Sen Seni Bil Sen Seni
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir kitabının Ankara’yı anlattığı bölümünde; Ankara Kalesi’nin; çelik zırhlarını giymiş, ortada dolaşan bir eski zaman silâhşörüne benzediğini anlatır. Bütün Orta Anadolu’ya bir iç kale vazifesi gördüğünü ve eteklerinde daima tarihin büyük düğümlerinin çözülüp bağlandığını vurgular. Etilerin, Frigyalıların, Lidyalıların, Roma ve Bizans’ın, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin zamanında hep böyle olduğunu belirtir.
Roma kartalının bu kaleyi seçtiğini, Bizans-Arap mücadelesinin en kanlı safhalarının burada geçtiğini, 1197 yılında Selçuklular zamanında Kılıç Arslan ve Melik Danişmend’in ortak zaferi sonrası Bizans kartalının Anadolu’da uçamaz hale geldiğini, Yıldırım’ın, Timurlenk ile gerçekte talihin zehirden acı yüzü ile yine Ankara’da karşılaştığını, yani Anadolu’nun kaderinde değişiklik yapan olayların çoğunun Ankara Kalesi etrafında geliştiğini vurgular. Bu hadiselerin en mühim ve sonuncusunun ise İstiklal Savaşı olduğunu belirtir.
Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde, Tük velilerinin, Roma ve Bizans taşlarıyla koyun koyuna yattıklarını hatırlatır bize.
Bu terkiplerin en anlamlısının, İmparator Augustus’un şerefine toprağa dikilmiş mermer bir kaside olan Roma mabedinin kalıntıları ile yanı başındaki Hacı Bayram-ı Veli camiinin beraberce teşkil ettikleri zıtlık olduğunu vurgular.
“Hacı Bayram-ı Veli’yi Roma kartalının bu mermer yuvasında, çilehanesini seçmeye götüren gizli tesadüf nedir? Camiinin altındaki dar çile odasında geçirdiği ibadet ve murakabe saatlerinde, yanı başında duran bu taştan dünya, başka zaferleri terennüm eden iyi yontulmuş mermerler, o sert ve kibirli Roma hemşehrisi çehreleri acaba onu rahatsız etmiyor muydu? Bu velinin rahmani rüyasında komşularının mağrur sükutundan sızan düşünce ve duyguları bilsek ne kadar iyi olacaktı.” diye düşünmeye sevk eder bizi Tanpınar.
“Hacı Bayram, saf yürekli bir köylü çocuğu, gelip Roma’nın zafer mabedinin yanı başına muhacir bir kuş gibi yerleşir ve insanlara kadim imparatorluğun ayakta durmasını sağlayan hakikatlerden çok başka bir hakikatın sırrını açar.
Fakat Hacı Bayram sadece Hakla Hak olan bir veli değildir. Türk cemiyetinin bünyesinde yapıcı bir rol oynar. Kurduğu Bayramiye tarikatı esnaf ve çiftçinin tarikatıdır. Böylece Anadolu’da Baba İlyas ile başlayan geniş köylü hareketiyle ahilik teşkilatı onun etrafında birleşir. Bu hareket o kadar genişler ki İkinci Murat yanı başında gelişen bu manevi saltanattan ürkerek, Şeyhi Ankara’dan Edirne’ye getirtir. Niyetinden emin olduktan sonra onu geri göndermeye razı olur, çünkü Hacı Bayram imparatorluğun iç nizamını yapmaktadır aslında.” İfadeleri ile tarihe ışık tutar ve devam eder Hacı Bayram-ı Veli’yi bize tanıtmaya Ahmet Hamdi Tanpınar.
“Ankara ovasında müritleri ile birlikte tarlalarda ekip biçer. Bütün ova imece usulü ile işlenir. İstanbul fethinin manevi ve nurani yüzü olan Ak Şemseddin ile de bu ovada karşılaşır. Ak Şemseddin, devrinin ilmini ilahiyattan tıbba, Arap gramerinden musikiye kadar öğrenmiş, fakat ruhundaki susuzluğu gidermek için yüzünü tasavvufa çevirmiştir. Şeyh Zeyneddin-i Hâfi’nin yanına gitmek için Osmancık medresesindeki müderrisliğini bırakıp yola çıkar, fakat Halep’te bir gece rüyasında bir ucu boynuna geçmiş bir zincirin öbür ucunu Hacı Bayram’ın elinde tuttuğunu görür ve nasibinin Hacı Bayram’da olduğunu anlar, yoldan döner.
