Size kendi öykümüzün en başını anlatacağım; bugün bin bir telaş, hırs, çaba içinde sürüklendiğimiz uygarlığımızın ilk günlerini… Bundan binlerce yıl önceydi; bu toprakların ilk konuklarının, hayvanları avlayarak, otları toplayarak oradan oraya sürüklenmekten vazgeçip yerleşik hayata geçmeye başladıkları dönemlerdi. Bugünün tarihlemesiyle Neolitik- Kalkolitik dönemde bu toprakların ilk yerleşimcileri belki de o dönem için metropol sayılabilecek bir yerleşim kurdular Çatalhöyük’te. O zamana kadar bulduğunu/avladığını yiyen insanlar yavaş yavaş yerleşik düzene geçmişler, tohumları ıslah etmişler ve tarım faaliyetlerine başlamışlardı. Yani esas hikaye yeni yeni başlıyordu.
Aslında yüz binlerce yıldır mağaralarda yaşayan insanlar ne oldu da, o mağaraları terk edip derme çatma kulübelerde yaşamaya başladı; bu durum daha tam olarak bilinemiyor. Neolitik dönemi biraz da insanların barınak yapıp yerleşik düzene geçişle ilişkilendiren tarihçilerin sayısı epeyce fazla. İnsanlar tarıma başladıkları dönemde yerleşik düzene de geçmişler. Öte yandan paleolitik döneme ait yerleşim yerlerinin bulunduğunu savunanlar da var. Ama genel olarak üzerinde anlaşılan nokta, Neolitik çağ yerleşimlerinin Yakın Doğuda başlayıp Anadolu üzerinden yayıldığı hususu…
Aslında Anadolu’da Çatalhöyük öncesine tarihlenen yerleşimler bulunmakta. Buğday ve arpanın ıslah edilip küçükbaş hayvanların evcilleştirilmesiyle insanlar mağaralardan çıkıp köy yaşamına geçtiler; tabi birden olmadı bu! Bir yandan avcılık ve toplayıcılık sürerken bir yandan tarıma geçildiği, hatta tarım olmadan da köylerin oluştuğu yerler saptanmış. Anadolu’da saptanan ilk yerleşim yeri Batman ili, Kozluk İlçesindeki Hallan Çemi imiş. “Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem” olarak adlandırılan bu zamanda yerleşim yerleri etrafında nüfus artmış. Bu dönemin en önemli malzemesi obsidyen Niğde-Nevşehir-Aksaray üçgeninde bol miktarda bulunmaktaymış. Kesici, delici, kazıyıcı alet yapımında kullanılan bu volkanik taş, daha güneydeki bölgelerde de tespit edilmiş. Bu durum o dönemde bile ticaret olduğuna delil olarak kabul ediliyormuş. Yakın doğu coğrafyasında buğday ilk olarak Urfa çevresinde, M.Ö. 8500’lerde yetiştirilmiş. Köpek ise ilk evcilleştirilen hayvanmış; köpeklerin insanlara koşulsuz güveninin temeli binlerce yıl öncesine dayanıyor galiba, ama kaç kez hayal kırıklığına uğramışlardır kim bilir… Orta Anadolu Neolitiği ise Yakın Doğudan biraz farklı olmuş. Gerek mimari açıdan gerekse üretim biçimleri ve beslenme açısından hızla gelişmiş.
Bu süreçte belki de M.Ö. 7000’ler civarında devrim niteliğinde bir gelişme yaşanmış ve insanlar kilden kaplar yapmaya başlamışlar. Böylece Çanak Çömlekli Neolitik Dönem başlamış. Zamanla çanak çömlek yapım teknikleri gelişmiş ve astar, perdah ve bezemelerle toplumun kültürüne ışık tutan eserler haline gelmiş… İşte Çanak çömlekli Neolitik Dönemini Anadolu’da en iyi yansıtan yerleşme yeri Çatalhöyük’müş. Çanak çömlek kullanımı yerleşik hayatın da bir göstergesi olarak kabul edilmekte; bu ağır ve kırılgan malzemelerin avcı toplayıcı toplulukların kullanımı için uygun olmadığı genel kabul görmekte. Daha önce de bitkilerden, ahşaptan kaplar yapılıyormuş tabi; ama kilden yapılan çanaklar hem insanın sistemli üretime geçmesi, hem dekoratif sanat uygulamaları, hem de Karl Marx’ın üzerine sistemler kurduğu, sistemler yıktığı artı değerin saklanması açısından önemli.
