatçıları ile az buçuk aşina olduğumuz İspanya’yı yakından tanıyalım deyip bu kez rotamızı Madrid ve Endülüs’e çevirdik. İtalya gibi Avrupa’nın bu Akdenizli ülkesinde de kendimizi rahat hissedeceğimizden emindik.
İstanbul’dan Madrid-Barajas Havaalanı’na 3 saat 40 dakika süren bir yolculukla ulaşılıyor. Grup olduğumuzdan şehir merkezine ulaşımda metro ve aktarmalarla uğraşmayıp, taksiyi tercih ettik (süre 20 dak., fiyat fiks 30 Euro). Otelimiz Gran Via (caddesi) ile Gran Via metro durağının çok yakınında idi. Otele yerleştikten sonra metro durağının bulunduğu Montera Caddesi’nden aşağıya yürüyerek, şehrin tam merkezinde bulunan Puerta del Sol’a çıktık. Sadece yayalara açık olan Montera üzerinde pek çok kafe, restoran yer alıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise cadde başka bir çehreye bürünüyor.
Puerta del Sol (Güneşin Kapısı): Şehrin en ünlü meydanı. Onbeşinci yüzyılda, şehrin etrafını saran duvarın giriş kapılarından biri burada imiş. Adını ve yarım daire şeklini bu kapıdan almış. Belki de çevresindeki binaların onarımda olmasından, gördüklerim içinde hayal kırıklığına uğradığım ve en beğenmediğim meydan oldu. Şehrin sembolü olan Ayı ve Kocayemiş Ağacı Heykeli ile III. Carlos’un heykeli bu meydanda. Meydanın bir ucunda bulunan şehrin sembolü heykeli görebilmek için biraz çaba harcamanız gerekiyor. Şehrin merkezinde olması nedeniyle halkın klasik buluşma ve toplanma yeri olan meydan gece gündüz her daim kalabalık.
Meydanda üzerinde renkli freskler bulunan bina, “Casa de la Panaderia- Fırıncının Evi” olarak anılıyor. Geçmişte kraliyet ofisleri olarak kullanılan bina, günümüzde Madrid Belediyesi Kültür İşleri Birimince kullanılmaktaymış.
Çevresi kafelerle dolu renkli ve cıvıl cıvıl meydanda kısa bir mola veriyoruz. Ancak, gece aynı hareketliliği bekleyip benim gibi hayal kırıklığına uğramayın.Sanat sevenler için “Müzeler Diyarı” olan Madrid’te ikinci gün programımızda, Prado ile Reina Sofia müzeleri var. Gran Via’da doğu yönünde düz ilerleyip, Cibeles Meydanı’na vardığımızda Paseo Del Prado’ya dönüyor ve bu yolu takip ederek kolayca Prado Müzesi’ni buluyoruz.
Prado Müzesi: Madrid’te görülmesi gereken müzelerin başında gelen ve dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Prado Müzesi oldukça zengin bir koleksiyona sahip. Kuzey Rönesans sanatının önemli eserlerine ev sahipliği yapan müzede, Bosch, Rubens, Titian, Raphael, Murillo, Dürer, El Greco, Caravaggio, Ribera, Rembrant, Bruegel ve pek çok değerli sanatçının eseri bulunuyor. Dünyanın en ilginç ressamlarından Hollandalı erken Rönesans dönemi ressamı Hieronymus Bosh’un en fazla eseri bu müzenin koleksiyonunda yer alıyor.
Reina Sofia Müzesi: Fotoğraf, resim, heykel, grafik vb. karma eserlerin bulunduğu çağdaş sanatlar müzesi. Müzenin 2 ve 4 üncü katlarında sürekli koleksiyonlar sergileniyor. Başta Salvador Dali, Miro ve Picasso olmak üzere İspanya’nın modern dönem sanatçılarının eserleri müze koleksiyonunda yer alıyor. Müzedeki en değerli eser Picasso’nun “Guernica” sı. Nasıl savaşın acımazlığını betimleyen, savaş karşıtı en güzel edebi eser “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” ise, bunun resim sanatındaki karşılığı “Guernica”’da hayat buluyor. Müzede diğer eserlerin fotoğraflarını çekme izni varken, Guernica’nın sergilendiği salondaki eserleri çekmek yasaktı. Ancak bu önemli eseri internetten kopyalayarak ekliyorum.
Her iki müzedeki en önemli eserleri daha fazla incelemek isterseniz. Madrid Müzeler Diyarı yazımız linkte.