Ankara’ya geldiği zaman Hacı Bayram’ı müritleriyle ovada mahsul toplarken görür. (Bunun ilk karşılaşma olmadığı, yazının sonunda başka bir kaynaktan yararlanılarak anlatılmıştır.) Yanına yaklaşır fakat iltifat görmez. Aldırmayarak işe girişir, yemek zamanına kadar Şeyhin müritleriyle beraber çalışır. Yemek vakti olur, Hacı Bayram kendi eliyle aş dağıtır. Fakat Ak Şemseddin’in çanağına ne burçak çorbası, ne de yoğurt koyar; artan aşı da köpeklerin önüne döker. Ak Şemseddin darılıp gideceği yerde, Şeyhin kapısının köpekleriyle ve onların çanağından karnını doyurur. Bu alçak gönüllülük ve teslim üzerine Hacı Bayram onu yanına çağırır, müritliğe kabul eder. Ölünce de kendisine halef olur.
Fatih’e İstanbul’un fethinde yardım ettikten sonra, çekilip köyüne gidecek kadar vakar ve haysiyet sahibi olan Ak Şemseddin’in, Şeyhinin köpekleri ile bir sofraya oturması ancak on beşinci asır Türkiye’sinde görülür.”
“Hacı Bayram 1352 de Ankara’nın Çubuk Çayı üzerindeki Sol- fasol Köyünde doğmuş. Eserlerini Türkçe olarak yazmış 1429 da Ankara’da vefat etmiş türbesi, kendi ismiyle anılan camii ne bitişik olup, ziyaret mahallidir. Bilim ve tasavvufu birleştirmeyi başaran bir sufidir. Müritlerini, el emeği ile geçinmeye, toprağı işlemeye ve el sanatlarına yönlendirmiş. Müritlerini toprağa bağlı yaşamaya teşvik ederek, Anadolu’ya Orta Asya’dan gelen göçerlerin yerleşik hayata geçmesini sağlamıştır.
Hacı Bayram-ı Veli’nin koyduğu imece usulü, yani hasadı bütün köylülerin katılımı ile ortaklaşa toplama yöntemi bu gün bile Anadolu’da uygulanmaktadır. Anadolu’da ondan başka aynı etkiyi sağlamış mutasavvıf görülmez.
Zengin ve fakirler arasındaki dengesizliğin giderilmesi için uğraşmış ve tekkesinde sürekli burçak çorbası kaynatılmış. Gece gündüz herkes bu çorbadan içebilirmiş.”
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın duru Türkçesi ile anlattığı Hacı Bayram-ı Veli’yi ve türbesini, camisini, Roma Mabedini; bu günkü görüntüleri ile aşağıda kısaca anlatmaya çalışacağım, ama ustanın ifadelerinden sonra maalesef yavan gelecektir anlattıklarım.
Ulus’ta Hükümet Caddesi’nden yukarı çıktığınızda, ferah bir giriş alanından geçip, hafif bir yokuş tırmanmak gerekiyor önce. Bir yanımda gül kokuları, bir yanımda döner ve taze çekilmiş kahve kokuları, etraftaki irili ufaklı dükkanlara takılmadan, yukarıda görünen özel mekana odaklandım.
Yokuşu çıktığımda sol tarafta; tapınak duvarı, türbe ve cami yan yana hatta sırt sırta görünüyor. Aynen Tanpınar’ın anlattığı gibi her şey iç içe geçmiş durumda.
