Venedik kendine has bir yer; ana karanın hemen yakınında 118 ada üzerine kurulmuş olan şehrin ana ulaşım ağını oluşturan kanallar Venedik’e eşi benzeri bulunmayan bir güzellik katmakta. Bu kadar ada var ama aslında Venedik’i Venedik yapan iki ada önemli. Artık birbiriyle tokalaşan iki el mi dersiniz, yoksa birbirini yutmaya çalışan iki balık mı; ama Venedik’in simge yapılarının yer aldığı, birbiriyle iç içe geçmiş gibi duran bu iki ada bir su yoluyla ayrılmakta; Canal Grande…
Burası, aslında Adriyatik Denizi’nin bir parçası ama birbirine çok yakın duran iki ada arasında akan bir su yolu gibi duruyor aynı zamanda. Biraz bizim İstanbul Boğazı gibi; Boğaz’ın eşi menendi olmayan güzelliği ile kıyaslanamaz tabii; yapı olarak daha kısa, dar ve bulanık versiyonu, yine de çok çarpıcı. Bu, biraz da tarihe yaptığı tanıklığı bugüne yansıtan binaların korunmuş olmasıyla ilgili tabii… Venedik geziniz sırasında mutlaka yapmanız gereken şeylerin başında Canal Grande’de bir tekne gezisi gelmeli. Şimdi sizi bu su yolunda bir gezintiye çıkacağım; yazımızın başrolü Canal Grande…Gezimize Santa Lucia Tren İstasyonundan başlayacağız ve San Marco Meydanı’nda sonlandıracağız ama bu arada neredeyse tüm Venedik’i görmüş olacağız.
Bu iki ada arasında S şeklinde kıvrılan 3.8 km uzunluğunda, ortalama 5 metre derinliğinde ve 30-90 metre arasında değişen eniyle Kanal, Venedik’in ulaşım trafiğinin en yoğun yaşandığı yer. Kanal boyu geziniz için en uygun seçenek 1 ve 2 numaralı ACTV hattı. Venedik’teki toplu ulaşım sistemi olan ACTV, ana karada otobüslerden, kanallarda vaporetti denen teknelerden oluşuyor. Özellikle Kanal’ın en başından sonuna kadar yavaş yavaş götürecek olan 1 numaralı hat, her durakta durduğu için tavsiye edilir. Ama ücreti çok ucuz değil. Bir bilet 7,50 Euro ve 75 dakika geçerli. Bileti aldıktan sonra iskelelerde bulunan makinelerde onaylatmanız gerekli. Venezia Unica kartı aldıysanız bu ücret daha da düşecek ama o başka bir yazının konusu… Ayrıca bu biletle hava alanına, 16 ile 19 hatlara ve Casino’ya gidemezsiniz. Ama daha makulü, gezinizin süresini dikkate alarak günlük biletler almanız. Sınırsız ulaşım hakkı veren bu biletlerin fiyatı; günlük 20, 2 günlük 30, 3 günlük 40, 7 günlük 60 Euro. 6-29 yaş arasındakiler içinse 72 saati 22 Euro olan biletler de seçenekler arasında. Biletler, Venezia Unica bilet ofislerinden ve bazı iskelelerdeki satış ofislerinden alınabilir. Venezia Unica bilet ofisleri, şehrin belli başlı noktalarında bulunmakta, satış yerlerinin üzerinde ‘Venezia Unica’ yazıyor. Kanal boyunca bilet alabileceğiniz iskeleler ise; Piazzale Roma S.Chiara, Piazzale Roma Parisi, Ferovia-Scalzi, Ferrovia-S.Lucia, S.Marcuola, Ca’d’Oro, Rialto, S.Toma, Zattere, San Marco… Genelde iskelelerden aşağı(San Marco tarafı) ve yukarı (Piazzale Roma) yönlere gidiş aynı yerden yapılıyor. Ama Accademia, Ferrovia, Rialto gibi bazı noktaların yukarı ve aşağı yönlere gidiş durakları farklı yerlerde…
Kanal turunuz için başka seçenekler de var. Venedik yürüyerek gezmek için hem kolay hem de zor bir şehir. Mesafeler kısa ve hemen her şey birbirine yakın mesafelerde; bu kolay kısmı. Ama o çok yakın gördüğünüz yer ile sizin aranıza aniden bir kanal girince birdenbire yürümeniz gereken mesafe uzadıkça uzuyor. Zamanınız ve gücünüz varsa, harika. Tabii, Venedik’in fetiş simgesi gondollarla yapacağınız bir gezi çok şık olur ama saati 80 Euro, bunun seyri var, seferi var, bir de gondolcuya şarkı söyletirseniz gideceğiniz mesafe pek fazla olmaz ama ödeyeceğiniz fiyat katlanarak artar; şıklığın da bir bedeli var. Bir de traghettolar var ki, bunlar da gondol ama dolmuş şeklinde işliyor ve kanalda karşıdan karşıya geçmek için kullanılıyor; fiyatı 2 Euro ama gondola bindiniz mi bindiniz, 2-3 dakika için olsa da… Tabii bir şık hareket de, kanal taksileri; taksiler gezilerinizde büyük esneklik sağlar ama bedeli 5 dakikalık yürüme mesafesi için 40-50 Euro’dan başlıyor.
3.8 kilometre uzunluğunda olan ama üzerinde orta çağdan bugüne uzanan köklü bir tarihe tanıklık eden Kanal boyunca yoğun bir gezi bizi bekliyor. Kanal, genel olarak 200 civarında malikane ve önemli kiliselere ev sahipliği yapmakta ama 13 yüzyıldan bugüne hala ayakta kalan bu malikanelerin her birinin ayrı, birbirinden ilginç hikayeleri var, anlatsak ciltler tutar; İstanbul’da elçilik yapmış ama ne Osmanlı’ya ne Venedik’e yaranabilmiş elçilerden Kıbrıs Kraliçelerine, bestecilerden yazarlara, Tanrı yoluna adanmış hayatlardan akla ziyan sefahat alemlerine kadar hepsi Kanalın dalgaları arasında hala fısıldanıp durmakta. Ama ben bu yazıda Kanal boyunca gördüğüm ve mutlaka sizin de görmenizi tavsiye edeceğim yerleri esas aldım. Daha sonra ‘Meraklısına’ bölümünde bazı malikanelerden içeri uzanıp öykülerine kulak vereceğiz, ilginizi çekerse… O zaman Pizzale Roma’dan 1 numaralı vaporettoya binip San Marco’ya uzanan tekne tutumuza başlayalım.
Köprüler
Büyük Kanal üzerinde dört adet köprü bulunmakta…Güneyde San Marco’ya en yakın yerde Ponte dell Accedemia, ortada Rialto, kuzeyde tren istasyonu karşısında Ponte Scalzi bulunmakta. Kanalın kuzey ucunda tren istasyonunu Piazzale Roma’ya bağlayan bulunan Ponte della Costituzione köprüsü var.
Piazzale Roma’dan aşağı ilerlerken ilk karşılaşacağımız köprü Scalzi; eskiden burada bulunan dövme demirden yapılmış bir köprünün yerine 1934’te yapılmış. Daha sonra Venedik’in önemli simge yapılarından, Kanalın ilk köprüsü Rialto karşılar sizi. Burada 12 yüzyıldan beri yapılan-yıkılan-çöken muhtelif ahşap köprüler varmış. 1444 yılında, buradaki köprü, Ferrara Markizi’nin düğün törenini izleyen kalabalığın ağırlığına dayanamayıp çökmüş mesela.
Daha sonra bir taş köprü yapılmasına karar verilmiş ve Michelangelo, Andrea Palladio, Jacopo Sansovino gibi isimlerin arasından sıyrılan soyadı köprü anlamına gelen Antonio da Ponte köprüyü yapmış. Burası şehrin en canlı yerlerinden biri. Gerek köprü üstündeki gerek çevresindeki hediyelik dükkanlarda her kalitede hediyelik eşya bulmanız mümkün. Köprü üzerindeki ana geçiş yerinin iki yanında kemerli pencereler ile yan yürüyüş yolları mevcut; buralarda harika Kanal manzarası seyredebilirsiniz. Kanal üzerinde bizi bekleyen en son köprü Accademia Köprüsü; 19 yüzyılda yapılan demir köprü yerine 1932’de geçici inşa edilen ama istek üzerine öylece korunan bu ahşap köprü San Marco Meydanı’na en yakın köprü. Rialto’nun yeri ayrı; hem alışveriş hem eğlence hem turistik gezi bölgesi. İki tarafta da birbirinden eğlenceli barlar, türlü kalitede lokantalar, kafeler bulunmakta… San Marco Meydanı ile birlikte Venedik’in çekim merkezi…
Kiliseler
Kanal boyunca uzanan kiliselerden gördüklerim, gidip de giremediklerim sırasıyla….
San Simeone Piccolo Kilisesi
Kanalın sağ tarafında isminin (piccolo) aksine çok geniş bir kilise olan ve biraz Roma’daki Pantheon’dan biraz Bizans kiliselerinden esinlenilen bu Katolik kilisesi 1738’de Neo Klasik tarzda yapılmış. Girişte mermer rölyef Aziz Simon’un Şehitliği Tablosu önemli. İşin açığı dış cephesi içinden daha etkileyici olan bir yer. Kiliseye giriş ücretsiz ama alt kattaki din adamlarının mezarlarına görmek için 1 Euro ödemek durumundasınız.