Bugün Konya iline bağlı Çumra İlçesi’nin 10 kilometre doğusuna düşen Çatalhöyük’te M.Ö. 7500’lere giden bir yerleşimin izleri sürülmekte. Çatalhöyük’e girdiğinizde hem bize çok yabancı hem de bizim bir parçamız olan bir yere gelmişsiniz gibi hissediyor insan. Girişte hemen sağda Çatalhöyük evlerinin örneklerini görmek mümkün. Binlerce yıl öncesinden geriye ne kalmışsa; biraz ilerideki yaşam yerlerinin canlandırmaları… Evlere küçük pencerelerden geçiş sağlanmış ve en tipik bezemeler sergilenmiş. Evlerin hemen arkasında, Çatalhöyük kazılarında çıkan ana tanrıça figürininin heykeli ve kazı aşamalarının sergilendiği bölüm bulunmakta. Burası Çatalhöyük hakkında bilgilendirmeler, resim ve videolarla desteklenmiş.
Arkada ise iki tepe üzerine kurulu iki yerleşim yeri durmakta; üstü kapatılmış çadırlar içinde… İşte bu tepelerden dolayı buraya Çatalhöyük deniyormuş. Doğu Höyüğü daha yukarda ve daha uzun. M.Ö. 9000’lerden itibaren burada yerleşim başlamış, M.Ö. 7500’ler itibariyle büyük bir yerleşim alanı haline dönmüş… Çanak Çömleksiz Neolitik Döneminden başlayıp Çanak Çömlekli Neolitiğin tüm safhalarının yaşandığı bir yer burası. M.Ö. 5900’lerde de birden terkedilmiş. M.Ö. 6000’lerde yerleşimin arttığı Batı Höyüğü ise Erken Kalkolitik Dönemin özelliklerini taşıyor. Burası da M.Ö. 5600’lerde terkedilmiş. Biraz iklim değişiklikleri, biraz diğer yerleşim yerlerinin ortaya çıkması, eh belki biraz da tebdili mekanda ferahlık vardır düşüncesi; artık nedense Çatalhöyük birden terkedilmiş ve uzun bir uykuya dalmış. Binlerce yıl sonra 1961-1963’teki kazılarla burası derin uykusundan uyanıp gün yüzüne çıkmış. Kazılarda 13 yapı katı ortaya çıkarılmış, ama şehircilik yapısının ağırlıklı olduğu bölümler 7. ve 11. katlarmış.
Doğu Höyüğü tek katlı evlerden oluşmakta. Evlerin duvarları birbirine bitişik ve arada sokak yok; içlerine damdaki bir delikten merdivenle giriliyor. Yaklaşık 450 x 275 metrelik bir alana yayılmış olan Höyükte aynı duvarı kullanarak yan yana dizilen dikdörtgen planlı, düz damlı ve tek katlı kerpiç yapıları yukarıdan görebilirsiniz; tavanları yıkılmış; ama evlerin içi, duvarları zamana dayanmakta. Ahşap, kerpiç ve kamış malzemeleriyle yapılmış evler geniş bir oda, kiler ve mutfaktan oluşuyor ve birbirine benzer planlı. Ölüler ise evlerin içine gömülmekte. Ancak kuzeye bakan daha geniş bir yapının, iç düzenlemelerinden dolayı tapınak olduğu düşünülmekte… Yukarıdan tam seçemeseniz de evlerin duvarlarına sıva çekilmiş ve üzerlerine kırmızı, siyah, sarı tonlarda resimler yapılmış (Bu resimler müzelerde sergilenmekte). Resimler genelde geometrik desenler, yıldız, çiçek gibi motiflerin yanı sıra insan figürleri, insan elleri, av sahneleri, muhtelif hayvan figürleri olarak görülmekte. Kazı alanında bulunan heykelcikler ise ana tanrıça kültürünün başlangıcını göstermekteymiş. Figüratif desenli duvar resimlerinin yanında duvarlara yerleştirilmiş boğa başları ve boynuzları o dönemin inanç sistemi ile ilişkilendirilmiş. Duvardaki boğa başlarının bir kısmı kabartma olarak yapılmışken bir kısmı gerçek boğa başının kille sıvanmasıyla elde edilmiş. Duvar resimleri, önceleri paleolitik dönemden kalma avın bereketiyle ilgili tasvirlerken daha sonra av sahneleri azalmış, kuş motifleri ve kuş desenleri görülmeye başlamış. Duvarlarda görülen akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürleri, ilk başta Çatalhöyük ölü gömme adetiyle ilgili bir uygulama olarak görülmüşse de bunun doğru olduğunu gösteren bir delil bulunamamış; evlerin içine gömülenlerin başı, kolu hep tam.
