Buhara, dünya üzerinde yer alan en eski şehirlerden, ipek yolu üzerinde. Orta Asya’nın siyasi, bilim, kültür, din ve ticaret merkezi olarak kabul edilmiş.  Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer almakta. Şehir olarak 2500 yıl önce kurulmuş, aslında çevresinde daha eski dönemlerde de yerleşim bulgularına rastlanmıştır. Buhara iki çölün ortasında bir vaha. Zerdüşlük, Budistlik, Hristiyanlık gibi değişik dinlere merkezlik yapmış. Günümüze müslümanlık eserleri, medreseler, camiler, türbeler ulaşmış. Siyasi olarak şehirde Büyük İskender’in, Cengiz Han’ın, Amir Timur’un ayak izleri var. 


Buhara’yı önce Özbek müziği dinleyerek video ile gezmek isterseniz…

Ulaşım
Buhara’ya Khiva’dan Kızıl Kum  Çölü’nde 450 km ve 6,5 saat süren bir yolculukla  ulaştık. Yolculuk uzun, yolda mola verebilecek benzin istasyonu, tuvalet, bir şeyler yenip içilebilecek tesis bulunmamakta. Ancak yolculuk sonunda gerçekten bir vahaya ulaşılıyor. Taşkent’ten uçakla veya otobüs ile Buhara’ya ulaşmak ta mümkün. 
Gezilecek  Yerler
İsmail Samoni Türbesi, eski şehirde ziyaretimizde ilk  eser, Orta Asya’da yapılan en eski Müslüman türbesidir. Samani hanı İsmail Samani tarafından aslında babası için yaptırılmış, sonra kendisi de oraya gömülmüş. MS. 905 yılında tamamlanan türbe, erken dönem İslam mimarisinin en önemli eserleri arasında sayılıyor. 
Tamamen tuğladan örülü kare şeklinde duvarları üzerinde, kubbesi de tuğla ile kaplanmış. Tuğlalar dekoratif kullanılmış, işçilik, planlama ve süsleme açısından çok güzel bir türbe. Türbe Mogol saldırıları sırasında kumlar altında kaldığı için talan edilmemiş ve iyi konumda günümüze kadar gelmiş. Dışı gibi içi de çok dekoratif. Kubbenin ortasında yer alan açıklık ve üç tarafında pencere görevi gören kapılar ile çok aydınlık bir türbe yapılmış.

Çevre düzenlemesi de çok güzeldi, yeşillikler arasında yürüyerek yine estetik ve efsanevi başka bir binaya ulaştık.

Chasma Ayup, bizim dilimizde Hz. Eyüp Çeşmesi. 12.yüzyılda ilk bölümü yapılan binanın hikayesine göre, Eyüp Peygamber buradan geçerken, halkın susuzluktan mağdur olduğunu görünce, asasını toprağa vurmuş ve su çıkmış. Bu şekilde su ile ilgili benzer öyküler Suriye, Filistin, Mısır ve Kazakistan’da da söylenmektedir. Türbenin üç bölümü üç ayrı yüzyılda yapılmış. İlk bölümü 12.yy’da Arslan Kan tarafından, ikinci bölümü 1380 yılında  Amir Timur tarafından, üçüncü bölümü 16.yy’da Sheibanids döneminde yapılmış.

Türbenin içinde pınardan çıkan su için çok estetik olmayan bir çeşme yapılmış, şifalı olduğu söylenen suyu içilebiliyor.

Sergi alanı olarak kullanılan diğer bölümde ise  suyla ilgili çarpıcı bilgi sağlayan resimler eklenmiş. Denize kıyısı olmayan Özbekistan’ın Aral Gölü, içinde gemiler dolaşan, çevresinde yazlık evlerin olduğu bir gölmüş. Uygulanan yanlış sulama politikaları nedeni ile bu göl kurutulmuş. İlk resimde 1960 yılında Aral gölünün büyüklüğünün, 2008 yılında ne hale geldiğini çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Sağ tarafta ise bugün terk edilmiş, iç burkucu, ıssız haldeki gölün görüntüsü  var.