Mezarların görülecek bir tarafı yok, ortam eni konu bir korku filmi; elinize tutuşturulan mumun titrek ışığında aşağıya inip engebeli, karanlık bir labirentten geçerek lahitleri görüyorsunuz, mum söndü sönecek…Hiç gitmeyin diyeceğim ama görevli çok pis; içeri girince pat diye elektrikleri kapatıyor ve bir şey göremiyorsunuz, ancak mezarlık parasını öderseniz ışığı açıyor. Ferrovia iskelesi ile buraya ulaşabilirsiniz.
Santa Maria di Nazareth Kilisesi
Sol kıyıda, Scalzi olarak da bilinen bu görkemli kilise 17 yüzyılda çıplak ayaklı (scalzi) Karmelitler tarafından yaptırılmış. Tasarımını Longhena’nın yaptığı geç barok tarzdaki bu kilisenin içindeki renkli mermer ve ahşap işlemeciliği yanında heykel ve resimleriyle de ziyarete değer. Özellikle mermer burgulu sütunlu altarı yanında duvar resimleri büyüleyici. Orijinal tavan resmi ise 1915’teki bombardımanda hasar görünce yerine 1934’te Ettore Tito tarafından bugünkü resim yapılmış. Kilise’de Ruzzini ailesine ait bir şapel ile son dük Ludivico Manin’in mezarını bulunduğu Manin Şapeli muhteşem resimleri, bronz heykelleri ile görsel bir şölen sunuyor…Ferrovia iskelesinin tam karşısında. Hergün 07.00-19.00 saatleri arası ücretsiz ziyaret edilebilir.
San Geremia Kilisesi
Yine sol kıyıda Grande Canal ile Canale di Cannaregio köşesinde San Geremia Kilisesi, 11 yüzyılda yapılmış, ancak bir çok kez elden geçirilmiş, dış cephesi en son 1861’de son halini almış. Azize Lucia’nın naaşına ev sahipliği yapmasından dolayı önemli olan bu Katolik kilisesinin içi gayet sade… Aziz heykelleri ve freskleri ile süslenen kilisenin dış cephesi içinden çok daha göz alıcı. Ferrovia durağından buraya ulaşabilirsiniz; yol boyunca gayet hareketli bir alış veriş merkezi olan Rio Terra Lista di Spagna’dan geçeceksiniz… Ziyaret saatleri ise; pazartesi-cumartesi 09.00-12.00 ile 16.30-18.30, pazar 09.30-12.15 ile 17.30-18.30 arası, giriş ücretsiz.
San Marcuola Kilisesi
Yine sol tarafta dümdüz bir duvar gibi duran San Marcuola Kilisesi sanki tamamlanmamış gibi duran haliyle gözünüze çarpacak; 12 yüzyılda yapımına başlanan bu kilise 1736’da tamamlanmış ama dış cephesi bitirilememiş. Ben içini gezemedim ama Tintoretto’nun Son Akşam Yemeği görmeye değer deniliyor.
San Simone Profeta Kilisesi
Kanalın sağ tarafında ise San Simone Profeta olarak da bilinen Neo Klasik San Simone Grande Kilisesi yer alıyor; tarihi 967’e kadar gidiyormuş ama 18 yüzyılda bugünkü halini almış. Göremediğim kiliselerden…
San Stae Kilisesi
Sağ kıyıda süslemeleri, bezemeleri, heykelleri ile San Stae Kilisesi’ni göreceksiniz ama muhtemelen siz de benim gibi gezemeyeceksiniz çünkü ne zaman gittiysem kapalıydı. 1678’de Aziz Eustace için yapılan Kilise’nin içinde Tiepolo, Piazzetta ve Ricci’nin eserleriyle gayet göz alıcıymış ama ben sadece mermer heykellerle süslü ön cephesini görebildim. Kilise pazar hariç her gün 10.00-17.00 saatlerinde gezilebilirmiş; yalan… Şansınızı denemek isterseniz yanında San Stae iskelesi var, giriş 3 Euro.
Santa Maria della Salute Kilisesi
Eğer Kanal boyunca bir kilise gezeceğim diyorsanız o da Santa Maria della Salute Kilisesi olmalı. Büyük Kanal ile Canale della Zattere arasında bir yarımadada bulunan kilise, Venedik manzaralarının da vazgeçilmez bir parçası. Venedik’in girişinde gelenleri selamlayan bu devasa Kilise, 1630’da veba salgınının sona ermesi adına şükran duygularının temsili olarak Hz Meryem’e adanmış bir kilise. Longhena’nın yapımına başladığı Barok şahikası bu Kilise, kendisinin ölümünden sonra tamamlanabilmiş. Oymalı taş işçiliğiyle ve heykellerle süslü Kilisenin içinde de birbirinden değerli resimler ve heykeller yer almakta; altardaki Venedik’i hastalıktan koruyan Meryem ve çocuk İsa tasviri ile Giusto le Corte heykelleri, Tiziano’nun muhteşem tavan resimleri Kabil ile Habil, İbrahim’in Kurbanı, Davud ile Goliath, ayrıca duvarlardaki Azizler Kosmos, Damianos ile Sebastianus, Makama Getirilen Aziz Markos ayrı ayrı görülmesi gereken eserler…
Ayrıca vebadan kurtulmanın anısına her yıl 21 Kasım’da buradan başlayan bir tören de yapılmakta. Ziyaret saatleri her gün 09.00-12.00 ve 15.00-17.30 arası… Salute iskelesinden ulaşabilirsiniz. Kilisenin hemen arkasında ise kulesinde Fortuna ile bronz atlas bulunan 15 yüzyılda gemilerin kontrolü için yapılmış ve bugün Pinault’nun çağdaş sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan bina yer almakta. Kilise’nin karşısında, ana karadan ayıran kanalın öbür yakasında ise 9 yüzyılda kurulup yüzyıllardır dini merkez olarak hizmet vermiş, bugünse Gotik havalı küçük bir kilisenin ve revağının kaldığı Abbazia San Gregorio’yu göreceksiniz; bina bugün büyük ölçekli tabloların yenilendiği bir atölye olarak kullanılmaktaymış.
Müzeler
Pizzale Roma’dan geliş yönü itibariyle Kanal’da bulunan müzeler… Venedik’te müzeler pahalı ancak neredeyse tüm önemli müzeleri kapsayan türlü promosyonlar var ama o diğer konularla birlikte başka bir yazının konusu…
Fondaco dei Turci-Türk Hanı
Türk Hanı olarak bilinen bu yapı, daha Venedik’e gitmeden dikkatimi çekmişti. 13 yüzyılda yapılan yapı, 1381 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından satın alınıp Ferrara düküne tahsis edilmiş, daha sonra ise şehre gelen önemli kişiler için bir konuk evi halini almış. İsim Arapça konaklanacak yer anlamına gelen Funduk’tan Fondaco’ya dönüşmüş. Türk kısmı ise belki de taa 1573 Osmanlı Venedik savaşlarına kadar gitmekte… Özellikle 1571’deki İnebahtı Savaşı sonrası Venedik’te Türklerin kaldığı yerlere ‘Türklere ölüm’ diye yazmaya başlamışlar; artık ne demeli, tarih tekerrür etmiyor, olduğu yerde kımıldamadan duruyor… Neyse, 1621’de Venedik Senatosu, Osmanlı tüccarları korumak ve bir arada tutmak için bu binayı kendilerine tahsis etmiş. Amaç artık korumak mı, yoksa hepsini el altında tutmak mı diye düşünüyor insan ama Osmanlının o dönemdeki gücü düşünülürse bir ticari bağın kopmaması yönündeki çaba olarak görülebilir tabii. Böylece saray, Osmanlıların kaldığı, depo olduğu kullanıldığı bir yer haline dönmüş; hatta o dönemde içine mescit ve hamam bile yapılmış. Hatta rivayete göre, o dönem burası (Osmanlı toprakları hariç) Avrupa’da Müslümanların ibadet edebileceği tek yermiş.
Ama buranın da belli kuralları varmış; giriş geliş saatlerinden yanında kadın, silah getirmemeye kadar… 1797’de Venedik Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasıyla yapı da el değiştirip özel şahsa geçmiş, bu da binadaki Türk varlığının sonu olmuş. Gerçi Saraydan Türklerin tamamen çıkması 1838 yılını bulmuş ama bu arada yapı, neredeyse metruk hale gelmiş. Bu dönemde Saray restorasyona girmiş ama ne restorasyon… İnce sütunları, kemerli bağlantılarıyla Bizans ve Venedik Gotik’inden izler taşıyan binanın çatısına kubbeler, kuleler eklenmiş. Saray daha sonra Correr Müzesi’ne ev sahipliği yapmış, 1923’den itibaren de Venedik Doğa Müzesi olarak ziyarete açılmış. Şimdi bir zamanlar Türklerin nefesinin hakim olduğu binada 700 milyon yıla yayılan bir dönemde dünyanın konuğu olmuş bitki, hayvan, envai çeşit canlı sergilenmekte… Tabii binanın içinde, eski dönemlerden eser kalmamış; onun yerine bazen tropik orman, bazen çöl havası taşıyan doğal ortamlar yaratılmış. Müzede doldurulmuş hayvanlar, fosiller, deniz kabukluları, kuşlar, ne ararsan var. 7 metre uzunluğundaki ouranosaurus nigeriensis ile timsahların atası olarak kabul edilen sarcouchus imperator’un iskeletleri özellikle dikkat çekici. Müze, kasım-mayıs aylarında salı-cuma 09.00-17.00, cumartesi-pazar 10.30-17.00; haziran-ekim aylarında salı-cuma 10.00-18.00, cumartesi-pazar 10.30-18.00 saatlerinde ziyaret edilebilir, pazartesileri kapalı. Giriş 8 Euro. San Stae durağından ulaşabilirsiniz.