Batı Höyüğü ise derinlemesine yerleşimin olduğu bir bölge. Burada evler yine birbirine bitişik, ama artık çok odalı ve iki katlı evler de görülmekte. Boşuna metropol demiyoruz; kat üstüne kat çıkmalar başlamış… Daha derin ve katmanlı bir yerleşim yeri olan Batı Höyüğünde, ev dekorasyonları da çeşitlenmekte. Bu dönemlerde Konya bugünkü gibi bozkır değil; Beyşehir’i besleyen ırmaklar buraları yemyeşil bir vaha haline sokmakta. Artık iklim mi değişiyor, coğrafya mı verimsizleşiyor, ne oluyorsa oluyor; önce Doğu, sonra Batı Höyükleri birdenbire terkediliyor. Bu konuda ilgimizi çekecek bir görüş var. Nisan 2019’da basında ‘Avrupalılar Konyalı mı’ gibi bir başlıkla yer aldığı üzere, Neolitik Döneminin Çatalhöyüklü insanlarının DNA’sı, özellikle Güney Doğu Avrupa insanlarınınkiyle karşılaştırıldığında, benzer DNA yapısına sahip oldukları görülmüş. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’a göre, bu Çatalhöyük’ten olan göçlerin bir neticesi. Yani Anadolu’dan Avrupa’ya göçün tarihi Neolitiğe kadar gidiyor.
Çatalhöyük’te ilk dönemde ölülerin yerleşim yerlerinin altına gömülmesi geleneği var. Ölüler genelde hoker pozisyonunda gömülmüş. Evin tapınak olarak nitelendirilen törensel kısmının tabanına gömülen aile bireylerinin mezarlarına ölü hediyeleri de konmuş. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, taş baltalar, deniz kabuklarından yapılan objeler konmuş. 2000’lerde yapılan kazılarda bulunan elinde kireçtaşı kaplı bir kafatasıyla gömülmüş yaşlı bir kadın ise arkeologları bir hayli şaşırtmış. Öte yandan, son zamanlarda yapılan DNA testleri, gömülen bedenlerin birbiriyle akraba olmadığını göstermekteymiş; ama bu girift ilişkiler yumağı beni aşar…
Çatalhöyük’te çıkarılan ana tanrıça figürinleri, kadınların toplum içindeki yerini, kutsallığını, doğurganlığını sembolize etmekteymiş. İki yanında leoparla tasvir edilen kadın figürinleri ise, kadının kutsal gücünü ve doğaya olan üstünlüğünü göstermekteymiş. Bu durum kadın doğurganlığı ile toprağın verimliliği arasında kurulan ilk bağlantılar olarak kabul edilmekteymiş. Kadın figürinleri, ya doğrudan tanrıçayı ya da onu temsil eden simgeleri betimlemekteymiş. Öte yandan Çatalhöyük’te 50 civarında figürin bulunmuş. Bunların çoğu da karınları, kolları, memeleri, bacakları abartılı işlenmiş her yaştan kadın tiplemesiymiş; hatta doğurma pozisyonunda tasvir edilen figürinlere de rastlanmış. Erkek figürler ise yerleşimin ilk dönemlerine aitmiş. Tanrıça tasvirleri yanında hayvan şeklinde adak heykelcikleri de bu bölgede sık rastlanan eserlerdenmiş. Bu heykeller genelde 5-15 cm boyutlarında olup pişmiş toprak ve taştan yapılmış.