Reina Sofia Müzesi’nden sonra Retiro Park’a gitmek için Caudio Moyano Caddesi’nden geçiyoruz. Cadde üzerinde ikinci el kitap tezgahları sıralanmış.
Retiro Park: Kraliyet ailesine ait ve 350 dönümlük alana sahip park, ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Kral Alfonso XII döneminde halka açılmış. Şehrin içinde olup aynı zamanda kendinizi dışında hissedebileceğiniz muhteşem bir nefes alanı yaratılmış.
Güney yönündeki Angel Caido Kapısı’ndan girip, kuzey yönündeki Independencia Kapısı’ndan çıktığımız parkın içinde yaklaşık 3 saat geçiriyoruz.
Kitap fuarı, konserler, sergiler gibi etkinliklerin de gerçekleştiği parkta çimlerde yayılıp güneşlenen, kitap okuyan, bisiklet kullanan, paten kayan insanlara imrenerek bakıyoruz.
Palacio de Cristal: 1887 yılında inşa edilen ve geçmişte egzotik bitkiler için sera olarak kullanılan Palacio de Cristal (Kristal Saray) günümüzde çağdaş sanatçıların geçici sergilerine ev sahipliği yapıyor. Ziyaretimize denk gelen Damian Ortega’ya ait “The Rocket and the Abyss” sergisinden birkaç kare.
Palacio de Velazquez: Mimar Ricardo Velazquez Bosco tarafından 1881-1883 yılları arasında ulusal bir sergi için inşa edilmiş. daha sonra da sürekli sergi amaçlı olarak kullanılmıştır. Bina neoklasik tarzda, dışı kırmızı tuğla ve çini ile dekore edilmiştir. Günümüzde Reina Sofia Müzesi’nin sergilerine ev sahipliği yapmaktadır.
Madrid’teki Atocha ve diğer tren istasyonlarında, 11 Mart 2004 tarihinde gerçekleştirilen saldırıda hayatını kaybeden her insan için zeytin veya selvi ağacı dikilerek oluşturulmuş “Anıt Ormanı” da yine bu parkta bulunuyor.
Cibele Meydanı: Adını meydanın ortasındaki aslanların çektiği arabada bulunan bereket tanrısı Kibele heykelinden alıyor. Anadolu’da yerleşen Frigyalıların bereket tanrısının burada ne aradığı ise bir muamma. Meydan, XIX. yüzyılda yapılan, Palacio de Cibeles, Banco de Espana, Palacio Buenavista ve Palacio de Linares gibi önemli mimari tarzda binalarla çevrelenmiş. Kadraja sığdıramadığımdan anlaşılamıyor, Palacio de Cibeles bu geniş meydandaki en görkemli bina olarak hemen dikkat çekiyor. Burası aynı zamanda Real Madrit’in galibiyet kutlamalarını yaptığı meydan olarak biliniyor.Can’ım arkadaşım Şengül ile Latina semtinde, renk cümbüşü içindeki bu şekerleme dükkanına (La Cure Gourmande) bayılıyoruz.
El Rastro: Pazar günleri Calle de Toledo ve çevresindeki sokaklarda kurulan, bizdeki “Nişantaşı, sosyete pazarı” paralelinde, oldukça geniş bir alana yayılan, görülmemesinin bir eksiklik olmayacağı açık pazar. Ancak, antika ve alışverişi seven insanlar için çekici bir mekan olabilir. Yelpaze, kastanyet, magnet gibi şehre özgün hediyelik eşyaları uygun fiyata bulabilirsiniz. Pazarın farklı bölgelerinde farklı fiyatlarla karşılaşmanız mümkün. Rahat gezebilmek için olabildiğince erken gidilmeli, gün içinde acaip kalabalıklaşıyor. Biz taksi kullandık, metro ile “Latina” durağından ulaşılabilir.
Endülüs dönüşü, Madrid’teki son günümüzü Palacio Real’i görmek için ayırdık. Madrid gezimizi bu güzel sarayla taçlandırdık. Puerta del Sol’a gelip, batı yönünde Calle del Arenal’da yürüyerek Plaza de İsabel II ve Teatro Real’in yanından saraya ulaşmamız çok zor olmadı.