Ca’Pesaro
Kanal’ın en göz alıcı binalarından olan çift sıra sütunlu mermer ön yüzüyle Ca’ Pesaro, 1710’da yapılmış. Pesaro ailesine ait bu muhteşem barok şahikası yapı, Pesaro ailesinden sonra Gradenigo ailesine geçmiş, 1830’da ise Ermeni Mekhitaristler’in okulu olarak kullanılmış. Binanın Bevilacqua ailesine geçmesi ile kaderi değişmiş; düşes Felicita Bevilacqua Masa yapıyı 1898’de Modern Sanat Müzesi olarak kullanılmak üzere bağışlamış ve 1902’de Venedik Biennali sırasında Modern Sanat Merkezi olarak kullanılmış. Bina kendi başına bir sanat eseri; mermer işlemeleri yanında, Bambini, Pittoni, Crosato, Trevisani, Brusaferro elinden çıkma tavan süslemeleri ve freskleri bile binayı görmek için ziyaret etmeye değer hale getiriyor. Pesaro ailesinin koleksiyonunu oluşturan Vivarini, Carpaccio, Bellini, Titian, Tintoretto, Giorgione gibi 17. ve 18. yüzyıl Venedikli ressamların eserleri de Sarayın değerleri arasında. Ayrıca 1950’lere kadar düzenlenen biennallerdeki eserler de burada sergilenmekte. Tabi Saray, bir modern sanat müzesi olarak çağdaş sanatçıların eserlerine de ev sahipliği yapmakta.
Venedik tarzı cam sanatı ile 19. ve 20. yüzyıl İtalyan ressamları yanında Bonnard, Miro, Matisse, Klimt, Kandinsky, Klee gibi modern sanatın klasikleşmiş isimlerinin eserleri görülebilir. Bunların yanında daha da modern bazı eserler var ki, onlar benim için çok fazla modernler, hele kadın partizan isimli çalışmayı görünce bizim yıllardır dilimizden düşmeyen ‘Chiao Bella’ bu muydu yani, diye düşünmedim değil.
Ca’ Pesaro ayrıca bir uzak doğu eserleri sergisini de barındırmakta. Saray’ın Museo Orientale kısmında Bardi Kontu’nun 19. yüzyılda Japonya ve Çin’e yaptığı seyahatlerde topladığı ve ince porselen işçiliğinden görkemli paravanlara, silahtan dokumaya kadar bir çok örneği içeren sergisi de görülmeye değer. Müze, kasım-mart 10.30-16.30, nisan-ekim 10.30-18.00 saatlerinde ziyaret edilebilir, pazartesileri kapalı, giriş 10 Euro. Saraya gelmek için San Stae iskelesini kullanabilirsiniz
Palazzo Mocenigo
San Stae kanalının Büyük Kanal’a açılan köşesinde bulunan bu Saray, 1414-1778 yılları arasında içinden yedi dük çıkarmış olan Venedik’in en köklü ailelerinden Mocenigoların Sarayı… Gotik havalı bu yapı 17 yüzyılda yeniden yapılmış. Ailenin son üyelerinden Alvise Nicolo 1945’te Sarayın bir sanat galerisi haline getirilmesi şartıyla Venedik şehrine bağışlamış, 1985’te ise burada tekstil-kostüm ve parfüm çalışmaları merkezi kurulmuş. 18 yüzyıldaki haliyle korunmuş Sarayı gezerken sanki dönem filmleri çekilen bir film platosunda dolaşıyormuş gibi oluyorsunuz. Eğer bu aile hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz tavanlardaki fresklere bakın çünkü aile bireyleri ile ilgili önemli anlar tasvir edilmekte. Saray, 18 yüzyıl aristocrat yaşamına ışık tutuyor; birbirine geçmeli odalardaki Venedik tabloları, yemek masası düzenlemeleri, parfüm şişeleri, biblolar, kristal avizeler, ahşap oymalı kapılar gerçekten etkileyici. Müze, pazartesi hariç her gün, kasım-mart aylarında 10.30-16.30, nisan-ekim aylarında 10.30-17.00 saatlerinde ziyaret edilebilir. Giriş 8 Euro. San Stae durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Ca’d’Oro
Venedik’te Gotik tarzdan Rönesans tarzına geçişin en iyi örneklerinden olan bu Saray, adeta taştan bir dantel gibi Kanalı süslemekte. İçinden 1043-1676 arasında 8 dük çıkarmış olan Containi ailesi tarafından 1428-1430 yılları arasında yaptırılan Saray, ön cephesindeki kaşkemerli pencereleri, İslam etkisi taşıyan yuvarlak kemerleri, ince mermer işçiliği ile Kanalın en ilgi çeken yapılarından. Ön cephesindeki yaldızlı, kızıl-altın varakları nedeniyle altın ev olarak anılan Sarayın bir diğer adı da Palazzo Santa Sofia. Saray 1927’den beri Giorgio Franchetti’nin koleksiyonuna ev sahipliği yapan bir müze. Ama bundan önce, 1846’da Rus Prens Troubetzkoy tarafından alınıp balerin Marie Taglioni’ye hediye edilmiş ve o sırada Saray gitmiş gelmiş; artık balerinin kafasına ne estiyse, Gotik merdivenleri, taş işçilikleri, kuyu başı düzenlemesini ve bir sürü şeyi kaldırıp atmış.
Hadi biz sanatçı eserikliği diyelim ama bazıları buna vandalizm diyor. Neyse ki 1894’te Baron Giorgio Franchetti satın almış ve Sarayın yaralarını sarıp aslına uygun restore ettirerek bir de harika bir müze haline getirmiş. Saray’ın girişindeki avlu bile başlı başına bir ziyaret nedeni. Tabanı kaplayan mozaikler, Bon’un oymalarla süslü kuyu başı insanı daha fazlasını görmeye davet ediyor. Birinci katta Venedikli ressamların eseri yanında heykeller de görülebilir. İkinci katta Tiziano’nun Venüs’ü, Guardi’nin Venedik resimleri yanında goblenler, seramik eşyalar da sizi bekliyor. Balkonunun kanal manzarası ise nefes kesici. Bu Sarayı ne yapın edin gezin; Ca’d’Oro iskelesinden ulaşabilirsiniz, pazarları kapalı ama salı-pazar 08.15-19.15, pazartesi 00.15-14.00 arası ziyaret edebilirsiniz ama 14 Euro ödeyerek…
Ca’ Rezzonico
Büyük Kanalın bu görkemli Gotik Sarayı, 1934’ten bu yana ’18. yüzyıl Venediki’ konseptinde bir müze olarak kullanılıyor. Bu sarayın yapımına, Venedik sanat tarihinde adını sık sık duyacağımız, Baldassare Longhena tasarımı esas alınarak Bon ailesi için 1667’de başlanmış ama Bon ailesinin serveti ancak ikinci kata kadar yetmiş. Daha sonra 1712’de Cenovalı Rezzonico ailesi tarafından satın alınıp Giorgio Massari’ye tamamlatılmış. Zamanının en şık baloları, şölenleri bu dönemde yaşanmış. Hatta 1888’de şair Robert Browning, oğlu Pen tarafından alınan yapının eğlence ve konforuna methiyeler düzmüş ama tadını pek çıkaramadan ölmüş. Ama Saray’dan ilham alan başka sanatçılar da var; Cole Porter 1926-1927’de burada kalmış.
Haliyle Sarayın en görkemli yeri Massari elinden çıkma büyük balo salonu. Devasa salonun tavan freskleri, ışıklar saçan avizeleri, oymalı mobilyaları Saray’ın şaşaalı geçmişini yansıtıyor gibi. Hoş, sarayın dekorasyonunda başka saraylardan getirilen eserler de kullanılmış. Salonda özellikle Tipolo’ların tavan freskleri ile duvar resimleri dikkate değer. Ayrıca Saraydaki resimler arasında Longhi imzalı Venedik’in gündelik hayatına yer veren eserler ilginizi çekebilir. Venedik’in Avrupa’nın yıldızı olduğu dönemlere tekabül eden 18 yüzyılda, soyluların yaşamlarına tanık olmak isterseniz; kasım-mart arası 10.30-16.30,nisan-ekim arası 10.30-17.30 saatlerinde 10 Euro ödeyerek gezebilirsiniz, salı günleri ise Müze kapalı. Buraya ulaşmak için Ca Rezzonico durağında inmeniz gerekiyor.