Çatalhöyük seramikleri genelde kahverengi, siyah ve kırmızı renkte oval biçimde yapılmış. Daha sonraları ise çanaklar üzerinde geometrik desenler görülmeye başlanmış. Burada bulunan deniz hayvanı kabukları ve obsidyen aynalar, o dönemde de insanların süslenmeye zaman ayırdığının göstergesi. Duvar resimlerinden yün, hayvan kılı, bitki liflerinden dokumalar ve hayvan derilerinin giysi olarak kullanıldığı tespit edilmiş. Çatalhöyük’te gün ışığına çıkarılan çakmaktaşı veya obsidyen aletler, boncuk kolyeler, silahlar, kemik iğne ve saplar yanında bir mezar hediyesi olduğu anlaşılan kemik saplı çakmak taşından yapılmış hançer en kayda değer bulgulardan…
Çatalhöyük önemli… Gerçi Göbeklitepe’den sonra tüm bilinenler altüst olduğu için bu öneme biraz gölge düştü. Ama yerleşik topluma geçiş aşaması açısından Çatalhöyük’ten daha eski yerleşim yerleri olsa da, Çatalhöyük bir mihenk taşı oluşturuyor. Elbette ilk yerleşim alanları Bereketli Hilal’de görülmüş; aynı yapılaşma sürecine oralarda da rastlanmış. Ama Çanak Çömlekli Neolitik deyince Çatalhöyük en iddialı yerlerden. Burada daha çok tapınak var. Tapınaklar yapı olarak değil de bezemeleriyle öne çıkıyor. Buradaki duvar resimlerine başka yerlerde rastlanmış değil. Tarımın uygulanış ölçeği, buğday, arpa, burçak, mercimek ve bezelyenin üretilmesi, koyun ile köpeğin evcilleştirilmesi, ama hepsinden önemlisi büyüklüğü, Çatalhöyük’ü döneminin diğer yerlerinden farklı hale getiriyor.
Çatalhöyük’ün bir başka önemi daha var. 1950’lere kadar dünya tarihçileri Anadolu’da Neolitik bir kültürün olmadığına karar vermişler. Bunun alt metni Anadolu’nun hep taşıma uygarlıkların bulunduğu bir yer olduğu; kısaca uygarlıktan nasibini almamış bir yer olması… Ancak 1950’lerde James Mellart’ın önce Burdur Hacılar Köyünde, sonra da Çatalhöyük’te başlattığı kazılar ile Anadolu’da da hatırı sayılır bir Neolitik dönem yaşandığı ortaya çıkmış. Çatalhöyük bugün Ön Asya’nın en yüksek kültürlü Neolitik Dönem yerleşkelerinden biri olarak kabul ediliyor ve 2012’de UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yerini almış durumda. Gerçi Priamos Hazineleri olayından sonra önceleri Mellart’ın Türkiye’de çalışmasına izin verilmemiş. Ama Çatalhöyük’ün gün ışığına kavuşmasında en önemli rolü Mellart oynamış ve 1958 yılında keşfedilen bölge 1961-1965 yılları arasında Mellart tarafından insanlığa kazandırılmış. Sonra 1996’ya kadar durgun geçen araştırmalar, Ian Hodder başkanlığında yeniden incelenmeye başlamış. Çatalhöyük her gün yeni bir bulguyla hala insanları şaşırtmakta.