Sarayın karşısında opera ve tiyatro gösterilerinin yapıldığı Teatro Real Binası
Almudena Katedrali: 1883 yılında Kral Alfanso XII döneminde yapımına başlanan Katedralin yapım süreci ekonomik (bağış yapanların açıklanmayacak olması nedeniyle gösteriş düşkünü zengin İspanyolların ilgisini çekemiyor), iç savaş vb. nedenlerle 100 yılı aşıyor, 1993 yılında tamamlanabiliyor. Aslında yapımına karar verilmesi daha da eski yıllara dayanıyor. Katedralin bulunduğu yerde Madrid’in ilk camisi ve sonrasında Madrid’in azizlerinden Santa Maria de la Almudena’ya ait bir kilise varmış. Kral II. Felipe’nin Madrid’i başkent yapması sonrasında yeni kilisenin yapımı için planlar yapılmış, kilise yapımı için izin alınmış ve inşaata başlanılmış ancak devamı gelmemiş.
Kral Alfanso XII kaybettiği ilk eşi Maria de Las Mercedes’in anısına ve mezar olsun diye Katedral inşaatını yeniden başlatmış. Uzun yapım sürecinde muhtelif mimarların görev aldığı Katedral eklektik bir mimariye sahip. Dış cephesi hemen karşısında yer alan Saray ile uyum sağlasın diye neoklasik tarzda yapılmış, iç mimaride ise neogotik ve neoromanesk tarz kullanılmış. Tavan süslemeleri ve onaltıncı yüzyıldan kalma sunak taşı öne çıkıyor. Katedralin bir özelliği de 1993 yılında Papa 2. John Paul tarafından kutsanmış tek İspanyol Katedrali olmasıymış. Katedral tamamlanınca da çilesi bitmemiş, resmi olarak halka açılışı 2004 yılında şu anki Kral Felipe ile Letizia Ortiz ‘in evlilik töreniyle gerçekleşmiş. Çoğu katedralden farklı ve daha modern mimariye sahip bu katolik Roma Katedrali görülmeyi hakediyor.
Atocha Tren İstasyonu: Atocha, içinde bir “Botanik Bahçesi” de bulunan Madrid’in en büyük tren istasyonu. Dökme demir, tuğla ve cam malzemenin kullanıldığı ilginç bir mimarisi var. Toledo ve Cordoba’ya giderken ve Endülüs dönüşünde yolumuz sık sık bu güzel istasyonla kesişti
2004 yılındaki El Kaide saldırısında 191 kişi ölmüş. Bu nedenle İspanya’daki tren istasyonlarında sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyor, eşyalar X-ray cihazından geçiriliyor. İstasyona son anda gelmeniz durumunda güvenlik kontrolü nedeniyle treninizi kaçırmanız mümkün.
Son Söz: Öznel düşüncem, kafamdaki kent olgusuyla örtüşen şehir Madrid’de hayat meydanlarda, parklarda, sokaklarda ve enerjisi size de yansıyor. Şehrin ve açık mekanların keyfini çıkarabilmek için kesinlikle kış döneminde tercih edilmemesini öneriyorum.
Plaza de Espana, Plaza del Dos Mayo, Plaza de Santa Ana başta olmak üzere Madrid’de daha görülecek, keşfedilecek çok meydan, mekan ve lezzet var. Sizi ikna edebildim mi bilemiyorum, ama ben başka bir destinasyonla birlikte bu kez özellikle Cervantes’in izini sürmek için Madrid’e yeniden gelmek isterim. Bunun için gerekli ritüelimi yaptım, şehrin sembolü “Ayı” heykelinin önünde fotoğraf çektirdim, gelişimi garantiye aldım.

















































[…] Madrid Gezi Rehberi: Meydanları ve Parklarıyla Yaşayan Şehir […]
İlginiz ve değerli görüşleriniz için çok teşekkür ederim. Aldığım keyfi yansıtabilmiş olmama sevindim:)
Sevgili Ayse, büyük keyif aldım yazdıklarından. Okuyucuya birşeyler getireyim sorumluluguyla gezdigini düşündüm. Fotoğraflarla bir zengin yazıydı. Ellerine sağlık, yenilerini bekliyoruz.Salim Koç
Gezmenin keyfi Size okuduklarımızın keyfi de bize olsun. Eline sağlık Ayşe okuyucuya bu kadar deger verir bir gezgin-yazar. Görsel zenginlik icin ayrıca sağol, belleğimde daha iyi yer etti yazdıkların. Eline gözlerine sağlık, Yeni gezilere…
Munise Hanım, sizlerle birlikte güzeldi. Gezi öncesi ve sonrası paylaşımlar da ayrı bir keyif veriyor. Sağolun:)
Ayşecim, sayende okurken bir kez daha Madrid ı gezdim. Üstelik gezerken bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki…Teşekkürler Ayşem.