Gallerie dell’ Accademia
Venedik’te, hele resim ile ilgiliyseniz, kaçırmamanız gereken bir yer de Accademia. Bizans dahil Orta Çağ sanatından başlayıp Rönesans ve Barok’a uzanan bir dönemin eserleri, sizi geçmişte bir yolculuğu çıkaracak, hem de o dönemlere ait bir yapı olan Scuola della Cartia’da…Bu koleksiyon Venedik Cumhuriyeti yönetimi tarafından yapılan bir düzenleme ile 1750’de ressam Giovanni Battista Piazzette tarafından Accademia di Belle Art di Venezia adıyla oluşturulmuş; resim okulu sanatçılarının eserleri o dönemde Fonteghetto della Farina’da sergilenmiş. 1807’de Napoleon öneminde bu koleksiyon, Scuola della Carita, Santa Maria della Carita Kilisesi ve Canonici Manastırına taşınmış. Koleksiyon, birçok kilise ve manastırlardan toplanan eserlerle zenginleştirilmiş. Bizans etkisindeki Venedik Okulu bölümünde Paolo Veneziano ile Michele Giambono’nun ‘Kutsal Bakire’nin Taç Giymesi’ resimleri öne çıkıyor. Rönesans bölümünde ise Bellini ailesinin eserleri göz alıcı… Zaten Bellini’ler Venedik’te sık sık karşımıza çıkıyorlar.
Ayrıca Jacopo Tintoretto’nun ilk baş yapıtlarından ‘Kölenin Mucizesi’ önemli. Barok bölümde öne çıkanlar ise Bernardo Strozzi ile Giambattista Tiepolo… Ayrıca Venedik’in 16 yüzyıl sonlarındaki görünümü ve yaşantısıyla ilgili resim serisi de Galerinin önemli eserleri arasında. Öte yandan dönem heykelleri de burada görülebilir. Galeri’nin bulunduğu Scuola della Carita, Venedik’teki en eski altı scuola’dan biri, 1260’da kurulmuş ama yapım tarihi 1343’e kadar gidiyor, ön yüzü ise 1441’de Bartolomeo Bon tarafından yapılmış. Scuola’lar Venedik’e özgü bir nevi vakıfmış; 13 yüzyıldan itibaren azınlıkların ve meslek kuruluşlarının birbirini desteklemek için kurdukları örgütlenmelermiş, aralarından bazıları parayı bol bulunca gösterişli binalardaki sanat merkezleri haline dönüşmüş. Söylemeye gerek yok; yapının duvar ve tavan resimleri, oymaları ayrıca göz alıcı. Bu muhteşem müzeye Accademia durağını kullanarak gelebilirsiniz; giriş 12 Euro, salı pazar 08.15-19.15, pazartesi 08.12-14.00 arası ziyarete açık.
Peggy Guggenheim Müzesi
Dünyadaki diğer Guggenheim’lar ile aynı mantıkla bir modern sanat galerisi olan Müze, 18 yüzyıl tarihli Palazzo Venier dei Leoni’de yer almakta. Bu palazzo, dört katlı olarak planlanmış ancak sadece ilk katı tamamlanmış. 1949’da burayı satın alan Peggy Guggemheim’ın koleksiyonu çift kanatlı bu binada sergilenmekte. Modern sanat akımlarının her birinin nadide örneklerinin görülebildiği Müzede, bir oda, P.Guggenheim’ın keşfedip desteklediği Jackson Pollock’ın eserlerine ayrılmış.
Aynı zamanda kocası olan Max Ernst’ün eserleri yanında, Müzede Picasso, Miro, Magritte, Kandinsky, Mondrian, Malevich gibi ressamların resimleri de görülebilir. Ayrıca çağdaş heykel örnekleri de Müzenin koleksiyonları içinde; heykeller içinde özellikle Marino Marini’nin Angelo della Citta’sı dikkatinizi çekecektir, artık ben anlatmayayım, şehrin meleğinin ne durumda olduğunu siz gidip görün…Guggenheim’a Accademia iskelesinden ulaşabilirsiniz; salı günleri kapalı, diğer günler 10.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz, giriş 15 Euro.
Diğer Yerler
Kanal boyunca genel olarak kiliseler, malikaneler arasından geçerek dolaşıyorsunuz, malikanelerin çoğu ziyarete açık değil, özel kullanımda; bunun dışında otel, bir kurumun idari merkezi ya da müze olarak kullanılanlar da var. Bunlar dışında kalan yerlere ise bu bölümde değindim.
San Giacomo di Rialto
Rialto köprüsünün sol ayağının bitiminde bulunan bu değişik görünümlü minik kilise, rivayete göre 421’de yapılmış ama kayıtlara geçen tarihi 1152 imiş. Kendine has Gotik havaya sahip Kilisenin kulesindeki saat, zamanı kafasına göre gösteriyormuş. İnsanın bağrına basacağı bu sevimli, kendine has yapı ve çevresindeki barlar da ayrı bir çekim merkezi. Burası bir müzik müzesi olarak kullanılıyor ve ücretsiz gezilebiliyor.
Mercato del Pescheria
Rialto Köprüsü’nün yanındaki pazar meydanı sebzeden balığa ne ararsanız bulabileceğiniz bir yer. 1250’lerden beri şehrin en canlı pazarı ama erken saatlerde açılıp öğlene doğru kapanıyor, onun için erken davranmanız gerek… Erberia, sebze ve meyve pazarı; yanında da Pescheria denen balık pazarı var. Pazar günleri kapalı. Daha taze, daha ucuz ve daha renkli… Zamanı uydurabilirseniz uğrayın.
Fondaco dei Tedeschi
Alman tacirlerin hem depo hem de konaklama ihtiyaçları için kullandıkları bina, hemen Rialto Köprüsü’nün sol tarafında yer almakta ve bugün sükseli bir mağazaya ev sahipliği yapmakta; şaraptan eşarpa her şey var ama bir şişe şarap 900 euroydu, haberiniz olsun. Bina 1228 yılında yapılmış ama atlattığı yangın sonrası 1508’de Rönesans tarzda yeniden yapılmış. Şimdilerde pahalı markaların renklendirdiği bina, yıllar içinde Giorgione, Titian, Tintoretto gibi sanatçıların eserlerinin yok olmasıyla esas rengini kaybetmiş. Ama bizi ilgilendiren buranın terası… Teras manzarası bir harika, tüm kanala hakim bir noktada. Ama çıkmak için randevu almanız gerek, ya Mağazanın içindeki sistemden ya da internetten… Sadece 15 dakika o manzarayı yudumlamanıza izin var; size tavsiyen güneş batışı saatlerini tercih edin, günün kızıllığı Kanala vururken iyi ki şu geveze adamın yazdıklarını okumuşum diyeceksiniz…
Size tavsiyem bu tekne gezisini bir gündüz bir de gece yapın; geceleyin özellikle dolunay varsa ay ışığının malikanelerin şık kristal avizelerinden yayılan ışıklara karışıp Kanal sularına oynaşmasını seyretmek, o ışık yanan pencerelerden eski günlerin şaşaasından bugüne kalan görkemi görmek ayrı bir deneyim… Artık tekneden inme vakti, bu yazımızın da sonu demek. Ama Kanal’ın öyküleri bitmiyor. Eğer o öykülere kulak vermek isterseniz ‘Meraklısına’ kısmına bir göz atın…
Meraklısına Kanal Öyküleri
Büyük Kanal aslında Venedik tarihinin bir özeti; bazı malikaneler şık, bakımlı, bazıları metruk ama hepsi gezilesi yerler… Bir Venedik gezisi, belki bu malikanelerin hepsini gezmemize yetmez, gerek de yok zaten ama tekne turu boyunca önünden geçtiğimiz yerler hakkında kısa bilgiler, oranın öyküleri ilginç olabilir belki… Rotamız 1 numaralı vaporetto hattı…
Vaporetto 1 Numaralı Hat Durakları
Bu hat Piazzale Roma ile Lido arasında çalışmakta ama bizi ilgilendiren duraklar: P.Roma-Ferrovia-Riva de Biasio-San Marcuola(Casino)-San Stae-Ca’d’Oro-Rialto Mercato-Rialto-San Silvestro-San Angelo-San Toma-Ca’Rezzonico-Accademia-Giglio-Salute-San Marco… Bu duraklarlar Ferrovia, Rialto, Accademia duraklarında yukarı ve aşağı yönler için birbirine yakın ama farklı duraklar bulunmakta, dikkat etmenizde fayda var, diğerleri aynı duraktan yukarı ve aşağı yönlere gidilebiliyor.