Bu komplekste diğer kalıntı ise bir hamam. 20. yüzyılın başlarında Buhara’da hamamlar çok önem verilen yerlermiş. Bu tarihlerde şehirde 20 adet benzer mimarili hamam varmış. Çoğu 16-17. yüzyıllarda inşa edilmiş. Hem yerel halk hem de yabancı tüccarlar hamamları çok kullanırlarmış.
Bolo Havuz Cami, ‘Boloi Havz Jome’ 1713 yılında yapılmış, 20 tane çok yüksek, ahşap kalem işlemeli sütunları ile görür görmez etkiliyor.

Böyle bir camiyi görünce dayanamayıp hemen içeriye girdik. İçeride mavi çinilerle süslü beyaz ağırlıklı zemin ve güzel avizesi ile çok aydınlık, ferah bir görüntü vardı. Özbekistan’da camiye girerken sadece ayakkabıların çıkartılması gerekiyor. Baş örtüsü gerekmiyor tabi ibadete açık olmadığı için.

Buhara eski şehir gezimizde tarihi, kültürel ve arkeolojik olarak çok önemli olan Ark  Kalesi (Ark Citedal) ne ulaştık. Kale  Buhara Hanlarının yaşadığı yer. Aslında tüm yönetim birimleri, polis merkezi, cami, harem, zindan  bu kalede yer almaktaymış. Kalenin asıl tarihi milattan önce dördüncü yüzyıla kadar gitmekte. Ancak sürekli yıkılıp üzerine yeni kaleler yapıldığı için kalenin olduğu yerde suni olarak 20 metre yükseklik oluşmuş. Bugünkü görünüşü, son dönem hanların yaptırdığı kale. Kalenin 1893 tarihinde yapılmış giriş kapısından gezimiz başlıyor.
Kalenin içinde  ilk olarak Cuma Cami bizi karşılıyor. 18. yy’da yaptırılan caminin üç tarafı çok  özel işlenmiş ahşap sütunlar ile çevrilmiş. Caminin sekiz giriş kapısı ve dört mihrabı var. Caminin tavanında da geometrik desenli ahşap işçiliği göz alıcı.

Taht Salonu 18. yy’da yapılmış, giriş kapısının  tam karşısında mermer bir taht var. Önemli törenler için ayrılmış salon. Salonun sağ tarafında bir kapı bodruma açılıyor. Bu bölümde  altın, gümüş, değerler madenler  saklanıyormuş. Yani kalenin hazinesi de  bu bölümde saklanıyormuş.

Kalede önemli bir bölüm müze olarak ayrılmış. Buhara bölgesinin İlk Çağ ve Orta Çağ eserleri sergilenmekte. Bu müzeyi gezerken tarih kitaplarımızda, Yıldırım Beyazıt 1402 yılında Ankara Ovası’nda Aksak Timur’a yenildi diye geçiştirilen savaşın, yenen ülke açısından önemini anlatan  resim karşıma çıktı.

Türk Sultanı Yıldırım Beyazıt’ın esir alınma sahnesini gösteren minyatürün fotoğrafını hemen çektim, paylaşabilmek için.


Yine tarih kitaplarımızdan  Arapların Orta Asya’ya girmesi ve İslamın yayılması öykülerini hatırlatan minyatürü de aşağıda paylaşmak istedim.

Kalenin içinde yer alan müzede ayrı odalarda çok sayıda Buhara tarihine ilişkin eserler sergileniyor. Görmeye değer.

Miri-Arab Medresesi,  Kalyan Minare, Kalyan Cami.  Kale’den sonra sıra Buhara’nın en etkileyici dini merkezine geldi.  Kalyan minaresi uzun yıllar Orta Asya’nın en yüksek minaresi olarak kalmış,. 105 metre yüksekliğinde ve üzerinde 13 ayrı şekilde işlenmiş kuşak var.