Çatalhöyük’ü anlamak için elbette Konya’daki kazı alanına gitmek gerek. Çatalhöyük, Konya’nın 52 km güneydoğusundaki Çumra ilçesinin 11 km kuzeyinde yer almakta. Ulaşım biraz zor. Eğer aracınız yoksa, Karatay Terminalinden Çumra’ya gidip oradan taksi tutmanız gerekir. Özellikle kış döneminde Çumra otobüs saatlerini iyi araştırın. Aracınız varsa Karaman’a doğru giden yoldan Çumra’ya gidip oradan tabelaları takip ederek Çatalhöyük’e varabilirsiniz. Bir diğer yol ise; Saraçoğlu Mahallesi istikametinde gidip Erler Köyüne varılıyor, Küçükköy’den sağa dönüp 5 km gidince ören yerine varılıyor. Aynı yol üzerinden Ereğli’ye doğru giden otoyol üzerinde Hayıroğlu Köyü tabelasına kadar düz gidip oradan sağa döndükten sonra, Hayıroğlu’na kadar ulaşıp oradan yine sağa kıvrılarak kanal boyunca süreceğiniz bozuk bir yoldan Çatalhöyük tabelasını görünceye kadar yaklaşık 5 km gideceksiniz. Toz toprak bir yoldan, ama ayçiçeği tarlaları arasından yapacağınız bu yolculuktan sonra tabelayı gördüğünüz yerden sağa dönüp 2 km gidince karşınızda Çatalhöyük’ü bulacaksınız. Ören yeri 09:00’da açılıyor, kışın 17:00’de, yazın 19:00’da kapanıyor; giriş ücretsiz. Ören yeri görevlisi Hasan Bey, ilk bilgileri size verecektir.
Ören yerinde yerleşim alanı hakkında ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Ama burada yaşayanların hayatına yakından bakmak isterseniz, mutlaka Konya Arkeololji Müzesi’ne ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gitmeniz gerekecek. Konya Arkeoloji Müzesi, pazartesi hariç her gün 09:00-17:00 saatlerinde açık ve giriş ücretsiz. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ise, her gün 08:30-18:30 saatleri arasında gezilebilir. Çatalhöyük’ün önemini Anadolu Medeniyetleri Müzesinden de anlayabilirsiniz. Anadolu’daki uygarlıkların izlerini taşıyan Müze, (replikalardan oluşan yeni eklenmiş küçük bir Göbeklitepe kısmından sonra) Çatalhöyük ile başlıyor; Anadolu uygarlıklarının başlangıcı olarak…
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, Çatalhöyük’ün tipik evinin çok güzel bir canlandırması var; her şeyi anlatıyor. Ayrıca bu iki müzede de, duvar resimlerinden, evlerden çıkarılan ölülere, tanrıça figürinlerinden boncuk kolyelere Çatalhöyük’ün gündelik hayatına ışık tutan çok önemli objeleri görebilirsiniz.
Binlerce yıl öncesi diyoruz, ama milyonlarca yıllık geçmişi olan dünyamızda uygarlığın en önemli göstergesi olan yerleşik hayata geçişin ne kadar yeni olduğunu, her şeyin ne kadar kısa bir süre içinde geliştiğini de göstermekte Çatalhöyük. Öte yandan bugün farkında olmadığımız ne çok şey için, bir seramik kap, bir ipe dizilmiş sıradan boncuğun, bugünlere ulaşmamız için ne önemli adımlar olduğunu da Çatalhöyük’te anlıyorsunuz. Burada gezerken sonsuz bir zaman rüzgarının ortasından geçip gittiğinizin farkına varıyorsunuz; seramik kaba çizilen farklı bir desen bile sonrası için önemli bir işaret olarak kalabiliyor. İnsanlarsa binlerce yıldan beri sürgit işleyen bir yürüyen merdivendeymişçesine gelip geçiyorlar bu dünyadan. Ören yerinde dolaşırken binlerce yıl önce aynı yerde buraların ilk konuklarının dolaştığını, hasatın azlığına üzüldüğünü, yeni doğan çocuğa sevindiğini, burada en sevdiğini kaybettiğini ya da sevgilisine kavuştuğunu, buralarda da bir zamanlar şimdiki gibi bir hayatın devam ettiğini düşünüyor insan ve bir akıp giden döngünün sadece küçücük bir parçası olduğunu hissediyor.
Binlerce yıllık tarihin ağırlığı sinmiş gibi buralara. Onca yılın insanı, onca yılın çabası, bütün öykünün başlangıcı; düşününce insanın başı dönüyor. Çatalhöyük’ten çıkarken, sanki binlerce yılın insanı binlerce yılın diliyle fısıldaşıyordu arkamdan; ne kadar küçüksünüz, ne kadar da geçici…