Palazzolardan Öyküler
Önce sağda Palazzo Diedo’yu göreceğiz; 18 yüzyıl sonuna ait bu Neo klasik malikanede, Venedik Cumhuriyeti’nin donanmasının son komutanı doğmuş. San Simone Piccolo Kilisesi’nin yanında ise 16 yüzyılda yapılmış Rönesans sarayı, Palazzo Foscari-Contarini var; büyük dük Francesco Foscari’nin ait olduğu ailenin sonraki kuşaklarına ait bir saray. Francesco Foscari, 1450’lerde ki İtalya’da diğer şehirlerle savaşmaya kafayı takmış, İstanbul’un fethi bile onu bu saplantısından vazgeçirmemiş. Aynı sırada biraz ilerde ise Palazzo Gritti’yi göreceksiniz. Burası 16 yüzyılın entelektüel düklerinden Andrea Gritti’nin üyesi olduğu ailenin malikanesi olarak 1525’te inşa edilmiş ama Andrea Gritti buranın keyfini süremeden ölmüş. Andrea Gritti, 1497’de İstanbul’a Venedik elçisi olarak gelmiş ve Osmanlı Sarayı ile yakın ilişkiler kurmuş. Bu ilişki çok da kolay bir ilişki olmamış galiba; Osmanlı topraklarında casus diye hapse de girmiş, Venedik’te ‘Osmanlı Yaltakçısı’ olarak da anılmış. Yine de İstanbul günleri renkli geçmişe benzer; üç kadınla yaşamış ve gayrimeşru oğulları İstanbul’un sefasını sürmeye devam etmişler. Scalzi Köprüsü’nün solunda Palazzo Calbo Ctotta’yı göreceksiniz; 14 yüzyılda Calbo ailesinin malikanesi olarak Gotik tarzda yapılıp 17 yüzyılda bugünkü Rönesans tarzındaki halini almış, bir çok kez el değiştirmiş, en son Ctotta ailesine geçmiş, halen özel daireler halinde kullanılmaktaymış. Yanında ise 17 yüzyılın önde gelen Sardi’nin eseri olan Palazzo Flangini görülebilir; bu barok yapı içerisinden cardinal çıkarmış olan Kıbrıslı Flangini ailesi için yapılmış. San Geremia Kilisesi’nin hemen yanında Canale di Cannaregio tarafında Palazzo Labia yer alıyor; 17-18 yüzyılda yapılan bu barok sarayın balo salonu freskleri göz alıcıymış ama ziyaret saatleri çok kısıtlı olduğu için ben göremedim. Bu arada Campo San Geremia bölgesi alışveriş için çok uygun bir yer, aradığınız şeyleri daha ucuza burada bulabilirsiniz. Palazzo Labia’nın baktığı Canale di Cannaregio üzerinde, tam karşıda yer alan Palazzo Querini’nin ön cephesindeki aile arması dikkat çekici; Querini ailesinin koleksiyonları ise Fondazione Querini Stampalia’da sergilenmekte… Hemen yanında ise, aile armasındaki kalplerden dolayı Kalpler Evi olarak bilinen Ca dei Curoi bulunuyor. Karşıda sağ kıyıda ise Palazzo Dona Balbi’yi görebilirsiniz; sade görünüşlü bu 17 yüzyıl malikanesi, evlilikle birleşen iki büyük Venedik ailesinin ismini taşıyormuş. Türk Hanı’nın hemen yakınında Fondaco del Megio dikkatinizi çekecek. Tam taş surat bir bina; burası 13 yüzyılda tahıl ambarı olarak yapılmış, Venedik simgesi Aziz Markos Aslanı ise sonradan eklenmiş, şimdi ise ilkokul olarak kullanılmaktaymış. Buranın hemen yanında sivri kuleleriyle dikkatinizi çekecek Palazzio Belloni Battagia var; 17 yüzyılda Venedik aristokrasisine giren Belloniler için Longhena tarafından yapılmış, süslü ön cephe işçiliğiyle Barok’un hakkını veren bir malikane… Yanındaki Palazzo Tron ise 16 yüzyılda Tron ailesi için inşa edilmiş, bugünse Üniversite bünyesinde kullanılmakta; aileden bir dük çıkmış ve bir çok da devlet adamı, Bavyera Elektörü Maximilian da 1684’te burada kalmış ama en çok 1775’te İmparator Joseph II için verilen balo ile ünlüymüş. Karşıda sol kıyıda başka Palazzo Vendramin Calergi mutlaka diğer binalar arasından sıyrılarak dikkatinizi çekecektir çünkü burası şehrin en sükseli kumarhanesi; Mauri Coducci’nin tasarladığı bu erken dönem Rönesans binası Loredan ailesi için yapılmış ama el değiştirip en son Calergi ailesine oradan da Şehir Yönetimine geçmiş, binanın kötü anlar barındırması normal, kumarhanede kaybedenlerin yürek acıları yeter ama hatırlanan en kötü anısı, Wagner’in burada ölmesi, hatta anısına 1995’te bina içinde küçük bir müze de açılmış ama buraya ulaşmak biraz sorunlu, normal iskeleden buraya gelemiyorsunuz, cebiniz dolu olarak özel gondollarla ancak… Tesadüfe bakın ki hemen yanındaki Gotik tarzdaki 1485 yapımı Palazzo Marcello ise, bir başka bestecinin, Benedetto Marcello’nun doğduğu yermiş. Onun yanında içinden bir dük çıkarmış önemli aristokrat ailelerden Erizzo ailesi için yapılmış Barok görünüşlü Palazzo Erinzo, bugün özel mülk ama içinde Osmanlılara karşı savaşan Paolo Erizzo’nun resimleri mevcutmuş. Sol kıyıdaki yan yana dizilen malikanelerden biri de Palazzo Emo 17 yüzyılda ünlü Venedikli generalin ailesi için yapılmış; hem Grande Canal hem Rio della Maddalena’ya cephesi olan sade bir yapı. Karşı kıyıda sağda ise, San Stae Kilisesi… Burada dikkati çeken bir yer de 15 yüzyılda yapılmış olan Gotik Ca’ Foscari… Gezimiz Ca Pesaro ile aynı sırada olan ve adını Kıbrıs Kraliçesi Caterina Cornora’dan alan Ca’ corner della Regina’nın önünden geçerek devam edecek. Kraliçe olmuş ama kaderi kötüymüş Caterina’nın; Kıbrıs Kralı II James’in eşi olan Caterina, evlendikten kısa süre sonra dul kalınca 1489’a kadar kraliçe olarak hüküm sürse de sonra bir ‘Venedik kızı’ olarak adayı Venedik Cumhuriyetine vermeye mecbur bırakılmış, işte o kraliçe Barok tarzdaki bu malikanede yaşamış. Hemen yanında ise bugün Hotel Cassiano olarak kullanılan ressam Giacomo Favretto’nun evi Casa Favretto yer almakta. Buranın hemen karşısında ise yine bir otel olan 16 yüzyıl freskleri hala görünebilen Palazzo Barbarigo bulunuyor. Hemen yanında da Rönesans tarzındaki Palazzo Gussoni Grimani Della Vida; 16 yüzyıl ortalarında Gussoni ailesi için yapılan bu Saray en son Della Vida ailesi tarafından alınmış. Bir başka görkemli saray, Palazzo Fontana Rezzonico da hemen yanında yükselmekte; bu kırmızı renkli 17 yüzyıl binası Papa Clement XIII doğduğu yermiş. Yanındaki Neoklasik tarzdaki Palazzo Miani Coletti Giusti’yi geçince bence Kanal’ın en çarpıcı yapılarından biri olan Ca’d’Oro’ya varıyoruz. Gezimize devam ederken 14 yüzyıla ait Bizans-Gotik tarzındaki Palazzo Sagredo’yu göreceğiz, burası şimdi bir otel. Dük Marco Foscari’nin evi olan Palazzetto Foscari’yi geçtikten sonra Barok tarzındaki Palazzo Michiel dalle Colonne’yi görürüz; revaklarıyla dikkat çeken bu yapı bir çok kez el değiştirmiş ve 17 yüzyıldaki sahibi Mantova Dükü zamanında burası ahlaksızlık yuvası olarak anılır olmuş, tombul hanımlara olan düşkünlüğüyle zamanının din adamlarını çileden çıkarmış. Yanındaki aslında Gotik tarzda olan Palazzo Michiel del Brusa ise 1774’teki yangından sonra yeniden yapılmış, bugünse sanat sergilerine ev sahipliği yapmaktaymış. Yanında ise yine otele dönmüş bir malikane bulunmakta; 18 yüzyılda İngiltere’nin elçisi Joseph Smith için klasik tarzda yapılmış olan muhteşem Palazzo Mangili Valmarana. Hemen yanında da Kanalın belki en eski yapısı olan Ca’da Mosto; 13 yüzyılda Venedik-Bizans tarzında Mosto ailesi için yapılmış, Portekiz’e esir taşıyan ünlü denizci Alvise da Mosto burada doğmuş ve 16-18 yüzyıllarda otel olarak kullanılmış olan yapı halen boşmuş. Karşısındaki Palazzo Mortosini Brandolin ise, soylulukları 9 yüzyıla kadar inen Morisine ailesine ait bir malikane…Yanındaki Tribunale Fabrika Nuove ise 1555’de Sansovino imzalı Pazar yeri olup bugün Mahkeme binası olarak kullanılmaktaymış. Yanındaki Rönesans tarzındaki Palazzo Grimani bugün temyiz mahkemesi olarak kullanılsa