Mir-i Arap Medresesi iki mavi kubbesi ve harika mimarisi ile dikkat çekiyor. Medrese 1530-1536 yılları arasında yaptırılmış. Nakşibendi tarikatına bağlı Şeybanilerin Şeyhi Abdulloh al Yamaniy için yapılmış. Sovyetler döneminde Orta Asya’da kapatılmayan tek medrese. Hala dini eğitim sürdürülen, Rusya İran, Orta Asya’dan öğrencilerin devam ettiği medrese İslami eğitim açısından önemli bir yere sahip. Medrese dört kat ve 114 odadan oluşuyor. İçinde bir cami, Mir Arap olarak anılan şeyhlerinin mezarının yanı sıra dönemin Hanının mezarı da yer almakta.

Medresede eğitim sürerken içeriye girmek yasak olmasına rağmen hızlı bir kaçamak yaparak avlunun fotoğrafını çekme şansım oldu.
Kalyan Cami Karahanlı Aslan Han tarafından 1121 tarihinde yaptırılmış. Camide 208 kolon ve 288 kubbe var. Camide aynı anda 12.000 kişi namaz kılabiliyormuş ancak günümüzde ibadet amaçlı kullanılmıyor.

Aziz Khan Medresesi,  yine taç kapısı gösterişli değişik bir medrese. 17.yy’da yapılmış, İran, Çin ve Hindistan mimari özelliklerini barındırıyor.

Leb-i Havuz Meydanı

Meydanda 1620 yılında yapılmış bir havuz, etrafı dekoratif develerle süslenmiş. Havuz kenarında lokantalar yer alıyor, biz bir akşam yemeğimizi bu meydanda yedik. Medrese ve eşeğe ters binmeyen Nasrettin Hoca Heykeli meydana renk katıyor.

Nadir Divan Bey Medresesi,  Leb-i Havuz Meydanı’nda yer alan medrese  aslında kervansaray olarak yapılmış, sonradan medreseye dönüştürülmüş.  Asıl ilgi çeken taç kapısı üstündeki çiniler, kuş ve güneş figürü. Aslında resim kullanılmayan  İslami yapılarda bu figürler ilgi çekici.
Bu kadar gösterişli ve büyük medreseyi görünce hemen içeriye daldım. Ancak yine klasik görüntü tüm avlu ve odalar satıcılar ile dolu idi.

Görünce bizi hem çok şaşırtan, hem de çok tanıdık  gelen heykel neydi biliyor musunuz? Medresenin önünde eşeğin üzerinde hoş bir adam, çevresinde de resim çektirmek için bekleyen çok kişi görünce bizim nüktedan Nasrettin Hocanın aynı isim ve aynı özellikleri ile Özbek kültüründe yaşadığını öğrendik. Hoca Nasrettin adı aynı, oda sakallı, nüktedan, komik öyküleri var  ancak heykeli çekik gözlü ve göbeksiz ve fit Nasrettin Hoca.

Chor Minör, aslında arkasında yer alan medresenin giriş kapısıymış. Anıtın mimarisi klasik Buhara mimarisinden farklı. Mimaride Hint etkisi olduğu söylenmekte. Binanın üzerinde dört ayrı minare, hepsi mavi kaplı ama hepsinin figürleri farklı. Dört ayrı dini sembolize ettiği düşünülmekte. Eski şehirden farklı bir bölgede, görmeye değer.Orta Asya’nın din merkezi rolü nedeni ile Buhara’da o kadar çok Medrese ve türbe yapılmış ki, bunların hepsini gezebilmek mümkün olamıyor. Medreseler dini eğitimin yanında pozitif bilimlerde de eğitim vermiş. Ünlü hekim İbn-i Sina’nın (980-1037) Buharalı olduğunu hatırlatalım. 