Augustus Tapınağı
Roma Dönemi öncesinde, Frig döneminde bereket tanrıçası Kybele ve ay tanrısı Men’e adanmış bu tapınma yerinde, İmparator Augustus için yaptırılmış Tapınağın duvarı ve tabanda sütun taşlarının kalıntıları görülüyor. M.Ö. 25-20 yıllarında yaptırılmış olduğu tahmin ediliyor. 36 x 54,82 metre ölçülerindeki mermer tapınak; iki metre yükseklikte ve çok basamaklı bir podyum üzerinde imiş. Hristiyanlar Tapınağı kiliseye dönüştürmüşler.
Tapınak Augustus’un yapmış olduğu işleri anlatan, Yunanca ve Latince kitabeleri ile büyük önem taşımakta imiş. Tapınağa ait yazıtlar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunmaktaymış.
Hacı Bayram Türbesi
1429 yılına tarihlenen türbe, caminin mihrap duvarına bitişik konumda. Arkasında ise tapınak duvarı var. Kare planlı, sekizgen tamburlu ve üzeri kurşun kubbe ile örtülü bir yapı. 15.yy. Ankara türbelerinin en güzel örneklerinden olduğu belirtiliyor kaynaklarda.
Küçük bir türbe burası, ama iç ve dış detaylarını dikkatle incelerseniz sade görünümün arasına gizlenmiş bir çok zarif parça olduğunu göreceksiniz. İçeride Hacı Bayram-ı Velinin sandukası yanında dokuz tane daha sanduka bulunmakta.
Ön cephedeki mermer bölümlerdeki detaylarda, taş işçiliğinin inceliklerini görmek mümkün. Dikdörtgen bir çerçeve içinde, beyaz ve renkli mermerlerle süslü dilimli kemer ve içte yine renkli zikzaklı kilit taşları ile bezeli giriş kapısı kemeri bulunuyor.
Fotoğrafta Türbenin şimdiki ahşap giriş kapısı görülüyor. Türbenin gerçek ahşap iç ve dış giriş kapıları ise Ankara Etnografya Müzesi’nde sergileniyor.
Bu kapıların resmini çekmek için Etnografya Müzesi’ne gittiğimde, yıllara direnmiş muhteşem kapılardan çok etkilendim. Flaş ile çekime izin vermediklerinden bu güzelliği size tam yansıtamadım, ama yolunuz düşer ise müzede bu kapıları ve Türkiye’nin değişik yerlerinden getirilmiş ahşap kapı ve mihrapları görmenizi öneririm.
Dış kapı oyma tekniği ile yapılmış ve üzerinde bir kitabe bulunuyor. İç kapının işçiliğinin daha üstün olduğunu belirtiyor kaynaklar. Üzerinde Arapça yazılar da oyma tekniği ile ahşaba işlenmiş.
Kapının solundaki pencere mukarnas (birbirine geçmeli taşlar ile taşıyıcı geçiş sağlayan süslemeler) friz ile kuşatılmış ve demir parmaklıklı. Pencere kenarında dantel gibi işlenmiş detaylar bulunmakta.
Türbenin ortasındaki sandukaların arasından duvarlardaki renkli kalemişi süslemeler görülüyor. Başınızı yukarı kaldırdığınızda inanılmaz bir kubbe süslemesini görebilirsiniz. Altın yaldızların arasından adeta gökyüzünün sonsuzluğunu hissettiriyor bu küçücük mekanda.
İç mekânda küçük bir mermer mihrap var, sanki duvara gizlenmiş üç boyutlu bir tablo gibi duruyor. Alt kısmında ise işlemeli mermer bir küçük sütun var. Geçmişte ne işlev görüyormuş bilemem ama şimdi içinde tesbihler duruyor.
Caminin bahçesinde sekizgen planlı ve kubbeli başka bir türbe daha var. Bu, Osman Fazıl Paşa Türbesi olarak tanınıyormuş ve bu eser 18. yüzyıla aitmiş.
Hacı Bayram Camii
Cami uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahip. 1427-28 de yapılmış, sonradan eklemeler de yapılmış.
Türbenin güneydoğu duvarında kare planlı taş kaideli, silindirik tuğla gövdeli ve iki şerefeli minare bulunmakta. Minare çoğunlukla Sultan camilerinde veya hanedan üyelerinin yaptırdığı camilerde olduğu gibi iki şerefeli olmasının Hacı Bayram-ı Veliye duyulan saygıdan kaynaklandığı düşünülüyor.