da, 1556’da Rönesans tarzında Vali Giramolo için yapılan bir yapıymış. Yanındaki 19 yüzyılda otele dönüştürülen Ca’Corner Martinengo Rava’ nın konukları arasında yazar James Fenimore Cooper’da varmış. Yanındaki ikili binalar Palazzo Farsetti ile Palazzo Loredan 12 yüzyılda inşa edilmiş, 18 yüzyılda birleştirilmiş, bugünse Şehir Meclisine ait; Venedik manzaraları ile ünlü Canova, zamanında buradaki okulda yetişmiş. Yanındaki Casetta Dandola 1192-1205 arasında Dük olan Enrico Dandolo’nun doğduğu yermiş. Sonra gelen Palazzo Bembo; 15 yüzyılda Gotik tarzda soylu Bembo ailesi için yapılan ama defalarca tadilattan geçen bir malikaneymiş, Rönesans kardinali Pietro Bembo’nun da doğduğu yermiş, bugün çağdaş sanat sergileri yer almaktaymış. Bir 13 yüzyıl yapısı olan Palazzo Bolani, 16 yüzyılda şair Pietro Ariteno’nun yaşadığı yermiş. Rialto’ya gelmeden bu kıyıdaki son malikane ise Palazzo Manin- Dolfin, 1540’da Sansovino tarafından yapılmış ama bugüne sadece Klasik ön cephesi ulaşmış. Karşı kıyıdaki aynalı holüyle ünlü 1560 yapımı Rönesans tarzındaki Palazzo Papadopoli’nin yanında bulunan Palazzo Barzizza 13 yüzyıldan kalma ön cephesiyle bizi selamlamakta. Rialto’nun kıyısındaki köşeli yapı Palazzo Camerlenghi ise 1488’de yapılmış, üstü maliye idaresi, altı ceza eviymiş. Rialto’dan sonra sağ kıyıda yüzyıl yapısı olan Palazzo Capello Malipiero 1622 yılında yeniden inşa edilmiş ama hala odalarında genç Casanova’nın maceralarının fısıldandığı duyulabilirmiş, 15 yaşındaki Casanova renkli hayatının başlangıcını burada yapmış. Yanındaki Palazzo Grassi ise 1730’larda inşa edilmiş, 1984’te Fiat tarafından alınıp sanat galerisine dönüştürülmüş. 13 pencereli yer olarak bilinen Palazzo Moro Lin, 1670’de ressam Pietro Liberi için iki Gotik yapının birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Aynı sıradaki Palazzo Mocenigo ise dört palazzodan oluşmuş, 1818’de Byron burada kalmış. Karşı kıyıda ise Palazzo Giustinian, 1858-1859’da Wagner’in kaldığı ve Tristan ve Isolde’yi yazdığı yermiş. Yanındaki Ca’ Foscari, 1437’de Dük Francesco Foscari için yapılan bina bugün Üniversite’ye aitmiş. Aynı sıradaki Palazzo Balbi’de ise Napoleon 1807’de şerefine düzenlenen yarışları buradan izlemiş. 17 yüzyıl başına ait Klasik bir yapı olan Palazzo Grimani’den sonra Rio San Polo’nun köşesindeki Rönesans havalı Palazzo Persico ise Lombarda usulü 16 yüzyıla ait bir malikaneymiş. Yanında bulunan 1560 yılında terası ile ünlü olan Palazzo Barbarigo della Terrazza’ daki Titian resimleri 1850’lerde Çara satılmış ve bugün Hermitage Müzesinde sergilenmekteymiş. Palazzo Capello Layard ise Ninova’yı bulan arkeolog Sir Austen Henry Layard’a aitmiş. Karşısındaki Gotik Palazzo Garzoni ise bugün Üniversite’nin mülkiyetindeymiş. Aynı sıradaki Palazzo Corner Spinelli Mauro Coducci’nin eseri olup 16 yüzyıl başında yapılmış ve dönemin örnek yapılarından biri olarak gösterilmiş. Sonra gelen 15 yüzyıla ait Gotik Palazzo Loredan, 1752-1762 arası Dük olan Loredan’ın eviymiş. Sonra da 1609 yapımı Palazzo degli Scrigni görülüyor; buranın konukları arasında Lady Diana da varmış Karşısındaki Palazzo Falier ise, 1355’te vatana ihanet suçundan dolayı başı kesilen Dük Marino Faliero’nun eviymiş; bazıları eşinin onurunu koruduğunu, bazıları rejim değiştirmeye çalıştığını iddia etmiş ve bu olay Byron ve Casimir Delavigne romanlarına, Donizetti operasına konu edilmiş. Aynı kıyıda Accademia’nın hemen yanındaki Palazzo Franchetti Cavalli ise, Avusturya Friedrich’in 1836’da öldüğü yer, 1565 yılında yapılan bu bina bugün Istituto Veneto di Scienze’ye ev sahipliği yapmakta… Yanındaki 1425’te yapılan Venedik Gotiği tarzındaki Palazzo Barbaro ise ağırladığı ünlülerle adından bahsettiriyormuş; Henry James Aspern’in Mektupları’nı burada yazmış, Monet ile Whistler burada resim yapmış. Aynı kıyıda Kanalın en küçük evlerinden Casetta della Rose , şair Gabriele d’ Annunzio’nın eviymiş. Ca’ Grande ise Sansovino tarafından Kıbrıs Kraliçesi’nin yeğeni için tasarlanan Klasik bir yapıymış, içinde ise aile soy ağacının tasviri bulunmaktaymış, bu günse Eyalet İdaribinası olarak kullanılmaktaymış. Accademia tarafından ilerlerken Rönesans şahikası Palazzo Contarini del Zaffo’yu görürsünüz, 1400 sonlarına doğru Contarini ailesi için yapılmış. Aynı sıradaki Palazzo Barbarigo ise mozaikleriyle gözünüze çarpacak. Guggenheim’dan sonra ön cephe süslemeleriyle dikkatinizi çekecek Palazzo Dario’nun esas ünü uğursuzluğu; 1479’da burayı yaptıran Giovanni Dario’dan sonra kızı Marietta, kocasının iflasından sonra intihar edince felaketler zinciri başlamış, sonraki sahibi Abdit Abdoll’un iflas etmiş, İtalyan tenor burayı almak üzereyken kaza geçirmiş, The Who grubunun menajeri Christopher Lambert artık lanetten m, aldığı haplardan mı bilinmez hortlaklar görüp evden kaçmış, sonraki sahibi Fabrizio Ferrari iflas etmiş, Raul Gardini iflas edip intihar etmiş, en son malikane bir Amerikan şirketine geçmiş, nefesimizi tuttuk, bu sefer ne olacak diye bekliyoruz… Neyse ki hemen yanındaki Palazzo Salviati, muhteşem cam mozaikli ön cephesiyle gözümüzü gönlümüzü açıyor, burası Salviati cam fabrikasının idari merkeziymiş. Yanındaki 1892’de çakma Gotik tarzda yapılmış Ca’ Genovese’yi görüp bakışlarımızı Santa Maria della Salute Basilikası’na kaydırıyoruz. Karşı kıyıda ise 14 yüzyıla ait Gotik Palazzo Gritti Pisani bugün lüks bir otel. Zarif süslemeli 15 yüzyıl yapımı Palazzo Contarini Fasan ise Shakespeare’in Othello’sunda Desdemona’nın evi olarak kabul ediliyormuş; bu işin kurgu kısmı, gerçekte ise 1550’lerde Osmanlılara karşı mücadele eden milli kahraman Nicola Contarini burada yaşamış. Rönesans tarzındaki Palazzo Tieplo’da bugün bir otel olarak kullanılmakta ama 1310’da başarısız bir ayaklanmaya karışan Tiepolaların malikanesiymiş. Ön cephesindeki resimler, heykeller, fresklerle göze çarpan Palazzo Treves Bonfili, Neoklasik tarzda 17 yüzyıl yapımı bir yapı. Bienal’ın yönetim merkezi olan Palazzo Giustinian, zamanında Verdi, Proust, Turner gibi sanatçıları ağırlayan bir otelmiş. San Marco Meydanını süsleyen binalara varmadan geniş bir yeşil alan gözünüze çarpacak; burası Napoleon’un yaptırdığı, kraliyet bahçeleri olarak bilinen Giardinetti Reali, dinlenmek ve manzara seyretmek için harika bir park… Dinlenmek için bir seçenek de Harry’s Bar; Dünyanın ilk Harry’s Bar’ında bir dinlenme içkisi iyi gidebilir.
Venedik’in hemen her yerini gezdik, meşhur karnavalına katıldık, saraylarına hayran olduk, Katedraliyle, Dükler Sarayı ile büyülendik, adalarında nefes aldık. Ama Venedik bitmedi. Gerçekten şehrin her adımında, her kanalında bir gezginin ilgisini çekecek türlü ayrıntılar mevcut. Bu yazımızın bundan sonraki bölümünde Venedik’e veda ederken San Marco ve çevresini gezdiğimiz birinci yazımda ve Büyük Kanal çevresi gezdiğimiz bu yazıda henüz anlatmadığım yerlerden bahsedeceğim; bunlar daha çok Canal Grande’yi çevreleyen adaların iç kısımlarındaki ve Guidecca’daki yerler…
Artık daha önce anlattığımız yerlerden geriye ne kaldıysa oralara gideceğiz. Daha önce gezdiğimiz San Marco Meydanı, Büyük Kanal gibi Venedik’in ana turistik bölgelerinin kıyısında kalsa da bu yerler de daha önemsiz değiller.