Tarihi İpek yolundaki Buhara, 2500 yıllık şehir merkezi olarak Orta Asya’da ticaretin merkezi idi. Şehir yapılanmasında çok sayıda kervansaray bulunmasının yanı sıra, tarihi ve halen kullanılan yüksek ve çok sayıda kubbeli çarşılar karşınıza çıkıyor. Bu çarşıları dolaşalım.Çarşı içinde sadece müzik aletleri satan bir satıcı, tezgaha yaklaşınca geleneksel müzik aletleri ile bize  güzel bir konser verdi.

 Çarşının çıkışında geleneksel ürünler, özellikle bıçak satan, yerel giysili satıcı.

Buhara Halıları dünya çapında ünlü, halılar için ayrı bir bölüm ayrılmış. El yapımı ve özel motifli halıları incelemek güzel, Tabi satın alabilse idik daha da güzel olacaktı. Grubumuzda bir İtalyan arkadaşımız çok güzel küçük bir ipek halı aldı. Belli ki Buhara da Buhara halısı alınır diye hazırlıklı gelmiş. 

Özbekistan’da birçok yerde vatanın güzelliği, bagımsızlığına ilişkin sloganlar görünüyor. Çarşıda, pazarda, medresede, türbede. Ülke 1991 yılında bağımsızlığa kavuştuktan sonra bu durumu vurgulamak, paylaşmak istemiş yönetim.Özbekistan’da özellikle Buhara, Khiva ve Semerkant’ta birkaç yüzyıl öncesinde yolculuk yaptığınızı hissediyorsunuz. Ancak sizi bu duygudan uzaklaştıran görüntü  her yerde satıcılar olması. Tüm tarihi binaların, medreselerin, türbelerin içleri hediyelik eşya satan dükkanlar ve yollar satıcılar ile dolu.

Biraz da sokaklarda dolaşalım.


Konaklama

Buhara’da iki gece kaldığımız Asia Buhara otel, dört yıldızlı güzel temiz bir otel. Eski şehrin başlangıç noktasında olduğu için tüm gezilerimizi yürüyerek yaptık. 

Ne Yenir, Ne İçilir, Gece Hayatı

İlk akşam yemeğimiz için, dünyaca ünlü bir minyatür ustasının evinde özel bir yemek hazırlanmış. Yemek saatinden yarım saat önce eve ulaştık, bir salonda uzun bir masa sadece bizim grup için hazırlanmıştı. Yemek salonuna girmeden önce başka bir salona alındık. Burada iki saz sanatçısı, bir şarkıcı ve yerel kıyafetleri ile çok güzel dans eden bir genç kızdan oluşan bir grup hem kulağımızı hem gözümüzü doyurdu. Güzel bir gösteri izledik. Sonrası yerel güzel Buhara yemeklerine geçtik.

İkinci akşam ise genellikler restoranların olduğu Leb-i Havuz meydanında güzel bir restoranda Özbek kebabı tattık.

Ayrıca  çay, kahve  molası vermek isterseniz yine tarihi dokulu güzel bir kafe bulmanız kolay.

Buhara’da zengin bir gece hayatı olmadığını duyduk. Gece klubü aramadan özgün yemek yemek en iyisi galiba.

Buhara’dan Semerkant’a otobüs yolculuğu yaptık. Khiva Buhara arası çöl ortasında uzun bir yolculuktu, Buhara Semerkant arası  ise daha kısa ve daha çok köylerin tarlaların yanında geçen bir yolculuktu.

Yol üzerinde geleneksel yöntemlerle üretim yapan güzel bir seramik atölyesinde kısa bir mola verdik. Çini üretimi izlemek, satış atölyesinde alışveriş yapmak güzeldi, ama en güzeli gözümüzün önünde Özbek ekmeğinin hazırlanması, değişik fırında pişirilmesi ve çayla beraber sıcak sıcak ikram edilmesiydi.

 

Son Söz

Buhara Özbekistan’ın mutlaka görülmesi gereken şehri. Tarihi dokusu, kültürü, sanatı, Buhara halıları, adım adım gezilen Orta Çağ sokakları ile başka bir dünya gezisi olarak anılarda yer edecektir.

 

 

 

1 COMMENT

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here