Caminin erkekler bölümünün giriş kapısına deriden yapılmış kapılardan giriliyor. Caminin iç mekan duvarlarında Kütahya çinileri, kalem işi desenler, kündekari tekniğinde yapılmış minber ve ahşap üzerine boyama nakışlar bulunmaktaymış. İçerde namaz kılanlar olduğu için bu bölüme girmeden, bahçeden caminin kenarından yürüdüm, karşıda uzaklarda Ankara Kalesi ve üzerinde dalgalanan bayrak görünüyordu. Arka tarafta kadınlar bölümü bulunuyor. Yürüyen merdivenleri kullanarak aşağıya inme imkanınız da var.
Resimlerde de göreceğiniz gibi, restorasyon sonrası modern bir görünüme sahip kadınlar bölümü.
Çilehane
Caminin alt katında bulunan çilehaneye restorasyon nedeni ile girmek mümkün değildi.
Çilehanedeki ilk oda çeşitli amaçlar ile kullanılabilecek bir giriş, diğeri abdest odası imiş. Bu odaya açılan bir koridorda dört tane çile odası bulunuyormuş, bu çile odalarının havalandırma bacaları bulunuyormuş.
Bayramilik’te, manevi olgunluğa erişmek için kırk gün çile odasında kalıp, zamanını ibadet ve zikir ile geçirme geleneği önemli imiş. Bu sürede, az konuşmak, az yemek, az uyumak gerekiyormuş.
Yazının başında Tanpınar’dan alıntıladığım bölümde; Hacı Bayram-ı Veli ile Akşemseddin’in karşılaşmalarında yaşananların nedenini kavrayamamıştım. Başka bir kaynakta, bu anlatılanların ikinci karşılaşma olduğuna rastladım ve Hacı Bayram-I Veli’nin, Akşemseddin’e neden böyle davrandığını anladım.
Akşemseddin, Osmancık’ta müderris iken Hacı Bayram-ı Veli’nin namını duyup, ona talebe olmak için Ankara’ya gelmiş. Ancak Hacı Bayram-ı Veli’nin dükkan dükkan dolaşıp yoksullar için para topladığını görünce:
“Evliya halka avuç açar mı, buralara boşuna gelmişim” diyerek,
Zeynüddin Hafi Hazretlerine öğrenci olmak için Halep’e doğru yola çıkmış, yolda yukarıda anlatılan rüyayı görünce tekrar Ankara’ya dönmüş.
Sadece Akşemseddin’i değil, binlerce yıl öncesinden beri herkesi çekmiş bu tepe. Kutsal sayılan bu tepeden, ruhunuz hafiflemiş olarak ayrılıyorsunuz.
Hacı Bayram-ı Veli türbesinde, yılın her zamanında ve günün her saatinde özellikle de cuma günlerinde yoğun bir ziyaretçi akını var. Sınav öncesi dönemlerde yolunuz düşerse, son derece modern giyimli gençlerin dua ederek başarı dilediklerini de görürsününüz. Derdi olanın derdini anlatmak için, düğün veya sünnet töreni öncesi dua etmek için gelenleri de görürsünüz.
Hacı Bayram-ı Veli türbesini ziyaret ettikten ve Augustus mabedini gördükten sonra, bahçedeki kuşlara yem atmayı da ihmal etmeyin. Bu kuşlar; kim bilir belki türbenin manevi bekçileridir, belki de Roma döneminde bu tepede uçuşan güvercinlerin torunlarıdır.
Son söz Hacı Bayram-ı Veli’den olsun, daha ne olsun!
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı,
Geç canından bul anı
Sen seni bil, sen seni
Kaynakça
Tanpınar Ahmet Hamdi/ Beş Şehir Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları: 362, İstanbul 1988
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR-43999/ankara—haci-bayram-camii.html
somuncubabaturbesi.com/haci-bayrami-veli-hazretleri-hayati/
http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr/TR-77835/augustus-tapinagi.html