Halen Venedik’in kalan yerlerini gezmek isteyenler için yola devam o zaman…
Müzeler, Malikaneler, Opera vs.
Kiliseler dışında Venedik’in anlattığım bölgeleri dışında olup da ilginizi hak eden yerler var. Şimdi onlara uğrayalım.
Hotel Danieli
Venedik şehir kültürünün bir parçası olan, tarihi 14 yüzyıla giden bu koyu pembe boyalı otel, Riva degli Schiavoni bölgesinin en göze çarpan binalarından. Önceleri operaların sergilendiği bir yer olan yapı daha sonra otele dönüştürülmüş, konukları arasında Dickens, Cocteau, Proust, Wagner, Debussy, Balzac gibi kişilerin olduğu otel de skandallar da eksik olmamış. Alfred Musset ile George Sand’ın büyük aşkının olaylı bitişi de burada olmuş ve George Sand, Musset’nin doktoruyla kaçmış.
Palazzo Zaguri
Gotik tarzın kendini hissettirdiği bu malikane, 1350’ lerden beri Venedik’in bir çok ünlü ailesinin evi olmuş. Malikane bir çok şeye tanık olmuş, akıl almaz partilerden yoğun resim ve sanat odaklı günlere kadar.
Bugünse bir kültür merkezi. Kandinsky’den Bolero’ya isimli koleksiyonun yer aldığı malikane de, Kandinsky, Bolero, Dali, Picasso, Miro, Warhol gibi bir çok sanatçının en bilindik eserlerinin halı dokumaları sergilenmekteydi. Kasım-Mart arası 10.00-19.00, Nisan-Ekim arası 10.00-20.00 saatlerinde ziyarete açık olan merkezin girişi 16 Euro.
La Fenice
1792 yılında klasik tarzda yapılan La Fenice Tiyatrosu, 1836’da çıkan yangından sonra tamamen yeniden ve muhteşem bir şekilde yapılıp bugünkü ismini (fenice, küllerinden doğan anka kuşu anlamındaymış) bileğinin hakkıyla kazanmış ama 1996 yangınıyla yine küllerine geri dönen anka kuşumuz, en sonunda bugünkü halini almış. Bina, bugün görkemli operalara ev sahipliği yapmakta. Binayı gezerken Maria Callas’a özel bir önem verildiği hissediliyor; Opera içinde ayrı bir Callas köşesi var, ayrıca binanın arka taraftaki köprüye Callas Köprüsü de deniliyor… Ancak burası Leyla Gencer’in de harikalar yarattığı bir yer. Burada bir gösteriye gitmeseniz de içini gezebilirsiniz; rehberli turlarla geziliyor ve önceden belirlenen değişik gezi saatleri var, ücret 11 Euro.
Palazzo Bovolo
Contarini ailesi tarafından 15 yüzyılda yaptırılan bu malikanenin en dikkat çekici yanı Lombardiya tarzı zarif sarmal merdivenleri. Venedik’in gizli hazinelerinden. Üst katta Tintoretto Odasında ressamın hayatı hakkında bilgi bulabilirsiniz. Buradan çıkılan taraça da ise muhteşem Venedik manzarası sizi bekliyor.
Museo Fortuny
Ressam, heykeltraş, sahne tasarımcısı, fotoğrafçı ve bilim adamı olan Fortuny’nin bir dönem kaldığı Palazzo Pesaro Orfei malikanesi bugün modern sanat sergilerine ev sahipliği yapmakta. Gösterişli pilili ipek giysileriyle bilinen Fortuny’nin bir katkısı da tiyatro sahnelerinde gökyüzü efekti yaratmak için kullanılan Fortunu Kubbesiymiş. Koleksiyonda Fortuny’nin altın gümüş kullanılarak dokunan kumaşları yanında biraz sönük kalan resimleri de sergilenmekte. Salı günleri kapalı olan Müze, 10.00-18.00 saatleri arasında gezilebiliyor, giriş 10 Euro.
Arsenale
12. yüzyılda kurulan ve Venedik’in gücünü aldığı donanmasının kaynağını oluşturan bu tersane, ziyarete kapalı. Ama binanın önündeki arslanları görmek için bile gelmeye değer. Öndeki iki arslan heykeli 1687’de Pire’den getirilmiş. Üçüncü aslanın ayaklarındaki runik yazılar ise 1040’larda Yunan ayaklanmalarına karşı Bizans İmparatorluğu adına savaşan İskandinav askerlerden yadigarmış. Arselane’a gelmeden önce de bir denizcilik müzesi var, ilgilenirseniz…
Bianale-Giardini Pubblici
Kıyıya açılan bu yeşillik alan hem dinlenmek için manzaralı bir seçenek hem de tek sayılı bir yılın yaz başlangıcına denk gelmişseniz Bienal pavyonlarından bazılarını gezebileceğiniz bir sanat ortamı sunmakta.
Scuolalar
Venedik’te göreceğiniz mekanlardan biri de Scuolalar… Loncası olarak düşünebileceğimiz scuololar, Venedik’te 13. yüzyıldan itibaren belli meslek gruplarına ya da azınlıklara yardım amacıyla kurulan gayri resmi örgütlenmelermiş. Zamanla bazıları zenginleşip şaşaalı binalara, resim ve heykellere para harcayan yerlere dönüşmüşler. Kayıtlara göre Venedik’te 8 scuola bulunmaktaymış. Bir tanesine gidecekseniz bu Scuola Grande di San Rocco olmalı…
Scuola Grande Di San Rocco
Zamanınız varsa Venedik’te mutlaka görmeniz gereken bir yer olan Scuola Rocco, Aziz Rocco adına hastalar için yapılan bir hayır kurumuymuş. Bartolomeo Bon tarafından 1515’te başlanıp 1549’da Scarpagnino tarafından tamamlanan yapı, Aziz Rocco’nun şehri vebadan koruduğuna inananlardan toplanan bağışlarla yapılmış. Binanın tavan ve duvar süslemelerini ise Tintoretto üstlenmiş. Yine Tintoretto’nun Çarmıha Geriliş tablosu, bir ustalık eseri olarak görülüyormuş. Sala dell Albergo’nun tavanındaki Cennetteki Aziz Rocco ise Tintoretto’nun çok takdir edilen eseriymiş. Diğer salonda Eski ve Yeni Ahitten sahnelerin ter aldığı tablolar, Bakire Meryem’in hayatını anlatan resim dizileri görülebilir. Duvar işlemeciliğinin eşlik ettiği muhteşem resimler burayı mutlaka görülmesi gereken bir yer haline getiriyor.
Scuola Grande Di Teodoro
1258 ‘de kurulan ve San Salvador Kilisenin bazı bölümlerini de kullanan okul, 17. yüzyılda genişletilmiş, bugünse kültürel etkinliklerde kullanılmakta
Scuola Di San Giorgio Degli Schiavoni
Dalmaçyadan göç eden Schiavoni cemaatinin Vittore Carpaccio’ya yaptırdığı resimlerin yer aldığı bu scuola 1451’de kurulup 1551’de yenilenmiş.
Scuola Grande Dei Carmini
Santa Maria dei Carmini Kilisesinin yanında Karmelit tarikatının merkezi olarak 1663 yılında inşa edilmiş. Giambatista Tiepolo’nun yapıyı süsleyen resimlerinden mutlaka etkileneceksiniz çünkü Karmelitler bu resimleri o kadar beğenmişler ki ressamı fahri üyeleri yapıvermişler.
Kiliseler
Önce Venedik’te gittiğim diğer kiliselerden bahsedeyim. Ama Venedik’te kiliselerin hepsini gezeceğim diye bir hedefiniz olmasın, o hedef tutmaz… Ben bu kiliselerin bir çoğuna gittim ve gittiklerimin çoğunu da yazıda anlattım ama yoruldum, hepsini aktaramadım buraya. Hem canım, zaten hepsi birbirinin aynı değil mi sonuçta… Venedik’te kiliseleri ziyaret etmenin en zor yanı, açık olduğu saatlerin karışık olması, hatta sanki bu saatler biraz da keyfi. Kilise ziyaretleri açısından bilinmesi gereken bir diğer nokta da bazı kiliselerin girişinin ücretli olması ya da girişte para almasalar bile bir bölümünün ziyaretinin ücretli olması… Ücretler ise 1-3 Euro arasında değişiyor. Ancak ücretli kiliselerin bir kısmı artık sanat ve konser faaliyetleri için kullanılmakta. Şimdi gezeceğimiz kiliseler içinde ilk ikisi eliniz kanda olsa gidilecek yerlerden, sonraki üç gidilmesi gereken kiliselerden, diğerleri yolunuza çıkarsa bakınlar arasında…
San Giorgio Maggiore
Venedik’e deniz yoluyla gelirseniz sizi ilk karşılayan, Giudecca’nın yakınında bir ada üzerinde kurulu bu muhteşem kilise, 16. yüzyılda Benedikten kilisesi olarak yapılmış. Adada ilk olarak 790’da bir kilise yapılmış ama 1223’deki depremden sonra buraya yeni bir kilise inşa edilmiş. En son 1566-1610 yıllarında tam bir Rönesans eseri olarak bugün gördüğümüz kilise ortaya çıkmış. Deniz yoluyla Venedik’e gelecekseniz, bu devasa kilise sizi büyüleyecektir. Dış cephesi ilk bakışta bir Yunan tapınağını andırıyor. Çan kulesi ise 1467’de yapılmış ama kule yıkılınca 1791’de Neoklasik tarzda tekrar yapılmış. Kilise’de Tintoretto’nun iki devasa resmi hemen göze çarpıyor. Bunun dışında Sebastiano Ricci, Jacopo Bassano, Leonardo Bassano eserleri de görülebilir. San Giorgio Maggiore Kilisesi gerek etkileyici beyaz mermer dış cephesi gerekse içindeki önemli eserlerle bir turistin beğenisini hak eden bir yer. Monet’de böyle düşünmüş olmalı ki, uzun uzun buranın resimlerini yapmış.
Santa Maria Gloriosa Dei Frari
1250-1338 arasında Fransiskenler tarafından yaptırılan bu heybetli Gotik kilise kesinlikle görülmeye değer. Kilise 15 yüzyılda genişletilerek bugünkü halini almış. Kilisenin sert dış cephesi içeride birbirinden değerli eserlere yerini bırakıyor. Venedik manzaralarıyla ünlü Canova’nın mezarı bunlardan biri.
Tiziano’nun Meryem’in Göğe Yükselişi ise mutlaka görülmesi gereken bir tablo. Ayrıca Tiziano ve Dük Foscari anıtları da kilise de görülebilir. Ahşap ve taş işlemeciliğinin üstün örnekleri birbirinden değerli resim ve heykellere eşlik etmekte. Zaman ayırın, pişman olmazsınız.
Gesuati
Giudecca’da bulunan ve Santa Maria del Rosaio olarak da bilinen bu Kilise 1726’da Dominikenler tarafından yapımına başlanmış. Kilise Klasik tazındaki dış cephesiyle dikkatinizi çekecektir. Ancak kilisenin rokoko iç süslemeleri de dış cephesini aratmayacak kadar göz alıcı. Özellikle Tiepolo’nun resimleri kilisenin en değerli hazinelerinden. Tavanın üçlü freskleri, tablolar, heykeller Kilise’yi adeta bir sanat müzesi haline getirmekte.
Gesuiti
12. yüzyılda Crociferi tarikatına ait bir kilisenin bulunduğu alana 1714’te Cizvitlerin bir kilise yapmalarına izin verilince Domenico Rossi tarafından Barok cepheli bu muhteşem kilise yapılmış. San Maria Assunta olarak da bilinen ve dış cephesi kadar iç dekorasyonu ile de büyüleyici olan kilisede Tiziano’nun Aziz Laurentius’un Şehit Edilmesi tablosu özellikle dikkate değer.
II. Redentore
Guidecca’daki 1592’de tamamlanan Santissimo Redentore Kilisesi, Palladio tarafından tasarlanmış. Mermer ön cephesince binaya gömülü sütunlar üzerinde Roma tapınaklarını andıran Kilisenin devamı büyük kubbeli bir yapıya dönüşüyor. Tintoretto, Paolo Veronese ve Francesco Bassano resimleri ile süslü kiliseye mutlaka zaman ayırın.
Santa Maria Formosa
7. yüzyıldan kalan bir kilise üzerine 1492’de Codussi tarafından Rönesans tarzında yapılan kilise, etkileyici kulesi ve dış cephesi yanında Leandro Bassano’nun Son Akşam Yemeği gibi bir çok değerli tabloyu barındırmakta.
San Vidal
1084’ten kalan bir kilisenin yerine 1696’da yeniden yapılan bu kilise 2018’den beri Interpreti Veneziani oda orkestrasının performans sergilediği bir yer.
San Giacomo Dall’orio
9. yüzyılda yapılmış bu Kilise, Venedik’in en eski kiliselerinden. 1225’te yenilenirken Bizans tarz hakim olmuş. Lorenzo Lotto’nun Bakire Meryem Azizler ve Havarilerle tablosu en önemli eseri
San Barnaba
Dorsoduro’daki bu küçük neoklasik kilise, Aziz Barnabas’a adanmış. 9. yüzyılda yapılan kilise, bir yangın sonucu tahrip olunca 1350’lerde yeniden yapılmış ve bugünkü halini 1776’da almış. Bugün sergilere ev sahipliği yapan kilise de ben oradayken Leonardo Da Vinci’nin tasarımları sergilenmekteydi.
San Zaccaria
Yapımı 9. yüzyıla kadar giden bu kilise 1414-1515 yıllarında tamamen yenilenip bugünkü Gotik ve Klasik havasına kavuşmuş. Giovanni Bellini’nin Meryem Ana ve Çocuk İsa Azizlerle tablosu en dikkate değer eserlerden. Burası zamanında soylu ailelerin kızlarının katıldığı bir manastırmış.
Sant’ Agnese
Kuruluşu 10.yüzyıla kadar giden kiliseye sonraki dönemlerde Gotik ve Barok eklemeler yapılmışsa da 1810’da Napoleon tarafından ibadete kapatıldıktan sonra iç ve dış zenginlikleri aşınmış.
San Moise
İlk defa 8. yüzyılda yapılan Kilise’nin Barok ön cephesi 1668’de yapılmış. Katkılarından dolayı Moise Vernier’ye de atıf yapılan kilise bir yandan da Bizans’ın Eski Ahit’teki peygamberleri de kabul etmesinden dolayı Musa’ya gönderme yapmaktaymış.
San Polo
İlk yapımı 9. yüzyıla tarihlense de 15 yüzyılda yeniden yapılan ve 19. yüzyılda Neo Klasik havasına bürünen kilisede Tiepolo’nun Haç Yolu serisi ve Tintoretto’nun Son Yemek tablosu görülebilir.
San Pantolon
Bir doktor olan Aziz Pantolon’a adanan 17. yüzyıl kilisesinin tavanında yer alan ve kırk kısımdan oluşan tablo da Aziz Pantolon’un şehit edilişi anlatılmakta. Bunun yanında Veronese’nin Aziz Pantolon’un Hasta İyileştirme tablosu, Antonio Vivarini’nin Kutsal Bakire’nin Taç Giymesi resmi görülecek eserler arasında.
San Rocco
Bartolomeo Bon tarafından 1489-1508 yıllarında yapılan kilise Aziz Roch’a adanmış. Kilise’de Aziz Roch’un kemikleri de saklanmakta. Ön cephe 1771’de tamamlanmış ve Maccarucci eseri.
Santi Apostoli
Cannaregio’daki bulunan ve geçmişi 7. yüzyıla kadar giden bu kilisenin bugünkü hali 1575’ten kalma. Tiepolo ve Veronese’nin tablolarına ev sahipliği yapan kilise, şehre damgasını vurmuş bir çok şahsiyetin de son istirahgahı.
San Maurizio
Yapımı 16. yüzyıla giden bu kilise 1806’da Selva tarafından Neoklasik tarzda yapılmış ama bugün Barok döneme ait müzik aletlerinin sergilendiği Museo della Musica’ya ev sahipliği yapmakta.
Bunlar Venedik’te benim gidebildiğim yerler. Tabii eksik kalan yerler var. Çiniler, fildişi eşyalar, mobilyalar, porselenler, el yazması kitapların sergilendiği Palazzo Cini mesela; 1949’da ölen oğlunun anısına Kont Vittorio Cini tarafından oluşturulmuş. Ancak Botticelli, Filippo Lippi, Piero della Francesca’nın eserlerinin yer aldığı koleksiyonu görmek biraz sıkıntılı çünkü yılın büyük bir kısmında kapalı. Bir başka gidemediğim yer ise Museo Diocesano d’Arte Sacra; Romanesk Sant Appolonia Manastırı 1976’dan beri diğer kilise ve manastırlardan toplanan sanat eserlerine ev sahipliği yapmakta ama biraz da diğer müze ve kiliseler de bu türün çok iyi örneklerini gördüğüm için ihmal ettiğim bir müze oldu burası. Öte yandan Bovolo malikanesi Venedik’in Gizli Hazinesi olarak geçmekte, orayı gezdim, anlattım ama bu kapsamda dört tane daha gizli hazine var: Chiesa delle Penitenti, Oratorio dei Crociferi, Complesso dell’Ospedaletto ve Chiesa della Zitelle…
San Marco, Dükler Sarayı ve çevresindeki tarihi yapılar ve müzeleri gezmek isterseniz; Venedik Gezi Rehberi 1- San Marco Meydanı Venedik’e Dair Herşey
Venedik Adaları Murano, Burano ve Torcello’yu gezmek isterseniz; Venedik’in Üç İncisi: Murano, Burano, Torcello
Venedik’i ünlü Venedik Karnavalı zamanı gezmek isterseniz; Venedik Karnavalı; Bir Maskeyi Sevmek
linklerinde yer alıyor.
Dünyanın en güzel bulvarını gezerken öykülerine de kulak verdik, bu arada belki bizim de bir öykümüz olmuştur dalgaların tanık olduğu… İyi gezmeler…
[…] Venedik Gezi Rehberi II: Canal Grande – Dünyanın En Güzel Bulvarı […]